Mâe Africa, ta ser feliz um dia Afrika için bir dönemlendirme denemesi

…Afrika Boynuzu’nda emperyalistlerin askeri nüfuz yarışı sürüyor. Çin’in Afrika’daki ilk askeri üssünün bulunduğu Cibuti, Rusya’dan gelen üs talebini reddetti. Bunun üzerine Rusya Kızıl Deniz’e kıyısı bulunan ve bu nedenle de Afrika’nın geri kalanına ulaşım için oldukça stratejik bir noktada bulunan Sudan’da bir askeri üs için girişimlere başladı. Ocak ayında bugün tüm dünyanın gündemine giren ve savaş suçlusu diktatör El Beşir’i koltuğundan eden protestolar devam ederken, Rusya ile Sudan arasında askeri üs anlaşması için ilk adımlar da atılıyord 1...

Ocak ayından beri Sudan’da süren halk ayaklanması, yolsuzlukların peş peşe açığa çıktığı Güney Afrika’da yapılan seçimler ya da periyodik olarak yayınlanan açlık ve yoksulluk sıralaması haberleri ile Afrika kıtası gündemdeki yerini koruyor. Yukarıda uzunca bir paragrafı bulunan gazete haberi ise bugün Afrika’nın herhangi bir yerinde yaşananlarda emperyalizm içi rekabetin rolünü örneklemek için alıntılandı.

50 ulusun yaşadığı ve 200’ün üzerinde dilin konuşulduğu ve aslında Atlantik’e bakan batısı, güneyi, Arap yarımadasına bakan doğusu, büyük ırmak vadilerinin oluşturduğu kuzeyi ile oldukça heterojen bir yapısı olan, üç Avrupa büyüklüğünde koca bir kıtaya dair bir yazı yazmanın oldukça iddialı olduğunu söyleyerek başlamalı. Kaynakları zengin olsa da ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalı ve zayıf olan, yerel paranın değersiz, toplumsal hiyerarşinin keskin, iç çatışmaların ise şiddetli olduğu yaşlı kıta hakkında yazmaya çok eski zamanlardan da başlanabilir. Bizse geçtiğimiz yüzyıldan bugüne emperyalist paylaşımın sahası olmuş ve kaynakları yağmalanmış bu kıtaya dair yirminci yüzyılın ikinci yarısını ve günümüzü kapsayan süreçte bir dönemlendirme denemesi yapacak ve bugünü tartışacağız. Dönemlendirme denemesini bazı olgu örnekleriyle desteklemeye çalışacağız, bu örnekler Etiyopya, Angola ve Güney Afrika olacak. Dışarıda bırakılan Somali, Kongo-Kinshasa, Sudan ve diğerleri incelemeye en az bu yazıya aldıklarımız kadar değer 2 Ancak seçtiğimiz üç ülke, kıtanın Avrupa’ya komşu sayılabilecek ve farklı dinamikler barındıran kuzeyini ayırdığımızda kıta tarihini temsil eden bir örneklem sunuyor.

Afrika önemli, zira geçmişte olduğu gibi bugün de “Afrika Afrikalılardan çok Afrikalı olmayanları ilgilendiriyor”. Bu büyük ve zor coğrafya bugün emperyalizm içi ekonomik, askeri ve siyasi rekabetin önemli sahalarından biri, bir kez daha. Neden böyle olduğu da aslında yapacağımız dönemlendirmedeki kesme noktalarından anlaşılabiliyor. Ancak günümüzde emperyalist hiyerarşideki değişiklikler, başat ülkelerin ve yayılma eğilimindeki Türkiye gibi ülkelerin farklı yönelimleri ve Afrika sermayesinin kendisi, ortaya bir önceki yüzyıl ile karşılaştırıldığında bambaşka bir harita çıkarıyor. İngiltere’nin güneydeki ve Fransa’nın batıdaki sömürge alanlarının belirleyici olduğu yüz yıl önceki harita bu süreçte çok defa şekil değiştirdi. Her değişiklikte, hatta yaşlı kıtada cetvelle çizilmiş her sınır çizgisinde farklı ivmelerde yürüyen sınıf mücadelelerinin izleri sürülebilir olsa da, bazı ortak çıkarımlara ulaşılabiliyor.

Zamanda kısa yolculuk

Lenin’in Emperyalizm’de söylediği gibi, kapitalist ülkelerin gezegende sahipsiz toprağa yer bırakmadığı, dünyanın tamamen paylaşıldığı ve artık toprakların ancak yeniden paylaşılmasının söz konusu olabileceği, toprağın bir “sahip”ten diğerine el değiştirebileceği çağda yaşıyoruz3 . Emperyalizme karşı ilerleme ve devrim fikirleriyle sürdürülen ulusal bağımsızlık mücadeleleri dünyada pek çok bölgeyi yirminci yüzyılın ilk yarısında şekillendirdi.

İkinci Dünya Savaşı boyunca Avrupa devletlerinin sömürgelerinin kaynaklarına ve insan gücüne fazlaca başvurmak zorunda kalmasının bir sonucu, Afrikalıların Marksizmle ve sosyalist fikirlerle tanışması, faşizm karşıtı mücadelenin ırkçılığa karşı radikal tutumların gelişmesini sağlaması oldu. 4 İkinci Dünya Savaşı sonrası akışın ilk durağı olarak ise “Afrika Yılı” olarak da bilinen 1960 yılını işaretleyebiliriz. Bu ilk durağı Sovyetlerin büyük desteği ve halkın eşitlik ve özgürlük talepleriyle şekillenen iktidar değişiklikleri, monarşilerin yıkılışı ve sömürge devletlerin özgürleşmesi tanımlıyor. Batılı tarihçiler tarafından Soğuk Savaş kapsamında iki blok (Batı ve Doğu) arasındaki rekabetin bir boyutu gibi yansıtılsa da, Sovyetler Birliği’nin Afrika’daki mücadeleye yaklaşımında anti-emperyalizm, ulusal kurtuluş hareketlerinin ve bağımsızlık mücadelelerinin desteklenmesi ve işçi sınıfının dayanışması gibi siyasi gerekçeler belirleyiciydi. SSCB’nin kıtayla ilişkilerinde önemli bir rol üstlenen Bilimler Akademisi Afrika Enstitüsü’nün Direktörü Pothekin’in 1960’ta yazdığı ve büyük bir coşku ve heyecanı yansıttığı yazısı, altmışlı yıllarda Afrika’daki dönüşümü şöyle ifade ediyor: “Önce Asya halkları, sonra Afrika halkları, emperyalizm tarafından dikilmiş ve kendilerini dünyanın geri kalanından ayıran bariyerleri yıktılar. Afrika’daki sömürge sistemi anti-emperyalist güçlerin etkili basıncı altında çöküyor. Sömürgeciler inatla direnmeye devam ediyor, manevralar yapıyor, silaha başvuruyorlar, ancak aldıkları her pozisyonda teslim olmaya mecbur kalıyorlar.” 5 Öte yandan Afrika’da 60’lı yıllarda yaşanan bu devrimler, endüstrileşme hamleleri içerse, millileştirmelere dayansa, bir kentli işçi sınıfı yaratsa ve nihayetinde bağımsızlığı ve ırklar arasındaki farkların kapanmasını sağlasa da, toplumsal eşitsizlikleri geriletmekte ve Afrika toplumlarında dinin etkisini kırmakta yetersiz kalır. Sovyetler’de duyulan heyecanın ise birebir karşılığı olduğunu söylemek güçtür; ne yazık ki yeni kurulan ülkelerin ulusal burjuvazilerinde bağımsızlığa “Sovyet gölgesi” düşeceği yanılgısından kaynaklanan korku sonradan bu devrimlerin boğulmasında etkili olan nedenlerden biri olur.

