Komünist Enternasyonalin 80. Kuruluş Yıldönümü Üzerine Güncel, Aleka Papariga (Yunanistan Komünist Partisi Merkez Komite Genel Sekreteri)

Üçüncü Enternasyonal’in (Komünist Enternasyonal) 1919’da kuruluşu ve bunu izleyen faaliyetleri, dünya komünist ve işçi sınıfı hareketi üzerindeki olumlu etkileriyle hiç kuşkusuz 20. yüzyılın en önemli siyasi olayları arasında yer almaktadır.

Üçüncü Enternasyonal’i ilk ikisinden ayıran, İkinci Enternasyonal’in dağılışının sonuçlarının yanı sıra ve her şeyden önce, zafer kazanmış ilk sosyalist devrimin damgasını taşımasıdır.

Üçüncü Enternasyonal, temel teorik ve pratik konulara ilişkin ve kendisini İkinci Enternasyonal döneminde gösteren keskinleşmiş ideolojik ve siyasal çatışmanın ürünüdür. Söz konusu konular o dönemde genellikle, kapitalizm koşullarında demokratik özgürlükler, iktidarı kazanma konusu, işçi sınıfı ile müttefiklerinin iktidarı kazanmasının koşulları ve proletarya diktatörlüğü başlığı ile ilgili sorunlar olarak formüle ediliyordu.

Ateşi yakan ve İkinci Enternasyonal’in dağılmasına yol açan kıvılcım, küçük bir kaza değil, önemli bir “olay”dı: Savaşın doğası ve 1912 tarihli Basel Konferansı bildirgelerinin savaş karşıtı kararları hayata geçirmeyen çoğu İkinci Enternasyonal üyesi parti tarafından ihlal edilmesi. Savaş patlak verdiğinde hükümetlerinin yanında yer aldılar ve gerçekten de daha ilk andan itibaren askeri harcamalardan yana oy kullanarak, sonuçta onları emperyalist politikanın savunucularının kampına taşıyacak olan belirleyici adımı atmış oldular.

Lenin, Komünist Enternasyonal’in kuruluşunun yalnızca Rus proleter kitlelerinin elde ettiği kazanımların değil aynı zamanda Almanya, Avusturya ve Macaristan işçi sınıflarının ve zafer için mücadele eden tüm dünya emekçi halklarının kazanımlarının tarihe yazılması anlamına geldiğine işaret etmiştir. (V.I.Lenin, Complete Works, Vol.37, sayfa 512.)

Üçüncü Enternasyonal’i ortaya çıkaran tek dinamik sosyalist devrimin zaferinden kaynaklanan devrimci heyecan değildi. Asıl önemli çıkış noktası, kapitalizmin devrim yoluyla yıkılmasının yalnızca gerekli değil aynı zamanda mümkün olduğunun kanıtlanmasıydı. Üçüncü Enternasyonal, yükseliş ve düşüşlere ve geçici gerilemelere karşın geçerliliğini bugün de koruyan bir düşünceye, insanlığın kapitalizmden sosyalizme geçiş döneminde yaşadığı düşüncesine dayanıyordu.

Kuruluğu andan itibaren Üçüncü Enternasyonal, sadece emperyalizmin çetin karşıtlığıyla değil, aynı zamanda oportünizmin yayılmasıyla, yani burjuva ideolojisinin emekçi hareketine giderek daha derinden ve etkin bir biçimde nüfuz etmesiyle mücadele etmek zorunda kalmıştır.

Lenin, oldukça doğru bir şekilde, Üçüncü Enternasyonal’in uzun yıllar boyunca hazırlık aşamasında olduğunu ve sosyalistlerin, sosyalist devrimi yalnızca lafzi olarak değil gerçekten kabul etmesini ve o dönemde bazı özel güncel olaylara dayanarak çok özgün bir şekilde formüle edilmiş temel gerçekleri, işçi sınıfı kitlelerinin zihnine sokmak konusundaki istek ve yeteneklerini yaptıkları işlerle ve kararlılıklarıyla kanıtlayabilen komünist partilerin eylem birliğini sağlamak için kurulduğunu söylemiştir. Söz konusu gerçekler şunlardı:

– Yaklaşmakta olan Birinci Savaş’ın, iddiaların aksine, “halkların ulusal özgürlükleri” ile hiçbir ilgisi yoktu.

– Antant devletleri de en az Alman emperyalizmi kadar emperyalistçe kana susamıştı ve kimin başlattığından bağımsız olarak bu savaş her iki taraf açısından da emperyalist bir savaştı.

