Krizden umut çıkarmak: 1900`lerin başında İtalya

İtalya`da kapitalizm, Avrupa`daki Fransa ve İngiltere gibi merkezi önemdeki ülkelere göre  geç gelişmiştir. Dolayısıyla da siyasi birliğini oldukça geç tamamlamıştır. Siyasi birliğini burjuvazinin bir bütün olarak Fransız devrimi ideallerini terk ettiği 1848 devrimlerinden sonra sağladığı içindir ki kuzeyde ortaya çıkan İtalyan burjuvazisinin feodalizmi tam anlamıyla tasfiye etmeye niyeti yoktu. Zira İtalyan burjuvazisinin Avrupa`daki sınıf mücadelelerinden, bunun yansıması olan işçi ayaklanmalarından çıkardığı dersler vardı. Burjuvazi feodal beylerle işçi ayaklanmalarını engellemek için işbirliği yapmak zorundaydı. Her ne kadar İtalyan burjuvazisi ile toprak beylerinin ittifakı söz konusu olsa da aynı zamanda aralarında rekabet de vardı. Zira, geleneksel olarak ve sınıf mücadelelerinin doğası gereği feodal beylerle burjuvazinin ekonomik çıkarları çelişir.

1900`lerin başına gelindiğinde ise kuzeyde sanayi burjuvazisin ortaya çıkmıştı. Ancak güney toprak beylerinin hakimiyetindeydi. Topraksız köylüler feodal beylerin altında eziliyorlardı. Öyle ki bunun sonucu olarak bu dönemde yoksul köylülerin  yoğun toprak işgalleri söz konusuydu.* Sicilya mafyası bu koşullar altında bir “baba” figürü yaratarak toprak sahipleri ile kiracılar arasındaki sorunları çözüyordu. Aslında genel olarak toprak sahipleri lehine çalışıyordu. İleriki dönemlerde İtalyan komünistleri mafyaya karşı mücadelenin içinde olmuşlardır.  Bu mücadeleler, kitlelerin kendiliğinden bilinçleri ile ortaya çıkan hareketlerin sonucuydu. İnsanlar farkında olsalar da olmasalar da üretimdeki maddi konumlarını gösteren belirli sınıfların üyesidirler. Yine, bilincinde olsalar da olmasalar da söz konusu konum onları sınıf mücadelelerinde pozisyon tutmaya iter. Örneğin, bir ücretli işçi doğal olarak ücretinin artmasını ister; burjuvazisinin bir üyesi ise maliyetleri düşürmenin unsuru olarak işçi ücretlerini azaltmak ister. Ücreti arttırma isteği işçinin kendiliğinden bilincini gösterir. Bütün bu anlatılanlardan çıkarılabilecek sonuç şudur; her ülkede olduğu gibi İtalya siyasi tarihine de sınıf mücadeleleri damgasını vurmuştu. 

            Tam da İtalya`da kapitalizmin anlatılan geç kalmışlığı sayesinde İtalyan ekonomisi büyük bir gelişme gösterdi. Buna eşitsiz gelişim yasasının bir örneği olarak bakılabilir. Bolşevik Devrimi`nin önderlerinden Trotskiy eşitsiz gelişimini son derece sade bir şekilde şöyle ifade eder: “Geri bir ülke ileri ülkelerin maddi ve ideolojik kazanımlarını sahiplenir. Ama bu demek değildir ki, onların geçmişte geçtikleri aşamaları bir bir geçerek bu ülkeleri kölece izler.”1İleriki satırlarda ABD`nin İngiltere`yi tam da bu geç kalmışlık yüzünden geçtiğini belirtir. 2Geri olan, ülkelerin eşitsiz gelişiminden dolayı ileri olanı geçebilir. Ancak bu bir kural değildir elbet. İtalya`da ise kapitalist üretim ilişkilerinin hızla gelişimi korumacı ekonomi politikalarının sayesinde de olmuştur. Örneğin bu politikalardan yararlanan Fiat ile birlikte 1910 yılından itibaren otomobil sektöründe bir hızlanma söz konusu olur.3 Keza devletin sanayinin ilerlemesinde oynadığı rollerden biri de Piombino ve Portaferraio gibi yerlerdeki madenlerin devlet tarafından çıkarılmasıydı.4 Avrupa`daki gelişmiş kapitalist ülkelerin hepsi, başlangıçta merkantilist politikalarla burjuvazinin ve sanayinin gelişmesini sağlamışlardır.

