Kürt isyanlarının İslam’la buluşması

Ters yüz edilmiş, unutulmuş bir tarih söz konusudur

Tarihini bilmeyen, onu kendine göre yorumlayan

bir entelektüel hareketin başarı şansı yoktur. Memed Uzun

Modern anlamda ulus kavramının tarih sahnesine çıkışı, burjuvazi kavramı ile eş zamanlıdır. Bu dönem aynı zamanda tarih sahnesine işçi sınıfının da çıktığı dönemdir. Ulus, burjuva, işçi sınıfı gibi kavramlar modern zamanların eş zamanlı tanımlamalarındandır.

Stalin, ulus kavramını “tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliği” olarak tarif eder.1

Materyalist düşünürlerin, milliyetçilerden ayrışarak ulaştıkları sonuç, milliyetçiliğin sanayileşmenin bir sonucu olarak ortaya çıktığı yönündedir. Örneğin Ernest Gellner milliyetçiliğin sanayi toplumunun bir özelliği olduğunu ve varlığını büyük oranda ekonomi güçlerine, siyasi güce ve bürokratik yönetime borçlu olduğunu iddia eder. 2 Eric Hobsbawm’a göre ise milliyetçilik, kapitalizmin ihtiyaçlarını gidermek için, yöneten sınıf tarafından üretilmiş bir kavramdır. Hobsbawm ayrıca siyasi sistemlerin ve yönetici aygıtların, uluslararası iş bölümünün küreselleşen güçlerinin dayattığı “ulusal-sonrası” döneme doğru ilerlediğini ileri sürer. 3

Ulusal sorunu Türkiye bağlamında ele aldığımızda ise en can alıcı başlıklardan bir tanesini (1923 ve Türk ulusal kimliğinin inşasını ve süreçlerini bir kenara koyacak olursak en genel söylemi ile) “Kürt sorunu” oluşturur. 4

Bu yazıda ise Kürt tarihinde ulusal bilincin gelişimine ve bunun İslamcılıkla kurduğu rezonansa bakmaya çalışacağız. Kürt isyanları tarihinde ise, iki isyanı öne çıkararak inceleyeceğiz. Bedirhaniler ya da Bedirhan Paşazadeler olarak anılan isyan ile Şeyh Ubeydullah isyanını ele alarak bir genellemeye varmaya çalışacağız

Milliyetçilik öncesi Kürt isyanları

Beş farklı ülkeye (öncelikle Türkiye, Irak ve İran olmak üzere, görece azınlıkta oldukları Suriye ve Rusya ile birlikte) bölünmüş olan Kürt emekçilerinin, özellikle Türkiye özelinde siyasal ve kültürel üretimi ayırt edicidir. Bu, gerek Kürt nüfusunun ana bölmesini oluşturan çoğunluğu kapsaması ile gerekse benzer açıdan Kürt nüfusunun en yaygın lehçesi olan Kurmacî lehçesinin konuşulduğu lokasyon olmasıyla ilgilidir. 5

Mevzu bahis Kürtler olduğunda pek çok araştırmacı Kürtlerde ulusal bilincin çok eskiye dayandığına dair yorumlarda bulunur. Masum sayılabilecek bazı yaklaşımlar olmakla birlikte bu açıdan yapılan pek çok araştırmanın eksik ve yöntemsel olarak hatalı olduğunu söyleyebiliriz. Bir diğer hatalı yaklaşım ise Kürtlerin dinsel bağlantılarının yer yer ulusal bilince dair göndermeler yaptığı varsayımıdır. 6 Bunun yanı sıra günümüzde elimize ulaşan birçok belge -özellikle Osmanlı Devleti’nin 1847-1867 yılları arasındaki salnameleri- Birinci Dünya Savaşından önce Kürtlerde ulusal bilince dair herhangi bir tutarlı veri olmadığını göstermektedir.

Osmanlı tarihinde vuku bulan isyanlarda, bazı zorlama yorumları dışarıda bırakacak olursak, Kürt milliyetçiliğine dair verilerin yetersiz olduğunu görüyoruz. Bunun en önemli göstergelerinden biri ise isyan eden liderlerin dini kimliğinin belirleyici olmasıdır.

Osmanlı’daki Kürt isyanları, 19. yüzyılın ikinci yarısında yaygınlık gösterir. Bu dönem aynı zamanda kimi Islahatlara ve bu Islahatların maddi ihtiyaçlarını gidermek için Osmanlı Devleti’nin merkezi otoriteyi güçlendirdiği sürece rast gelir. 19. yüzyılda baş gösteren Kürt isyanlarını ikiye ayırabiliriz. İlk örnekte aşiret karakteri belirgin ve isyan edenlerin bağımsızlıkçı yaklaşımlarının kendini hissettirdiği isyanlar öne çıkarken, ikinci örnekte daha çok boşalan Kürt aşiret otoritesini dini referanslarla yeniden tesis eden, dini kimliğin öne çıktığı isyanlar yer alır. İlk yaklaşıma verilecek örneklerde isyan eden liderler Mir 7 unvanını kullanılırken, akabinde gelişen isyanlarda ise daha çok Şeyh ya da Seyyid 8unvanlarını görmekteyiz.

