Kongre Belgeleri: Daha Fazla İşçinin Benim Partim Diyebilmesi İçin
21 Ocak 2007 İstanbul
TKP 8. Kongresi 2006 Kasım ayında Merkez Komitesi raporunun parti örgütüne sunulması ile başlamıştı. Gelenek’te yer verdiğimiz Kongre raporunun da son haline kavuşturulduğu 21 Ocak Türkiye Konferansı bu sürecin en önemli halkasını oluşturdu. Aşağıda bu toplantıdan kimi belgeleri sunuyoruz. Sırasıyla Siyasi Komite üyeleri Kemal Okuyan ve Aydemir Güler’in açış ve kapanış konuşmaları Siyasi Komite’nin sunduğu seçim politikaları konulu bir açıklama ve uluslararası delegasyonun kongreye ilettiği dayanışma mesajı…
‘Daha Fazla İşçinin Benim Partim Diyebilmesi İçin’
Kemal Okuyan
Sevgili Yoldaşlar,
Değerli Parti Dostları,
Yurtsever Cephenin Militanları,
Sevgili Kardeş Partilerin Temsilcileri;
Hepiniz Türkiye Komünist Partisinin 8. Kongresine hoş geldiniz!
“Böyle bir parti var!” diye başladık. İddiamız budur ki “Böyle bir parti var!” Nedir bu parti? Türkiye’de sosyalist iktidarı kurma iddiasındaki parti bu parti.
Sevgili Arkadaşlar, Yoldaşlarım;
Biz buraya Mustafa Suphilerin emeğiyle geldik. Şefik Hüsnülerin emeğiyle geldik, Nazım Hikmetlerin emeğiyle geldik, Doktor Hikmet’in, Laz İsmail’in, Behice Hanım’ın emeğiyle geldik. Bu birikim olmasaydı, bugün Türkiye Komünist Partisi asla olamazdı.
Türkiye’de komünizmin bayrağını büyük bir coşku ve kararlılıkla taşıyan bütün yoldaşlarımızı, saygı sevgi ve yoldaşlık duygusuyla selamlıyoruz.
Ve Arkadaşlar;
Denizler, Mahirler, 60’larda, 70’lerde ve 12 Eylül karanlığında Türkiye’nin devrimci, yurtsever, sosyalis,t komünist birikimini taşıyan genci yaşlısı tüm devrimci dostlarımız, arkadaşlarımız, yoldaşlarımız olmasaydı, Türkiye Komünist Partisi yine olmazdı. Mücadeleyi sokaklara alanlara fabrikalara okullara taşıyan tüm devrimcilere cezaevlerine taşıyan tüm devrimcilere selam olsun.
Bu miras bizim için vazgeçilmezdir. Bu miras olmaksızın bugünkü Türkiye Komünist Partisi’ni anlamak da anlamlandırmak da mümkün değildir. Ama bizim mirasımız bundan ibaret değildir.
Sevgili Dostlar;
Eğer Türkiye komünist hareketini tasfiyenin eşiğine getiren, yalnız Türkiye komünist hareketini değil bütün dünyada işçi sınıfı hareketini yerlerde süründüren, bütün dünyada insanlığın umudunu karartan o tasfiyeci, o hain dönemde direnen, eğer bilinciyle yüreğiyle aklıyla tasfiyeye karşı ihanete karşı direnen bir hareket olmasaydı eğer direnenler olmasaydı, eğer Sovyet geleneğine karşı 3. Enternasyonal geleneğine karşı tarihin en acımasız ve en alçak saldırılarına karşı direnen bir hareket olmasaydı, bugün yine Türkiye Komünist Partisi olmayacaktı. Bizim mirasımızda ihanete karşı mücadele de vardır.
Biz buraya liberalizmle mücadeleyle geldik. Anti sovyetizmle mücadele ederek geldik. Stalin’e küfredeceğiz diye sosyalizmin bütün ilkelerini ayaklar altına almaya kalkanlarla sözde ve sahte solcularla hesaplaşarak buraya geldik. Türkiye Komünist Partisi’nin mirasında bu da vardır. Bu miras olmadan Türkiye Komünist Partisi yoluna devam edemez. Bu nedenle dostlar bir Marksist-Leninist parti olduğumuzdan hiç utanmadık bunu savunduk savunmaya devam edeceğiz. Türkiye Komünist Partisi; komünistlerin partisidir, Marksist- Leninist bir partidir, enternasyonalist bir partidir ve yurtsever bir partidir. Bu ilkelerle yola çıktık, bu ilkelere sahip çıkarak yolumuza, sosyalist devrim yolumuza devam edeceğiz. Bundan hiç kimse kuşku duymasın.
Sevgili Arkadaşlar, Yoldaşlar;
Bu bir kongre. Kongre döneminde eksikliklerimizi, yanlışlarımızı, boşluklarımızı herkesten önce biz dile getireceğiz. Kimse fark etmeden fark edecek ve biz çözeceğiz. Zaten bu nedenle tartışıyoruz iki buçuk aydır.
Dolayısıyla arkadaşlar ben konuşmamda birkaç sorunumuza gündemimize aldığımız ve yakın gelecekte mutlak olarak çözüme kavuşturacağımız birkaç soruna değinmeden geçmeyeceğim. Birincisi arkadaşlar; böyle bir parti var diyoruz.