           1800`lerin sonunda  anarşist hareketlenmeler olmuştur. Örneğin; 1874`te  İtalyan anarşistlerinden Andrea Costa önderliğinde Bologna`dan başlayacak, Roma, Floransa ve Sicilya`nın bazı bölgelerini ele geçirmek amacıyla bir eylem planı hazırlandı.5 Esasen anarşistlerin kök saldığı bölge topraksız köylülerin ve küçük mülk sahibi köylülerin yoğun olduğu Güney İtalya`ydı**. Bununla beraber, İtalyan ekonomisinin, özellikle de kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu kuzey bölgesinde bu hızlı gelişiminin oldukça geniş bir işçi sınıfı yaratması işçi sınıfı hareketlerinin, sosyalist ve komünist partilerin oluşum zeminini yaratmıştır.1800`lerin sonunda mevsimlik tarım işçileri 8 Zira burası kapitalist üretim ilişkilerinin en gelişkin olduğu yerlerden biriydi. Dolayısıyla, işçi sınıfının yaygın olduğu yerlerden birinin sosyalizm düşüncesini yaygınlaştıran yerlerden biri olması gayet normaldir. Keza Lombardiya 1848 devrimleri sırasında Avusturya- Macaristan İmparatorluğu`ndan bağımsızlığını ilan etmek için ilk ayaklanan şehirlerdendi. Lombardiya bölgesinin merkezi Milano sanayi işçilerinin yoğun yaşadığı bir yer olup, örgütlenmeye başladıkları bir şehirdi. Örneğin; İtalyan İşçileri Partisi 1884 yılında burada kurulmuştu.9 Daha sonra ise İşçi Odaları kuruldu. Aslında bunların esas önemleri Halk Evleri konseptini merkezlerine alıyor olmasındaydı.10Söz konusu siyasal panoramanın çizdiği çerçeve altında 1895`te İtalyan Sosyalist Partisi kurulmuştu. Parti 2. Enternasyonal ilişkileri, parti içi çatışmalar bir başka çalışmanın konusu olmayı hak ettiği için anlatılmayacaktır. Ancak yine de 1. Dünya Savaşı sırasında parti içindeki iki görüşü özetlemekte fayda var. Bir taraf 2. Enternasyonal fikirleri doğrultusunda İtalyan Sosyalist Partisi liderlerinden Constantino Lazzarri`nin “ne destek ne sabotaj”11 görüşünü benimseyip partinin resmi görüşü haline getirirken, diğer taraf ise 1916 Nisan`ında Serrati ve Balabanoff`un katıldığı Kienthal konferasında Lenin`in görüşleri doğrultusunda barışın kapitalizm içinde mümkün olamayacağı ve işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesinin mümkün ve elzem olduğu görüşünü benimsemişti.12 Gramsci ise 1915 yılında “aktif ve etkin tarafızlık” görüşünü benimsiyordu. Bu yüzden de partide işgal yanlısı “İnterventismocu” olarak suçlanıyordu.13

           Savaş bittiğinde İtalya ekonomik krize girmiştir. 1920`de enflasyonla beraber grevler başlamıştır. 14 Aslında bu yıl dünya devriminin yükseldiği ve geri çekilmeye başladığı yıldır. İtalya Sosyalist Partisi hala ideolojik olarak heterojendir ve dolayısıyla örgütsel yapısı da dağınıktır. Dolayısıyla yükselen işçi hareketlerine siyasal önderlik yapabilecek durumda değildir. Parti içindeki söz konusu çatışmaların ve reformizmi savunan 2. Enternasyonal politikalarından kopma çabasının sonucu olarak 21 Ocak 1921’de Gramsci, Bordiga, Bombacci gibi önderler öncülüğünde Livorno`da  İtalya Komünist Partisi kuruldu. Aynı zamanda bu yıl Gramsci`nin savunucusu olduğu Fabrika Konseyleri`nin yaygınlaştığı ve bir Konseyci ayaklanmanın baş gösterdiği bir yıl olmuştur. 15 Bu nokta önemlidir. Çünkü, kanımca İtalya’nın işçi sınıfının siyasal iktidarı ele geçirebilecek kadar örgütlü ve kitlesel olduğu bir dönemde İtalyan faşizminin iktidarı ele geçirebilmesi Gramsci`nin hegemonya, mevzi savaşı kavramlarını ortaya koyabilmesine zemin hazırlamıştır.  

