Olmaması Gereken bir İktisat İçin Provokatif Sorular

Böyle insanın insanı sömürmesine dayalı kaotik bir düzen kendini nasıl yeniden üretiyor? Düzenin iskambil kağıdından bir şato ya da çelikten dev bir şato olduğunu varsaymadan, onu devrimci bir gözle anlayabilir, çözebilir, irdeleyebilir miyiz? Yoksa bu faaliyeti kerameti kendinden menkul, çoğu akademik kürsülerde soluk alıp veren bir “sol iktisatçı” kesime mi havale etmek gerekiyor?

Peki, onlar bir tür tercümanlık yapamazlar mı? Şu son garip krizde ne yaptılar? Onlara yanıt vermeleri için hangi soruları sormamız lazım ki verecekleri yanıtlara göre işe yarayıp yaramayacaklarını anlayalım?

Sorulardan oluşan bir metnin sonraki soruların muradını açıklamaya çalışan giriş sorularını böyle formüle ettikten sonra iktisatçı olduğu düşünülen bir yazarın niye iktisatçılara karşı bir yazı yazdığını düşünebilecekler için bir not düşeceğim. Bu satırların yazarı bir iktisat fakültesinden zor bela mezun olmuş olmakla birlikte, “iktisatçılar” alemine “tahsil”le değil, mezun olduktan sonra yürüttüğü araştırma ve gazetecilik faaliyetleri vesilesiyle aşina olmuş durumdadır. Sıkça da kendine “madem kenarında kalmışsın, niye dışına çıkıp kurtulmuyorsun?” sorusunu sorup durmuştur.

Bir not daha düşeceğim: Burada özel olarak sol ya da sağ iktisatçı ayrımı yapmıyorum. Bir garip meslek olarak “iktisatçılık”ın bir noktanın ötesindeki klan yapısı nedeniyle çoğu zaman gölgelenen bu ayrım, solcu inşaat mühendisiyle sağcı inşaat mühendisi arasındaki ayrıma doğru itilmektedir. “Ben villa değil belediye veya konser binası yapmak istiyorum” diyen mühendise nasıl “önce otur statik, mukavemet hesabı öğren, sonra ne yapacağına karar verirsin” deniyorsa, iktisatçıya da devrim yapmayacaksan, dinamik denge, duyarlılık analizi, vs öğrenmeden olmaz demenin “tutacağı” hesaplanmıştır. Sorun bunu dayatan ve koparıp alan akademi düzeninde olmasa gerek. Akademi düzeninin tekelci kapitalizmin sürdürülebilir kılınması için adapte edildiğini, soğuk savaşın en ağır silahlarından biri olduğunu, vs. biliyoruz. Sorun, “sol iktisatçı”yı bir “otorite” olarak bağrına basan solcunun sorunudur.

Nedir bizi iktisatçılara mahkum eden?

Mevcut tekelci sermaye düzeninde üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi ile üretim ilişkileri birbiriyle uyumsuz. Yani üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi veri alındığında, insanın kurtuluşu güncel ve acil olarak mümkün. Devrimci sosyalistlerin dünyayı anlama ve değiştirme çabasının merkezindeki bu Marksist duruş, kısmen bile olsa iktisatçılara ihale edilebilir mi?

“İktisat başlığında tartışılan konular bana uzak geliyor, bu işler biraz karışık” diyen tüm solcular, aslında işleri olduğundan karışık yansıtarak bir tür mesleki lonca özelliği gösteren iktisatçıların, yani “olmayan bir bilimin” insanlarının ekmeğine yağ mı sürüyorlar?

Daha somut ve belki yanıt verilmesi daha acil sorulara geçeceğim. Ama soruyu soranın en azından bir yanıtı provoke etmeye çalıştığı belli. Bu kısmına sorusuz bir açıklık, bir kayıt gerekiyor.

İktisat, bir akademik alan olarak iktisat ve Dünya-Türkiye iktisadiyatı (üretim ve paylaşım ilişkileri) arasında oluşmuş düzlem farkları var. İlki, yani saf haliyle iktisat, Marksizme göre bir bilim değil. Üretim ilişkileri, bilinçli ve sosyal insan eylemiyle şekillenen, kültürel ve siyasi etkiler altında kalan olgular. Yani ölçülebilir parametrelerle yapılan basit veya karmaşık hesaplardan anlamayan solcuların “ben iktisattan anlamıyorum” demeleri yanlış. İktisadın konusu olduğu iddia edilen unsurların çoğu aslında toplumun, siyasetin, mücadelenin konuları…

Az önce dile getirdiğim ifadeyi biraz daha geliştirecek olursam, ortalama solcunun, sendikacının ya da öncü işçinin “bunlar karışık, derin mevzular” dediği her noktada uzak durulan bu alanları dolduran hemen her “iktisatçı” faaliyeti, maraz çıkarmaya meyillidir. “Sol iktisat”ın gücünü solun sığlığından aldığını söylemek, kaçınılmaz oluyor.