Bununla beraber aynı yıllarda Bağlantısızlar Hareketi’nin kurulması işaretlenmesi gereken bir diğer gelişme. Harekete esin veren Afrika ve Afrika dışından liderlerin Sovyetler Birliği’ne sempati duyduğu, oradan cesaret aldığı, bu anlamda “bağlantısız”lığın bir simetri ya da eşit mesafe anlamına gelmediği ifade edilmeli6.  Zamanla sınırları genişliyor, iç gerilimleri ise artıyor. Ağırlığın Asya ve Afrika’dan Latin Amerika’ya kaydığı Bağlantısızlar Hareketi 90’lara doğru etkisini yitiriyor. Bunda Afrika’nın yoksul ülkeleri arasındaki çatışmaların ve bölünmeler ve hem ülke içi hem ülkeler arası büyük nüfus hareketlerinin (işçi göçleri ve zorla yerinden edilmeler) de payı var.

Gorbaçov döneminde başlayan ve Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ile devam eden süreci ise 90’lardan sonra Batı emperyalizmine rücu, maruz kalınan yağmacılık ve yaşanan kanlı iç savaşlar ile sınırların yeniden çizilmesi olarak görebiliriz. Elbette bu karşıdevrimci sürecin pek çok komünistin hayatına mal olduğunu, gerici liderlerin başa geçmesine ve toplumsal yaşamı büyük bir karanlığa sürüklemesine de yol açtığını bilmek gerekir.

Son dönemi, yani ABD’nin emperyalist sistemde belirleyici güç olma vasfının zayıfladığı yılları, Afrika sermayesinin uluslararası sermaye ile entegrasyonu, (yeni yeraltı kaynaklarının da bulunmasıyla birlikte) pazarın büyümesi 7 ve tekellerin varlığını sağlamlaştırması, diğer yandan da emperyalist devletlerarası bir denge stratejisi gütmeye çalışan yerel hükümetlerin bir tür ip cambazlığı sergilemesi karakterize ediyor. Dünya Bankası ve IMF’ye 2013’te Şi Jinping tarafından temeli atılan Kuşak ve Yol İnisiyatifi eklenmiş durumda. Afrika ile ticari işbirliğinde liderliği 2009’a kadar elinde bulunduran ABD bu konumunu Çin’e devretti.8Kamuya ait varlıkların özelleştirilmesi ve yabancı yatırımlar ile birlikte son on yıl içinde Afrika’da dünya ortalamasına göre yüksek büyüme oranları (%5 civarı) kaydedilmiş olsa da, büyük bir borçlanma içine giren Afrika ülkeleri gittikçe uluslararası sermayeye ekonomik ve siyasi olarak bağımlı hale geliyor. Afrika pastası Rusya, Hindistan, Brezilya, Körfez devletleri ve Türkiye’nin de pay alma iştahını kabartıyor. Ve son olarak, elbette kıta içi bir eşitsiz gelişimi dikkate almak gerek.

Öyleyse örneklerin ilkiyle başlayalım.

Etiyopya

İnsanlık tarihinde en eski yaşam alanlarından biri olmasıyla coğrafi olarak özel bir konumda olan Etiyopya sömürgecilik tarihinde de kıtanın geri kalanından farklı bir yere sahip. Uzun bir süre bağımsız bir monarşi olarak yönetilmiş, 1900’lerin başında kendi kısmi modernleşme denemelerini gerçekleştirmiş olan ülkede 1935’te Mussolini İtalya’sının işgaline altı yıl sürecek bir halk direnişi sonunda son verilir. Batı yanlısı Haile Selassie’nin yönetiminde İkinci Dünya Savaşı’nda askerleri Müttefik Devletler’le birlikte savaşan Etiyopya Kore Savaşı’nda Amerika’nın yanında savaşa girer. Kırk dört yıldır hüküm süren imparator Haile Selassie 1974’te büyük ölçüde İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşmuş kentli orta sınıfın ekonomik ve toplumsal reform taleplerini dile getirmesi ile başlayan ve sonra ülkenin geneline yayılan protestolarla devam eden sürecin sonunda bir askeri darbe ile devrilir. Protestocuların talepleri arasında eğitimde müfredat değişiklikleri, toprak reformu ve bunların ötesinde yeni bir siyasi düzen vardır. İmparator’un devrilmesi ve asker9 ve bürokratlardan oluşan komitenin (Derg) başa geçmesi ile birlikte Etiyopya sosyalizmi dönemi başlar. Derg daha sonra en büyük askeri destekçisi olacak olan ve Somali’nin saldırılarına karşı 10toprak bütünlüğünü korumada kritik rol üstlenmiş olan Sovyetler Birliği ile temasa geçer, tarımda kolektivizasyona ve işletmelerde kamu mülkiyetine geçilir. 1977’de ABD’nin yönlendirdiği Somali Etiyopya’nın toprak bütünlüğüne karşı bir savaş açacak, Hara ve Dire Dawa kentlerini ele geçirecektir. Somali saldırısının püskürtülmesinde Etiyopya’nın SSCB’den olduğu kadar Küba’dan aldığı desteğin payı da büyüktür. Afrika Boynuzu’nda bağımsız bir birliğin oluşturulması böylece suya düştükten sonra geriye kalan ise dönem dönem emperyalist güçlerin ve onların taşeronlarının alevlendirdiği, arkası kesilmeyen sınır ihtilafları, etnik ve dinsel çatışmalar olacaktır.