Yukarıda denildiği gibi, örgütlü ve kitlesel işçi hareketlerinin mevcudiyetine rağmen siyasal iktidarı İtalyan faşizminin ele geçirmesi kanımca Gramsci`nin bu kavramı ortaya koymasına zemin hazırlamıştır. Bir diğer deyişle Gramsci`nin bu konudaki merakını ve düşünce sistemini tetiklemiştir. Perry Anderson terimin Rus sosyalist hareketinden alındığını, Rusya`da gerçekleşecek bir devrimde işçi sınıfının gelecekteki önderliğiyle ilgili tartışmalarda ilk kez Plehanov ile Axelrod`un makalelerinde kullanıldığını belirtir.16 Gramsci`ye göre sivil toplumda hegemonik üstünlüğü sağlayan sınıf toplumu da hakimiyeti altına alır. Ona göre “Hegemonya terimi, hem yönetici bir sınıf olarak proletaryaya hem de bu yönetimin uygulanmasına ilişkindir. Bu, egemen sınıfın, karşıt gruplar üzerinde zorunlu olarak uygulayacağı zorlama demektir. Fakat bu, proletarya ile işbirliği yapmaya razı olan ve bu tutumuna etkinlik kazandırılması sözkonusu olan müttefiklerinin fikir ve kültür alanında yönetilmesi demektir. “Hegemonya”, “yönetimin” olumlu cephesini de geliştirir. Böylece “hükmeden”le “yöneten” arasındaki ayırım ortaya çıkar: iktidarın ele geçirilmesi “hükmetmeyi” sağlar; bundan sonra “yönetimin” ele geçirilmesi sözkonusudur. Bu iki durum birbirine diyalektik olarak bağlıdır. Bir grup, iktidarı ele geçirmeden “yönetici” olabilir;”hükmeden” (egemen” olduğu zaman bu “yönetici” rolünü kaybederse, bu onun için felaket demektir.”17 Yani, bir diğer deyişle devletin karşısındaki konumlanan sivil toplumda hegemonya sağlayan sınıf politik iktidara giden yolu da açmış olur. Gramsci`nin bu noktadaki düşüncesi daha sonra Avrupa Komünizmi`nin argümanlarına temel olmuştur. Keza ülkemizde de 1980 sonrasında liberal ideolojinin temsilcileri tarafından tartışılmış ve veri alınmıştır. Burada açıklanması gereken nokta “proletarya ile işbirliği yapmaya razı olan ve bu tutumuna etkinlik kazandırılması sözkonusu olan müttefiklerinin fikir ve kültür alanında yönetilmesi” kısmıdır. Gramsci burada kuzeydeki işçi sınıfının güneydeki köylülerin rızasını alarak tarihsel blok kurmalarını hayal etmiştir.18 Burada önemli olan hükmedilen sınıfın rızasının alınmasıdır. Gramsci`ye göre devlet sadece baskı aygıtını kullanarak ayakta kalamaz. Yönettiği kitlelerin rızasını da belirli bir oranda alması gerekir. Gramsci`de bu rıza üretimi olarak ortaya çıkar. Gramsci bu konu hakkında şunu söyler: “Şu anda yapabileceğimiz, iki temel üstyapısal “düzeyi” saptamaktır. Bunlardan birisi, “sivil toplum”,  yani genellikle “özel” diye anılan organizmalar bütünlüğü; öbürü de, “politik toplum”  ya da “devlet” diye adlandırılandır. Bu iki düzey bir yanda egemen grubun toplum üzerinde uyguladığı “hegemonya” işlevine; diğer yanda da, devlet ve hukuksal hükümet yoluyla uygulanan “doğrudan egemenlik”  ya da “komuta işlevine karşılık gelir.19 Daha sonra Althusser devletin ideolojik aygıtlarını irdeleyerek bu noktayı derinleştirecektir. Aslında bu nokta marksizmin temel paradigmalarında bir başka bakış açısından mevcuttur. Örneğin; marksizme göre egemen sınıf kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarlarıymış gibi gösterir. Bu nokta Alman İdeolojisi`nde şöyle ifade edilir: “Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir, başka bir deyişle, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda zihinsel üretim araçlarını da emrinde bulundurur, bunlar o kadar birbirinin içine girmiş durumdadırlar ki, kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağlıdır. Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikirsel ifadesinden başka bir şey değildir, egemen düşünceler,  fikirler biçiminde kavranan, maddi, egemen ilişkilerdir, şu halde bir sınıfı egemen sınıf yapan ilişkilerin ifadesidirler; başka bir deyişle bu düşünceler onun egemenliğinin fikirleridirler.”20 Hegemonya kavramı bir Gramsci yorumcusuna göre şu şekilde tanımlanır: “hegemonya belirli bir yaşam ve düşünce biçiminin egemen olduğu gerçekliğe ilişkin bir yaklaşımın bütün kurumsal ve özel görünümleri içinde topluma yayıldığı, ruhuyla bütün beğeni, ahlak, gelenekler, dinsel ve siyasal ilkeler ve bütün toplumsal ilişkileri, özellikle kendi entelektüel ve ahlaki çağrışımları içinde bilgilendirdiği bir düzendir.23 Bu hegemonya sivil toplumda gerçekleşir. Keza rıza üretim süreci ona göre fabrikalardan başlar. Bu noktayı biraz daha açmakta fayda var. Bunun için Gramsci`nin devlet- sivil toplum dikotomisine değinilmesi zorunludur. Bu konu hakkında Gramsci şunları söyler:” Hala devlet ile hükümeti özdeşleştirmenin alanı üzerindeyiz – bu özdeşleştirme tam da ekonomik korporatif biçimi, başka bir deyişle sivil toplum ile politik toplum arasındaki karışıklığı temsil ediyor. Zira belirtilmelidir ki, genel devlet kavramı, yeniden sivil toplum kavramına göndermede bulunmasını gerektiren öğeleri içerir (bu bakımdan denebilir ki, devlet= politik toplum+ sivil toplum, başka bir deyişle zorlama zırhıyla korunan hegemonya.”24Carnoy, bu noktada Anderson`un görüşlerini aktararak, birinci “salınım”da karşıtlığın devlet ile sivil toplum arasında olduğunu; hegemonyanın sivil topluma, zorlamanın devlete ait olduğunu belirtir.25 Ve sivil toplum ile devlet arasında bir zıtlık olduğunu, egemen grubun, toplum yoluyla hegemonya, devlet ve hukuksal hükümeti yoluyla ise doğrudan egemenlik uyguladığını belirterek devam eder.26 Bu konuya dair ise Gramsci şunları söyler:”Devlet, kendisi aracılığıyla, yönetici sınıfın, egemenliği yalnızca haklı gösterip koruduğu değil, ama yönetimi altında tuttuklarının etkin rızasını da kazanabildiği pratik ve teorik etkinliklerin karmaşık bütünlüğüdür.” Yani, hegemonya sadece rızayı kapsamaz zorla beraber bir bütünlüğü oluşturur. Rıza ve zorun sentezi hegemonyayı oluşturur.27