Sol ve kriz üzerine sorular

Yaşanan bir bozuk saat sendromu mu? Halk gözünde zaten hep felaket tellalı olan solcuların, krizi bildik demeye hakları yok mu? Marksizmin krizin kapitalizme içsel olduğu, düzenin kendi mezar kazıcılarını yarattığı tasarımı, solcuların düzenin atılım yapma-tökezleme dinamiklerini takip yetisini azaltan bir rehavete mi yol açıyor?

“Aşırı şişme” tespitleri zaten yapılıyordu. Ama 2007 yazında ABD’de başlayan “hava kaçırma”nın dünya solu tarafından yeterince özel ilgiyle izlenemediği söylenebilir mi? Nouriel Roubini gibilerin bir pop star mertebesine erişecek ölçüde rant sahibi olması, solcu akademisyenlerin bıraktığı boşluklar sayesinde mi gerçekleşti?

İktidarının ilk üç yılında (2002-2005) “iktidar bile olamazlar” tespiti, AKP’ye karşı muhalefetin ana gündemiydi. Daha çok düzen partilerinin yönlendirmesiyle geçen bu dönemde özellikle AKP’nin Türkiye siyasi sisteminin kriterleriyle tam bir siyasi parti olmaması da sık öne sürülen bir tema oldu. Türkiye solu, AKP-emperyalizmin siyaseti ilişkisini bu dönem sonrasında da kısmen ve heterojen bir şekilde okudu. Ekonomik dengelerin “geçici denk gelme”, “sürdürülemezlik” veya “başarısızlığa mahkumiyet” gibi faktörlerle açıklanması özellikle 2005-2008 dönemini karşılayamaz hale geldi. Buna rağmen neden atıl kalındı?

Bu ataletin sosyal demokrasiyi de içine alan “kültürel sol”dan liberalizm kanadına doğru, normalde olacağından daha büyük bir parça kopmasına yol açmış olması mümkün müdür? AKP ile emperyalizm arasındaki süreci “felaketin eşiği” başlığı altında çözümleyen TKP’nin değerlendirmelerinin oluşturduğu set haricinde doğru teşhis edebilen bir metin çıkmış mıdır?

2001 Şubat krizinden çıkmakta olan ülkede iki temel dinamik iyi okunamadı ve tüm boyutlarıyla algılanamadı: Yarısından fazlası yabancı finans tekellerinin eline geçen bankaların ekonomideki paylarını artırmaları ve tüketici kredilerinin patlaması. Finansal genişleme neden “emekçinin borç batağı”nın ötesinde masaya yatırılamadı?

Üretimde düşük kâr marjlı ve düşük katma değerli ithal girdiye dayalı modelin “siyasi bir tercih” olarak AKP’ye başarı getirdiği söylenebilir. Krizlere karşı kırılganlığı artırdığı şüphe götürmeyecek bu modelin çürüklüğünün emperyalizmin siyasi desteğiyle telafi edilmekte olduğu neden gözden kaçırıldı? Aynı desteğin, krizden üretimin küçülmesi boyutunda en kötü etkilenen ekonomilerden birinde “kontrollü iniş”in hakemliğini yapabileceği neden ihmal edildi?

AKP’nin böyle kapsamlı bir destek altında sermayenin bileşimini değiştirme, küçük sermayeyi de kayda değer bir güç oluşturacak şekilde örgütleyebilme gücü, aynı “sürdürülemezlik” analizlerinde niye bir karşıt faktör olarak yeterince yer bulmadı?

Katastrofik yaklaşımlar neden prim yaptı? Krizlere magazin gözlüğüyle yaklaşım okur oranını artırdığı için mi?

Kimi otorite ve karizma sahibi solcu aydınlar ikiz kulelere yapılan saldırının “ABD imparatorluğunun çöküşü” olduğunu müjdelemişlerdi! Hatta bunlar arasında öncellerini 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden medet ummakla kıyasıya eleştiren isimler de vardı. Daha önceki takılma noktalarının aşılması, bir kazanım olarak solun bütününe yazmışken, bugün niye solun bütünü “emperyalizm ve krizler” başlığında “Büyük Buhran sonrası en büyük kriz” koşullarında fazla yol alamadı?

