“Naif” bir Yazara Bakarken

Dostlarla Mektuplaşmalar
Stefan Zweig
Çeviren: Ahmet Arpad
Yordam Kitap, İstanbul, Mayıs 2009
368 sayfa

Yıl 1942, Avrupa Nazi botları altında ezilirken, Naziler tarafından kitapları yakılan, Gestapo tarafından evi aranan ve baskı görüp ülkesi Avusturya’yı terk etmek zorunda kalan ve artık Avrupa’nın ve kendi eski dünyasının var olmayacağını düşünen Stefan Zweig, Brezilya’da karısıyla birlikte intihar etti. Hayatına son vermeden önce kaleme aldığı son eserinde Avrupa kültürünün ve kendi eski dünyasının yok oluşunu işlemişti.1

Bir savaş karşıtı olan Stefan Zweig’ın hayatının iki dönüm noktasının birinci ve ikinci savaş olması çok acı. Birinci savaş başlamadan önce kendi dünyasında dostlarıyla mektuplaşan,

ürünlerini ortaya koyan Zweig, savaşın başlamasıyla birlikte savaş karşıtı bir konum alıyor ve savaş karşıtı metinler yayımlayabilmek için Avrupa’da bulunan ve kendisi gibi düşünen az sayıda edebiyatçıyla irtibata geçip Avrupa’da savaş karşıtlığını yükseltmeye, bir tepki oluşturmaya çalışıyor. Ancak çabası sonuç vermiyor çünkü içlerinde eski dostlarının da bulunduğu birçok yazar çoktan “ülkelerinin yanında” konumlanmış durumdalar. O da bir süre sonra Viyana’da Savaş Karargâhı’nda gönüllü olarak Savaş Arşivi’nde görev alıyor ancak savaş sırasında ve sonrasında bu görevin onun özgürlüğünü elinden aldığından yakınıyor ve savaş karşıtı işlerini bu görevdeyken de sürdürüyor. Kimsenin kılına zarar vermeden birilerine yardım edebilmek onun için oldukça değerli! Zweig’ın savaştan öğrendiği şeyler de var:

“Günümüz burjuvazisi bana kalırsa verimsizleşti, tüm sorunlarıyla artık onun sonu geldi. Bundan sonra ona hak ettiği biçimde nefretle ve hor görerek yaklaşılmalı. Savaş yıllarında bu inanca vardım”2

Bu hor, nefretle yaklaşımın ilk yıldızı bu söz söylendikten birkaç ay sonra Çarlık Rusya’da parlıyor ve daha sonrasında bu ilk yıldızın ürünü Zweig’ın umudu oluyor.

 Zweig’ın en çok dert yandığı şeylerden biri ise savaşın Avrupa’nın birliğini, özellikle kültürel birliğini bozduğuna dair oluyor.

“En büyük idealim sayılan Avrupa toplumlarının kardeşliği düşümün yok olduğunu görmek çok hüzün verici, sonsuz bir ümitsizliğe kapılıyorum.”3

Elbette ki hayattaki her şeyi edebiyat değil Zweig’ın. Avrupa’nın ve ülkesinin içinde bulunduğu durum onu rahatsız etmektedir aynı zamanda o, “iyi” bir edebiyat ürününün oluşması için toplumun belli dinamiklerine görev düştüğünün ve edebiyat eserlerinin de toplumla bağ kurduğunda anlamlı ve “iyi” olduğunun farkındadır.

“En iyi dileklerimiz, gittikçe artan bir ümitle uzaktan izlediğimiz ülkeniz için… Avrupa’nın budalalığı düşünen her insanı utandırıyor!”4

Zweig’ın Maksim Gorki’ye yazdığı bu mektupta aynı ümitle izlenen ülkenin, Zweig’a ölüm kararını verdiren ümitsizliğin sis bulutlarını dağıtabilecek iken, bu kararın çok az farkla daha önce alınması büyük talihsizlik!5

Bütün değer yargılarını insanlığın “utkusu” yönünde biçimlendiren, politikadan nefret eden ve bunu Schahnovelle(Satranç) adlı eserinde “bütün benliğimle ve duygularımla o kareli alana çakılıp kaldım”6 diyerek kendi içinde sembolikleştirdiği savaş dönemindeki(özellikle ikinci savaş) politik alana “hapsolmayı”7, dört duvar arasına sıkışıp yalnızlığını paylaşabildiğin tek şeyin bu “oyun” olmasına benzeten bu “naif” yazarın birinci savaştan sonraki huzur dönemi çok uzun sürmüyor. Naziler gelip kapısını çaldığında, tarihteki yıldızların parladığı anların anlatıcısı için bütün Avrupa’nın, insanlığın utkusunun yıldızı, beklide sönülmenmiş oluyor… Böylece onun için İngiltere’de başlayan ABD’de, Arjantin’de, Paraguay’da devam eden ve Brezilya’da son bulan sürgün yılları başlıyor.