Her ikisinin de modern anlamda milliyetçilikten uzak isyanlar olduğunun altını tekrar çizerken, esas dikkat edilmesi gereken noktanın, isyanların ortak kaderinin ulusal bilince evirilmeden, dini bir alana sıkıştırılmış olduğunu belirtelim.

İsyanlara gösterilen gerekçe, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Kürt aşiretlerine verilen göreli hakların, II. Mahmut dönemindeki merkezileşme süreci ve tasfiyesidir. Osmanlı’da modernleşme ve bunun bir çıktısı olarak merkezi yönetimi güçlendirme çabasından önce, Kürt aşiretleri çoğunlukla vergi vermeyen, topraklarında tımar yetiştirmeyen, daha çok Akkoyun ya da Safevi devletinden gelecek saldırı ya da tehlikelere karşı bir tampon bölge vazifesi görüyordu. 9

I I. Mahmut döneminde Osmanlı, Avrupa’ya kıyasla sömürgeleşme yarışında geri kalmış, belli ıslahatlarla kendisini yeniden yapılandırmaya çalışan, sömürgeleşemediği için de mevcut sömürüyü derinleştiren, doğası gereği ek vergi ve gelir için merkezi bütçeyi güçlendirmeye çalışan bir sürecin içindeydi.

Bu sürecin bir çıktısı olarak, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, esas olarak Kürtler üzerindeki Akkoyunlu tahakkümünü kırmak için verilen kimi haklar, özerk birimler, eyalet yönetimleri, 1846-47 yıllarına doğru yavaş yavaş geri alınıyordu.

Bu dönem ilk patlak veren isyan Mir Bedirhan isyanıdır. Mirliğinin idari dokunulmazlığını korumak için baş kaldıran Mir Bedirhan, Osmanlı Devleti’ni epey zorlamıştır. Mir Bedirhan’ın kendisi ise gerek bürokratik gerekse bölgesel otoritesi açısından Osmanlı Devleti’nin isyandan sonra dahi gözden çıkaramadığı bir kişiliktir. İsyandan sonra Osmanlı’nın bürokratik görevlerinde yer alan Mir Bedirhan, Osmanlı’nın yıkılışına kadar devletten maaş almaya devam etmiştir. 10 Bu veri, gerek isyanı gerçekleştiren Bedirhanilerin devlet nezdinde ne kadar önemli olduğu, gerekse Osmanlı Devleti nezdinde ayaklanmanın milliyetçi yönünün ciddi bir tehdit oluşturmadığı konusunda kimi fikirler sunmaktadır.

Mir Bedirhan İsyanı (1842), Osmanlı Devleti’nde gerçekleşen Kürt ayaklanmalarıyla mukayese edildiğinde, görece bağımsızlık vurgusu olan, Kürtlük vurgusunun yüksek, kendi topraklarını bölmeye ve yönetmeye çalışan Osmanlıya karşı yerel programı güçlü, ayrılıkçı isyan örneklerinin önemli örneğidir. Kendisinden sonra tekrar eden örneklerde de bu hattın benzeyenleri ayrılıkçı geleneğin çizgisini oluşturur. Bu açıdan ayaklanmanın entelektüel tavrı ve ayaklanma biçimi kendisinden sonra gelecek örnekler için bir prototip oluşturur. 11

Benzer bir prototip yaratan ayaklanma ise Şeyh (bazı kaynaklarda Seyyid olarak da geçer) Ubeydullah isyanıdır (1880). Mir Bedirhan isyanından sonra doğan liderlik boşluğuna dini sıfatları da kullanarak yerleşen Ubeydullah, Şemdinan 12 dolaylarında yaşardı ve Nakşibendi tarikatının önde gelen ismiydi.

Elimizde Ubeydullah’ın milliyetçi olduğuna dair hiçbir veri bulunmamaktadır. Hatta yer yer Padişahla olan yazışmalarında, Kürdistan’ı tanımasını, kendisinin yönetmesine izin vermesini gerekirse karşılığında vergiyi 2 kat ödeyeceğini belirtir belgeler vardır. 13 Halifelik makamı ve Padişaha bağlılık ise, Nakşibendiliğin esaslarından biriydi zaten. Nakşibendilik dün de bugün de en asi tavrında dahi devletin eteğinden öte bir sınırı hiçbir zaman geçememiştir. Böyle bir tavrı ya da programı da yoktur zaten.

Bu temel ayrışma, yani Mir Bedirhan ve Şeyh Ubeydullah isyanı arasındaki ayrım, geçmişten günümüze, Kürt isyanlarının Siyasal İslam ile kurdukları ilişkinin genel koordinatlarını oluşturmaktadır. Bedirhan isyanı, ayrılıkçı ve bağımsızlıkçı, padişah otoritesi ile pek uzlaşma yanlısı olmayan, Avrupa eğitimi görmüş, entelektüel bir hattı temsil ederken, Ubeydullah isyanı, ulusal tonların dini vurgunun gerisinde kaldığı, Nakşibendi tarikatının özellikle kendini hissettirdiği, özerklik yanlısı, Halife makamına bağlı, İslam kimliği ile devinen isyanlara örnektir.