Evet böyle bir parti var. Ama bu partinin geleceği için kadrolaşma dediğimiz o zorlu görevi biraz daha ciddiyetle ele almak zorundayız. Türkiye Komünist Partisi’ni bugüne taşıyan kadrolar, Türkiye’deki sosyalizm mücadelesinin şimdiye kadarki en gelişkin birikimini temsil etme iddiasındaki kadrolardır. Bu iddia geçerli bir iddiadır, haklı bir iddiadır. Bundan hic kuşku duymuyoruz.
Bununla birlikte yoldaşlar, Türkiye Komünist Partisi’nin kadrolaşma dinamiklerinde belli sorunlar yaşamaktayız.
Nedir bu sorunlar?
Sevgili arkadaşlar, burası Türkiye, burası şaşırtıcı bir şekilde giderek gençleşen bir ülke. Türkiye’nin nüfus ortalaması her geçen gün giderek aşağıya doğru iniyor. Demek ki kadrolaşma sorununa biz başka ülkelerdeki gibi bakamayız. Bizim için kadrolaşmak sürekli olarak yeni genç kuşaklara ulaşmak anlamına gelmektedir. Türkiye Komünist Partisi genç kadrolarıyla, genç işçileriyle, genç öğrencileriyle övünen bir partidir. Bununla birlikte Türkiye Komünist Partisi’nin gençler arasında örgütlenmesi, yalnızca örgütlenmesi değil; gençlik içinden kalıcı kadrolar devşirmesi yavaşlamıştır. Bu yavaşlama Türkiye Komünist Partisi’nin geleceğini tehlike altına atmaktadır. Dolayısıyla arkadaşlar 21 Ocak’tan itibaren Türkiye Komünist Partisi’nin yeni seçilmiş Merkez Komitesinin ve bütün partili arkadaşlarımızın, bütün parti örgütlerimizin görevi gençlik içindeki çalışmalara daha fazla ağırlık vermektir. Türkiye Komünist Partisi bugün ulaştığı düzeyle avunacak yetinecek bir parti değildir. Daha fazla genç daha fazla genç işçi daha fazla öğrenci! Hedefimiz budur.
Sevgili Arkadaşlar;
Bununla bağlantılı bir unsur daha var. Kadrolaşmak yalnızca örgütlenmek değildir. Kadrolaşmak kadro kimliği verdiğimiz, kadro olarak adlandırdığımız, üyelerimizin arkadaşlarımızın daha donanımlı hale gelmesidir. Donanım siyasallaşmayla mümkündür, donanım aklımızı güçlendirmekle mümkündür. Donanım dediğimiz budur.
Türkiye Komünist Partisi her zaman teorik aklıyla övündü. Hatta Türkiye sosyalist hareketinin gelişkin düşünsel birikimi TKP’de toplanmıştır diye biz değil dostlarımız söylüyor. Diyorlardı ki sizin şöyle eksikleriniz var, ama düşünsel olarak gelişkin kadrolarınız var…
Sevgili arkadaşlar doğrudur, ancak bu açıdan da partimizde her şeyin yolunda gittiğini söyleyemeyiz. Daha fazla gayret gerekiyor.
Biz, arkadaşlar iğne ile kuyu kazdık. Bugün bu noktaya gelene kadar sahip olduğumuz mirastan başka bize yardımcı tek rüzgar esmedi. Biz 12 Eylül karanlığında yürüdük, biz Garbaçovcu ihanet ortamında yürüdük, biz işçi sınıfı hareketinin tamamen geriye çekildiği bir dönemde yürüdük ve bugüne geldik.
Eğer arkadaşlar iğne ile kuyu kazıyorsanız aklınızı sürekli açık tutacaksınız. Eğer bir an olsun düşünce birikiminizde gerileme olursa, aklınızda bir gerileme olursa bu ülkede liberalizm, reformizm sizi esir alır. Türkiye Komünist Partisi’nin kapısını liberter düşünceye, liberter solculuğa kapattık demiştik. Reformizme kapattık demiştik. Kapılarımızın sımsıkı kapalı olduğunu kontrol etmek için aklımızı sürekli açık tutmaktan başka çare yok.
Teori arkadaşlar yalnızca yazmak için değil, mücadele etmek için de gerekiyor. Partimizin kimliğini korumak için de gerekiyor.
Bu nedenle biraz daha gayret yoldaşlar, biraz daha gayret. Ve yalnızca reformizmle mücadele için değil, bizim devrimci teşhircilik diye vurguladığımız radikalizm radikal teşhircilik diye vurguladığımız eğilimlere, aslında devrimci siyasetten umudu kesmekten başka anlam taşımayan hastalıklarla mücadele etmek için de teorik aklımızı gelişkin tutmaya ihtiyacımız var. Bu yüzden arkadaşlar partimiz kadrolaşmayı içe ve dışa dönük örgütlenmeden ibaret görmemeli ve o çok övündüğümüz teorik geleneğimizi, teorik ihtilalciliğimizi de kuvvetlendirmenin yolunu bulmalıyız. Önümüzdeki ikinci sorun budur.
Evet arkadaşlar, bir başka meselemiz var. Toplumsallaşma, toplumda daha geniş kesimlere ulaşma açısından yavaş ilerliyoruz. İlerliyoruz, ilerlediğimiz ortada ama yeteri kadar değil.