1991’de ise bugün burjuva kaynakları tarafından “devrim” olarak adlandırılan hükümet değişikliği ile birlikte Etiyopya devleti tekrar ABD ile hizalanır. Lenin heykelleri Etiyopya’da da devrilir. ABD’nin kıtadaki en yakın ikili ilişkisi sayılabilecek bu ilişki bugüne kadar devam eder. Biraz daha güncele bakacak olursak örneğin geçtiğimiz aylar içinde Etiyopya’daki ABD Büyükelçisi Michael Raynor ABD’nin kıdemli ABD hükümet görevlilerini Etiyopya’nın anahtar ekonomi bakanlıklarına ve yürütmelerine kalıcı süreliğine yerleştireceğini söylemişti 11. Yalnızca son beş yıl içinde insani konular ve kalkınma konusunda ABD’den beş milyar doların üzerinde yardım gittiği ifade ediliyor12

Bugün Trump ABD’si kıtada Çin ve Rusya’nın giderek artan askeri, siyasi ve ekonomik nüfuzunu kontrol etmeye odaklanmış durumda, bir anlamda buna mecbur. Etiyopya’nın hemen yanındaki Cibuti’de askeri üssü bulunan Çin’e karşılık ABD’nin Sahra altı Afrika’da 13 ülkede çeşitli büyüklüklerde askeri varlığı söz konusu. Henüz ABD’nin bir askeri varlığı bulunmayan ama potansiyel taşıyan Eritre ise Suudiler tarafından tutulmuş durumda.

Etiyopya’nın yerli sermayesi ise emperyalistler arası bir tür denge siyaseti güderek kendi kârını korumayı hedefliyor. Sık hükümet değişikliklerinin bir sebebi de aslında bu denge siyaseti.

Etiyopya Afrika’da son yılların en hızlı büyüyen ülkesi olarak kayda geçiyor. Ülke uluslararası sermayeye gün geçtikçe daha fazla entegre oluyor. Uluslararası yatırımlara ve yabancı banka kredilerine ihtiyaç duyan bu büyüme özellikle inşaat, telekomünikasyon, ulaşım, farmasötik sektörlerinde gerçekleşiyor. Yine de büyümenin bu yüksek hızda (IMF verileri %8,5’lerden söz ediyor) sürmesi mümkün değil. Ve tüm bunları konuşurken kendi milyarderlerini yaratmış bu yüz milyonluk ülkede, yetişkin okuma yazma oranının hâlâ %50 civarında olduğunu, halkın yoksullukla baş etmeye çalıştığını, temiz içme suyu bulmanın en büyük sorunlardan biri olduğunu unutmamak gerek.

Bir yandan yapılan altyapı ve sanayi yatırımları halkın sırtına gelecekte ödenmek zorunda kalınacak büyük borçları yüklerken13, diğer yandan üretimin merkezileşmesi, yoğunlaşması, metaların dolaşımı olduğu kadar üretim birimleri arası ulaşımın özellikle demiryolu hatlarının inşasıyla birlikte kolaylaşması, işçi sınıfının örgütlenmesi için de kaçınılmaz bir zemin olacak. Örneğin Nil’in iki kolundan biri olan Mavi Nil üzerindeki Rönesans Barajı’nın, başka bir deyişle Afrika’nın en büyük hidroelektrik santral projesinin inşası Sudan, Eritre, Etiyopya ve Mısır’ı çeşitli anlaşmazlıklar bir yana bir araya getirebilmiş görünüyor. Elektrik işlerini üstlenen Çin’i, inşaatı üstlenen İtalyan firmasını, Etiyopya hükümeti tarafından çıkarılan bonoları satın aldığı iddia edilen İsrail’i de. Ve on binlerce işçiyi… Nitekim geçen yıl baraj inşaatında çalışan inşaat işçileri, teknisyenler, mühendisler, şoförler düşük ücretleri ve kötü çalışma koşullarını protesto etmek için greve gittiler. [/efn_note]

Angola

Afrika’nın doğusu, arkadan ABD’nin elini tutarken yüzünü doğal bir şekilde Çin’e nasıl dönüyorsa, sırtını doğuya yaslamış batı Afrika’nın yeni dünya ile daha köklü ilişkileri var. Afrika kıtasının güneybatı kıyıları, kıtanın sömürgeciler tarafından istila edildiği tarih içinde özel bir öneme sahip. Bu kıyılardan Latin Amerika’ya yapılan köle ticareti iki kıta arasındaki tarihsel bağı ifade ediyor. Angola, 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Afrikalı kölelerin Latin Amerika’ya ticaretinin yürütüldüğü bir kıyı bölgesi olagelmiş. İki kıtanın emperyalizme karşı mücadelede yakınlığı bu tarihsel ilişkinin de izlerini taşıyor.

Kıtanın Atlantik’e bakan batısında Angola ile Hint Okyanusuna bakan doğusunda Mozambik’e Portekiz sömürgecileri yerleşmişlerdi. 19. yüzyılda köle ticareti ilga edildiğinde sömürgeci devletler köle emeğini angarya emeğe çevirdiler14 . İşgücünün serbest piyasaya salınması bunu gerektiriyordu. Sömürgecilikten emperyalizme geçişle ilişkilendirilebilecek bu dönüşüm, sömürgeciler arasında hem bir ortaklık hem de yeni rekabet hatları yarattı. Örneğin kıtanın batısında köle ticaretini engellemek için Portekizliler İngiliz donanmasından destek aldılar. Kıta içerisinde sermayenin dolaşımı Portekiz’in batıda Angola’yı doğuda Mozambik’e bağlama arayışını daha önemli hale getirmişti (Resim 1). Fakat İngiltere kendi kolonilerinin denize erişim ihtiyacı nedeniyle buna taş koyuyordu15[. Nihayetinde pek çok Afrika ülkesi gibi Angola’nın da sınırları, Portekiz’in iç kesimlere nüfuzu ile sömürgeciler arası masa başı pazarlıklar sonucunda belirlendi.

20. yüzyıl başı itibariyle Portekiz’den Angola’ya çok sayıda göçmen yerleşti. Bu göç ülkede kentleşmeyi ve eğitimli kesimlerin yerli halk üzerindeki etkisini artırdı. Latin Amerika’da Amerikan yerlisi ve İberya kökenlilerin karışımına dayanan ‘mestizolar’ bağımsızlık mücadelelerinde nasıl öne çıktıysa Afrika’da da Afrika kökenlilerle karışan Avrupalı nüfus bağımsızlık fikrinin yayılmasında önemli bir rol oynadı. Angola’nın sömürge hukukunda yerli halkın siyasi ve sendikal örgütlenme yasağına karşı 2. Dünya Savaşı sonunda ilk fiili başkaldırılar ‘mestizolar’ arasında gelişti.