İki isyanın da milliyetçi olmadığının altını yeniden çizerek hatırlatmakta fayda var.

Zira elimizdeki veriler Kürt milliyetçiliğinin sadece Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendini hissettirdiğini ve bir programa kavuştuğunu gösteriyor.

1. Dünya Savaşı ve sonrasında Türkiye’de Kürt hareketi

Birinci dünya savaşından sonra pay edilen Osmanlı’nın, yıkılışının kesinleştiği bir eşikte, Kürt siyasetçiler ayrı bir devlet kurma fikri ile programlar oluşturmaya çalıştılar. Henüz tam olarak bir milliyetçi programa sahip olduklarını söyleyemesek de gidişatın bu süreci beslediğini söylemek yanlış olmaz. Bazı araştırmacılar ise bu süreci bir tür Kürt “ön milliyetçiliği” olarak tarif eder.14

1919’da Paris’te gerçekleştirilen Barış Konferansı’na Kürtleri temsilen katılan Mehmet Şerif Paşa Kürt Teavün Cemiyeti’nin gönderdiği Kürt delegasyonuna başkanlık etti. Aynı yıl Memorandum sur les Revendication du Peuple Kurde (Kürt Halkının Talepleri Muhtırası) başlıklı bir broşür yayınladı. Şerif, bu broşürde bir Kürt devletinin kurulmasını istiyordu. 15

Ancak bu veriler tutarlı ve sürekliliği olan örneklere tekabül etmiyordu. Dini tonları aşamayan, aydınlanma çizgisinden uzak liderler, tüm örneklerde geriye düşüyordu. Hakan Özoğlu bu durumu şöyle açıklıyor:

“Şerif Paşa, Kürt milliyetçiğine içtenlikle bağlı değildi. Şerif, İstanbul’un baskısı altında Kürt ayrılıkçı fikirlerini terk etti ve Kürt siyasi sahnesinden çekildi. Böylece 23 Nisan 1920 tarihli bir telgrafta sultan halifeye, halifeliğe bağlı olduğunu ve Paris Barış Konferansı’ndaki Kürt delegasyonunun başkanlığından ayrıldığını bildirdi” 16

Bu dönem yaşanan ayaklanmalar zaman zaman aileler ve aşiretler arasındaki rekabete, zaman zaman dini referansların yol göstericiliğine teslim olmuştur. Zira henüz Kürtler nezdinde olgunlaşmış ulusal bir program ve strateji mevcut değildir.

Genç Cumhuriyetin ilk yıllarında baş gösteren Kürt ayaklanmaları da benzer süreçleri yansıtıyordu. Baş gösteren isyanlardaki İslami vurgular, isyanların ulusal bilinçten ziyade merkezi hükümete dönük bir karşı örgütlenme olarak öne çıktığını gösteriyor.

Genç Cumhuriyetin kendi varlığına ciddi bir tehdit olarak gördüğü 1925 Şeyh Sait ayaklanması, Bingöl dolaylarında birçok yerde geçici egemenlik sağladı. Bir Nakşibendi Şeyhi olan Şeyh Said, İstanbul’da Şeyh Ubeydullah’ın soyundan gelen Abdülkadir ile temas kursa da yeterli yaygınlığı ve egemenliği oluşturacak güce sahip olamadı. 17

İsyanların Nakşibendi hizbine örnek olan Şey Said ayaklanması, tam olarak bağımsızlık hedefi gözetmiyordu. Çünkü İslam ümmetinin birliğine inanıyordu ve İstanbul’daki sultanı meşru halife olarak görüyorlardı. Nakşibendilere göre özerklik hem İslami birliğe halel getirmiyordu hem de kendilerince bağımsızlık sağlıyordu.

Tarih boyunca bağımsızlık vurgusunun yerini alan özerkliğe aynı zamanda İslami vurgunun eşlik etmesi dolayısı ile tesadüf değildir. Programatik bir tercihtir.

1925 Şeyh Sait ayaklanmasının kimi ulusal programa sahip çevrelerce destekleniyor olması ya da isyanın içinde yer alan Kürt ulusalcılarının varlığı isyanın bir ulusal programa sahip olduğunu ya da bir ulusal bilinci yansıtıyor olduğu sonucunu vermiyor. 18

Hikmet Kıvılcımlı da bu konuda, ağırlığı isyanın ulusal tonlarından ziyade İslamcı oluşuna kaydırarak ele alır.

“Şeyh Sait isyanında, isyanın hedefinin, herkesin kendince, her sınıf ve zümrenin kendi menfaatince anladığı müphem bir manası var veya yok idi: şeriatı kurmak!