Bundan 15 yıl önce çıkardığımız bir gazetenin kapağına yazmıştık; “Zaman sosyalistleri sıkıştırıyor.” diye. Az önce izlediğimiz filmi hazırlayan yoldaşlarımız o nüshayı kullanmışlar. Demek ki 15 yıldır zaman bizleri sıkıştırıyor. Yavaş ilerliyoruz. Düşmanımız, sermaye sınıfı bizden hızlı hareket ediyor hala.
Arkadaşlar, bizi yavaşlatan her tür faktörden arınmak zorundayız.
Bizi yavaşlatan her şeye değinmeyeceğim burada. Partinin iç mekanizmalarını hızlandırmaya çalışıyoruz. Daha da hızlandıracağız. Ama bir mesele var ki çözmekte güçlük çekiyoruz. Türkiye Komünist Partisi hala içindeki kastlaşma tutkusunu aşamadı. Biz hala küçük bir örgüt psikolojisiyle davranmaya devam ediyoruz. Bunu da aşmak zorundayız.
Çünkü Türkiye Komünist Partisi daha büyük kalabalıklarla hareket etmeye başlamıştır. Daha fazla işçinin umudu olmuştur, daha fazla aydının, öğrencinin umudu olmuştur. Küçük bir örgüt psikolojisiyle yolumuza devam edemeyiz. O zaman arkadaşlar içimizdeki kast duygusunu, kastlaşma duygusunu bir kenara atmak zorundayız. Kapsayıcı olmak zorundayız. Kapsayıcılık da arkadaşlar sadece ve sadece çağırmakla olmaz. Gelin birlikte mücadele edelim demekle olmaz. Bizim en büyük sorunumuz daha fazla işçinin bu partiye “Benim partim” demesini sağlayamamaktır. Bunu dedirtmek zorundayız. Başka türlü Türkiye Komünist Partisi büyüyemez.
Eski tipte büyüyebilmemiz için yolun sonuna geldik. Türkiye Komünist Partisi bir örgüt psikolojisiyle büyüyebileceği kadar büyümüştür. Şimdi artık bizi ilgiyle izleyen, bize umut bağlayanlara “Bu parti benim de partimdir aynı zamanda.” dedirtecek tarzda çalışmak gerekmektedir. Bizim sorunumuz budur.
Türkiye Komünist Partisi’nin 8. Kongresinden bu sorunu geride bırakarak çıkacağız. Biz Türkiye Komünist Partisiyiz bu sorunu aşarız.
Sevgili Arkadaşlar;
Bu parti Türkiye solundaki devrimci mücadele içindeki bazı alışkanlıkları değiştirmek için de çaba gösteriyor. Bazı yeni açılımlar geliştirmeye çalışıyoruz parti kültürümüzde. Bunlarda da yolumuza devam etmek zorundayız. Bunlara daha fazla sahip çıkmak zorundayız.
Bakın solun yıllardır toplumsallaşamaması, küçük kalması nedeniyle bazı hastalıklar hepimize bulaşmış durumda. Türkiye solu ne yazık ki belli dönemler dışında toplumda büyük kesimlere emekçi kesimlere ulaşma konusunda zorluklar yaşadı. Küçük kalan güdük kalır; güdük kalan hastalanır. Bu hastalıklar var, bizim içimize de bulaşmış durumda ve biz bunlarla nasıl mücadele edeceğimizi biliyoruz. Ama bu mücadeleyi daha etkili yöntemlerle yürütmek zorundayız.
Mesela arkadaşlar, sol içe kapandıkça garip bir biçimde kendini tartışıyor. Siyasetten uzaklaşıyor, dedikoduculuk hakim oluyor. Birkaç örnek vermek istiyorum.
Bakın; bu ülkenin yetiştirdiği en değerli evlatlardan birisi, Türkiye soluna çok büyük hizmetlerde bulunan, bugün yurtdışında Türkiye’nin adını onurla temsil eden iki kişiden birisi Aziz Nesin. Neyle gündeme geldi arkadaşlar bundan bir ay önce? Hem de oğullarından birinin marifetiyle. Neymiş efendim, eşi Aziz Nesin’i aldatıyormuş. Bütün gazetelerde bu yazdı…
Türkiye solunun suçudur bu arkadaşlar.
Türkiye solu bu hastalıkları defedemediği için, Aziz Nesin’in Türkiye soluyla hiç alakası olmayan oğlu bunları yazabildi. Aziz Nesin’i bugünkü kuşaklar tanımıyorlar ve böyle gündeme getirdiler.
Öbür örnek; bizim solun tüm dünyada tanınan ikinci kişisi Nâzım Hikmet.
Nâzım Hikmet’in yıkanmadığını yazdılar geçenlerde. Bir büyük gazetemizde daha doğrusu önemli bir gazetemizde Nâzım Hikmet’e ilişkin çıkan anılarda yazıldı bu.
Belki iyi niyetle belki değil bilmiyorum. Önemli değil bu.
Bunlar nasıl tartışılır arkadaşlar?
Nâzım Hikmet’in Türkiye komünist hareketine, işçi sınıfına, dünya halklarına nasıl hizmet ettiği, nasıl çileler çektiği, nasıl ürettiği… Tartışılması gereken bunlardır. Bunların dışında kalanlardan kime ne! Nâzım Hikmet’in az yıkandığından, yıkanmayı sevmediğinden kime ne! Bu alışkanlıkları değiştireceğiz. Bu küçüklük hastalığıdır, güdüklük hastalığıdır, bunun dışına çıkmak zorundayız.
