Marksizm ve Kapitalist Emperyalizmin Dinamikleri

Giovanni Arrighi
Adam Smith Pekin’de 21. Yüzyılın Soykütüğü
İngilizce’den Çeviren: İbrahim Yıldız
Yordam Kitap, İstanbul, Ocak 2009, 416 sayfa

Giovanni Arrighi, Türkçe’ye kazandırılan son kitabı Adam Smith Pekin’de 21. Yüzyılın Soykütüğü’nde ABD’nin dünya hakimi olma rolünde yaşanan aşınmanın nedenlerini ve sonuçlarını geliştirdiği kuram aracılığıyla araştırmaktadır. Yazara göre ABD’nin gerilemesi belli dünya-tarihsel koşullar altında Çin merkezli Doğu Asya sisteminin daha öne çıkarak, Adam Smith’in ulusların zenginleşmesinin bir uluslararası güç dengesine varacağını savlayan kuramını gerçek kılabilir.

Arrighi’nin tarihsel analizinde merkezi konumu hegemonya kavramı tutmaktadır. Yazarın, Gramsci’den devralıp dünya-tarihsel koşulları gözönünde bulundurarak geliştirdiği bu kavram, “[uluslararası] sistemin hakim gruplarının üçüncü taraflar ya da doğa karşısında kolektif gücünün artmasını”1  ifade etmektedir. Hakim grupların çeşitli nedenlerle bu işlevlerini yerine getirememesi hegemonya krizine neden olmaktadır. Hegemonya krizi, hakimiyetin tamamen son bulacağı anlamına gelmemekte, aksine yazarın günümüzde ABD’nin gerilemesine rağmen elinde bulundurduğu gücü ifade ederken kullandığı gibi hegemonyasız hakimiyet durumuna da işaret edebilmektedir.

Arrighi, dünya sistemini; hegemonik gücün ve kendisiyle beraber eşitsiz gelişim gösteren diğer güçlerin (yeni bir hegemonya tesis edilmesiyle sonlanan ve yeniden başlayan) belli döngülerde devinmesiyle oluşan bir dinamik yapı olarak resmetmektedir. Bu döngülere uyarlanan her biri ayrı birer hegemonik güçle karakterize edilmiş dört uzun yüzyıl tariflenmektedir: Cenova-İberya devresi, Hollanda devresi, Britanya devresi ve ABD devresi. Arrighi, bunları Marx’ın para-mal-para döngüsünden (PMP’) esinlenerek sistemik birikim devreleri olarak adlandırır. Buna göre, “kapitalist gelişme finansal gelişme aşamasına ulaşarak, bir bakıma olgunluk çağına girdiğini ilan etmiştir: bu sonbahara girildiğinin bir işaretidir.2  Maddi genişlemeden mali genişlemeye doğru bu geçiş Batılı hegemonik devletlerde belle époque (geçici canlanma) evrelerini beraberinde getirmiş, bunu birikim krizinin derinleşmesiyle beraber iktisadi rekabet, toplumsal çatışmalar ve devletler arası husumetle karakterize edilen çözülüş ve hegemonyanın el değiştirmesi izlemiştir. Arrighi’nin sistemik birikim devresi, Harvey’in Yeni Emperyalizm’de ifade ettiği şekliyle sermayenin aşırı birikim krizlerini ötelemek için hareket etmek zorunda oluşundan kaynaklanmaktadır; velâkin bu hareketlilik “arkasında bir enkaz ve devalüasyon kümesi bırakır; 1970’lerde 1980’lerde kapitalizmin anavatanlarında yaşanan sanayisizleşmeler buna örnektir.”3 Devreleri, güçsüz düşen hegemonik gücün yerini daha önce onunla birlikte eşitsiz gelişerek onu geçen bir başka gücün alması tamamlamaktadır.