Şeyh Sait isyanında şark vilayetleri halkı ve Kürt köylülüğü büyük bir ders aldı: ağalığın bu isyanı boğduğunu ve ağalığın bir halk isyanına gelemeyeceği… gün gibi aydın oldu.” 19

İsmail Beşikçi ise konuyu direkt olarak, feodal ağaların, feodaliteyi devam ettirmek adına, ulusal söylemler ve sloganlar kullanması olarak tarif eder.20


Şeyh Said’in 1925 ayaklanması sırasında pek çok Kürt aşiretini bir araya getirmesi, bunların arasında Kürdi söylemlerin yer yer öne çıkması, Kemalist iktidara karşı çetin bir mücadeleye girmiş olması, isyanı ilerici kılmıyor. Ya da daha net ifade ile isyanın gerici, halifeci, ümmetçi yanını gizlemiyor.

1925 Şeyh Sait isyanının sözüm ona ne kadar “ulusalcı” bir programa sahip olduğuna dair vurgunun, Kürt Siyasi Hareketi tarafından, özellikle 2000’li yılların sonrasında İslamcı taban ile kurduğu rezonansın akabinde dile getirilmiştir. Esasında PKK’ye ait pek çok yayında, Şeyh Sait’in İslamcı karakterini eleştiren ve ulusal bir programdan uzak kurgusuna dair girdiler sürekli yapılmıştır. 21

Gelenek okurlarının yazılarına aşina olduğu Aydemir Güler ise, Yolları Birleştirmek adlı çalışmasında, dini referansları öne çıkaran isyanların ulusalcılıkla kurduğu ilişkiyi şöyle tarif eder:

Din faktörü ile isyanların ulusal niteliği arasındaki mantıksal çelişki, birbirini karşılıklı dışlayan mutlak bir çelişki değildir. Geç uluslaşma süreçlerinde dinin, birleştirici bir faktör olarak devreye girmesine sık rastlanır. Kürtlere 1920 ve ‘30’larda kimlik kazandıran bir öge de laik merkeze karşı direniş olmuştur. Bu ögenin kendisinin ulusallıkla ilgisi yoktur, ama varlığı, ortak kimlik ediniminin bir parçasını oluşturmuştur.”22

İşçi sınıfı mücadelesi ve Kürt ulusal bilinci

Kürt milliyetçiliğine dair gerek programatik gerek biçim olarak ilk çalışmalar Birinci Dünya Savaşı’nın akabinde kurulan Kürt dernekleri vasıtasıyla karşımıza çıkar ve bunlar tarihsel olarak Kürt isyanlarının dini referanslı örneklerini değil, ayrılıkçı ekolünün devamını yansıtır.

İslami referansın, özellikle de Nakşibendiliğin, belirleniminde şekillenen ayaklanmalarda Kürt ulusal bilinci bir söylemden ya da hedeften öteye gidememiştir.

İslam inancından belirlenen tüm isyanlar Halife makamı ile dayanışmayı bir vesile referans kılıp milliyetçiliği geri plana itiyordu. Zira milliyetçilik ilanihaye ümmetçilik ile çelişiyordu.

Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti ile Kürt Teavün Cemiyeti gibi dernekler ve kimi partiler milliyetçi ve ulusal programların ilksel örneklerini teşkil eder. Bu örnekleri yukarıda tarif ettiğimiz haliyle bir tür Kürt “ön milliyetçilik” olarak da tarif edebiliriz.

Ancak modern anlamda ulusal bir programdan ve örgütlenmeden bahsedebilmek için Kürt halkı esasen İkinci Dünya Savaşı sonrasını bekleyecekti.

Özellikle Sovyetler Birliğinin, İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde faşizmi yenmesi, uluslararası alanda elde ettiği kazanımlar ve prestij, dünya işçi sınıfı ve ulusal hareketlere olumlu etki etmiştir. Pek çok yerde sosyalizmin dünya ölçeğinde elde ettiği kazanımlara bir önlem olarak kapitalist cephede, sosyalizme karşı bir önlem olarak demokratik açılımlar gerçekleştirilmiştir. Ülkemizde de kimi açık parti ve sendikal adımların ve çok partili sürece geçişin bu döneme denk gelmesi tesadüf değildir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ulusal programa sahip pek çok ayaklanma ve isyan baş gösterdi. Latin Amerika, Afrika başta olmak üzere baş gösteren ulusal ayaklanmalar büyük ölçüde sol, sosyalist hareketlerce belirleniyor ve SSCB ile bağ kuruyordu.

Ortadoğu’da Arap milliyetçiliği sol referanslar ile yeniden uyanıyordu ve anti emperyalizm, işçi sınıfı mücadelesi ulusal programları besliyordu.

Kürt siyasal tarihinde de ulusal program ve hedefe sahip kimi ayaklanmalar bu döneme denk düşer.

1958’de başlayan, özellikle Irak Kürdistan’ındaki eylemler ve kazanımları Türkiye’de de kendisini hissettiriyor ve örnekler yaratıyordu.
Bu dönem aynı zamanda SSCB’de yaşayan Kürtlerin, dil, kültür, tarih ve edebiyat alanında ürettikleri çalışmalar ile ulusal bilince sosyalist bir etki yarattığı bir dönemdi. Kürt tarihinin ilk Kürtçe romanı, modern tiyatrosu, sineması, akademik birimleri burada belirleniyordu.