“Alman dili ve edebiyatı her zaman, hele bu gün eskiden de daha fazla halka kapalı. Edebiyat sürekli yüksek öğrenim görmüşlerin tekelinde kaldı. Tiksinti duyduğum o ‘kültürlüler’ kelimesiyle tarif edilen, gözle görünmeyen bir cemiyetin insanlarının edebiyatı…”8

Stefan Zweig’ın edebiyata bakış açısı halka açık, “toplumsal” olduğu gibi aynı zamanda mektuplarında da birçok kez belirttiği gibi yazmanın ve yayınlamanın yazan kişi için değil okuyucu için gerçekleştirilmesi gerektiğini de kapsamaktadır:

“Başkaları için hala önemli ve değerli olan bu şiirler zamanla size yabancılaşacaktır. Ve ben şuna inanıyorum ki, bizler eserlerimizin seçkilerini kendimiz için değil, onların tadına varmak isteyenler için yayınlamalıyız.”9

Ancak onun edebiyata ve sanata fazla “özerklik” atfettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Hayattaki referans noktası edebiyattaki, sanattaki “iyi”lik olan yazarın bu tutumunu kendi yaşadığı dönemdeki davranış ve kararlarında görebilmekteyiz.

“Sinclair için yaptığınız çağrının altına imzamı atmayacağım için özür dilerim; bence Nobel ödülüne aday olacak tek bir kişi var. O da yirmi, otuz yıldır bir türlü kabul görmeyen ve kanıma göre çoğu edebiyatçıdan daha başarılı Maksim Gorki’dir! Sadece politik nedenlerle Rusya’nın edebiyat alanında hala boykot edilmesini ben çok çirkin bir davranış olarak buluyorum.”10

Deneme, şiir, öykü, roman, tiyatro eserleri ve daha çok tarihsel biyografiler üstünde duran yazarın özellikle tarihsel diyebileceğimiz metinlerindeki yöntemi o günün var olan nesnelliğinin yanında daha iradi müdahaleleri ve “an”ı merkeze almaktadır.

Peki, bu mektuplar ne ifade ediyor?

Stefan Zweig ve R.M. Rilke, Arthur Schnitzler, Hermann Bahr, Maksim Gorki, Sigmund Freud ve Hermann Hesse arasındaki 1904-1939 tarihleri arasındaki yazışmalar öncelikle “dostlar” arası mektuplaşmalar. Dostlar mektuplaşırken üretim yapıyorlar ve ürün meydana getiriyorlar(yeni kendileri ve tabi ki yazdıkları metinler). “Dostluk” kavramının da burada anlamlandığını söyleyebiliriz: Birlikte üretim yaparak. Biz okuyucuda bu üretim aracı ve ürün olan mektuplardan Zweig’a ve Dostlarına, o günün Avrupa’sı ve siyasi, kültürel atmosferine ve kahramanlarımızın üzerindeki iz düşümlerine dair birçok şeyi öğrenebiliyoruz.

Dipnotlar

  1. Zweig, Stefan, 1941 (Türkçede ise Can yayınları tarafından ismiyle Ayça Sabuncuoğlu tarafından çevrilmiş, 1997, 2009) 
  2. Zweig, Stefan, çev.: Ahmet Arpad, İstanbul, Mayıs 2009, s.103 
  3. A.g.e, s.162 
  4. A.g.e, s.277 
  5. Stalingrad Zaferi (02.02.1943) Zweig’a bir umut verebilirdi. Malum, daha sonra Kızıl Ordu Berlin’e kadar ilerlemiş Avrupa’dan faşizmi temizlemiştir. Yazarımızın ölüm tarihi ise 23 Şubat 1942’dir. 
  6. Zweig, Stefan,, çev.: Ayça Sabuncuoğlu, Can Yayınları, İstanbul, Nisan 2009, s.63 
  7. “Hapsolmak” burada savaş dönemi için “düşünecek başka bir şey bulamamak” anlamına gelmektedir. 
  8. Zweig, Stefan, , çev.: Ahmet Arpad, İstanbul, Mayıs 2009, s.253 
  9. A.g.e, s.17,18 
  10. A.g.e, s.276