Arrighi, Avrupa sistemiyle Doğu Asya sistemini birbirlerine zıt kalkınma paradigmalarıyla betimlemektedir. Avrupa sisteminin dinamiğini ulusal ögeler arasında kesintisiz askeri rekabet ve sürekli değişen merkezin coğrafi yönden genişleme eğilimi oluşturmaktadır. Doğu Asya sisteminin dinamiğini ise askeri rekabetin zayıf olması, coğrafi genişleme kaygısı olmadan devlet ve ulusal ekonomi inşasına odaklanılması oluşturur. Bu durum Smith’in kuramında sırasıyla “doğal olmayan yollarla kalkınma” ve “doğal yollarla kalkınma” ifadeleriyle yer almaktadır. Kitap boyunca, bu iki dünya sistemi arasındaki ilişkiler irdelenmekte ve ABD’nin hegemonya krizi ve uluslararası sistemin geleceği özellikle Doğu Asya sisteminde yaşanan farklılaşmalar bağlamında ele alınmaktadır.

Britanya’nın imparatorluk masraflarını çıkaramayacak denli gerilemesi ve peşi sıra gelişen iki paylaşım savaşı, ABD’nin hegemonyasını tesis etmesi için uygun koşulları oluşturmuştu.  ABD’nin “durdurulamayan” ekonomik ve askeri gelişimi, her iki savaş boyunca Avrupalı güçlerin birbirlerini tüketmesini “mutlu üçüncü taraf” olarak izleme stratejisiyle birleşerek, hegemonya tesisini mümkün kılmıştı. Britanya’dan farklı olarak ABD hegemonyası kapitalist ülkelere belli bir model dayatıyordu. Bu model en açık ifadesini Soğuk Savaş rejiminde buldu; ABD küresel ölçekte bir savaş-refah devleti modeline yerleşiklik kazandırdı. İki savaşın ağır yükünü aşmayı vaat eden bu model, ABD’nin cömert yardımlarının da itkisiyle hızla yaygınlaştı. ABD, “dünya polisi” olmayı becerdi ve diğer kapitalist devletler üretim sisteminin güvenliği adına bunu benimsediler. ABD’nin dayattığı bu yeni model başta Japonya olmak üzere Doğu Asya’nın Batı tipi kalkınma paradigmasıyla buluşmasını ve ağır sanayisini kurmasını getirdi.

 ABD’nin stratejisini sekteye uğratan pratik engellerdi. Vietnam’da ağır yenilgiye uğrayan Amerikan savaş makinesi, ABD’nin saygınlığını azalttı ve ona atfedilen “dünya polisi” rolü kuşkuyla karşılanmaya başlandı. Arrighi, bu durumu ABD hegemonyasının sinyal krizi olarak kavramlaştırır. Peşi sıra yaşanan petrol krizi ve dolar devalüasyonu ABD’nin ekonomik anlamda gerilediğini gösteriyordu. Çözüm sermayenin finansallaşmasındaydı. Şirketleri üretim süreçlerini bölmeye, taşeronlaştırmaya iten bu süreçle birlikte ABD giderek büyüyen cari açık girdabına girmiş oldu. Taşeronlaştırma dalgasından kazançlı çıkan Doğu Asya oldu. Doğu Asya sistemi, ABD’li büyük şirketlerin taşeron üretimini gerçekleştirerek Batı tipi kalkınma yolunu kendi emek-yoğun kalkınma yollarıyla melezleyerek büyük artıklar elde etti ve ABD’nin cari açık finansörleri haline geldi.

