Komünist Kadınlar Ne Diyor?
KAPİTALİZM KADINLARA EŞİTLİK VAAT EDEBİLİR Mİ?
Kadınların eşitlik mücadelesi yüzyıllardır sürüyor. Peki bir erkeğe mi eşit olmayı arıyoruz? Öyleyse hangi erkeğe; bir maden işçisine mi, patrona mı yoksa bir diktatöre mi? Yoksa erkekleri kendi hallerine bırakıp servet sahibi bir kadının mı eşiti olacağız? İstediğimiz bu değil!
Kapitalizm türlü eşitsizliklerin üzerinde yükselirken, hiddetini, hırçınlığını da en çok kadınlara püskürtür, eşitlik vaadini bırakın, düşünü kurmamıza dahi engel olmaya çalışır, eşitliğin normal olmadığını iddia eder hatta onu yargılar. Burjuva ideolojisi, eşitliğin bizi aynılaştırdığını, sıradanlaştırdığını ve körelttiğini iddia eder. Bu bakışa göre bir tekstil atölyesinde yanarak katledilmek, bir ofiste saatlerini aynı işi yaptığın erkekten daha az ücret alarak harcamak, çocuğuna bakabilmek için işinden vazgeçen kadın olmak, zenginleştirici ve yaratıcı olsa gerekir!
Kapitalizmin büyük aşkı gericilik de, kadınların eşitlik talebinin varoluşumuza aykırı olduğunu söyleyip durur.
Bu düzenin eşitlikle mesaisi bunlardan ibarettir; horlar, kötüler, imkansızlığının altını çizer. Kadınlara eşitlik vaat edemez, etmek de istemez.
Çalışmak, tatil yapmak, çocuk doğurmak, çocuk doğurmamak, oy kullanmak, siyaset yapmak, seyahat etmek, boşanmak her kadının hakkıdır; bu haklar aynılaştırmaz, çoğaltır, insanlaştırır. Eşitlik kurgusunun işlediği koşullarda kadınlar insanlık tarihinin en yaratıcı hamlelerinin eş emekçisi olur, kendilerini gerçekleyebilir, özgürleşebilir. Bir laboratuvarda ömrümüzü geçirmeye de, fezaya bir kapsülde seyahat edip yıldızlara yakın olmaya da, çocuğumuzla ormanda yürümeye ya da yalnız gece yürüyüşlerine çıkmaya da herkes kadar hakkımız var. Bunun için ise, yalnız sınıfların da değil, tarihin ve doğanın insanlık karşısında eşitsizlik üretme ihtimaline karşı dahi savaşacak bir düzene ihtiyacımız var.
Kapitalizm eşitlikle, komünist kadınlar kapitalizmle kavgalıdır. Kadınlar devrimi aramalıdır, çünkü eşitlik, insanlık tarihinin en büyülü özlemi, ancak komünist bir toplumla sağlanabilir.
KADINLARIN SINIFI VAR MIDIR?
Saray bahçelerinde ya da büyük patronların ışıltılı davetlerinde konuklarını karşılayan, binlerce liralık bir elbisenin taşıyıcısına baktığımızda bir kadın mı görüyoruz? Peki ya köle pazarlarında fuhuş için satılan, tüm vücudu örtülmüş ve yalnızca gözlerini görebildiğimiz birine rastladığımızda, öylesine bir kadına mı bakıyoruz?
Kadınların ezilmişliğinin biyolojik olarak belirlendiği ya da sınıf sömürüsünün basit bir türevi olduğu iddiaları sığlıkla maluldur. Kadınlar ve erkekler sınıfsal kimliklerini farklı yaşarlar. Erkek egemen ideoloji patronların iktidarının devamlılığı için vazgeçilmezdir ve sömürü ilişkileri içerisinde tüm kadınlar ne aynı yerde durur ne de türdeştir. Erkek egemenliğinin kuruluşundan beri, kadınlar kadın olmalarından dolayı yaşadıkları buluşmadan, sınıfsal ve toplumsal konumları itibari ile şiddetli bir biçimde ayrışır.