Gramsci`ye göre hegemonyanın hem sivil toplumda hem siyasal toplumda olması Avrupa`daki gelişmiş kapitalist ülkeleri tanımlar. Bu noktadan mevzi savaşı kavramına gidilecektir. Ancak bu kavramın irdelenmesi başka bir çalışmanın kapsamında olabilir. Gramsci`de hegemonya kavramı eninde sonunda üretim ilişkileri tarafından belirlenen bir şeydir. Bu konu hakkında ise şunları söyler:” Çünkü, hegemonya etik politik olsa bile, aynı zamanda ekonomik nitelikte olmak zorundadır, yönetici grubun ekonomik etkinliğin belirleyici çekirdeğinde yerine getirdiği belirleyici işleve mutlaka dayanmak zorundadır.”30Daha sonra Lenin dünya devriminin geri çekilmeye başladığı yıl yazdığı Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı kitabında şunu eklemiştir:”…bir devrimin olabilmesi için, ilkin, işçilerin çoğunluğunun (hiç değilse, bilinçlenmiş olan ve aklı eren, siyasal bakımdan etkin işçilerin çoğunluğunun) devrimin gereğini tam olarak anlamış olmaları ve devrim uğruna yaşamlarını feda etmeye hazır olmaları gerekir.” 31 Görüldüğü gibi Lenin devrimci durum için yönetilenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği ve kitlesel eylemlerin bunalımdan kaynaklı olarak artış gösterdiği bir dönemi tarif ediyor. Gramsci ise bununla bağlantılı olarak kar oranları düşme eğilimi gösterdiğinde, ekonomik kriz vuku bulduğunda devrimin kendinden menkul bir şekilde gerçekleşmeyeceğini söylüyor. Örneğin; Carnoy, Gramsci`den şu pasajı aktarmaktadır:”Egemen sınıf oydaşmasını yitirmişse, diğer bir ifadeyle, artık “yönetici” değil sadece “egemen” ise zorlama gücünü kullanıyorsa, bu tam da büyük kitlelerin geleneksel ideolojilerinden koptukları ve eskiden inandıklarına, artık inanmadıkları vb anlamına gelir. Kriz, eskinin ölmekte, yeninin ise doğamamakta oluşundadır.”32 Ona göre burjuvazi bu krizi hükmedilen sınıflar üzerindeki hegemonyasını sağlayarak aşabilirdi. Bu noktada Gramsci`ye göre hegemonya krizinin sebeplerine dair şu uzun alıntıyı yapmakta fayda bulunmaktadır:”Dolaysız ekonomik krizlerin kendi başlarına, temel nitelikteki tarihsel olayları ortaya çıkardıkları ileri sürülemez; bu krizler kimi düşünce tarzlarının yayılması, ulusal yaşamın ilerideki bütün gelişmesini kapsayan sorunların ortaya konulup çözülmesi için daha elverişli bir alan yaratabilir sadece. Değişimler, ya bir refah durumu rakip sınıfın dar çıkarı tarafından tehdit edildiği, ya dazorluklar dayanılmaz bir duruma geldiği ve eski toplumda bunu hafifletip normal durumu yasal araçlarla yeniden kurabilecek hiçbir güç görülmediği için ortaya çıkabilir.”35 Daha önce anlatıldığı gibi İtalya`da faşizmin iktidara gelmesi aslında egemen sınıfların rıza üretim mekanizmalarıyla yönetilen sınıflar üzerindeki hegemonyasını sağlayarak olmuştur. Gramsci aslında örgütlü ve kitlesel işçi hareketlerine rağmen nasıl olup faşizmin hakim olabildiği sorusuna cevap aramış ve hegemonya kavramı üzerine düşünmüştür. 