Tarihin bu kesitinde Avrupa’da sınıf mücadelesi ile sömürge halklarının bağımsızlık mücadelesi arasında ilişki kuvvetleniyor. Sovyetler Birliği’nin varlığı emperyalizme karşı mücadeleleri sosyalizme çeken bir etkide bulunuyor. Avrupa’da komünistlerin işçi sınıfı içindeki örgütlülüğü sömürge ülkelerdeki halkları da etkiliyor. Ancak nasıl ki Portekiz’in gerici egemenleri 19. yüzyılda köleliğin çözülmesine karşı direndiyse şimdi de sömürgelerini tutmakta diretiyorlar. Faşist António de Oliveira Salazar’ın Estado Novo (Yeni Devlet) adlı rejimi Afrika’daki sömürgeleri üzerinde egemenliğini koruyor. Buna karşılık Salazar’a karşı mücadele eden Portekiz Komünist Partisi (PKP), Angola’daki Portekiz sömürgeciliğine karşı verilen mücadelenin siyasi karakterini belirliyor.

Angola’yı bağımsızlığa taşıyan Angola’nın Kurtuluşu için Halk Hareketi (Portekizce kısaltmasıyla MPLA) başkent Luanda’da kamu emekçileri içinde örgütlenen Angola Komünist Partisi’nin öncülüğünde 1956’ta kuruluyor. 1961’de başlayan kurtuluş savaşında bu hareket, Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin desteğinin yanı sıra Bağlantısızlar Hareketi’nden Fas, Mali, Gana, Gine ve Birleşik Arap Cumhuriyeti devletlerinden de destek alıyor. Avrupa dışında en değerli desteği sunan ise henüz yeni devrimini gerçekleştirmiş Küba…

Öte yandan komşu Zaire’de16 örgütlenen Angola’nın Kurtuluşu için Ulusal Cephe (FLNA) ve ülkenin orta kırsalında örgütlenen Angola’nın Tam Bağımsızlığı için Ulusal Birlik (UNITA) adlı iki milliyetçi gerilla hareketi var. 1961-74 arasında süren kurtuluş savaşı birbirinden bağımsız hareket eden bu üç siyasi yapı etrafında şekilleniyor. Sosyalist devletler bu savaşta MPLA’nın yanı sıra UNITA ve FLNA’ya da destek sağlıyorlar.

Portekiz sömürgeciliği 1974 yılında Estado Novo’yu yıkan ve öncülerinden biri PKP olan Karanfil Devrimi’yle sona erdi. 1975’te Angolalı üç hareketin lideri bir araya gelerek ortak bir yönetim oluşturmak ve seçimlere gitmek için görüştüler. Fakat ABD, milliyetçi UNITA ve Kongo Krallığı destekli FLNA’yı hızla silahlandırmaya başladı. Meydan okuma açıktı: Komünist hareket tasfiye edilecek, bağımsızlık mücadelesinin ortağı olan ve mülk sahibi sınıflara dayanan diğer iki hareket ülkeyi ABD emperyalizmine teslim edecekti. Bu bıçak sırtı anda Küba’nın Atlantik Okyanusu’nun ötesinden sunduğu destek ülkenin kaderini belirledi. Küba’nın sevk ettiği binlerce askerin UNITA’yı destekleyen ırkçı Güney Afrika ordusunu savuşturması sayesinde MPLA Angola’da hakimiyeti sağladı 17.

1975’te bağımsızlıkla birlikte Angola Halk Cumhuriyeti kuruldu. Özel işletmeler kamulaştırıldı, tek bir devlet işletmesi altında birleştirildi ve bir sanayileşme atılımı gerçekleştirildi. Fakat kırsal alanda etkisini sürdüren UNITA ve FLNA, Güney Afrika’daki ırkçı Apartheid rejiminin ve Zaire’de Mobutu’nun askeri desteğiyle onlarca yıl sürecek Angola iç savaşını başlattılar.

MPLA’nın lideri ve 1979’a kadar Angola’nın ilk devlet başkanı Antonio Augustino Neto, bağımsızlık savaşının hemen başlangıcında, 1962’de Kennedy’den destek istemek için Washington’a gitmiş fakat geri çevrilmişti. ABD o dönemde MPLA dışındaki iki milliyetçi harekete de destek vermiyor, NATO üyesi Portekiz’i karşısına almak istemiyordu. Kuzey Atlantik kadar Güney Atlantik’in de eski bir sömürgeci devlet eliyle güvenliğinin sağlanması ABD için önemliydi. MPLA lideri Neto ise bu reddin üzerine 1965’te Che Guevara ile görüşmüş ve Angola’yla Küba arasında kalıcı bağlar kurulmuştu 18 . Dolayısıyla Angola’daki iç mücadeleyi nihai olarak belirleyen komünistlerin bağımsızlıkçı hareketleri destekleme konusundaki kararlı devrimci stratejisi ve ABD’nin (kendisi açısından) basiretsiz karşı-devrimci tutumuydu.

1979’da Neto hayatını kaybettiğinde MPLA’nın liderliğini José Eduardo dos Santos üstlendi. Santos, Sovyet eğitimli bir petrol mühendisiydi. Fakat 1990 yılına gelindiğinde el çabukluğuyla MPLA’nın programını sosyal demokrasi olarak değiştirdi ve ülkeyi IMF’ye üye yaptı. Görüldüğü gibi Afrika ülkelerinin kırılgan sosyalist liderliğini yönlendirmek konusunda ABD’nin artık gözü açılmıştı. Devamında ülkenin emperyalizme pazarlanmasında Santos’un öncü bir role soyunduğuna şahit oluyoruz. 2017 yılında yine MPLA iktidarı altında Gonçaives Lourenço’ya devlet başkanlığını devrederken ülkede ‘borusu ötmeye’ devam eden, Afrika’nın ilk dolar milyarderi kadını olan Santos’un kızı Isabel’dir. Isabel dos Santos aynı zamanda Angola devlet petrol şirketinin yönetiminde yer almıştır ve annesinin bir Sovyet Rusu olması nedeniyle şu anda Angola-Rus yakınlaşmasının da kaynağı olarak görülmektedir! 19

Hikâyenin başında, Portekiz sömürgesi olan Angola’nın yanında Mozambik’ten bahsetmiştik. Yine 1975’te bağımsızlığını kazanan ve kırılgan bir sosyalist geçmişi olan Mozambik, Angola gibi kapitalist dünyaya teslim olduktan sonra Rusya’yla geçmişten gelen bağlarını kullanarak bugün kendisine bir hareket alanı yaratmaya çalışıyor. Burada Çin’in Afrika stratejisi de devreye giriyor. Hint Okyanusu’na komşu ya da hinterlandında kalan, kuzeyde Kenya’dan güneyde Mozambik’e uzanan Doğu Afrika Topluluğu ülkelerinin kıta üzerindeki emperyalist rekabetten pazarlıkçı bir tutumla faydalanma arayışı var. 19. yüzyılda Portekiz’in gerçekleştiremediği Hint Okyanusunu Atlantik’e bağlayacak hattı Çin’in Bir Kuşak Bir Yol Projesi kapsamında gerçekleştirmesi bu koşullarda mümkün gözüküyor (Resim 2).