Kadınların aynı zamanda biyolojik olarak kadın olmalarından dolayı yaşadıkları baskı, sınıfsal konumlarına göre de farklıdır. Bir işçi anne ile bir patron annenin yaşadıkları bir ve aynı şey değildir. Bazı erkeklerin diğer erkeklerden daha ‘eşit’ olması gibi bazı kadınlar da diğer kadınlarla ‘eşit’ değildir. Çünkü kadınların sınıfı vardır.
Kapitalizm koşullarında işçi kadının ezilmişliği mutlaktır. Bu düzen, erkek egemen ideolojinin yeniden üretimi ve sürekliliğinin sağlayıcısıdır ve onunla hesaplaşmadan, kadının yenilgisi köklü bir biçimde ortadan kaldırılamaz.
KADINLARIN ÖZGÜRLEŞMESİ İÇİN GERİCİLİĞİ NEDEN MAHKUM ETMELİ?
Aydınlanma kadının özgürleşmesi için yalnızca bir ilk adımdı. Kapitalizm koşullarında bu adımın devamının gelmesi mümkün değildi. Eşitlik ve özgürlük idealine sırtını dönen kapitalistlerin elindeki en büyük silah gericilik, kadının özgürleşmesinin önünde de büyük bir engel teşkil edecekti. Gericilik güçlendikçe kadının nefes alacağı alan daraldı. Hem fiziksel hem de düşünsel olarak kadın tutsak edildi. Düzen, laikliği alaşağı ederek siyaset yapmanın zeminini kaydırırken aydınlanmadan arta kalan tüm değerlere de savaş açtı.
Topyekün dinselleşmeyle birlikte kök salan gericileşme kadını toplumda dinsel referanslarla tanımlar hale geldi. Kadının özgürlüğü gericiliğin belirlediği ahlak değerleri kapsamına indirgendi. Bu denklemde kadının en büyük özgürlük sorunu türban oluverdi. Türbanla özgürleşeceği iddia edilen kadın modern çağın gericiliğinin esiri edildi.
Bu zihniyet ancak sermaye düzeni devam ettikçe nefes alabilir. Komünist Kadınlar yobazların sözlüğüyle özgürlük tanımı yapmayı, karanlığı nezaketle karşılamayı reddediyor. Düzen kadınları sonsuz bir karanlığa zincirlerken, ondan kurtulmanın yolu kapitalizmin durmaksızın ürettiği gericilikle tereddütsüz ve özürcülük oynamayan bir mücadeleden geçiyor.
KADINLARIN BAŞ DÜŞMANI ERKEKLER Mİ? ŞİDDET BİR ERKEK DAVRANIŞI MI?
Ülkemizde her yıl yüzlerce kadın öldürülüyor, tacize uğruyor, sadece birer hapishaneye dönen evlerin içinde değil, kadınlar işyerinde ve sokakta da şiddet türevleriyle karşı karşıya geliyor. Sömürü düzeni, ‘genlerinden güç aldığı’ için değil, kadınların eşitlik ve özgürlük taleplerini savuşturmanın bir ajanı olarak erkekleri seçiyor. Kadınlar bu düzene sığmadıkça, şiddet, onları düzen içinde tutmanın, terbiye etmenin aracı olarak tırmandırılıyor.
Kapitalizm; ikiyüzlü ahlak anlayışıyla, gericilik sevdasıyla sırtını sıvazladığı erkek şiddetine zemin hazırlıyor. Şiddeti meşru hale getirip kadını mahkum ederken, adaletten yoksun mahkemelerinde ‘iyi hal indirimleriyle’ şiddeti icra edenlere cesaret veriyor.