Başka ne var arkadaşlar?
Bakın Türkiye Komünist Partisi kendi içerisinde yoldaşlık hukukunu yeniden yeniden üretmeye çalışıyor. Bu partide arkadaşlar ast-üst ilişkisini en aza indirmeye çalışıyoruz. Merkeziyetçi bir parti istedik, ama arkadaşlar burada herkesin birbiriyle yoldaşça dostça ilişkiler kurduğu bir parti içi yaşantı tesis etmeye çalışıyoruz.
Bu da Türkiye solunda yeni zorladığımız bir şeydir. Alışkanlıklarımızı değiştirmeye çalışıyoruz. Türkiye solu içine kapandığı için bazı şeyleri fazlasıyla önemsiyor. Neleri önemsiyor, sıfatları önemsiyor. Zaten Türkiye’de işimiz zor doğulu bir toplumuz. Doğulu toplumlarda ne hikmetse, sıfatlar, makamlar, çok önemsenir. Herkes yönetmeye meraklıdır!
Arkadaşlar biz komünistiz.
Biz mücadele etmek için girdik, bu partiye yönetmek için değil. Bu partide herkesin birbiriyle ilişkisinde eşit olacağı bir parti içi yaşantı istiyoruz.
Elbette bu partide yönetici kurullar olacak ama bu parti yaşantısı Türkiye solundaki garip alışkanlıkları terk edecek, terk etmek zorunda. Biz devrime yürüyoruz, eşitlikçi, özgürlükçü bir topluma yürüyoruz; başka türlü yapamayız. Biz içimizde arkadaşlarımızın birbirine, bizlere “Başkan, Sekreter” diye hitap etmesini engellemeye çalışıyoruz.
Yok mu bu hastalıklar Türkiye solunda; var. Bunun dışına çıkmaya çalışıyoruz, dışına çıkacağız. Hiçbirimiz arkadaşlar, hangi pozisyonda olduğumuzu, hangi sıfatla görev yaptığımızı önemsemeyeceğiz. Ne yaptığımızı önemseyeceğiz. Bu mücadeleye nasıl katkı koyduğumuzu önemseyeceğiz.
Onun için arkadaşlar bir şeyi rica edeceğim. Dışımızda gerekiyor hala şimdilik. Bu partide Aydemir’e, bana, Süleyman’a başka şekilde hitap etmeyin, ismimizle hitap edin. “Genel sekreter, başkan” lütfen demeyin. Yönetici yoldaşlarınıza da böyle hitap etmeyin. Biz bir görev üstlendik şu anda. İlelebet bu görevi zaten sürdürmeyeceğiz. Ama asıl yapmamız gereken sosyalizm mücadelesidir. Dolayısıyla yoldaşlar bu partide konumların, pozisyonların önemli olmaması için elbirliğiyle çalışalım.
Bu toplumun önderlere mi ihtiyacı var; ihtiyaç duyulduğu anda Türkiye işçi sınıfı kendi önderlerini yaratır.
Biz kendi kendimize öndercilik oynamayalım, biz bu partide her birimiz birer komünist olarak Türkiye Komünist Partisi’ne girdik, birer komünist olarak yaşamımız boyunca Türkiye Komünist Partisi’nde kalacağız. Bu hepimiz için geçerlidir.
(…)
Şimdi arkadaşlar yurtseverlik dedik, memleketin partisi olacağız dedik. Biliyorsunuz bunu demeye ilk başladığımız zaman “Hooop! Ne yapıyorsunuz” dendi. Nereden çıktı “bu memleket bizim” demek.
Bugün bunlar aşıldı.
Memleketin partisi olmak, memlekete sahip çıkmak bilinci yalnızca bir sorumluluk, bir iddia değildir arkadaşlar. Aynı zamanda sosyalizm mücadelesinde önemli bir kazanım ve evredir. Sosyalizm mücadelesinde herkes kolay kolay çıkıp ben memleketin komünist partisiyim diyemez.
Neden diyemez?
On yıl önce biz diyemiyorduk. Çünkü arkadaşlar, bu ancak ve ancak sosyalizm mücadelesinde bir evreye ulaştığınız zaman, kendinize güveniniz geldiği zaman söyleyebileceğiniz bir şeydir. Daha öncesinde bu iddia ve güveni demek ki taşıyamıyorduk.
Şimdi arkadaşlar; yurtseveriz diyoruz. Göğsümüzü gere gere yurtseveriz diyoruz.
Ülkenin komünist partisi yurtsever olmak zorundadır. Bu mesele Türkiye solunda, hatta solun dışında bütün boyutlarıyla tartışılıyor, tartışılmaya devam edecek.
Arkadaşlar, başka şeyler de söyledik. Türkiye’de biz ulusal savunma sanayinden yanayız dedik. Hemen itiraz geldi: “Bunlar güçlü ordu istiyorlar!”
Arkadaşlar mücadele bir bütündür. Türkiye’nin NATO’ya bağlılığı Türkiye’nin yalnız silah değil, ekonominin bütün cephelerinde dışa bağımlılığı bizim mücadelemizi güçleştiriyor. Yarın sosyalist iktidarımızın da işlerini güçleştirecek. Bu kadar basit.