– İşçiler açısından bu savaşta birbirlerini vurmak bir suç olacaktı.

– Bu savaş proletarya devrimiyle sonuçlanabilirdi.

Kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizme çoktan geçmiş olduğu bir dönemde Üçüncü Enternasyonal 24 yıldan fazla bir süredir aktifti. Kapitalist dünyanın iç bölünmesi, emperyalistler arası çatışmalar nedeniyle derinleşmeye başlamış ve bu bölünmenin temel özellikleri olan pazarların yeniden paylaşımı ve yeni sömürgelerin fethi kendilerini göstermişti.

Üçüncü Enternasyonal’in tüm tarihinin ve onun çoğunluğu illegalite koşullarında ve baskı rejimleri altında inanılmaz zor şartlarda ilk adımlarını atmakta olan komünist partilerin gelişimindeki önemli etkilerinin bir dökümünü kısa bir makale çerçevesinde yapmak olanaksız. Hızla değişen koşullar altında Enternasyonal tarafından izlenen ideolojik ve siyasal hattın yeterli bir çözümlemesini yapmaya girişmek daha da zor.

Üçüncü Enternasyonal’in, kurulduğu andan itibaren, “kapitalizmin yıkılarak sosyalist devrimin gerçekleştirilmesi stratejik hedefine yönelik taktiklerin ne şekilde belirleneceği gibi” temel bir teorik ve pratik soruna ilişkin kavrayışı derinleştirmenin yollarını aradığını söylemek abartı sayılmaz.

Bu sorun tek tek her bir partinin veya tüm partilerin bilimsel sosyalizmi benimsemiş olmalarıyla çözülmüş sayılamaz. Ve Enternasyonal yetkililerinin kimi icatlarına yani bazı hatalar ve yanlış seçimler yapmış olmalarına karşın, bizim bugüne taşımamız gereken, Enternasyonal’in taktik ve stratejilerin teori ve pratiğine verdiği büyük önemdir.

Ekim Devrimi’nden sonra bir süre için Komünist Enternasyonal’in Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dışındaki ülkelerde de sosyalizmin hemen başarı kazanmasının mümkün olduğu fikrini benimsemiş olması gerçeği önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca, tarihin ilk zafer kazanan sosyalist devrimini gerçekleştirerek güncel mücadeleyi uzun dönemli hedeflerle bağlantılandırma konusundaki çok boyutlu başarısını sergilemiş ilk parti olan Bolşevik Parti’nin test edilmiş deneyimleri de önemli bir rol oynadı.

Leninist öğreti Üçüncü Enternasyonal’in görevlerinin belirlenmesi ve bu görevlerin yerine getirilmesi sürecine damgasını vurmuştur. SBKP (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) özellikle devrim ve sosyalist kuruluş deneyimine sahip tek özne olması dolayısıyla uluslararası komünist hareket içinde özel bir konuma sahip olmuştur.

Komünist Enternasyonal’in 1921’deki 3. kongresinde Lenin savaştan sonraki ilk devrim dalgasının sona erdiğini bildirmiştir. İşçi sınıfı keskinleşmiş karşı saldırının merkezindedir ve komünist hareketin önünde zorluklar ve karmaşık görevler bulunmaktadır. Devrimin fırtına hızıyla yayılmayacağı anlaşılmıştır. Buna rağmen Lenin, Bolşevik Parti’nin lideri olarak, stratejik amaçlardan vazgeçilmesini önermemiş ve işçi sınıfına odaklanılması, sınıfın mücadelesinin siyasileştirilmesi ve sosyalizm mücadelesinin terk edilmek yerine uzun soluklu bir mücadele olarak örgütlenmesi gereğine dikkat çekmiştir.

O zamanlar adet olduğu üzere birbirinden ayrıştırılan sağ ve sol karakterdeki sapmaların gelişimine olanak sağlayan derin toplumsal kaynakların ve sebeplerin ortaya çıkışı tam da bu dönemde olmuştur. Diğer ülkelerde sosyalist devrimin kısa zamanda gerçekleştirilmesine dair umutların boşa çıkması ve kapitalist istikrarın görece sağlanmasıyla gelinen yeni koşulların getirdiği zorluklar nedeniyle Enternasyonal içinde bir ideolojik çatışma ortaya çıktı. Sadece tarihsel olmayan bir dizi sebeple, bu dönemdeki ideolojik karşı karşıya gelişlerin incelenmesinde çok yarar görüyorum. Oportünizm taktikleri ve bir sol sapmanın sağ sapmaya dönüşmesi bugün de kısmen yararlı olacak değerli bir deneyim sunuyor. Çünkü son tahlilde ne tür ve ne kadar çok değişiklik meydana gelirse gelsin oportünistlerin metodolojileri o zamankinden farklı değil ve her şeyin ötesinde fikirlerinin ve argümanlarının içeriğinde hiç bir değişiklik yok.