                  Sonuç olarak, hegemonya kavramı önemli bir gerçekliği ortaya koysa da Gramsci`nin bir grubun iktidarı ele geçirmeden yönetici olabileceği tezi ileride liberal tezlere dayanak olmuştur. Günümüzdeki kültürel iktidar tartışmaları ise bu konuyu hatırlatmaktadır. Oysa ki işçi sınıfı siyasal iktidarı ele geçirmeden toplumsal dönüşümü sağlayamaz. 

           Bu özetin yapılmasının sebebi, bir krizin de içinde bulunuyor olmamız. Emperyalizm tökezliyor. Yönetenler, yönetilenlere eskisi gibi vaatler sunamıyor. Yönetilenlerin ise eskisi gibi yönetilmek istemeyeceği günler uzak değil. Bir kriz halindeyiz. Ancak, buradan umutsuzluğa düşmek için bir sebep çıkmıyor. Komünistler ise umutlarını gündelik heyecanlardan değil, tarih bilincinden alırlar. Peter Weiss`in 20. yüzyılın romanı olarak adlandırılan kitabındaki komünist Rogeby`ın dediği gibi:”Komünistler tarihsel bilinci uyanık tutarken sosyal demokratlar çalışanları, onları sınıf mücadelesinden kopartmak yoluyla tarihsizleştiriyordu.” 36 Tarih bilinci, tarihin sınıf mücadeleleri olduğunu kavramak ve eninde sonunda kurulacak olanın insana yakışır bir düzen anlamaktır. Bir başka bağlamda ve mesajla söylense de önemlidir; Tanrıları Oynayanlar filminde mavi bebek hastalığına çare arayan Doktor Alfred Blalock’a meslektaşları bu ameliyat çok tehlikeli dediğinde şu yanıtı verir: “Başkalarının risk gördüğü yerde ben olanaklar görürüm.” Sanırım sosyalizm mücadelemize şöyle uyarlayabiliriz: “Başkalarının felaket gördüğü yerde komünistler olanaklar görür”. Zaten başka türlü olsaydı devrimler mümkün olur muydu hiç?