Bizim, arkadaşlar, sosyalizmde daha ilk günden itibaren silaha ihtiyacımız olacak. Bu ülkenin savunulması için, devrimin, emekçilerin savunulması için. Ne yapacağız, biz F16’larla mı savunacağız bu ülkeyi!
O yüzden arkadaşlar bugünden ulusal savunma sanayini talep ediyoruz. Bu talebin milliyetçilik olduğunu düşünen solcularla da hesaplaşıyoruz. Hiçbir iddiaları yoktur. Ulusal savunma sanayini talep olarak dile getiremeyenin, kamulaştırmayı talep olarak dile getiremeyenin dış ticarette devlet tekelini talep olarak dile getiremeyenin hiçbir iddiası olamaz.
Neymiş efendim, Türkiye Komünist Partisi devleti büyütmek istiyormuş. Arkadaşlar ciddi olalım. İktidarı istiyorsanız bu meselelerde ciddi olmak zorundasınız.
Şaka gibi; Türkiye Komünist Partisi şaka gibi başlıklarla tartışa tartışa yoluna devam ediyor. O yüzden arkadaşlar, lütfen yurtseverliğimizi topluma taşıyalım. Yurtseverlik meselesini ciddiyetten tamamen uzaklaşan argümanlarla tartışmaktan vazgeçelim. Yurtseverliğin milliyetçilik olduğunu, MGK’cilik olduğunu iddia edenleri bir kenara bırakalım. Onlarla herhangi bir işimiz yok. Oyalanmaya, şaka yapmaya devam etsinler. Biz sosyalizm mücadelesi veriyoruz.
Arkadaşlar, bir de başkaları var. Diyorlar ki “madem Türkiye Komünist Partisi yurtseverim diye çıktı, ortaya Yurtsever Cephe diye bir proje ortaya attı, madem bunları yaptı, o zaman şu sosyalizm hedefinden vazgeçsin”.
E neden?
“Çünkü sosyalizm hedefi emperyalizme karşı mücadeleyi zayıflatıyor. Hem sosyalizm diyeceksiniz, hem de emperyalizme karşı cephe için çağrıda bulunacaksınız; olmaz böyle” diyorlar.
“Vazgeçin. Tamam, içinizde kalsın programınızda kalsın sosyalizm hedefi, ama şu dönemde gelin hep beraber şu cepheyi genişletelim. Ne yapalım, emperyalizmden şikayetçi olan herkesi yan yana getirelim!”.
Durun bakalım arkadaşlar kim bu herkes Neden vazgeçiyoruz Diyoruz ki arkadaşlar bu memlekette ekonomiden İstanbul Borsası anlaşıldığı sürece, bu ülke emperyalizme karşı mücadele edemez. Türkiye’nin ipini emperyalistler bir günde Borsayla oynayarak çekerler. Demek ki arkadaşlar, biz emperyalizme karşı mücadele ederken İstanbul Borsası’nı da kapatacağız. Türkiye’nin ekonomisine, kaynaklarına el koyan, kapitalistlerin mülkiyetine de el koyacağız ki emperyalizmle mücadele edelim.
Ne yapalım, elimizden başka türlüsü gelmiyor. Yani biz sosyalizm mücadelesini erteleyerek ya da üzerini örterek emperyalizme karşı mücadele edemiyoruz. Etmeyi düşünen varsa buyursun görelim!
Neye dayanarak mücadele edecekler? NATO’nun ordusuna mı dayanacaklar? 12 Eylülcü faşist generallerle mi mücadele edecekler, emperyalizme karşı? Buyursunlar yapsınlar.
Bizden istiyorlar ki, İsrail’le anlaşma imzalasınlar bir yandan ama biz sesimizi çıkarmayalım. Hazır ulusalcılar, Amerika’dan şikayet etmeye başladı, biz de sosyalizm hedefinden, devrim hedefinden, eşitlikten özgürlükten, Marx’tan Lenin’den vazgeçelim…
Sanılıyor ki o zaman bunlar bizimle beraber emperyalizme karşı mücadele ederler.
Etmezler bir.
Biz onlarla birlikte olmayız iki.
Bu kadar açık! Bizim birlikte olacağımız Türkiye’nin emekçi halklarıdır.
Sevgili arkadaşlar,
Biz yurtseveriz derken halkların kardeşliğine ve Türkiye’nin emperyalist projeler bağlamında, ulusal çıkarlar adına birtakım maceralara atılmasına da karşıyız. Bunlara karşı da mücadele ederek yurtsever olmak zorundayız.
Tek bir örnek, TKP yurtsever bir parti, TKP bu ülkenin her karışı için canını verecek militanlardan oluşan bir parti. Ama TKP Kıbrıs’taki işgale karşı da mücadele eden bir parti. Biz arkadaşlar, yurtseveriz Türkiye’nin her karışı için, bu ülkenin bütün zenginlikleri için kavga ederiz komünistiz.
Onlar ne yapıyorlar? Milliyetçiler ne yapıyorlar? İşgal ettikleri bir ülkede bir adada Lokmacı geçidi ile uğraşıp emperyalizme karşı mücadele ettiklerini zannediyorlar. Olacak iş değil. Türkiye’nin her tarafı bağımlı hale gelmiş, Lokmacı geçidi ile uğraşıyorlar Kıbrıs’ta.