Türkiye’de ise “49’lar” olarak bilinen birçok Kürt aydınının, bir arayışa ve mücadeleye başladıkları dönem de yine bu sürece denk gelir.23

Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci, Naci Kutlay gibi pek çok aydının öne çıktığı bu dönem, Kürtlerin Türkiye metropollerinde sınıf mücadelesi ile tanıştığı, Marksistlerle buluştuğu, özellikle Batı kentlerinde üniversite okumaya gelen gençlerin sosyalizmden belirlenen ulusal programlarla buluştukları bir dönemdir.

Bu süreçte dinin belirlenimden uzak, dil, kültür ve tarih çalışmalarının seküler kaynak ve referanslarla belirlendiği, Kürt ulusal çalışmalarının, kendi tarihsel seyrinin en ileri örnekleri hayata geçiriliyordu.

Akabinde dernek ve siyasi yapılarda örgütlenmeye başlayan Kürtler, ilk dönemlerde Doğu Devrimci Kültür Ocakları gibi daha çok kültürel devinimli yapılarda bir araya geliyor ve Türk Marksistlerle Kürt gençleri bir etkileşimin kapısını açıyordu.

Bu bereketli dönem, Kürt tarihinde pek çok siyasi örgütün ve derneğin ortaya çıktığı birçok derginin yayınlandığı, Kürt dilinin Türkiye’de belli açılardan (özellikle süreli yayınların katkısıyla) bir standarda kavuştuğu dönemdir.

Dönemin siyasal yatağını tarihsel Türkiye İşçi Partisi oluşturur. 13 Şubat 1961 yılında kurulan TİP, Kürtlerin yaygınlık gösterdiği siyasal partidir. TİP’in programı Kürtlerin örgütlenmesi adına genel bir çerçeve çiziyor ve daha çok demokratik bir tarif yapıyordu. 24 TİP’in tertip ettiği ve Doğu Mitingleri adı verilen Silvan, Diyarbakır, Siverek, Batman, Dersim, Ağrı ve Ankara’da gerçekleştirilen mitinglerde Kürtlerin hak ve talepleri dile getirilmiştir. Dönemin özgünlüğü açısından, Türkiye işçi sınıfı mücadelesi ile Kürt emekçilerin ulusal haklarının aynı koldan ilerlediği sürecin “Doğu” mitinglerinden birinin Ankara’da olması ise kıymetlidir.

İlgili dönemin akabinde Kürt siyasiler, kendi örgütlerini kurmaya başladılar.

Bu dönem ortaya çıkan örgütler: Ala Rızgari (Kurtuluş Bayrağı), DDKD (Doğu Devrimci Kültür Dernekleri) Kawa,25 KUK (Kürt Ulusal Kurtuluşçuları), Özgürlük Yolu, Rızgari (Kurtuluş) Tekoşin (Mücadele) PKK (Kürdistan İşçi Partisi).26

Bahsi geçen örgütlerin isminden de anlaşılacağı üzere Türkiye’deki sınıf mücadelesinin Kürt ulusal hareketiyle etkileşimi görülür. Pek çok örgüt benzer isimlerle çıkardıkları dergilerde, Kürt halkının tarihsel sınırlarını yeniden çizerken, geç kalınmış uluslaşma ve ulusal mücadele sürecinin sosyalizmle bağını kurarak, tarihsel seyrine oturtmaya çalışıyordu.

Kürt mücadelesinin ve isyanlarının İslami referanslardan uzaklaştığı, ulusal programın kesin bir çerçeveye oturduğu dönem bu sürece denk düşer ve Kürtlerin yaşadığı diğer ülkelerde de durum benzerlikler taşır. Suriye Komünist Partisi üyesi olan, Marksist Şair Cegerxwîn’in şiirleri elden ele dolaşırken, dizeleri sloganlar halinde meydanlarda yerini alıyordu.

Dönemin ulusal talepleri, sosyalizm programı ile buluştuğu ölçüde, tarihsel olarak da en ileri ulusal programı oluşturuyordu.

PKK’nin ulusal program ve siyasal İslam ile etkileşimi

PKK, yola çıkarken, kurucularından Abdullah Öcalan tarafından 1978 yılında yazılan manifestosunda, Kürdistan Devriminin Yolu’nda “ulusal kurtuluşçu ve proleter devrimci” bir hareket olarak tanımlıyordu.27

PKK, herhangi bir Kürt bir örgütünün devamı değildi ve kadrolarının 1970’li yıllarda aktif Kürt siyasal partileri ile önemli ilişkileri olmamıştı. PKK’nin siyasal geçmişi Kürt siyasetinden ziyade, Türkiye’deki devrimci sol hareketten belirlenmiştir ve orada doğmuştur.

Çıkış noktasında ise, program ve doğrultu olarak dini referanslardan uzak, seküler bir hat izlemiştir. Ulusal programı Marksist perspektif ile belirlediğini iddia eden hareket, bayrağında orak çekiç sembolleri taşırken aynı zamanda Kürt illerinde de aşiretleri ve dini liderleri karşısına alarak mücadelesine başlamıştır.