Dipnotlar

  1. * Ünlü yönetmen Bernardo Bertolucci bu işgalleri, 1900 filminde büyük bir ustalıkla ve  son derece sade işlemiştir. Yine İtalyan sinemasinin ünlü yönetmenlerinden Giuseppe Tornatore, İtalyan Komünist Partisi`nin ideolojik dönüşümünü anlattığı Baaria (Sicilya) filminde toprak işgallerine değinmişti.TROTSKİ, Leon,   Rus Devriminin Tarihi, (çev. Bülent Tanatar), 1. Baskı, Yazın Yayıncılık,  Ekim 1998, İstanbul.14
  2. A.g.e., s.15
  3. POULANTZAS, Nicos, Faşizm ve Diktatörlük, (çev. Ahmet İnsel), 1. Baskı, Birikim Yayınları, Mayıs 1980, Ankara  s. 27
  4. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi 3. Cilt, İletişim Yayınları, 1988, İstanbul s.740
  5. A.g.e. s.739 ** Keza, 1900`lerin başından İspanya İç Savaşı sonuna kadar anarşizmin kök saldığı yerlerden biri İspanya`nın topraksız köylülerin ve küçük mülk sahibi yoğun yaşadığı bölgelerdi. Anarşizmin neden mevzubahis bölgelerde kök saldığı bir başka çalışmada sorgulanmayı hak etmektedir. Tabii ki anarşizmin küçük burjuva ideolojisi olduğunu ileri süren görüşleri de dikkate alarak.
  6. A.g.e., s.7406 arasında baş gösteren grev hareketleri 1900`ler ve dünya savaşının da etkisiyle 1910`lara gelindiğinde kitlesel grevlerle yaygınlaşmıştır. Bu noktaya gelmeden önce İtalyan Sosyalist Partisi`nin doğuşunu açıklamakta fayda var.

               Lombardiya bölgesi sosyalizmin ilk yayıldığı yerlerden biriydi.7A.g.e., s.741

  7. A.g.y.
  8. A.g.y.
  9. A.g.e., s.751
  10. A.g.y.
  11. A.g.e. ,s. 750
  12. A.g.e., s. 754
  13. A.g.e., s. 758
  14. A.g.e, s. 124
  15. GRAMSCİ, Antonio, Hapishane Defterleri,(çev. Adnan Cemgil), 3. Baskı, Eylül 1997, Belge Yayınları, İstanbul S. 28
  16. DURAL, Baran A., Antonio Gramsci ve Hegemonya , Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi , Kış 2012, Cilt 11, Sayı 39, s. 313
  17. akt. CARNOY, Martin, Devlet ve Siyaset Teorisi,  (çev. Sinem Coşar, Aykut Örküp, Mete Pamir, Mehmet Yetiş ), 1. Baskı, 2014, Dipnot Yayınları. Ankara, 2014, s.94
  18. MARX,Karl- ENGELS, Friedrch, Alman İdeolojisi, (çev. Sevim Belli), 6. Baskı, 2008,  Sol Yayınları, Ankara, 2008, s. 75
  19. CARNOY, s.9221 Örneğin; ona göre egemen sınıf kendisine bağımlı olan sınıflar üzerindeki hegemonyasını, kilise, okul ve egemen sınıfın memurları olan aydınları yoluyla gerçekleştirir.22 A.g.e., s.96
  20.   akt. CARNOY, s.100
  21. A.g.y.
  22. A.g.y.
  23. A.g.y.
  24. akt. Carnoy, s.10328 Gramsci, Marx ve  Engels`in üzerinde durmadıkları bir konu üzerinde fikir yürütmüştür. Keza, Marx ve Engels  üstyapı kurumlarının altyapı kurumlarını nasıl etkilediği sorularına da cevap aramamışlardır. Bunun en önemli sebebi yaşadıkları dönemde sömürünün son derece çıplak gözle görülebilir olmasındandır. Bir diğer deyişle 1800`li yıllarda ideolojik aygıtlar 1900`lerdeki kadar çeşitlenmemiş ve karmaşıklaşmamıştır. Keza Gramsci`nin hegemonya kavramının içeriğini bu şekilde doldurması yukarıda bahsettiğimiz gibi işçi sınıfı hareketliliğine rağmen faşizmin siyasal iktidarı ele geçirmesiyle bağlantılıdır. Zira, 1922`deki hegemonya bunalımından faşist hareket kitlelerin rızasını elde ederek çıkmıştır. Bu bağlamda Gramsci`de var olan hegemonya krizini açıklamakta fayda bulunmaktadır.