Biz aklımızı, hedeflerimizi, kararlılığımızı, Türkiye’nin emekçi sınıflarına taşıyacağız, bu sahtekarlarla mücadele edeceğiz. Başka çaremiz yok!
Yoldaşlar,
Biraz da Kongre metnine gelmek istiyorum. Burada rapor ayrıntısıyla tartışılacak; ben birkaç noktaya işaret etmekle yetineceğim.
Bir tanesi “Kongre raporunda neden dinci gericilikle mücadele başlığı geriye çekilmiş, hatta az işlenmiş?” sorusuyla karşılaştık.
Arkadaşlar biz bu metinde bazı önceliklerle hareket ettik. Pek az başlığa değindik. Çünkü partimizin yoğunlaşmasını istedik bu dönemde. 2007 yılında, seçim yılında, büyük mücadele yılında bazı başlıklara yoğunlaşmak istedik.
Bu demek değildir ki Türkiye Komünist Partisi aydınlanmacı kimliğinden vazgeçiyor. Öyle şey olur mu, Türkiye adım adım gericileştirilmeye devam ediyor. Bakın arkadaşlar, inanılmaz bir şey, dün bir yoldaşımla gazetede okurken önce gülmeye başladık, sonra gerçekten de çok üzüldük ülkemize.
Ama gülünmeyecek gibi değil. Çok kısa anlatacağım. Alanya’da önce bir papaz yağmur duasına çıkıyor. Ondan sonra da bir müftü. O da yağmur duasına çıkıyor. Bir saat sonra yağmur yağmaya başlıyor.
Alanya’da deniyor ki “ya bunlar meteorolojiyle haberleştiler, yağmur yağacağını tam duydular, çıktılar yağmur duasına”.
Buraya kadar traji-komik.
Arkadaşlar, ne açıklama yapıyor biliyor musunuz müftü?
Haşa öyle bir şey yok diyor, biz diyor, meteorolojiyle konuştuk gerçekten de, bize meteoroloji dedi ki diyor yağacak yağmur, ama az yağacak, gelip geçecek, lütfen duaya devam edin dedi diyor…
Arkadaşlar Türkiye’nin kurumları bu haldedir. Türkiye Komünist Partisi gericilikle mücadeleyi nasıl erteler? Böyle şey olur mu?
Kongre metninde bir başka mesele, Kürt meselesi.
Kürt meselesine ilişkin Türkiye Komünist Partisinin zorlu bir görevle karşı karşıya olduğu açıktır. Türkiye Komünist Partisi, Kürt ve Türk emekçilerinin birliği için sonuna kadar mücadele edecek. Ve arkadaşlar, hiçbir açılımın bu hedefin önüne geçmesine izin vermeyecek. Dolayısıyla, Kürtlerin hakları için mücadele, Türkiye Komünist Partisi bu mücadeleyi veren bir partidir, yıllardır vermeye devam edecek. Ama birlikçi bir perspektifle. Bakın arkadaşlar Türkiye’de Kürtlerin ve Türklerin ayrılması durumunda -çatışmayı falan kastetmiyorum- yollarını ve yönlerini ayırması durumunda bizim gelecekte sosyalist cumhuriyetimiz olacak olan toprakların geleceği biter.
Türklerin geleceği biter Kürtlerin geleceği de biter.
Yolları ayırdığımız zaman olacak olan budur.
Dolayısıyla arkadaşlar bu tartışma burada bitmelidir. Türkiye Komünist Partisi, birlikçiliği dürüst ve açık bir biçimde savunan herkese el uzatacak. Kürt siyasi hareketleri olsun, Türkiye işçi sınıfı içerisinde örgütlü, Türkiye solu içerisinde örgütlü unsurlar olsun, hiç fark etmez. Türk ve Kürt emekçilerinin birliğini açık, samimi, kararlı bir biçimde savunan herkesle birlikte mücadele etmeye hazırız.
Ama arkadaşlar şöyle olmaz bu iş: biz birlik istiyoruz “ama” diyerek olmaz. Şu anda bu yapılıyor. Bir gün bir şey, öteki gün başka şey söyleyerek olmaz. Türk ve Kürt emekçilerinin, halklarımızın arasına kuşku tohumu düşürüldü.
Efendim, biz birlik istiyoruz ama şöyle olmazsa Kuzey Irak’taki Kürt oluşumunu tanırız diyerek olmaz.
Açık söylüyoruz, çıkılacak denecek ki, Kürtlerin Türkiye işçi sınıfıyla, Türk halkıyla birlikte olmaktan başka çaresi yok, Türklerin de birlikte olmaktan başka çaresi yok.
Bu denecek ve mücadele bunun için yapılacak.
O zaman arkadaşlar,
Biz öyle yasal sınırlar falan tanımayız. Biz Türkiye Komünist Partisiyiz. Her türlü, her türlü birliğe açığız.
Ama bir gün Amerikancılık yapacaksınız, ertesi gün Amerika’yı eleştireceksiniz, bir gün Barzanicilik yapacaksınız, ertesi gün Barzani’ye hain diyeceksiniz, böyle politika olmaz. Türkiye Komünist Partisi ilkesizlerle birlikte olmaz. Bu kadar açık. Bize ilkeli bir mücadele gerekiyor. İlkeli bir birlik gerekiyor.