Lenin’in sağ sapmalara ve solun “çocukluk hastalıkları”na karşı polemiklerini okuyan biri ne kadar az değiştiklerini daha da iyi tespit edebilir. Elimizde bulunan, bu döneme ait az sayıda materyali okuyan biri kolaylıkla anlayabilir ki, dogmacı solcu görüşün ve oportünist sağcı görüşün (bunlar komünist hareketin dokümanlarında karşılaşılan terimlerdir) aynı amaçta bir araya gelmeleri hiç de zor değildir. Bu amaç marksist-leninist teoriye kara çalmaktı. Her iki taraf da proletarya diktatörlüğüne ve komünist partiye acımasızca vuruyorlardı.

Oportünizmin burjuva ideolojisinin işçi sınıfı üzerindeki bir yansıması haline gelişinden itibaren işçi sınıfı güncel başlıklarda bile fikir geliştirme veya kendisini yenileme potansiyelinden mahrum hale geldi. Sonsuz olmayan, onursuzlaşma ve çöküş yolunda ilerleyen bir sistemin ideolojisi olması dolayısıyla burjuva ideolojisinin de sınırları vardır.

Üçüncü Enternasyonal’in dağılmasının ardından komünist hareketin stratejisine ilişkin konuların ortaklaşa ele alınması gözle görülür bir biçimde adım adım geriledi. Birçok sebepten ötürü böyle olmuştu ve kuşkusuz tek sebep komünist hareketin birleşik merkezi önderliğinin işlevini sonlandırması değildi.

Üçüncü Enternasyonal’in işçi sınıfı ve müttefiklerinin iktidarı nasıl alabileceklerine ve çeşitli diğer hareketlerin, anti-sömürgeci, anti-emperyalist ve ulusal kurtuluş hareketlerinin emperyalizmle mücadele için tek bir cephede komünist hareketle bir araya nasıl getirilebileceğine ilişkin tartışmaları, basite indirgeme riskine rağmen, burada hatırlatmakta yarar görüyorum.

Üçüncü Enternasyonal, ilk kongresinde -özel şartlardan kaynaklanan baskılar nedeniyle bir dereceye kadar- emperyalizm, devrimci durum, tek veya daha fazla ülkede sosyalizmin zaferinin olanaklılığına ilişkin leninist yaklaşımları benimsemiş ve geliştirmişti. Proletarya ve burjuva diktatörlükleri arasındaki farkları öne çıkarmış, sol-kanat ve sağ-kanat oportünizmin köklerini sergilemiş ve olgunlaşmamış komünist partilerin yeni tipte partilere dönüşmelerine yardım etmeyi kendine görev edinmişti.

Üçüncü Enternasyonal’in kongrelerinde ve takip eden çalışmalarında üzerinde durulan en önemli konulardan biri, iktidar sorunuyla bağlantılı olarak işçi sınıfının ittifaklar sorunu ve özelde köylülükle ittifak sorunuydu.

Başlangıçta alınan konuma göre bir işçi hükümeti seçmek üzere birleşik bir işçi sınıfı cephesi yaratılacak ve bu cephe süreç içinde bir işçi-köylü cephesine dönüşecekti.

Sömürgelerdeki ulusal kurtuluş hareketlerinin içinde bulundukları şartlar gözönüne alınarak tek bir anti-emperyalist cephe oluşturmak fikri geliştirildi. Her durumda, cephenin niteliği ve özellikle dinamikleri Parti’nin öncü rolü tarafından belirlenecekti.

Tüm parti üyelerinin propagandist örgütçü ve halk kitlelerini eğitici olmaları doğrultusundaki karar, Enternasyonal’in en önemli kararlarından biriydi.

O zamanki düşünceye göre, parlamenter temelde, devrimci mücadeleye çok yakın, kitlelere dayalı ve devrimci mücadeleyi güçlendirecek bir işçi hükümeti oluşturulabilirdi. Bazı ülkeler için bu acil bir görev olarak belirlendi. Diğerlerine güç dengelerine bağlı olarak ajitasyon görevi verildi. Söz konusu hükümet proletarya diktatörlüğü olarak tanımlanmadı. Ancak alınması zorunlu olacak önlemlerin tutarlı bir şekilde uygulanmasının sosyalizme geçişin olanaklarını hazırlayabileceği düşünülüyordu.