Komünist Kadınlar, eşitlik ve özgürlük arayanlar için düşman ilan edilmesi gerekenlerin, biyolojik kökeninden dolayı erkekler değil, kadınları gerektiğinde eve kapatıp evin içindeki emeğinden faydalanarak maliyetlerini düşüren, gerektiğinde fabrikalarına, plazalarına çağırıp ucuza çalıştıran sermaye sınıfı olduğunu söylüyor.
Şiddetin öznesi erkekleri münferit deliler olarak niteleyip bu düzenin harici unsuru saymayacaksak, onları ehlileştirmek ve rehabilite etmek de yeterli olmayacaktır. Kadınların bu düzeni yıkma iradesi, başka bir dünya kurma isteği, sosyalizm mücadelesinde öne çıkma kararlılığı, bu düzenin ‘kadınlık’ ve ‘erkeklik’ önermelerini alaşağı etmenin de tek yoludur.
KADINLARIN GÜNDEMİNDEN ERKEKLERE NE? BİRLİKTE MÜCADELE ISRARIMIZIN KAYNAĞI NEDİR?
Kadınların eşitsiz konumu sınıflı toplumların tarihinden bu yana devam ediyor. Kapitalizmde ise kadın ve erkek arasındaki ayrım ve çelişkiler, gericilik ve erkek egemen ideoloji tarafından da beslenerek kadınların sömürülme biçimleri ve eşitsiz konumları derinleştiriliyor.
Burjuvazinin emekçi halkı tahakküm altına aldığı bu sistem devam ettiği sürece, ezilen sınıfın mensubu kadın da erkek de sömürülmeye devam edecek.
İşte bu yüzden, kadının ve erkeğin kurtuluşunun yolu ortaktır. Kadınların “sorunu” ya da “sorununun kaynağı” erkekler değildir. Kadınların ve erkeklerin ortak sorunu kapitalizm, çözümün ön koşulu ise birlikte mücadele ve sosyalist iktidardır.
Komünist Kadınlar, gericilik ve erkek egemen ideolojiyle harmanlanmış kapitalist sistemde kadının ikincil konumunu yıkmaya ve kalıcı bir kazanım sağlamaya yönelik her türlü tarihsel ve güncel mücadeleyi sürdürecek, bu mücadelede daha fazla kadının rol üstlenmesi için çaba sarf edecektir. Örgütlü kadınlar, bu düzene ait gerici, karanlık ve eşitsizlik bilinci kodlarıyla yüklü erkekleri de dönüştürecek, onları da kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin bir parçası kılacaktır.
TEŞVİK, KOTA YA DA BIYIK MI? SİYASET ALANINDA KADINA NASIL YER AÇILACAK?
Burjuva siyaseti bıyıklıları, beyaz atletlileri, bir erkeklik temsili olarak ava gidenleri, ata binenleri çok gördü. Kravatlıları, fraklıları, kravatını söküp atanları, klasik müzik konserlerine gidenleri de gördü. Protokol davetlerine koluna taktığı başı açık ya da türbanlı eşiyle gidenler kadar, döpyesli bir kadın başbakanı da gördü. Kadınları kurtaracağı umulan, diyaloga açık diye alkışlanan kadın bakanları, kadın meclis başkanlarını da gördü. Tüm bunlar olurken ise kadınlar ölmeye, ucuza çalışmaya, işsiz kalmaya, evinin tutsağı olmaya devam etmekteydi.
Emeçi kadınlar kendi kaderlerini tayin etmenin ancak kendi ellerinde olduğunu görmedikçe, ne kadın bir başbakan ne mecliste sayısı artan kadınlı sandalyeler onları kurtarabilir. Kirletilen siyaset arenası, şefkatli kadın temsilleriyle arındırılamaz. Siyasetin tek gerçek alanının meclisteki ceylan derisi turuncular olduğu iddiasının saçmalıktan ibaret olduğunu düşünen Komünist Kadınlar için, yaşamın her safhası gerçek bir mücadele alanıdır, orada ne göstermelik teşvikler ne kota ne de takma bıyıkların ironisi işe yarayacaktır.