Zaten arkadaşlar bakın, kimlik dediğiniz nedir?
Kürt kimliğinden söz ediliyor.
Evet arkadaşlar,
“Kürt diline, Kürt varlığına özgürlük!” Kürtler, Türkiye’nin asli kurucu unsuru olmalıdır ve olacaktır. Bir mücadele ortaklığı içerisinde. Ama arkadaşlar bakın, Kürt kimliği başka şeylerden bağımsız üst bir kimlik değildir. Soruyorum size Barzani’yi Talabani’yi gördüğünüzde siz Kürt kimliğini mi görüyorsunuz Ben görmüyorum. Ben onların şahsında ABD’nin çıkarlarını görüyorum. Böyle Kürt kimliği olur mu?
Erdoğan’ı gördüğünüzde siz Türkleri mi görüyorsunuz? Maliki’yi gördüğünüz zaman Arapları mı görüyorsunuz? Öyle şey olur mu?
Sevgili arkadaşlar,
Kongreye sunulan yazılı değerlendirmelerde bazı yoldaşlarımız haklı olarak uluslararası dayanışma bölümlerinde neden Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin geçmediğini sordular.
Sevgili arkadaşlar, Kore DHC’ne dönük her tür emperyalist saldırının karşısında duracaktır Türkiye Komünist Partisi; bundan hiç kuşkumuz olmasın. Ama istedik ki Kore DHC’ndeki dostlarımız da uluslararası dayanışmaya dünyada demokrasi için, devrim için, sosyalizm için verilen mücadeleye biraz daha özenle yaklaşsınlar. Zor bir dönemden geçiyoruz. Kore DHC emperyalist saldırılarda yalnız değil. Aynı saldırganlık Küba’ya karşı da söz konusu, Venezuela’ya karşı da söz konusu. Sosyalizmle hiçbir alakası olmayan İran’a karşı da söz konusu. Suriye’ye karşı da söz konusu. Bir ortak cephe yaratılmalı. Bu cephenin işini zorlaştırıcı adımlardan, söylemlerden kaçınmak gerekiyor. Biz kendimizce hiçbir ülkenin, hiçbir partinin içişlerine karışamayız. Biz mütevazı bir partiyiz, saygılı bir partiyiz. Ama Kore DHC’nin de dünyaya biraz daha özenli davranmasını talep etme, bunu düşünme, dile getirme hakkımız da vardır; bunu Kongrede yaptık.
Ama arkadaşlar, TKP bu ülkeye ve onurlu halkına karşı en küçük bir saldırıda Kore DHC’nin, onun öncü partisinin yanında olacaktır.
Sevgili arkadaşlar,
Latin Amerika’daki gelişmelere de kısaca değinmek istiyorum. Metinde var ama bir konuda bir uyarı yapmamız gerekiyor.
Hepimiz çok heyecanlıyız, iyi şeyler oluyor. İyi gidiyoruz bunu söyledik. Gerçekten de iyi gidiyoruz. Latin Amerika’da emperyalizm inisiyatif yitirdi. Çok önemli gelişmeler oluyor. Başta Venezuela’da. Tabii ki yıllardır tek başına direnen Küba halkını, Küba’nın yiğit komünist partisini unutmamak gerekiyor.
Bütün bunlar iyi hoş…
Ancak arkadaşlar, bir küçük not gerekiyor.
Biz bilinçli insanlarız, biz komünist partisiyiz. Dikkatli olmak ve abartmamak gerekiyor. Latin Amerika’daki gelişmeler henüz kritik bir evreyi aşmamıştır. Biz umut aşılarken, umudu yayarken, dayanışma içinde olurken, bir yandan da ihtiyatlı olmak zorundayız. İki nedenle.
Biz Sovyetler Birliğinin çözülmesini yaşadık, bir daha dolmuşa binmeyiz. Biz Sovyetler Birliği’nin çözülmesini atlattık. Kafamız dik atlattık. Latin Amerika’da kazara emperyalizm bir şekilde inisiyatif alırsa, gene bununla mücadele ederiz, kafamızı dik tutarız. Bu başka. Ama arkadaşlar, biz Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin başka ülkelere kendi stratejisini empoze etmesini en Sovyetik olduğumuz dönemlerde bile eleştirdik. “Hata yapıyorlar” dedik. Hiçbir parti, kendisi dışındaki güçlerin önerileriyle, açılımlarıyla hareket etmemeli dedik. Biz böyle yapıyoruz. Dünyada birçok parti böyle yapmaya devam ediyor. Latin Amerika’daki partiler ya da devrimci iktidarlar, hele hele Küba, tarihi boyunca başka hiç bir partiye şunu yapın dememiştir. Bu son derece onurlu bir davranıştır.
O yüzden arkadaşlar, biz kendi kendimize gelin güvey olup dünyanın bir başka kıtasında olup bitenleri olduğu gibi kendi ülkemize, kendi coğrafyamıza taşımaya kalkarsak büyük hata yaparız. Latin Amerika’daki gelişmeler yenidir, tartışılması gereken gelişmelerdir, ihtiyatla tartışılması gereken gelişmelerdir. Büyük bir devrimci iyimserlikle karşılıyoruz ama arkadaşlar kendi ilkelerimizi, kendi doğrularımızı, Latin Amerika’daki gelişmelere yedirtmeye hiç niyetimiz yok. Türkiye Komünist Partisi’nin doğruları, programı, ilkeleri elbette yeni gelişmeler ışığında değerlendirilir. Ama arkadaşlar, heyecana kapılıp bizi güçlü kılan bazı şeylerden vazgeçmeye kalkarsak büyük hata yaparız. Bu nedenle arkadaşlar, Türkiye Komünist Partililerin önünde, hepimizin önünde dünyanın bütün her yerinde olduğu gibi Latin Amerika’daki gelişmeleri de teorik, siyasal aklımızla, aklımızın süzgecinden geçirmek gibi bir görev vardır.