Resim 1: Portekiz’in 19. yüzyılda Angola ile Mozambik arasında kurmayı hayal ettiği fakat gerçekleştiremediği Atlantik-Hint Okyanusu bağlantısı.
Kaynak: http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly91cGxvYWQud2lraW1lZGlhLm9yZy93aWtpcGVkaWEvY29tbW9ucy85Lzk0L01hcGFfQ29yLWRlLVJvc2Euc3Zn
Resim 2: Bir Kuşak Bir Yol projesi kapsamında Çin’in Hint Okyanusu’nu Atlantik’e bağlayacak hattın planı.
Kaynak: http://transafricanrailway.com/

Güney Afrika

Kara Kıta adeta bir eşitsiz gelişim laboratuvarı. Bir yanı Atlantik’e bir yanı Hint Okyanusu’na bakan özgün coğrafi konumu ve kıtanın en kalabalık işçi sınıfını barındıran sosyal yapısı yanında, ele aldığımız tarihsel kesitte kıtanın geri kalanından farklı bir seyir izleyen Güney Afrika’nın bugünkü durumu da bu farklı seyirde gizli.

150 yıl boyunca Hollanda’nın sömürgesi olan Güney Afrika’da tarihsel olarak kölelik halkın yoksulluğu ve geri kalmışlığının birincil sorumlusu. Devamında yüzyılın başında altın ve elmasın keşfiyle yaşanan “sanayi devrimi”nin gerekleri, yani sömürge patronlarının çok sayıda işçiyi ucuza çalıştırma ihtiyacı, geçtiğimiz yüzyıldan tanıdık olduğumuz ırkçılık, ayrımcılık, göçmen emeği sömürüsü ve şehirlerde gettolaşmanın ortaya çıkmasına neden olur.

1910’da ülke İngilizlerin kontrolüne geçtiğinde ve Güney Afrika Birliği kurulduğunda sınırları bugünkü halini almıştır. Ancak siyahları20dışlayan bu birliğe karşı Güney Afrika Yerlileri Ulusal Kongresi kurulur ve 1923’te Afrika Ulusal Kongresi (African National Congress – ANC) adını alır.

1917’de Bolşevik Devrimi ve akabinde Komintern’in tüm dünyada yarattığı etki Güney Afrika’ya da ulaşır. 1921’de Cape Town’da Komintern’in bir üyesi olarak Güney Afrika Komünist Partisi (Communist Party of South Africa – CPSA) kurulur. 1920’lere kadar daha çok beyaz işçilerin kapsanabildiği sınıf hareketi, komünist partinin kurulmasıyla birlikte boyut değiştirir, parti üyelerinin çoğunluğunu siyahlar oluşturur21.

Yirminci yüzyılın ilk yarısında kalkınma ile birlikte Güney Afrika ekonomisinde endüstrinin ağırlığı artmaya başlar, ancak büyüyen işçi sınıfı ve siyahlar ekonomik ve siyasi süreçlerde paralel bir ağırlık kazanamaz. Ekonomi büyüdükçe eşitsizlikler derinleşir, sınıf karşıtlıkları kendini göstermeye başlar. İkinci Dünya Savaşı sırasında Güney Afrikalılar Kuzey Afrika ve Avrupa’da İngilizlerin direktifinde savaşır, 1950’de ABD ile yakınlaşmak isteyen sağcı iktidar Kore Savaşı’na katılma kararı alır.

Komünistlerin siyahlarla ortak mücadele etmesi, sendikalarda, Afrika Ulusal Kongresi’nde ve ırkçılık karşıtı önemli örgütlerde öncü roller edinmeye başlaması Apartheid hükümetini rahatsız edecektir. 1950’de komünizm ceza hukuku kapsamına alınır, komünist partinin illegal dönemi başlar. Hatta bu antikomünist yasanın kapsamı geçmişinde herhangi bir dönemde komünist faaliyette bulunmuş olanları kapsayacak şekilde genişletilir.

60’lı yıllarda ilerici gelişmelerin yaşandığı diğer Afrika ülkelerinden farklı olarak Güney Afrika’da emperyalist güçler sömürgeciliği ve beyaz azınlığın siyahların yoksulluğu karşısında rahat bir hayat yaşadıkları ırka dayalı ayrımı güçlenerek sürdürdükleri bir politika izleyecektir22 . 1960 referandumu ile Güney Afrika Cumhuriyeti kurulduğunda İngiliz Milletler Topluluğu’na (British Commonwealth) dâhil olur. Güney Afrika, tekellerin kıtanın kuzeyine ilerlemek için bir köprü olarak kullandığı bir ülke haline gelir. Swaziland, Lesotho ve Botswana gibi bir önceki yüzyılın klan federasyonlarının devamı olan ve elle tutulur ekonomik gücü olmayan ülkelerin bu yayılmacılığın politik aracı olarak kullanıldığı belirtiliyor23,24[