İşçi hükümeti ile ilgili olarak çetin tartışmalar yaşandı ve farklı bakış açıları gelişti. Gelişmiş kapitalist ülkelerde bu tür bir hükümetin burjuva demokrasisi içerisinde uzun ömürlü olabileceğine ilişkin bazı oportünist yaklaşımlar da ifade edildi.

Ulusal kurtuluş hareketleriyle bağlantılı olarak Enternasyonal, komünist partilerin bağımsız eylemlerini sürdürmeleri koşuluyla, ulusal devrimci ve köylü siyasal örgütlenmelerinin oluşturulmasını destekledi. Enternasyonal bu örgütlenmeleri içlerinde burjuva ve komünist partiler arasındaki öncülük mücadelesinin yürütüleceği kitle örgütleri olarak görüyordu.

Üçüncü Enternasyonal içindeki ideolojik tartışmaların önemli bir kısmı geçiş döneminin özelliklerine ve işçi sınıfının sosyalist devrime yaklaştırılmasına yardımcı olacak geçiş sloganlarına ilişkindi.

Özellikle Lenin, Rus devriminden kendi deneyim ve düşüncelerini, insanları sosyalizme çağırmanın nesnel koşullarının varolmadığı dönemlerde mücadeleyi örgütlemenin ve nihai amaç doğrultusunda yükseltmenin önemini öne çıkararak aktardı. Enternasyonal, birleşik bir işçi cephesi oluşturma ve özellikle köylülerden ve küçük burjuva emekçi ve aydınların bir bölümünden oluşan yarı proleter küçük burjuva katmanları bu cepheye çekme taktikleri üzerinde çalıştı.

Böylece, bazı genç komünist partilerin hatalı ve tereddütlü yaklaşımlarından muaf olmamakla birlikte, işçi sınıfı kitlelerinin kendi sorunlarından hareketle işçi sınıfının devrimci hareketine nasıl çekilebileceği ve sosyal demokrasinin hem taban ve ara kademeleri hem de liderliği ile toplumsal düzeydeki bir işbirliğinin nasıl sağlanabileceği konusunda ciddi bir tartışma doğdu.

Sosyal demokrasi karşısındaki konumlanış basit bir mesele değildi. Bir tarafta işçi sınıfının sosyal demokrasinin etkisi altındaki önemli büyüklükteki kesimiyle birlikte sürdürülen mücadelelerin birleştirilmesi için bir politika belirlenmesi zorunluluğu vardı, diğer tarafta ise sosyal demokrat partilerin anti-komünist ve anti-sovyetik konumlanışlarının hesaba katılması gerekiyordu.

Zaman içinde Üçüncü Enternasyonal’in yönetici kurulları birleşik cephe taktiğinin tüm partiler tarafından aynı şekilde anlaşılmadığını fark ettiler. Bazı partiler bunu komünist partilerin sosyal demokratlarla birleşmelerine yol açma riski olarak görürken diğer pek çok parti reformist yaklaşımlar benimsemek için bunu bahane olarak kullanıyordu.

Bu tartışmaların diğer ülkelerde kısa zamanda bir devrim olasılığı olmamasına rağmen devrimci hareketlerde bir yükselişin gözlendiği bir dönemde sürdüğünü gözden kaçırmamalıyız.

1924’ün başlarında Enternasyonal, kapitalist ekonomide ve onun göreli istikrarında bir iyileşme olduğunu kaydetti. Aynı zamanda, bu istikrarın tamamıyla göreli olduğunu da kaydetti. Bu saptama çok çabuk doğrulandı ve sadece birkaç yıl sonra, nihayetinde 2. Dünya Savaşı’nın çıkmasına sebep olan emperyalistler arası yeni çatışmaların göstergesi olarak, 1929 Bunalımı patlak verdi.

Kapitalizmin göreli istikrarı, “örgütlü kapitalizm”e ilişkin oportünist yaklaşımların güçlenmesine neden oldu. Emperyalizmin artık pazar ve sömürge derdinde olmadığını iddia etme noktasına kadar geldiler.

Burjuva ideolojisinin işçi sınıfı ve komünist hareketin safları üzerinde ciddi bir basınca sahip olduğu bir kez daha açıklık kazandı ve bu basınç aynı zamanda dogmatik sol düşüncelere hareket gücü sağladı.