Bu düzen kadınları sindirmeyi zorlar, özgüvenlerini yıkmaya çalışır. Düzenle meselesi olan kadınlar cesaretlendirilmeli, siyasetin erkeklerce icra edildiği algısıyla mücadele edilmelidir. Siyaset tüm emekçi yığınlarıyla birlikte ve onun ötesinde de kadını dışarı iterken, mücadele eden kadın ancak bu oyunu bozacaktır. Çözüm, kadınları vitrine koyma sonucunu veren kotalar, teşvik programları değil, bütünlüklü ve devrimci bir içerikle, sosyalizm mücadelesinin kadınların eşit temsili olmadan verilemeyeceğini bilerek siyaset yapma kararlılığını savunmaktır.
KADINLARIN EVDE İŞİ NEDEN BİTMEZ?
Erkeğin dışarıda ekmeğinin peşinde, kadınınsa evinde olmasını öngören cinsiyete dayalı iş bölümü, sınıflı toplumların tarihi boyunca vardı. Kadının doğurganlığı, aile bakımını üstlenmesi için mükemmel bir kılıf olarak sunuldu. Bu iş bölümü, ev halkına bağlı bir üretimden uzaklaştığında ise, kadınlara düzenin ayakta durmasını sağlayacak emek gücünü yeniden üretme görevi biçildi. Bir aile sınırı çizildi ve kadınlar dört duvar arasına hapsedildi. Kadınlar ev halkının bakımını üstlenecek, yemeklerini yedirip temiz kıyafetlerini giydirecek, çocuk doğurup onları büyütecek, sistemin ihtiyaç duyduğu emek gücü hazır edilecek ve hane halkının memnuniyeti sağlanınca da ertesi sabah kimse patronuna diklenmeyecekti.
Peki, bizi toplumsal üretimden alıkoyan bu düzene boyun eğecek miyiz? Bu düzenin ortağı olan gericiliğin, iş isteyen kadına “Evdeki işler yetmiyor mu?” yanıtını uygun görmesine göz yumacak mıyız? Yaşamın eş parçası olabilmek için buna “Hayır” demek zorundayız.
Kadınların zamanı, yılları, ömrü kıymetsiz mi? Her kadının saatlerini ev işlerine harcadığı bu düzenden, kayıp zamanlarımızı geri almak zorundayız. Kadınların çalınan zamanı, insanlığın ilerleme ehliyetinden uzaklaşması anlamına da geliyor. Bizi aptallaştıran bu angaryalardan kurtaracak tek bir çözüm var: yeni bir düzeni, sosyalizmi çağırmak. Sosyalist bir ülkede ev işlerinin kolektif bir yapılanmayla çözülmesini sağlayacak, insanlığın ilerleme serüveninden kadın emeğini mahrum bırakmayacağız.
ANNE, EŞ, KIZ ÇOCUĞU… KADININ BAŞKA ADI YOK MU?
Kapitalizmde kadının mevcudiyeti başka bireylere referanslarla tarif edilir. Bu ikincil tarif zaman zaman kutsanarak, kadın, ideolojik bir hegemonya altında tutulmaktadır. Düzenin lehine olan dinsel ahlak anlayışının topluma hükmetmesi bu durumu desteklemektedir. Kutsallık sadece dinsel anlamda değil, kapitalizmin modern kadın tarifi bağlamında da kendisini farklı biçimlerde göstermektedir. Ayıp ve günahlarla zaptedilemeyen kadın, düzenin ona yıktığı tüm sorumlulukların altından kalkabilmek; mükemmel anne, özverili eş, vefalı kız çocuğu sıfatlarını kazanabilmek için varolmaktadır. Bu düzende kadının bunun dışında adı yoktur. Kadın bu sıfatların içine sokuşturularak değersizleştirilmektedir. Kadının kaderi, bu sıfatlarla barışık bir biçimde yaşaması, bu resmin ezeli çizgileri olduğuna inanmasıdır. İçinde yaşadığımız düzende kadının başka temsili yoktur; kadın ev işlerine, çocuk bakımına, birinin eşi, birinin kızı olmaya mahkum edilmiştir.