Elbette bu politika, karşısındaki direnç unsurlarını baskılamayı da içermelidir. 1950’lerin McCarthy’ci ABD’sinin, ülkede Afrika ile dayanışma adına faaliyet gösteren yapıları ve öncü kişileri de baskıyla susturmaya çalışması da tesadüf değildir25. Komünist Parti’yi takiben, 1960’da Afrika Ulusal Kongresi de yasaklanır. Silahlı mücadeleyle geçen yıllarda, Afrika Ulusal Kongresi ve Güney Afrika Komünist Partisi26 arasında yönetici düzeyine varan geçişkenliklerin ve ikili üyeliklerin de olduğu yakın bir ittifak söz konusu olacaktır. Ulusal kurtuluşu hedefleyen ve sınıf işbirliğine dayalı aşamacı bir karakteri olan bu ittifak derinlikli olduğu kadar tartışmalıdır. İki örgüt de Afrika’nın yoksul ve ezilen emekçileri arasında örgütlenmeyi sürdürürken, özellikle Sovyetler Birliği ile ilişkiler açısından, milliyetçi bir karakter taşıyan ANC ile Komünist Parti arasında anlaşmazlıklar ortaya çıkacaktır. Her ne kadar Sovyetler Birliği, özellikle de 1970’lerde apartheid karşıtı mücadelenin ve Afrika Ulusal Kongresi’nin, hem askeri açıdan, hem kadrolara verilen gerilla taktiklerinden hemşireliğe kadar çok boyutlu eğitimler düşünüldüğünde, mücadelenin başarıyla ulaşmasında en büyük destekçisi olmuşsa da…

Apartheid rejiminin sona ermesinden sonra iktidar ortağı olan Güney Afrika KP ile ANC arasındaki gerilimin tarihsel kökeni biraz da burada aranmalı. Siyasi iktidar beyaz azınlığın elinden alınıp siyahlara verilmiş olsa da, karma ekonomiye dayalı Güney Afrika Cumhuriyeti halkının kaderini kapitalizm ve tekellerin müdahaleleri, sermayenin uluslararası örgütlerinin yapısal uyum programları ve borçlanmalar belirlemeye devam ediyor. 1990’da tekrar legalite kazanan Güney Afrika KP’nin bu süreçte verdiği ödünleri ve Gorbaçov dönemi ve perestroyka hakkında başlangıçta ciddi eleştirileri bulunurken daha sonradan, rejimi değiştiren koalisyonu sürdürmek adına demokratik dönüşüm ve karma ekonomi ile ilgili ılımlı bir tona geçişini de not etmek gerekir.

Bu arada Gorbaçov’un ikinci dönemi ile birlikte Afrika’nın kurtuluşu için Sovyetlerin kesintisiz desteği de, kapitalizm ile ilişkileri yumuşatmanın bedeli olarak belirsizleşmeye başlar. Son darbeyi ise 1992’de Yeltsin Afrika Ulusal Kongresi’ne tüm desteği keserek vuracaktır.

1994’te kurulan karma ekonomi ile birlikte, eğitim ve sosyal haklar alanında yapılan önemli reformlara ve kamulaştırmalara rağmen, örneğin büyük toprak sahiplerinin çoğu ülkedeki beyaz azınlık olmaya devam ediyor. Ancak 1994 ve siyahların özgürleşmesi beraberinde eşitsizliğin azalmasını getirmedi, tam tersi söz konusu oldu. Afrika’nın zenginlerinin arasına oransal olarak az da olsa siyahlar da katıldı. 70’lerde kapitalizmin krizi ve dünya genelindeki neoliberal politikaların bir yansıması olarak patlak veren işsizlik bugüne kadar hep artma eğilimi gösterdi, öyle ki bugün 15-24 yaş arası gençlerin %40’ı ne okuyor ne çalışıyor. 2000’li yıllarda oluşturulan “alternatif” sermaye paktları arasında da Güney Afrika ABD emperyalizmine bağımlılığı nedeniyle kırılgan bir konumda olmayı sürdürüyor, üstelik bunlara dayalı kalkınma stratejileri halk tabakaları arasındaki eşitsizliğin giderilmesine ve refahın artmasına da yaramıyor.

Bugün iktidar bloğu içindeki koalisyon güçlerinin hem işçi sınıfının temsilcilerinden hem de uluslararası düzende Güney Afrika’nın elini yükseltmeye çalışan sermaye sınıfı temsilcilerinden oluşması, yolsuzluğa bulaşmış sendika bürokratlarının da işin içinde olması Güney Afrika yönetimine karmaşık bir karakter veriyor. Dünya ölçeğinde en güçlü ve en olgun komünist partilerden biri olan Güney Afrika Komünist Partisi bundan yirmi beş yıl önce verdiği ödünleri bugün bir tuzak olarak okuyor. Öğrencilerin, kamu emekçilerinin, madencilerin şiddetle bastırılan grev ve protestolarına sahne olan ülkede, koalisyon ortağı Afrika Ulusal Kongresi’nin yolsuzluklarına ve halk karşıtı politikalarına sert eleştiriler yöneltmekten kaçınmıyor. Geçtiğimiz Mayıs ayında yapılan seçimlerde Afrika Ulusal Kongresi’nin geçmişte %60’lara varan seçmen desteğinin birkaç puan gerilemiş olması halkın memnuniyetsizliğinin bir yansıması sayılabilir; fakat bu sonuç aynı zamanda ANC’yi “içeriden” yönlendirmeye çalışan işçi sınıfının temsilcileri için yönetmesi zor bir süreç anlamına da geliyor.

Sonuç ve bazı dersler

19. yüzyıl sonundan Birinci Dünya Savaşı’na kadarki döneme Afrika Talanı denmişti. 20. yüzyılın ikinci yarısında Sovyetler Birliği’nin etkisiyle kalkınmacı arayışlar baş gösterdiğinde Batı literatüründe bir azgelişmişlik simgesi olan Afrika komünistler açısından toplumsal kurtuluş örneklerinin serpildiği bir havzaydı. Afrika’da Bağlantısızlar Hareketi’nin damga vurduğu 1960 Afrika yılı ve Sovyetler Birliği’nin çözülüşünü takip eden ‘barış’ ile sınıf uzlaşmacılığının damga vurduğu 1990’lı yıllar birer kırılma noktasıdır. Afrika Talanı nasıl Avrupa sömürgeciliğinin hegemonyasındaki sarsıntıya dayandıysa, bugün ABD hegemonyasının sarsılması kıtayı benzer bir talan alanı haline getiriyor. Yarım asır kadar önce ulusal kurtuluşla yola çıkıp sosyalizme yanaşan, sosyalist devrimin direği yıkılınca işbirlikçi sınıflara teslim olan siyasi özneler Afrika tarihini başa sardırmış durumdalar. Yolsuzluk, eşitsizlik, tabiiyet… Aradaki fark, rekabet içindeki aktörlerin sayısının çeşitlenmesi ve ikinci bir hataya şans vermeyecek kadar keskin şekilde sınıf çelişkilerinin derinleşmesidir. 

