Okurlarla
1991’in 1 Mayısı’ına yaklaştığımız günlerde sizlere merhaba diyoruz. Türkiye işçi sınıfı genel grev, Zonguldak Direnişi, geniş bir grevler dalgası, bunların ardından gelen bir tensikat ve baskı politikası ile dolu dolu geçirdi bu yılın ilk aylarını… Sorunlarının yoğunluğu ve hareketliliğin boyutlanmasına karşılık, bunlara paralel bir politizasyonun kendini göstermemesi 80’li yıllar işçi hareketinin bir karakteristiğiydi. Bu özellik ’91’de de sürüyor. Türkiye sosyalist hareketinin ciddi bir müdahil güç rolü oynayabildiği koşullarda, herhalde şu geçtiğimiz aylar işçi sınıfının adım adım 1 Mayıs’a hazırlandığı, tansiyonun giderek yükseldiği, politizasyonun arttığı bir konjonktüre dönüştürülebilirdi. İşçi sınıfı bugün deneyimlerini biriktiremiyor, kendiliğindenlikten politizasyona geçemiyor, eylem biçimlerini yenileyemiyor, ülke siyasetini belirleyen gündem konularına refleksler gösteremiyor ise, bütün bunlar sonuçta sosyalist bir öznenin misyonunu yerine getirmiyor olmasına indirgenebilir.
1 Mayıs işçi sınıfının birlik ve mücadele günüdür. Bu günün layıkıyla kutlanabilmesi için de sosyalist öznenin devreye girmesi gerekiyor. Aslında bu durum Türkiye’nin bir özgünlüğüdür ve içerdiği anlam kavranmalıdır. Türkiye işçi sınıfına “mücadele”, “birlik”, “dayanışma” fikirlerini taşıyabilecek siyasi bir diğer özne mevcut değildir. Türkiye işçi sınıfı mücadeleye ısındığı ölçüde sosyalist hareketten başka herhangi bir gücü yanında bulamayacaktır. Düzenin istikrarsızlıkları nedeniyle, hareketin düzen içinde massedilme olanakları dardır.
1 Mayıs herşeyden önce sosyalistlere “devrede olmadıklarını”, bu eksikliği hatırlatmalıdır. Sosyalistler bu 1 Mayıs’ta da sınıfa ulaşma, politika taşıma, yönlendirme işlevlerini üstlenecek uygun bir örgütlenmenin eksikliğini hissedecekler. Ve bu 1 Mayıs sınıfla aramızdaki mesafeyi kapatmanın bir aracı haline getirilmelidir. Bunun bir anlamı da yıpran- mış sınıftan izole dar kadro eylemlerinin yerine son yıllarda kimi örnekleri verilebilen bir başka eylem türünü geçirmektir: Sınıfın üretimden gelen gücünü kullanarak yaptığı, meşruluğunu sınıfsallığından alan kitle eylemleri. Sosyalistlerin rolü bu eylemliliklerin örgütleyicisi olmaktır; sosyalistlerin yeri bu eylemliliklerin içidir, yanıbaşıdır. Sözkonusu “kitlesellik” ise nicel bir ölçüme tabi tutulamaz. Burada birincil öneme haiz olan sınıfın hareketinde politizasyonun canlandırılmasıdır. Bu işlevi yerine getirebilen eylem nicel sınırlılığının ötesinde bir kitlesel etki yaratır.
Sosyalist hareket ise 1 Mayıs’ı, kendisinin burjuvaziyle ve devletle karşı karışya geldiği anlamı yalnızca etik bir gün olmaktan çıkartmalıdır. Örneğin Taksim’in yeniden 1 Mayıs alanı haline getirilebilmesi, geri dönülmez, ahlaki sorumluluğu büyük bir hedeftir. Ancak bu sonuca ulaşabilmenin yolu da yine işçi sınıfı ile sosyalist hareketin kesişme noktalarında berraklaşacaktır. Bu düşüncelerle tüm okurlarımızın sosyalistlerin, Türkiye ve dünya işçilerinin 1 Mayıs’ını kutluyoruz.
Bu sayımızda ağırlık kazanan konu reel sosyalizm. Bu konuyla bağlantılı dört yazı yeralıyor kitabımızda. Ancak bunların öncesinde Metin Çulhaoğlu arkadaşımızın Türkiye sosyalist hareketinin önündeki güncel adımları ele aldığı çalışmasını yayınlıyoruz: “Marjinallik Teması Üzerine Çeşitlemeler”. Ana konudaki ilk yazı ise önceki bölümlerini geçtiğimiz aylarda yayınladığımız, Cemal Hekimoğlu’nun “Sosyalist Demokrasi” yazısının son bölümü. Hekimoğlu’nun bu yazısı özel olarak Türkiye’deki tartışmaları konu alıyor. Bu çalışmanın dolaylı olarak reel sosyalizmin yaşadığı son süreçlerle ilişkili olduğunu düşünüyoruz.
Aydın Giritli ve Mehmet Kıvanç’ın ortak çalışması “Reel Sosyalizm Çözülürken Türkiye Solu” başlığını taşıyor. Yazıda glasnost ve perestroyka değişik sol kesimlerden gösterilen farklı tepkiler tartışılıyor. Bu çalışmanın tümüne, hacim sınırlılığımız nedeniyle yer veremedik.İkinci bölümü bir sonraki kitabımızda yayınlamayı tasarlıyoruz.
Kenan Çözer Sovyetler Birliği’nin son aylarda yaşadığı gelişmeleri ele alıyor. Erhan A. Yazıcı ise, reel sosyalizmin ve sosyalist ideolojinin yaşadığı krizi inceliyor.
Bu çalışmayı Avni Yücel’in işçi sınıfının sendikal mücadelesi odaklı bir yazısı izliyor. Yücel, bu politik pratik soruna teorik bir düzlemden kalkarak yaklaşmayı ve bunun ışığında Türkiye’nin güncel tartışmalarına ışık tutmayı deniyor.
Altuğ Yaral arkadaşımızı 30 Mart 1991 tarihinde kaybettik. Son aylarda çeşitli ortak etkinliklerde bulunduğumuz arkadaşlardan biriydi. Bülten yazı kurulu üyesiydi. Yaral’ın kaybı Türkiye sosyalist hareketinin bütünü için ciddi bir kayıp oldu. Arkadaşımızı, Kasım 1989’da o dönem yazarı bulunduğu 10 Eylül dergisinde yayınlanmış bir çalışmasıyla anıyoruz.
Kitabımız Ayça Gürses’in uluslar arası güncel politik gelişmelerin ele alındığı çalışmasıyla sürüyor: “Dünyanın Düzeni”. Bunu Gelenek’te imzasına ilk kez yer verdiğimiz arkadaşımız Necdet Soybir’in bu kez iç güncel politik gelişmeleri tartışan bir yazısı izliyor: “(Mustafa) Turgut’un Kargaları ve Gak!”
Son çalışma ise politika va mizah ilişkisi üzerine bir değinme. “Burjuva Siyaseti ve Mizah Dergileri” başlıklı çalışmanın, yine imzalarına Gelenek’te ilk kez rastladığımız daha önce Siyaset’teki yazılarıyla tanıdığımız yazarları Edip Ercan ve Aysun Gün…