    Lenin, işçi sınıfının kendiliğinden bilinçlenemeyeceğini, onlara dışarıdan bilinç taşıyacak profesyonel devrimciler örgütünden oluşan öncü partinin gerektiği teorisiyle marksizme katkı koydu. Lenin`in bir diğer tezi ise her ekonomik kriz söz konusu olduğunda kendiliğinden sosyalist devrimin gerçekleşmeyeceği, öncü partinin müdahalesi gerektiğiydi. Bu konuya dair Lenin`den uzun da olsa bir pasaj alıntılanmalıdır. Lenin şunları söyler:”Bir marksist için, devrimci durum olmadıkça devrimin olanaksız olacağı kuşkusuzdur, ama her devrimci durumda devrime yol açmaz. Devrimci bir durumun göstergeleri, genel olarak nelerdi? Başlıca şu üç göstergeyi ileri sürerken yanılmadığımıza inanıyoruz: 1) Egemen sınıflar için egemenliklerini değişmez bir biçimde sürdürme olanaksızlığı; “doruk” bunalımı, egemen sınıf siyasasında, ve ezilensınıfların hoşnutsuzluk ve öfkesinin kendine yol açacağı bir çatlak oluşturan bir bunalım.  Devrimin patlaması için genellikle  “taban”ın eskisi gibi yaşamayı “istememesi” yetmez, ama “doruğun” artık bunu yapamaması da gerekir. 2) Ezilen sınıfların yoksulluk ve sıkıntısının, her zamankinden çok kötüleşmesi. 3) “Barışçıl” dönemlerde kendini ses çıkarmadan soyduran, ama çalkantılı dönemde genel olarak bunalım tarafından olduğu denli, “doruk”un kendisi tarafından da bağımsız bir tarihsel eyleme doğru itilen yığınların etkinliğinde, yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü görülen artış.”29https://solokul.blogspot.com/2017/12/ii-enternasyonalin-iflasi-batkisi.html Erişim Tarihi 14.02.2019

  25. LENİN, Vladimir İliç, Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, (çev. Muzaffer Kabagil), 2. Baskı, 1977, Eriş Yayınları,  Ankara, s.74
  26. Krizin eskinin ölmekte, yeninin doğamamakta oluşu mevhumuna edebiyat tarihinden Charles Dickens`ın muhteşem romanı İki Şehrin Hikayesi`nin başlangıç cümlelerinden örnek verilebilir. Şu cümleler bu mevhuma dair son derece rafine metafor sunmaktadır: “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü; bilgelik çağıydı, ahmaklık çağıydı; inanç devriydi, inançsızlık devriydi; aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi; umudun baharıydı, umutsuzluğun kışıydı; önümüzde her şey vardı, önümüzde hiçbir şey yoktu.” (DİCKENS, Charles, (çev. Saniye Güven), Bordo Siyah Yayınları, İstanbul, s.1)
  27. akt. CARNOY, s.10733 bilincin gelişmesine ve kitle eylemlerine yol açmazdı. Bu noktada yine Carnoy`un Gramsci `de pasaj aktarmasına değinmekte fayda var. Gramsci şöyle diyor: “Kriz, saldıran güçlere zaman ve uzamda yıldırım hızıyla örgütlenme yeteneğini veremez; onlara mücadele ruhu kazandırması da daha düşük bir olasılıktır. Benzer bir biçimde, savunmadakiler de morallerini bozmadıkları gibi, yıkıntılar arasındayken bile ne mevzilerini terk ederler, ne de kendi güçlerine ve geleceklerine olan güvenlerini yitirirler.”34A.g.e., s.107
  28. Peter Weiss, Direnmenin Estetiği, İletişim Yayınları, çev. Çağlar Tanyeri-Turgay Kurultay s.572
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×