Henüz kapsamlı bir çözümleme ve belirgin bir ideolojik çalışma yapılmamasına rağmen faşizme karşı mücadele ve savaştan kaçınma çabası Enternasyonal’in dikkatini yoğunlaştırdığı başlıklar oldu.

Üçüncü Enternasyonal’in faşizme ve savaşa karşı Halk Cephesi politikasının oluşumuna yönelik katkısı bilinmektedir. Enternasyonal’in savaş ve faşizme karşı birleştirici açılımları özellikle Avrupa’daki komünist partilerin izlediği politikaların belirleyici özelliği haline gelmiştir. Özel koşullar altında bu politikanın başarılı olup olmamasından ve her şey olup bittikten sonra geliştirilecek her türlü düşünce ve yapılacak her türlü tartışmadan bağımsız olarak ve yeni deneyimlerin ışığında, Halk Cephesi’nin işçi sınıfının birliğinin genişlemesine ve ortak eylemliliğinin artmasına yaptığı katkı ve her şeyin ötesinde hareket düzeyindeki ittifak politikalarına ilişkin olarak sağladığı deneyimin zenginliği ortadadır. O zamandan bu zamana uzun yılların geçmiş ve önemli değişikliklerin yaşanmış olmasına rağmen komünist hareketin özellikle bu dönemdeki deneyimlerinin, ittifaklar ve taktik ve stratejinin birbiriyle nasıl bağlantılandırılacağı üzerine tartışmaların yalnızca tarihsel açıdan derinlemesine incelenmesi bile çok yararlı olacaktır. İttifak politikaları, komünist hareket ve tek tek her bir komünist parti açısından en karmaşık konulardan biridir.

2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, Üçüncü Enternasyonal’in kendi kendisini dağıtması ve sonraki gelişmelerle birlikte Enternasyonal’in komünist hareketin stratejisine ilişkin olarak daha büyük bir etki ve rol sahibi olmasının olanaksızlığı ortaya çıktı.

Komünist hareketin hızlı büyümesine özgü sorunlarından biri, hataların düzeltilebilmesi ve alınan tavırların değişen gerçekliğin metodolojik çözümlemesine ve her zaman devrimci teorimizin ilkelerine dayanan devrimci sınıf mücadelesinin genelleştirilmiş deneyimlerine bağlı olarak düzeltilip geliştirilmesi için gerekli olan kolektif eleştirel deneyim değerlendirmelerini yeterli ölçülerde yapamamasıydı.

Üçüncü Enternasyonal’in burjuva hükümetlerin, emperyalist devlet ve örgütlerin hedefi haline gelmesi bir tesadüf değildi. Enternasyonal, onlar açısından, kuşkusuz Ekim Devrimi ve tarihteki ilk proletarya diktatörlüğünün kurulmasının ardından, ikinci büyük sorun başlığı oldu.

Karşı-devrimin zaferinden sonra Komünist Enternasyonal’e karşı, tarihe ilişkin alışıldık bilgisizliği gösteren bir karalama kampanyası başladı.

Artık tanınmış olan dönekler, bilinen cehaletleriyle, mantıksız ve bilimsellikten yoksun yaklaşımlarıyla Enternasyonal’in açıkça komünist partilere zarar verdiğini, hata yapmalarına yol açtığını, bağımsız sorumluluklarına son verdiğini ve hepsini SBKP’ye bağımlı hale getirdiğini iddia ederek dünyada bir daha hiçbir biçimde komünist partilerin örgütlü bir ortak eylemlilik içine girmemesi gerektiğini anlatmak için büyük bir çaba gösterdiler.

Bu çaba, bugün güncel olan komünist hareketin eylemde birliği ve ne tür bir örgütlülük içine girileceği konularının Üçüncü Enternasyonal’in yıldönümünde ele alınması için diğer bir sebeptir. Üçüncü Enternasyonal’in savunduğu görüşlerden, belli kararlara dair yargılarından ve yaptığı tercihlerden ve ancak üzerinden zaman geçtikten sonra niteliği anlaşılan deneyimlerden bağımsız olan net bir şey var: Komünist hareketin eylem birliği, özel bir örgüt biçimini almaksızın başarılamaz. Komünist hareketin bir merkezi referans noktası olmalıdır. Çağdaş bir Enternasyonal’in alacağı biçim, partiler arası ilişkilerin nasıl düzenleneceği, birleştirici faktörün her partinin koşullarına bağlı olarak nasıl güvence altına alınacağı, kesinlikle üzerinde çalışılması ve geçmiş pozitif ve negatif deneyimler hesaba katılarak araştırılması gereken konulardır.