ABD, finansallaşmasını Sovyetler Birliği’ne karşı silahlanma yarışını tırmandırarak sürdürdü. Arrighi, Sovyetlerin çözülmesini ABD’nin silahlanmada gösterdiği atılıma yanıt üretememesine bağlamaktadır. Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ardından ABD kendi belle époque dönemini yaşadı. Arrighi’nin sistemik döngüsü uyarınca, ABD’nin aşırı üretim krizini ötelemesinin yegane yolu, dünya kapitalist sisteminin devamlılığının kendi gücüne bağımlı olduğunu göstermesinden geçmekteydi. Bir diğer deyişle Amerikan hegemonyasının sürekliliğinin sağlanması işi, ABD’yi teritoryal gücünü konsolide etme yoluyla yeni birikim kanalları oluşturmaya ve sermaye akışını diri tutmaya bağımlı kılmıştı. Bunun için Vietnam Sendromu’nun etkilerini bertaraf edecek bir askeri başarı elde etmesi ve kendi egemenlik sahasında ABD çıkarlarını baltalayacak olası jeopolitik dizilimleri engellemesi gerekmekteydi. ABD, Vietnam Sendromu’nu askeri gücünü kanıtlayarak aşmayı ve enerjisini kendisiyle rekabet edecek kadar büyük bir güce ulaşan Doğu Asya’ya yönlendirmeyi hesapladı. Vietnam Sendromu’nun aşılacağı yer, Sovyetlerin çözülmesi itibariyle “kolay lokma” olarak görülen Ortadoğu olarak tespit edildi. Amerikan askeri aygıtı Yugoslavya’yı parçalamakta edindiği deneyimi Ortadoğu’ya aktarmak için en uygun fırsatı 11 Eylül 2001 itibariyle yakaladı, Bush yönetimi Amerikan Yüzyılı projesini deklare etti. Bu projenin ilk etabı uyarınca ABD’nin Afganistan’a müdahalesi hegemonyasının tesisinde yeterli değildi; daha geniş kapsamlı ve başarılı sonuçları herkesçe kabul edilmek zorunda kalınacak bir askeri operasyona ihtiyaç ifadesini Irak’a dönük işgal planında buldu. 

Amerikan askeri aygıtının Irak’ta tattığı acı yenilgi, “ilk ve tek Amerikan yüzyılı olan o ‘uzun’ yirminci yüzyılın son perdesi”4 oldu. Diğer emperyalist ülkeler, ABD’nin uluslararası bir angajmanda yer almamasının yaratacağı onulmaz sorunların tasasına düştüler. Irak’ta yaşanan hezimet, ABD’nin bölgede ilkel birikim hesaplarını geçersiz kıldı ve muazzam cari açık karşısında Amerikan ekonomisini daha da kırılgan kıldı. ABD alışıldık finansörleri Arap dünyasından ve Doğu Asya ülkelerinden gereken sermaye akışını sağlamakta ciddi güçlükler çekmeye başladı. Bu sürece eşlik eden bir diğer önemli olgu Çin ekonomisinin engellenemez büyümesi oldu. ABD hegemonyasının karşı karşıya kaldı derin kriz, küresel ekonomi politiğin merkezini Doğu Asya ülkelerine ve özel olarak Çin’e doğru kaydırdı.

 Arrighi’ye göre Çin’in temel avantajı bol miktarda eğitimli işgücüne dayalı kalkınma paradigmasını koruyor oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu, Smith’in “doğal yollarla kalkınma” savına uygunluk göstermektedir. Çin, büyük işgücünü eğitmeyi ve köy-kent dengesini bozmadan istihdam sorununu büyük oranda çözmeyi geleneksel üretim biçimini tamamen terk etmeyerek başarabilmiştir. Batı’nın kalkınma paradigmasının yıkıcı etkileri gözlemlenebilir halde olsa dahi, Çin emek-yoğun kalkınma biçimini ağır sanayi kollarında “daha az makine daha çok işçi” yöntemiyle melezleyerek koruyabilmektedir. ABD, gerek Irak’ta yaşadığı yakın yenilginin onulmaz etkilerinden gerekse de uluslararası ekonomik sistemde elverişli konumunu büyük ölçüde kaybetmiş oluşundan ötürü Çin’in gücünü sınırlama politikasını başarıyla yürütemez durumdadır. Bu nedenle Çin’in ekonomik yükselişini durduracak bir engel saptanamamaktadır.

Arrighi, Amerikan hegemonyasının sürekli ve onulmaz bir kriz içerisinde olduğu gerçeğini Çin’in yükselen gücünün ulusların eşitlik içinde zenginleşecekleri Smithyen bir dünya yaratma potansiyeline dönük büyük umutlarla karşılamaktadır. Bir diğer deyişle hegemonyanın Çin’in gücünü kanıtlamasıyla birlikte çok taraflı bir nitelik kazanacağını ve bunun uluslararası sistemin yasaları gereğince gerçekleşeceğini düşünmektedir. Bu durum, yazarın geliştirdiği kuramın sorunlarını açığa çıkarmak gereğine işaret etmektedir.