Kürt tarihindeki son büyük isyan28 olarak tarif edilen PKK ayaklanmasının devlet güçleri ile silahlı mücadeleye girdiği 15 Ağustos 1984 tarihinden bu yana, siyasal İslam ile ilişkisi sürekli ve bir bütün hat oluşturmamaktadır. 1990’lı yıllarda Kürt illerinde Kürt yurtseverlerine ve solcularına karşı devlet tarafından bir maşa olarak kullanılan Hizbulkontra ile bir dizi çatışma yaşayan, pek çok aydınını ve kadrosunu İslamcı çetelerin suikastlarına kurban veren PKK, bu dönemde seküler bir dilde ısrar ediyor ve ulusal mücadeleyi sol referanslarla örüyordu. Tarihsel olarak da Kürt isyanlarındaki bağımsızlıkçı, ilerici, aydınlanmacı, kabaca yukarıda tarif ettiğimiz Mir Bedirhan ekolünün ögelerini de öne çıkarıyordu.

Örnek olsun, artık Mir Bedirhan ailesinden gelen Mikdat Bedirhan tarafından 22 Nisan 1898 tarihinde çıkarılan Kürt tarihinin ilk gazetesi Kürdistan’ın yıl dönümü, Kürt Gazetecilik Günü olarak kutlanırken, yine aynı aileden gelen kıymetli Kürt aydınlarından Celadet Ali Bedirhan’ın 15 Mayıs 1932 tarihinde tamamı Latin grafikli olan ilk Kürtçe dergi olan Hawar’ın yıl dönümü Kürt Dil Bayramı olarak tarif ediliyordu.

Newroz miti, Demirci Kawa destanı, seküler bir biçimde yeniden üretiliyor, geleneksel örüntüleri modern biçimlerle yeniden tarif edilirken konu bir miting kürsüsü haline geliyordu. 29

1990’lar ve SSCB’nin çözülüşü

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının akabinde Dünya’da ve ülkemizde, aydınlanmanın ve işçi sınıfının kazanımları bir bir tasfiye edilirken, yerine liberal tezlerle örülmüş bir süreç inşa ediliyordu. Ortadoğu’nun da payına (sadece Kürtlerin değil) ilerici damarı törpülenmiş ve piyasa ile ilişkileri yeniden tesis edilmeye çalışılan mücadele alanları kalıyordu.

PKK bu süreçte programındaki sosyalizan ögeleri çıkarmış, bayrağındaki orak çekici değiştirmiştir. “Sosyalist Kürdistan” hedefinin yerini zaman içinde demokratik cumhuriyet, konfederalizm, özerklik ve şimdilerde ise “ekolojik demokratik modernite” almıştır.30

Merkeziyetçiliğin demokrasiyi öldürdüğü, her şeyin yerelden inşa edilmesi gerektiği, sosyalizmin 1990’lı yılların öncesinde kalmış aşılması gereken bir kavram olduğu, yerine yeni olanın inşa edilmesi gerektiği, devlet dışı örgütlenmelerin ve sivil toplumculuğun öne çıktığı, düşünürlerinin Marksist külliyattan ziyade Murray Bookchin, Michael Hardt ve Antonio Negri isimlerden beslendiği sürecin koordinatları, bağımsızlıktan özerkliğe doğru kaymaktaydı.

Tarih içinde özerklik ile Siyasal İslam kavramları ve fikirleri ise hep yan yana ilerlemiştir. Sermaye ile bir vesile ilişki kurmayı ve sürekliliği esas alan özerklik fikrinin Kürt tarihindeki ilk savunucuları, Nakşibendilik ve Şeyh Ubeydullah geleneği, Şeyh Said, Sait Nursi gibi isimler bu dönemde yeniden gün yüzüne çıkıyordu.  Kürt illerinde Demokratik İslam Konferansları düzenlenirken, Şeyh Said’in torunlarına bir zamanlar seküler olan hareketin kapıları sonuna kadar açılıyordu.

Özellikle 2013 Newroz’unda, Diyarbakır’da okunan Öcalan’ın mektubu, bu sürecin bir tartışma ya da düşünce olmaktan ziyade bir programa kavuştuğunu, “İslam Kardeşliği” fikrinin Kürt halkının talepleri için verilen mücadelede artık olmazsa olmazlarından biri olduğunu ortaya koyuyordu.31

İslam Kardeşliği’nin ilanı, Diyarbakır’da Dağkapı Meydanı’nın adının Şeyh Sait Meydanı olarak değişimi, Demokratik İslam Konferansları, bağımsızlık fikrinden özerkliğe doğru geçişin ana hatlarını oluştururken, ulusal programın yerini de “yerelden yönetim” tezleri alıyordu.

Tarihsel veriler bizlere, dünden bugüne, Kürt ulusal bilincinin, Siyasal İslam ile açtığı mesafe oranınca gelişim gösterdiğini ve yalnızca aydınlanmacı, ilerici, işçi sınıfının çıkarları ile uyumlu programların ulusal bilinci toplumsallaştırdığını gösteriyor. Geçmiş bizlere, uluslaşma ve devletleşme sürecini kaçırmış bir topluluğun, bugün ulusal haklarının ve kültürel deviniminin ileriye doğru sıçraması için en uygun zeminin sosyalizm programı ile kuracağı ilişkiden belirleneceğini gösteriyor.