Enternasyonal yolunda ortaya çıkan sorunlar ne olursa olsun, bunlar uluslararası komünist hareketin sınıf düşmanına karşı tek yumruk olması gerekliliğini ortadan kaldırmaz. Komünist hareketin birliğinin etkili olabilmesi belli bir örgütle, belli bir merkezi organla sağlanabilir. Liberal ve sosyal demokrat partilerin uluslararası birlikleri için de bu geçerlidir.

Komünist partilerin koordine edilmiş eylemlilikleri, düzenledikleri ortak eylemler, uluslararası işbirliğinin bir formu olmakla birlikte, kesinlikle ikinci derecede öneme sahiptir ve çağdaş gereksinimlere yanıt vermemektedir.

Yeni bir Komünist Enternasyonal’in yaratılmasına karşı öne sürülen argümanların en bilineni, her üç Enternasyonal’de, özellikle de uluslararası komünist hareketin bugüne kadar yarattığı en üstün eylem birliği formu olan Üçüncü Enternasyonal’de çıkan sorunlara yönelik eleştirel yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Üçüncü Enternasyonal’in işleyişine ilişkin tüm eleştirel yaklaşımları kabul etsek bile, “başın ağrıyorsa kesip at” mantığını benimseyemeyiz.

Bu tür bir yaklaşımın, özellikle de zorlukları genelleştirerek ve bugün burjuva partiler ve burjuva teorisyenler tarafından da kabul edilen bir olgu olan kapitalizmin eşitsiz gelişmesini gözardı ederek sosyalizmin ya her yerde aynı zamanda zafere ulaşacağını ya da hiçbir yerde başarıya ulaşamayacağını savunan partiler tarafından desteklendiği zaman, fazlasıyla naif ve hatta aptalca olduğunu söylemem bağışlanabilir mi? Ve bu görüş doğru bile olsaydı (ki değildir), emperyalizmin uluslararası ve bölgesel birliklerini dengelemek üzere bir dünya komünist merkezini kurmanın bir diğer gerekçesi olurdu.

Ayrıca Enternasyonal’de ortaya çıkan sorunların nedeni Enternasyonal’in varlığı değildi. Bu sorunlar, özellikle savaşın ilk yıllarında tekil komünist partilerin olgunlaşma süreçlerinin ve oportünizme karşı ulusal ve uluslararası alanda verilen mücadelenin karşı karşıya olduğu zorlukları yansıtıyordu. Öyle ya da böyle, ulusal düzeydeki sorunlar son derece gerçek sorunlardı. Fakat Enternasyonal bu ortak sorunların tartışılması ve hatta geçici uzlaşmaların sağlanabilmesi veya hemen uzlaşmaya ulaşma şansı yoksa konuların tartışmaya açık kalması için verimli bir ortam sağlıyordu. Uluslararasılaşmanın ivmelendiği günümüzde çok daha fazlasını sağlayabilir ve bugün devletlerarası, bölgesel ve küresel örgütlenmeler karşısında yalnızca ulusal özellikleri ön plana çıkarmak çok daha zordur.

Söz konusu iddianın önemli bir yanı, uluslararası bir merkezin, komünist partilerin ortak bir uluslararası örgütünün varlığının komünist partilerin kendi ülkelerindeki hareketler karşısında bağımsız bir inisiyatif üstlenmelerini ve kendilerini bazı özel ulusal özelliklere göre uyarlamalarını zorlaştıracak olmasıdır.

Üçüncü Enternasyonal’in yayınlanmış temel belgelerini incelersek, amacının basit olarak komünist hareketin genel görevlerini ortaya koymak değil, aynı zamanda kapitalizmin gelişmişlik düzeyine ve her ülkenin emperyalist sistem içindeki konumuna göre partilerin belli görevlerine işaret etmek olduğunu görebiliriz.

Fakat konu daha derinlere, özel ulusal özellikler kavramına kadar uzanmaktadır. Bir ülkeden diğerine değişen özel mücadele koşullarını hafife almak bizden uzak olsun. Fakat tarihsel deneyimler göstermiştir ki, birçok parti için ulusal özellikler terimi ya devrimin karakterine ilişkin yanlış düşünceleri ya da oportünist sapmaların etkisini örtmeye yaramıştır. Tüm partiler üzerinde, “Sovyet modeli” olarak anılan modeli mahkum etmelerine ve Sovyet düşmanlığı değirmenine su taşımalarına yönelik büyük bir baskı vardı.