Kapitalizmin dayattığı kadere kafa tutacağız! Anne olmak ya da olmamak, evlenmek ya da evlenmemek, biyolojik aileye bağlılık ya da ondan kopmak kadına rol biçilemez.
Yeni bir düzenin kadınların iradesiyle inşası, hangi temsilin bize ait olduğunu seçme hakkını verecek, kadınlar zorlandıkları değil istedikleri bireyi temsil edeceklerdir.
KADIN BEDENİNDEN NE İSTİYORLAR?
Kadın bedeni çok eski zamanlardan beri kontrol altında tutulmaya çalışılmış, kah kapatılarak kah sergilenerek düzeninin bekasının hizmetine sunulmuştur. Kadının biyolojik özellikleri, kendisine yöneltilen bir silah olmuş, bedeni üzerinde kurulan tahakkümün gerekçesi olarak gösterilmiştir. Doğurabilen kadın üzerinde iddia edilen hak, miras hukukunun güvencesi, mülkün el değiştirmeden aynı aile içinde kalmasının, büyümesinin garantisi olmuştur. Böylece kadının toplumsal işlevi üretim ve yeniden üretim olarak tarif edilmiş ve sınırlandırılmış, bu görevi yerine getirmeyen kadınlar toplumdan dışlanmış, bazen “kötü”, bazen “eksik” , bazen “hafif” olarak nitelenmiştir. Bedeni kapatılan kadın tek bir kişinin, bedeni ulu orta sergilenen kadın herkesin mülkü olmuştur.
Kapitalizm, kadın bedenini en sevdiği enstrümanlarından biri bellemiştir. Bazen çalıştırır, bazen eve kapatır. Bazen tecavüz eder, bazen çıplaklığını piyasaya sunar. Doğurganlığı üzerinde kararlar alır, zorla çocuk doğurtur, kürtajı yasaklar. Kadın bedeninin özgürleşmesi kapitalizmin çizdiği sınırlarda mümkün değildir.
Bedenlerimizi başkalarının elinden kurtarmak, kadın bedenini kendi çıkarlarına göre kullanan bu düzenle hesaplaşmak zorundayız. Bizim işimiz bu düzene köle olacak nesiller üretmek değil, nesillerin insanca yaşamasını sağlayacak bir dünya yaratmak. Ellerini bedenlerimizden çekmelerini sağlamanın tek yolu ise, bu zihniyeti yaratan düzenle mücadele etmek!
KOMÜNİSTLER AİLEYE KARŞI MI?
Aile insanlık tarihinin çeşitli evrelerinde biçim değiştirmiştir. Şu an karşı karşıya olduğumuz kapitalist aileye bakalım ve onu sevelim mi?
Erkeğin herşey kadınınsa hiçbir şey olduğu, çocukların, kadının içinde şiddet gördüğü, öldürüldüğü, aşkla başlasa bile ekonomik işbirliği haline dönüşen ya da sadece bu nedenle kurulan aileyi mi?
Çocukları doğuran, besleyen, kocanın hizmetini gören kadının ve çalışıp para kazanan erkeğin kurduğu; erkeğin kazandığı para yetmediğinde ona destek için iş yaşantısına girme hakkı edinebilen ama evdeki işlerine de devam eden, ikili yük altında ezilen kadınların olduğu aileyi mi?
Bu aileye ve kurumsal samimiyetsizliğine elbette karşıyız.
Kapitalizmin tüm akıl dışılığının olduğu gibi, bu aile düzeninin de ömrü dolmadı mı? Bu aileye karşı olunmaz mı?
Kapitalizmin kir, şiddet, yalan, sevgisizlik üreten ailesiyle ancak kavga edebiliriz, çünkü komünistler “aile”den, sevgi ve eşitlik temelinde özgürce oluşmuş doğal birliktelikleri anlıyor, bunun için mücadele ediyor.