Arrighi’yi, Marx’tan uzaklaştırıp Adam Smith’e yakınlaştıran itki onun kuramını inşa ettiği ölçekte aranmalıdır. Arrighi, Marx’ın kapitalizmin mekanizmalarını sınırları belli birimler içerisinde açıklamasını, onu kapitalist gelişimin sınırlarını görmekten uzaklaştırdığını ve dünya-tarihsel koşulları betimlemede yetersiz kıldığını düşünmektedir. Marx’ın Doğu Asya pazar sistemine kuramında önemli bir yer tanımayışı ve bu sistemin Batılı kalkınma paradigması karşısında ayakta duramayacağını iddia etmesi (ve bunun pratikte yanlışlanışı), Arrighi’nin kuramını gerekçelendirmesinde kullandığı argümanlardır: “Kapital, sınıf çatışmasının doğasını anlamak açısından anahtar içgörüler sağlıyordu, fakat Marx’ın kapitalizmin dünya ölçeğinde gelişmesiyle ilgili önvarsayımları empirik gözlemlerle örtüşmüyordu.”5 Marksizmin ilerlemeci tarih kurgusunun yerleşikliği fazla, giderek mekanikleşen kuramlara yol açan yorumlarından kaçan Arrighi, soluğu Smith’in devletler sisteminde almış görünmektedir.

Aradığı  ölçeği bulan Arrighi, geliştirdiği he-gemonya kavramının katkısıyla temelde dev-letlerden ibaret olan öznelerini yaratmıştır. Devletlerin niteliği hegemonyanın farklılaşmasına bağımlı olarak değişmektedir. Kapitalizm, devlet erki sermaye hareketlerine bağlandıkça ortaya çıkan bir olgu derecesine düşürülmüş; emperyalizm hoyratça kullanılan bir sözcük haline gelmiştir. Sınıf çıkarları, genel olarak hegemonyaya bağlı olan ulusal çıkarlar içerisinde erimiş haldedir. Sınıf mücadelesini bütünüyle reddetmeyen Arrighi, bunu hegemonyanın bağımlı bir değişkeni olarak kabul etmektedir. Hegemonya, bir toplumsal formasyon olarak kapitalizmden kopartıldığı ölçüde anlaşılması güç bir niteliğe bürünmektedir. Arrighi’nin sistemik döngüsü uyarınca farklılaşan hegemonya, dünya-tarihsel koşulları tüm devlet-öznelere dayatarak onlara şekil veren biricik güç halindedir. Oldukça kapsamlı tarihsel analizler, hegemonyanın aşkın niteliğinden ötürü, giderek tarihin “mantığına” kurban edilir gibi görünmektedir.  

Arrighi, Marx’ın kuramını dünya sistemine doğru ölçeklenemez bulduğu için eleştirmekteydi. Arrighi’nin kuramı, toplumsal özneler olarak sınıfları ve sınıf mücadelesini, devrimi ve komünizmi hegemonyanın “görüntüleri” olarak hiçe indirgediğinden daha küçük birimlere doğru ölçeklenemez bir nitelik taşımaktadır. Uluslararası sistem ölçeğinde inşa edilmiş bu “büyük kuram”, belli bir soyutlama düzeyinde salınım sağlamak adına yerleşikliğe boğulmaktadır. 

Emperyalist-kapitalist sistemin dinamiklerini; sınıf mücadelesi ve devlet erki, üretim biçimi ve toplumların formasyonu arasındaki içsel bağları koparmayan ve devrimi arayan bir marksist analizle betimlememizin geçerliliği süregitmektedir.

Dipnotlar

  1. Arrighi Giovanni, Adam Smith Pekin’de 21. Yüzyılın Soykütüğü, Yordam Kitap, İstanbul, 2009,  s. 158 
  2. a.g.e, s. 237;  [aktarma]  Braudel Fernand, Civilization and Capitalism, 15th-18th Century, Volume III:The Perspective of the World, Harper&Row, New York, 1984, s. 157,164, 242-243, 246, vurgulama eklenmiştir. 
  3. a.g.e, s.226;  [aktarma] Harvey David, The New Imperialism, Oxford University Press, New York 2003, s.116 
  4. a.g.e, s.197 
  5. a.g.e, s.34