Zira yeniden 1920’li ya da 1950’li yıllara geri dönülemeyeceğine göre, konu bir ruh çağırma ayininden ibaret görülmeyecekse, ulusal hakları ve kültürü sosyalizm programı ile yeniden üretmek dışında bir seçenek kalmıyor. Ulusalcılığın yetersiz kaldığı yerde sadece onu aşan bir program tarihsel ihtiyaçlara cevap verebilir. Bu da yalnızca sınıfın ulus üzerinde zaferi ile mümkündür.


Kaynakça

1)Mehmed Uzun, Bir Dil Yaratmak, İthaki Yayınları, 4. Baskı 2008, İstanbul

2)J. Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, Sol Yayınları, 12. Baskı, 2012 Ankara

3)Ernest Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak, İletişim Yayınları, 1. Baskı 1998, İstanbul

4)Basil Nikitin, Kürtler, Deng Yayınları, 3. Baskı 1991, İstanbul

5)E.J. Hobsbawn, Milletler ve Milliyetçilik, Ayrıntı Yayınları, 4. Basım 2010, İstanbul

6)Yeni ve Yakın Çağda Kürt Siyaset Tarihi, SSCB Doğu Bilimleri Enstitüsü ve Kürt Komisyonu, Pêri Yayınları, 3 Baskı 1998, İstanbul

7)Hakan Özoğlu, Osmanlı’da Kürt Milliyetçiliği, İletişim Yayınları, 1. Baskı 2017, İstanbul

8)Celadet Ali Bedirxan, Günlük Notlarım, Avesta Yayınları, 1. Baskı 1997, İstanbul

9)Chris Kutschera, Kürt Ulusal Hareketi, Avesta Yayınları, 1. Baskı 2001, İstanbul

10)Aydemir Güler, Yolları Birleştirmek, Gelenek Yayınevi, 2001 Haziran, İstanbul

11)İsmail Beşikçi, Doğu Anadolu’nun Düzeni, Yurt Yayınları, 1 Baskı 1992, Ankara

12)Serxwebun Dergisi, Sayı 12, Yıl 1987 http://www.arsivakurd.org/ (Son erişim tarihi 28/03/2019)

13)Yavuz Çamlıbel, 49’lar Davası, Siyam Kitap, 1. Baskı 2015, İstanbul.

14)Selim Murat, Kürdistan’da Örgütlenmenin Tarihçesi, Kürt Solu Serisi No:7, Gün Yayıncılık, 1. Baskı 2002, İstanbul

15)Musa Anter, Hatıralarım, Aram Yayınları, 3. Baskı 2013, İstanbul

16) Joost joondergen-Ahmet Hamdi Akkaya, PKK Üzerine Yazılar, Vate Yayınları, 1. Baskı 2015, İstanbul

17)Yücel Demirer, Tören Simge Siyaset, Türkiye’de Newroz ve Nevruz Kutlamaları, Dipnot Yayınları, 1. Baskı 2012, İstanbul

18)Aydemir Güler, Türkiye Sol Tarihinde Yöntem ve Tartışmalar, Yazılama Yayınevi, 3. Baskı 2015 İstanbul