Bu noktada kısaca Türkiye’nin pay kapma yarışındaki girişimlerine de değinmek gerekir. 2008 yılında, Yeni-Osmanlıcılığın açılım döneminde Birinci Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi gerçekleşmiş ve bir İstanbul Deklarasyonu yayınlanmıştı. Bu açılım, Türkiye-Afrika Ortaklığı 2010-2014 Ortak Uygulama Planı ve 2015-2019 Ortak Uygulama Planı ile sürüyor. İçinde bulunduğumuz yıla uzanan İkinci Plan’da başlıca konular, tarım işletmeciliği, küçük ve orta boy işletmeler, sağlık, barış ve güvenlik, anlaşmazlıkların çözümü, göç konuları. Altyapı, enerji, ulaşım konuları ardından geliyor. İstanbul Deklarasyonu’ndan on yıl sonra, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) aracılığıyla doğrudan özel sektör temelli ve Afrika’da kamu-özel ortaklıklarını kovalayan bir ilişki biçiminin geliştiği görüyoruz. Örneğin geçen yıl Afrika Birliği’nin Gündem 2063 projeleri kapsamında gerçekleşen İkinci Türkiye-Afrika Ekonomi ve İş Forumu’nda Türk sermayesinin Afrika Kıtasal Serbest Ticaret Bölgesinden faydalanmasının altı çiziliyor.27

DEİK’in 2019 Ocak-Mart Bülteni, bugünkü Afrika talanında Türkiye’nin nereye oynamaya heveslendiğinin ipuçlarını veriyor. 2030 yılında kıta nüfusunun yarıdan fazlasının kentlerde yaşayacağı öngörüsüyle konut, altyapı ve elektrik yatırımlarından iştahla bahsediliyor. Bültene göre Almanya, Japonya ve Kore gibi sahaya yeni giren ülkeler kendilerine ortak arıyorlar. Diğer yandan Çin’le rekabet baskısı altında kalan Fransa gibi milyonlarca kişilik Afrika diasporasına ev sahipliği yapan ülkeler de ortak arayışı içindeler. Bu koşullarda DEİK Bülteni’nde “siyasi istikrarı tam olarak oturmamış bölgelerde çalışabilen ve yüksek risk alabilen Türk firmaları en iyi partner olarak ön plana çıkmaktadır” deniyor. Devamında, Türkiye-Afrika İş Konseyleri aracılığıyla Macaristan, Fransa, Almanya, Japonya ile iş ortaklıkları kurulmakta olduğunu öğreniyoruz.28

Türkiye’de sermayenin Afrika’ya yönelik açılımcılığını tasarlama işine soyunan merkezler, Türkiye’yi Çin’e yakın saflarda konumlandırmayı tercih ediyorlar. TASAM, Afrika üzerindeki ABD’nin AFRICOM, AB’nin G5 yoluyla dizginleri ellerinde tutmaya çalıştığını, buna karşılık Çin ve Türkiye’nin “yumuşak güç” kullandığını söylüyor. Ne var ki Çin’in savunma ve güvenlik konusundaki işbirliğine verdiği ağırlığın şüphe uyandırdığını söylerken aynı alanlarda Türkiye’nin de Afrika ülkeleriyle işbirliğini artırmaya çalışmasını meşru kabul ediyor.29 Afrika Boynuzu’na Körfez sermayesinin 2008 krizi sonrası tarımsal yatırımları da benzer bir rekabet sahası doğurmuş durumda. AKP basınında Körfez’in etkisine karşı Katar’la işbirliği içinde hareket eden Türkiye’nin Çin’e paralel olarak bölgede bir boşluğu doldurduğu belirtiliyor. Dikkat çekici olan, Çin’in Cibuti üssüyle aynı bölgede, kuzeyde Kızıl Deniz’de Eritre’ye bağlı Dahlak adasında İsrail’in askeri üssünün bulunması.30

İzlediğimiz örnekler de gösteriyor ki emperyalizm ile mücadele bağımsızlığını elde etmekle bitmiyor, o bağımsızlığın kaderini sınıf karakteri belirliyor. Siyasi bağımsızlığını elde etmek ise ekonomik bağımsızlıkla aynı anlama gelmiyor. Antikapitalist olmadan da antiemperyalist olunmuyor. Antiemperyalizm laik bir karakter taşımayınca eksik kalıyor.

Etnik çatışmaların, bölgeler arası gerilimlerin ve istikrarsızlıkların sürdüğü, bu gerilimlerden kendine pay çıkaran sermaye sınıfının ise radarlarını hep açık tuttuğu bir coğrafya olan Afrika, yakın gelecekte de böyle olmaya devam edecek. Tıpkı bugün Sudan’da olduğu gibi eşitsizlikler keskinleşecek ve siyasete yansıyacak. Ağızlarından dökülen sözcüklerin tam da geldiği yeri tanımladığı günümüz siyasetçilerinin “Bok çukuru” olarak ifade ettiği uluslar bu aşağılamanın intikamını tam olarak ancak bağımsızlığı merkezi ve bilimsel planlamaya dayalı bir işçi sınıfı iktidarıyla birleştirdiğinde alabilecek. Mâe Africa, yani Afrika Ana o gün mutlu olacak.