Bunları söyledikten sonra devrimci dayanışma duygularımızı iletebiliriz Chavez’e, Morales’e ve diğer devrimci önderlere!
Selam olsun Latin Amerika halklarına!
Ve sevgili arkadaşlar, bu kongrenin kilit noktası işçi sınıfı başlığıdır.
Türkiye işçi sınıfının örgütlenmesi diye bir problemimiz var. Ve bu problemin kaynağında Türkiye işçi sınıfının bölünmüşlüğünü gösterdi TKP Kongresi.
Demek ki arkadaşlar, önümüzde Türkiye işçi sınıfının bölünmüşlüğünü azaltmaya dönük zorlu bir mücadele olacak.
8. Kongrenin temel meselesi budur. Bunu tartışacağız, ama bazı şeyler yanlış anlaşılıyor arkadaşlar.
Sanıldı ki Türkiye Komünist Partisi en kısa sürede alternatif bir sendika kurmaya kalkacak! Arkadaşlar, tartıştığımız başka bir şeydir. Tartıştığımız şudur: Türkiye işçi sınıfının bölünmüşlüğünü giderecek, siyasetle ekonomik mücadele arasındaki boşluğu dolduracak bir örgütlenmeye ihtiyacımız var. Bu örgütlenmeyi sendikalar karşılayamıyor ve karşılayamayacaklar.
Türkiye Komünist Partisi’nin de bunu tek başına karşılama şansı yok.
Demek ki, arkadaşlar, bir ara yüzey oluşturmak zorundayız. Bunu tartışmaya başlayacağız. Bunu zaten tartışmaya başladık. Yakın gelecekte arkadaşlar, Mayıs ayında Türkiye işçi sınıfının öncü güçleri bu konu için toplanacaklar. Buraya Türkiye Komünist Partisi bazı hedefler sunacak. Üzerinde çalışıyoruz. Yurtsever Cephenin işçi inisiyatiflerinin neler yapacağını göreceğiz. Tartışacağız. Ama bu yıl arkadaşlar, bu yıl hep beraber göreceğiz ve göstereceğiz ki, Türkiye işçi sınıfının bölünmüşlüğünü gidermeye dönük, azaltmaya dönük, hafifletmeye dönük yeni araçlara ulaşmaya başlayacağız.
Bunu seçimlerden sonraya falan erteleyemeyiz. Biz seçim partisi değiliz.
Zaten arkadaşlar,
Türkiye işçi sınıfını örgütlemeye dönük kalıcı hamleler yapmadan 2007 seçimlerinde kendi adımıza herhangi bir başarı elde etme şansımız da yoktur.
Bu nedenle arkadaşlar, yarından itibaren işçi sınıfının bölünmüşlüğünü gidermeye dönük yeni araçlar üzerinde tartışacağız ve bu araçları olgunlaştıracağız.
Burada bulunan delegelerin, parti üyelerinin ve dostlarımızın önemli bir bölümü ücretli emek sömürüsüne tabi unsurlar. Yani geniş anlamıyla işçi.
Ama biz hala göğsümüzü gererek Türkiye’nin işçi sınıfını örgütledik diyemiyoruz!
Neden?
Çünkü arkadaşlar aynı zamanda Türkiye Komünist Partisi’nin içini de işçileştirmek zorundayız. Partinin yaşam tarzını işçileştirmek zorundayız. Hep söyledik; eleştiriyoruz kendimizi: Bu partideki işçiler kendilerini işçi gibi hissetmiyorlar.
Bu bir eleştiridir kendimize; bu bir öz eleştiridir.
TKP’nin örgütsel işleyişini, örgütsel standartlarını işçi sınıfının örgütlenmesi için daha uygun hale getireceğiz getirmek zorundayız. Kongre sürecinde delege toplantısında bu konuyu uzun uzun tartıştık; TKP kendi içini gözden geçirmek zorundadır ki daha fazla işçiyi örgütleyelim, daha fazla işçi bu benim partim, bu benim komünist partim diyebilsin.
Bunu yapmak zorundayız.
Sevgili arkadaşlar sözlerimi bitiriyorum.
Uzun bir gün olacak. Bugünü Türkiye Komünist Partililere yakışır bir disiplinle geçireceğimizi düşünüyorum. TKP’nin daha büyük bir ciddiyetle, daha büyük bir özgürlükle tartışması gerektiğini düşünüyorum. Bugün iki buçuk aydır sürdürdüğümüz tartışmalara devam edeceğiz.
Buradan çıkarken arkadaşlar, burada bulunan dostlarımızla beraber şundan emin olacağız: “Böyle bir parti var!” diyeceğiz.
Böyle bir parti var!
Selam olsun bu partiye!
Selam olsun Türkiye Komünist Partisi’ne!