Dipnotlar

  1. J. Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun, s.15
  2. E. Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak, s.33
  3. E. J. Hobsbawm, 1780’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik
  4. Türkiye’de liberal tarihçiler ve akademisyenler genelde ulus sorunu deyince Kürt sorunundan öteye gidememek ve ulus sorununu sadece Kürtler ile sınırlamak konusunda ciddi bir tutarlılığa sahiptirler. Yöntem ve inceleme açısından ise Marksizm ile açtıkları mesafe ibret vericidir.
  5. Basil Nikitine, Kürtler, s87
  6. Bu yaklaşım yer yer Sovyet Kürdologlar tarafından da üretilmiştir. Örnek olsun 19. Yüzyıldaki Kürt ayaklanmalarının kimi örneklerinde, Kürtçe bilmeyen imamlara karşı alınan tavrın Kürt ulusal bilincine dair bir veri olduğunu ileri sürenler olmuştur. [Yeni ve Yakın Çağda Kürt Siyaset Tarihi, Pêrî Yayınları 3. Baskı 1998, İstanbul s. 9,25,30] Bu yaklaşım iki nedenle sorunludur. İlki, cemaat genelde Kürt ya da Türk imam açısından değil mezhepsel açıdan belirlenmektedir ve benzer kaynaklar bize merkezden gönderilen imamların Şafî mezhebinden olmaması üzere sorun yarattığını göstermektedir. İkincisi ise yerel dini liderlerin yönettiği cemaatlerin ulusal programlarla bir ilişkisi yoktur. Bu tarifin Kürtlerde ulusal bilinci, ulusal varlığı ispat ve inşa süreci açısında ilksel çalışmalar olarak ele alıp “iyi niyetli” araştırmalar olarak bir kenara koymaktan başka seçeneğimiz yok.
  7. Kürtçede; yöneten, amir, bey, baş anlamında kullanılır.
  8. Şeyh kelimesi bir tarikat ya da cemaatin liderliğini tarif ederken, Seyyid kelimesi daha çok kişinin akrabalık ilişkilerinin Muhammed Peygambere dayandırıldığı tarif eder.
  9. Hakan Özoğlu, Osmanlı’da Kürt Milliyetçiliği, s.93
  10. Celadet Ali Bedirhan, Günlük Notlar 1922-1925, s.32
  11. İsyanı gerçekleştiren Mir Bedirhan, Cizre’ye Kürt bayrağını diktikten sonra adına hutbe okutup para bastırır. Muktedir olduğu süre zarfında ise, Avrupa’ya eğitim görmesi için gençleri yollar. Bir adet barut ve top atölyesi (bazı kaynaklarda fabrikası geçer) kurdudur.
  12. Bugün Şemdinli’ye adını vermiş hem bir aile hem de bir yerleşke adıdır. Bazı kaynaklarda Şemzinan olarak da geçer. Günümüzde Hakkari’de Şemdinli, Derecik ve Yüksekova dolaylarını kapsar.
  13. Hakan Özoğlu, Osmanlı’da Kürt Milliyetçiliği, s.143.
  14. Hakan Özoğlu, Osmanlı’da Kürt Milliyetçiliği, s?
  15. A.g.y,  s.201
  16. Ag.y., s.202
  17. Şeyh Said’in Şeyh Ubeydullah soyundan gelen biri ile temas kurması önemli bir ayrıntıdır. Meşruiyet ve devinimi bir başka Nakşibendi şeyhi olan Ubeydullah’ın torunları ile bağ kurarak sağlamlaştırmaya çalışan Şeyh Said’in bu ayaklanması, 1880’li yıllardan sonra baş gösteren isyanlardaki Şeyh unvanına ve dini karakterlere hem örnek hem de süreklilik teşkil eder.
  18. Chris Kutschera, Kürt Ulusal Hareketi, s.101
  19. Kıvılcımlıdan Aktaran: Aydemir Güler, Yolları Birleştirmek, s.127
  20. İsmail Beşikçi, Doğu Anadolu’nun Düzeni, s.26
  21. Serxwebun Dergisi’nin 1987 Sayılı 12. Sayısında Şeyh Said’in Kürtleri ateşe attığına, gericilik yaptığına dair birçok vurgu vardır.
  22. Aydemir Güler, Yolları Birleştirmek, s.112
  23. 1959 yılında yeniden uyanmaya başlayan Kürt ulusal mücadelesine karşı, Kürt aydınlarının çoğunluğu tarafından sol ve sosyalist damarla kuracağı bağ ve çıkıştan kaygılanan Menderes Hükümeti’nin büyük tutuklama sürecidir. Tutuklananların sayısı 50 kişidir. Cezaevinde işkencelere dayanamayarak ölen Emin Batu, hem bu tarihin gizli ve kıymetli kahramanlarındandır hem de yaşamını yitirdikten sonra geriye kalan 49 kişinin “49’lar” olarak anılmasının vesilesidir. Emin Batu’nun kaldığı koğuşun duvarlarını ölemeden evvel yazdığı “Esaret bahçesinde bir gül olmaktansa, özgürlük bahçesinde diken olmayı yeğlerim” cümlesini yazdığı bilinir (Musa Anter Anılarım/ Yavuz Çamlıbel 49’lar Davası)
  24. TİP’in, Kürtlerle ilgili temaslarının program üzerinden ayrıntılı incelemesi için: Aydemir Güler, Türkiye Sol Tarihinde Yöntem ve Tartışmalar, Yazılama Yayınevi, 2015, s.239
  25. Firdevsi’nin Şahnamesinde geçen Kürt destanı olarak anılan bölümdeki halk kahramanı Kawa’dan alır adını
  26. Kürdistan’da Örgütlenmenin Tarihçesi, Selim Murat, s.188.
  27. Joost joondergen-Ahmet Hamdi Akkaya, PKK Üzerine Yazılar, s.3
  28. PKK, 15 Temmuz 1984 tarihinde başladığı ayaklanmayı tarihsel olarak 29. büyük Kürt isyanı olarak tarifler
  29. Yücel Demirer, Tören Simge Siyaset, Türkiye’de Newroz ve Nevruz Şenlikleri
  30. Joost joondergen-Ahmet Hamdi Akkaya, PKK Üzerine Yazılar
  31. Bu Newroz açıklamasının, Siyasal İslam fikrine yekten karşı ve PKK mücadelesi içinde yer alan aydınlanmacı, ilerici ve özellikle de Alevi kadroların tasfiyesinden sonra gerçekleşmesi bir dizi tartışmayı doğurmuştur. Özellikle Kürt sağı içinde yapılan kimi yorumlar, tüm bu süreçlerin Paris Katliamı olarak bilinen 2013 Ocak ayındaki Sakina Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez suikastının akabinde gerçekleşmiş olmasını devletin böylesi bir sürecin önünü açmak için bir kolaylaştırıcı rolünü olarak tarif eder.