Dipnotlar

  1. The East African, Nairobi merkezli Doğu Afrika yayınları yapan bir internet gazetesi. https://www.theeastafrican.co.ke/oped/comment/Why-Russia-is-backing-Sudan-Omar-Bashir/434750-5021178-ga4fsxz/index.html.
  2. Sudan halkının hâlâ yakıcılığını koruyan ayaklanması üzerinden Sudan’da sınıf mücadelesi tarihine ışık tutan Erhan Nalçacı’nın soL portal’da kaleme aldığı üç değerli yazısına göz atılmalı.
  3. https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1916/imp-hsc/ch06.htm
  4. Siyah Afrika’da Devrimler. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, s.1265-1266.
  5. https://www.sahistory.org.za/archive/lenin-and-africa
  6.  “Bağlantısızlığın sosyalist sistemle kapitalist ülkeler arasında her ikisine de eşit mesafede yer alan, tam anlamıyla tarafsız bir tutum olup olmadığı çokça tartışma konusu oldu. Bu konuda tam bir tarafsız tutumu savunanlar vardı. Ama çoğunluk şu ya da bu şekilde sosyalizmden yana, ya da en azından emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı bir eğilim gösterdi. Bu konum zaman zaman, özellikle savaş ve barış ya da sömürgecilikten kurtuluş gibi önemli meseleler söz konusu olduğunda “aktif tarafsızlık” olarak adlandırıldı.” Erbil G, Güler Z, Bağlantısızlar yeniden, Gelenek 91, 2006.
  7. Afrika’nın ticaretinin %90’ı Afrika dışı ile yapılıyor. Kıta içi ticaret ise toplam dolaşımın yalnızca %10’unu oluşturuyor.
  8.  Doğrudan yabancı yatırım sıralamasına ise ABD hâlâ en üst sırada. http://www.cadtm.org/spip.php?page=imprimer&id_article=12515
  9. İlerici subaylar Etiyopya dışında da Afrika’da ülkelerindeki ulusal bağımsızlıkçı-sosyalist dönüşümün motor güçlerinden biri oluyor.
  10. “O zamana kadar ikisi de Sovyetler Birliği tarafından desteklenen bu iki ülke arasında çıkan savaş, daha doğrusu Somali’nin ABD hariciyesine kanarak Etiyopya’ya saldırması, bugün devam eden çatışmalara kaynaklık eden tarihsel bir hata olarak niteleniyor. Etiyopya’da çoğunluğun Hristiyan, Somali’de ise Müslüman olmasını bir avantaja çevirmek ABD için bilindik bir taktik.” Somali: Sömürgeci Güçler bir Ülkeyi Nasıl Kaosa Sürükledi?, Gelenek 109, Şubat 2010
  11. BBC’nin 8 Nisan 2019 tarihli “How did US and Ethiopia become so close?” başlıklı haberine https://www.bbc.com/news/world-us-canada-47203691 linkinden erişilebilir.
  12. 1977-1990 arası Etiyopya’ya toprak bütünlüğünün korunması amacıyla yapılan Sovyet askeri yardımının büyüklüğünün 13 milyar dolar kadar olduğu tahmin ediliyor.
  13. Kuşak ve Yol projesinde yer alan ülkelerden bazıları artan kamu borçlarını ödeyememe tehlikesi ile yüzleşiyor. Örneğin Pekin’den aldığı kredileri geri ödeyemeyen Sri Lanka’nın, geçen yıl stratejik öneme sahip bir limanını 99 yıllığına Çin’e kiraya verdiği haberi, projeye dahil olan pek çok ülkede ciddi bir tehdit algısı yaratmıştı. https://tr.euronews.com/2018/09/02/cin-in-ipek-yolu-projesi-ticari-mi-zayif-ulkelere-kurulan-tuzak-mi-
  14. Bruce Fish, Becky Durost Fish, Angola, 1880 to the Present: Slavery, Exploitation and Revolt, 2002, s. 28, 29.
  15. Gopal Servapalli, History of Humanity – Vol. VII – The Twentieth Century: Scientific and Cultural Development, Routledge, 2008, s. 706.
  16. Kongo’nun 1960’da Belçika’dan bağımsızlığını kazanmasıyla ilk başbakanı olan Pan-Afrika hareketi liderlerinden Patrice Émery Lumumba Sovyet desteği nedeniyle emperyalistler tarafından alaşağı edilmişti. ABD destekli bir darbeyle 1965’te devlet başkanı olan Mobutu Sese Seko 1971’den itibaren 1997’deki ölümüne kadar ülkenin adını Zaire olarak değiştirdi. Kendisinden sonra ülkenin adı Kongo Demokratik Cumhuriyeti olarak yeniden değiştirildi.
  17. https://www.sahistory.org.za/article/angolan-civil-war-1975-2002-brief-history
  18.  Bayram Mürsel, ‘Angola İç Savaşının Aktörleri ve Uluslararası Ramifikasyonları’, Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, Temmuz 2016, s. 367, 368..
  19. https://www.globalresearch.ca/hybrid-wars-and-the-geopolitics-of-south-atlantic-africa-the-russia-china-strategic-outpost/5574213, 12 Şubat 2017
  20. Günümüzde biyolojik olarak ırk kavramının bir karşılığının olmadığı gösterilmekle birlikte yazıda incelenen sürecin anlatımını kolaylaştırmak amacıyla siyah tabirine başvurulmuştur.
  21. Burada Komintern’in bolşevizasyon ve kendi kaderini tayin hakkı, “kıta yönetiminin esas sahiplerine verilmesi” ile ilgili Güney Afrika kararları da belirleyici olur. https://www.marxists.org/history/international/comintern/sections/sacp/1928/comintern.htm
  22. Apartheid döneminde halkın ve komünistlerin ayaklanma çıkaracağı korkusunun yol açtığı şeylerden biri de, zengin uranyum kaynaklarına sahip olan Güney Afrika’nın bu dönemde dünya üzerinde kendi nükleer programına sahip birkaç ülkeden biri olması ve gizli bir şekilde nükleer silah geliştirmesidir. Bu silahların ortadan kaldırılması da apartheid’ın yıkılmasını bekleyecektir.
  23. Rogers HS. Imperialism in Africa. The Black Scholar 1972:3(5) syf. 36-48.
  24. Bugün Afrika’da 160 fabrikasında bulunan 70 bin çalışanı ile en büyük özel şirket olan Coca-Cola’nın kıtadaki en büyük destekçilerinden biri Swaziland’ın kralı Mswati III. Halkını akıl almaz baskılar altına alan bu diktatör sayesinde Coca-Cola ucuz işgücü ve bol miktarda işlenmemiş şekerden işine geldiği gibi yararlanabiliyor. Swaziland GSYH’sinin %40’ı Coca-Cola’dan geliyor.
  25. Apartheid Birleşmiş Milletler tarafından 1960 yılında insanlığa karşı suç olarak kabul edilmişti, oysa “özgürlükler ülkesi” ABD’nin buna dair yaptırım uygulamaya ikna olması için nedense bir yirmi altı yıl beklemesi gerekecektir.
  26. Güney Afrika Komünist Partisi (CPSA) yasaklandıktan sonra tekrar faaliyete geçtiğinde South African Communist Party – SACP adını alır ve bu adla devam eder.
  27. https://au.int/en/pressreleases/20181011/africa-and-turkey-hold-second-africa-turkey-forum-promote-cooperation
  28. http://afrika.mfa.gov.tr/data/turkiye-afrika-ortak-uygulama-plani-2015-2019.pdf
  29. http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/51276/turkiye_-_afrika_savunma_guvenlik_ve_uzay_forumu_bildiri_cagrisi TASAM, Aralık 2016’da tasamafrika.org adlı ayrı bir site üzerinden Türkiye-Afrika Stratejik Diyalog Programı 2016-2021 adlı bir çalışmayla konuyu derinleştirme girişiminde bulunmuş. Fakat görünen o ki bu girişimin devamı gelmemiş.
  30. https://www.yenisafak.com/hayat/korfezin-yeni-hinterlandiafrika-boynuzu-3394903
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×