Çok iyi bilinen bir argüman, enternasyonalizm adına tüm komünist partilerin SSCB’deki, sosyalizmi kurmaya çalışan ilk ülkedeki kuruluş sürecini eleştirisiz bir biçimde savunmaya zorlandıkları üzerineydi.

Bu özel konu çoğu durumda farklı başlık ve konularla kasten bağlantılandırıldı.

İlk sosyalist devleti, emperyalizmle çevrelenmiş olmaktan kaynaklanan trajik koşullar altında bulunan SSCB’yi savunmak, tüm partilerin en önde gelen “görev”lerinden biriydi. Bu sadece bir dayanışma sorunu da değildi ve bunun o ülkenin partisine teslim olmakla hiçbir ilgisi yoktu.

Özellikle karşı devrimin zaferinden sonra açıklık kazanan bir sorun, sosyalizmin kuruluşunu savunmanın bir tür güzellemecilikle aynı anlama gelmesi sorunu, bir başka konu. Son çözümlemede bu sorun iki etkenin ürünüdür: Birincisi, bir partinin içinde nelerin olup bittiğini çok az insan görür ve bilir. İkincisi, güzellemeciliğin ortaya çıkışında da, onun karşıtı olan kolaycı eleştirelliğin ortaya çıkışında da, diğer partilerin içişlerine karışmama adına, hareketin acil görevleri adına ya da ideolojik uzlaşmazlıklar adına ideolojik faaliyetlerin ve teorimizi geliştirmeye yönelik kolektif çabaların fazlasıyla eksikli bırakılması önemli bir rol oynamıştır. Uluslararası toplantıların doğası, görüşlerin veya sosyalist kuruluşun sorunlarına ilişkin önemli keşiflerin paylaşılmasına izin vermemiştir. Bu vesileyle, uluslararası toplantıları gevşetmek isteyen, her türlü eleştiriyi kendi içişlerine karışmak olarak niteleyen partilerle, sosyalist sistemi sürekli eleştiren ve sosyalizmin ne olduğuna ve temel özelliklerine ilişkin olarak burjuva ve küçük burjuva kriterleri benimseyerek SSCB ile aralarındaki mesafeyi koruyan partilerin tam olarak aynı partiler olduğunu kaydetmeliyiz.

Bugün, belki de, her bir partinin bir partinin bir diğerinin içişlerine karışamayacağı doğru konumlanışı nasıl tarif edebileceği konusunda kaygılanamayacak kadar fazla deneyimliyiz.

Bugünün koşullarında komünist partileri ilgilendiren konuların çoğu uluslararası gelişmelerle, uluslararası işçi sınıfı ve komünist hareketiyle ve anti-emperyalist hareketle ilgilidir. Aynı şey tabii ki geçmişte de geçerliydi, fakat bugünkü şartlarda geçmişte ulusal özellikler arasında kabul edilen konular üzerine çok daha az vurgu vardır. Bize göre ulusal özellikler terimi büyük bir dikkatle kullanılmalıdır ve her şeyin ötesinde, emperyalizmin doğasından ileri gelen bazı özelliklerin ulusal özellikler olarak nitelenmesine olanak sağlayacak kadar esnek olmamalıdır.

Örneğin AB ve NATO karşısındaki duruş bugün ayrı ayrı her partinin kendisine ait bir mesele midir?

Örneğin ABD ve NATO’nun bir ülke halkı ve işçi sınıfı için iyi şeyler yaparken başka bir ülke halkına trajedi yaşatması mümkün müdür?

Örneğin Balkanlar’da ve diğer yerlerde yürütülen emperyalist savaşlar karşısındaki tutum şu veya bu parti için tümüyle ulusal bir mesele olabilir mi?

Bilimsel sosyalizm teorisine bildiğimiz sosyalizme bakış bir komünist parti için ulusal bir mesele midir?

İttifaklar politikasından sosyalizmin yoluna ve emperyalist örgütlere karşı takınılacak tutuma kadar komünist partilerin bugün ilgilendikleri meseleler daha genel bir öneme sahip konulardır. Bir parti yanlış seçimler yaparken başka bir partinin konumunu nesnel olarak zorlaştırabilir. Geçtiğimiz Yugoslavya savaşında bombalamalarda önemli rol oynayan hükümetlerde komünist partilerin de bulunması önemsiz bir sorun muydu? Bu partilerin Miloseviç’in sözde etnik temizliğini gerekçe göstererek savaşı aklamaya çalışması ve bir biçimde aklaması, önemsiz bir sorun muydu?

Yani bir veya daha fazla partinin söz konusu komünist partileri eleştirmesi, bunların içişlerine karışma anlamına gelir mi?

Bu başlıklarda bile ulusal ve yerel özelliklerin giderek azalıyor olmasına karşın, taktik seçimleri ve hatta ittifak politikaları gibi, bir partinin bir diğerini yargılayamayacağı ve faaliyetlerine karışamayacağı konular elbette vardır. Bir partinin başka bir partiyi kendi ülkesinde -sosyalizmin kuruluşuna ilişkin bile olsa- izlediği yöntemler konusunda yargılamak için tüm verilere sahip olduğundan emin olması da kolay değildir. Değişik bakış açılarının yoldaşça tartışılması, partilerin birbirlerine yaklaşımlarını ifade etmeleri kesinlikle şarttır. Yoksa ikili ve çoklu toplantılar, çoğumuzun çözülüş öncesi dönemde tanık olduğu üzere, birbirimize yabancıymışız gibi, her delegenin kendi meselelerini anlattığı formel toplantılara döner. Eleştiri açık yapıldığında yardım etme ve ikna etme amacını gütmeli ve kuşkusuz emperyalizmin ajan ve uşaklarının sistematik bir şekilde yürütmeye çalıştığı böl ve yönet politikalarına hizmet etmemelidir.

Gerçek şu ki, komünist hareketin uluslararası birliğinin şu anki koşullarda nasıl yeniden kurulabileceği konusunda verimli tartışmalar yapmaktan bugün de görece uzağız.

Bu uzaklığın sebebi bir Enternasyonal’e ihtiyaç duymamamız değil, uluslararası komünist hareketin içinde bulunduğu krizin atlatılamamış olması ve partiler arasında bu sorunun aşılmasını engelleyen ciddi ideolojik farklılıkların bulunmasıdır.

Fakat bu demek değildir ki küresel komünist harekete ve anti-emperyalist harekete güç kazandıracak ortak eylemliliklerin diğer biçimlerini hafife alacağız. Bu demek değildir ki, sadece önemli ikili ilişkiler için değil, aynı zamanda engel ve çok taraflı, uyuşma zemini bulunan her noktada koordinasyonu ve ortak eylemliliği sağlayacağımız ve ideolojik ve teorik meseleler üzerinde tartışacağımız toplantılar düzenlemeyeceğiz. Bu toplantılarda basitçe genel ve soyut olarak hemfikir olduğumuz konular yerine farklılıklarımızı tartışmamız gerekli ve yararlı olacaktır. Yoldaşça yapılan ideolojik tartışmalar faydalıdır. Hiçbir parti kendi fikirlerini bir diğerine empoze edemez ama bu birbirimizin fikirleri konusundaki fikirlerimizi söyleme hak ve sorumluluğumuzun bulunmadığı anlamına gelmez.

YKP, 81 yıldır proleter enternasyonalizmi bayrağını yüksekte tutmuş bir partidir. Proletarya enternasyonalizminin tüm yönlerini, ideolojik anlaşmazlık ve farklılıklardan deneyimsizlikten ve teorik yetersizliklerden kaynaklanan zorluklar kadar proletarya enternasyonalizminin yeri dol-durulamaz katkılarını öğrendik.

Fakat hiçbir zaman kendimiz hakkındaki, YKP hakkındaki iyi ve diğerleri hakkındaki kötü şeyleri söyleme yoluna gitmedik. Uluslararası tercih ve kararların bizi olumsuz yönde etkilediği durumlarda bile kendi yanlış ve hatalarımızı başkalarını suçlayarak haklı gösterme tuzağına düşmedik.

Partimizin 1918’den bugüne bu mirasın taşıyıcılığını yaptığına inanıyorum: YKP’nin enternasyonalizmi, her zaman eyleminin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Enternasyonalist dayanışmanın işçi sınıfı hareketimizin içine işlemiş olmasının nedeni budur. Partimizin ve işçi sınıfı hareketinin Yugoslavya’ya karşı yürütülen kirli savaş örneğinde olduğu gibi uluslararası önem taşıyan hareketlenmelerde oynamış olduğu rol, yalnızca güncel eylemlerimizin değil ama aynı zamanda bu geleneğin bir ürünüydü.

YKP’nin 1989-1991 arasında yaşadığı derin krize rağmen inisiyatif almaktan, komünist partilerin ortak eylemliliğini koordine etmekten bir an bile geri durmamış olması, bu geleneğin bir ürünüdür.

Ve bugün her zamankinden daha geçerli ve güncel olan geleneklerimizi onurlandırmaya da bu şekilde devam edeceğiz.