Neden tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de 2007’de başlayan arızalarla solda fazla ilgilenilmedi? Neden 2008 ortalarına gelindiğindeyse bu sefer “işte o kriz bu kriz” yaklaşımı ağır bastı?

Neden bir alternatif yaklaşım olarak İşçi sınıfının ideolojik, sendikal ve siyasal düzlemde kafasını fazla kaldıramadığı bir dönemde, krizin kontrollü sermaye değersizleşmesi ve hızlı tekelleşmenin ötesine geçebilecek yıkıcı etkilerinin kontrol edilebilmesi ihtimali azımsandı?

Kapitalist sistemin 1973’ten beri topyekun bir değersizleşme sürecinin uzağında olması, “asıl büyük krizin” ertelendiği ve yıkıcı potansiyelinin arttığına mı işaret eder; yoksa mülk sahibi sınıfların siyasal düzlemde rahat ve barışçıl dönemlerde krizle baş etme gücünü artırdıklarına mı? Bu tartışma, çok ihtiyaç varken neden yeterince verimli yürütülememekte?

Para girişinin farkına çok geç varıldı. Bastırılmış kurun, tercih edilmiş bir politika olduğu belliydi, ama özel sektör borçlanmasındaki şişmenin üzerine gidilmedi. AKP bunun şirketlerin kendi paralarına karşılık olduğunu anladığı anda örgütlenmesini tamamladı ve düğmeye bastı. Krizin en kritik dönemini kurtaracak bir nakit akışı yaratmayı başarmıştı. Önce özel şirket borçlanması, sonra doğrudan kayıt dışı nakit taşıma olarak gerçekleşen bu giriş neden diğer parametrelere ve hatta siyasete etkileri bağlamında daha fazla gündeme gelmedi? Başta Korkut Boratav olmak üzere bazı iktisatçılar bu konuya dikkat çekmeseydi böyle kritik bir konu, birkaç ay sonra aynı meseleyi vurgulamaya başlayan dönemsel banka raporlarından mı öğrenilecekti?

Görmezden gelinen uluslararası gelişmeler ve etkileri

1970 sonrasında “radikal iktisat”ın ana kanalı, “uluslararası işbölümü” ve “eşitsiz değişim üzerinden değer aktarımı” gibi başlıklarda üretilen birkaç temel metin üzerinden saha çalışmaları yapmakla meşguldü. Sosyalist Blok’un çökmesinden itibaren içine girilen sol düşüncenin ideolojik gerilemesi sürecinde radikal iktisat, tekelci kapitalizmin dinamiklerini anlama ve sorgulama enerjisini yitirmiş olabilir mi?

Asya’da kalabalık bir orta kesim tüketici yaratılması, batıda tekellerin yarattığı markalar üzerinden medya-reklamcılık-tasarım gibi hizmet sektörlerin devleşmesi, Asya aşırı üretiminin ABD’deki mali şişmeyle soğurulması gibi dinamikler niye solun daha iyi analiz edebildiği konular olmadı da örneğin merkez bankaları, hazine yönetimleri ya da İMF-Dünya Bankası etrafında kümelenen iktisatçıların dünyaya anlattıkları meselelerr haline geldi?

1973 petrol krizinden beri tekelci kapitalizmin sermayeyi kontrollü yenileme ve derinlemesine pazar büyütme çabaları, kuramda bir sorun yaratmasa da pratikte kriz öteleme mekanizmalarının daha yakından okunması ihtiyacını doğurdu. Bu ihtiyaç ne derecede giderilebiliyor?

Keza sektörel tercih, trend, moda şeklinde belli alanlara aşırı yatırım yapılması ve sonra aynı alanların kontrollü bir şekilde çökertilerek başka alanlara kayılması, sermayenin realizasyonu süreçlerinde topyekun krizlerin işlevlerini ne derece üstlenebiliyor? Kriz, büyütülüp öteleniyor mu yoksa savuşturulup parçalı hale mi getiriliyor?

Matematiksel iktisat bu kadar ilerlemeseydi, türev enstrümanlar bu kadar şişmeseydi kriz, böyle sert yaşanmazdı diyenler var. Bir de finansal şişme sayesinde aşırı birikim, türev finansal araçlar ve emlak gibi çökünce reel kesime zarar vermeyen noktalara yönlendirildi, yani balon şişirme artı sınırsız parasal genişleme politikalarıyla artık eski krizler bir daha gelmez diyenler mevcut. Bu tartışma solda hakkıyla karşılanabildi mi?

Te Fabula

Akademide yine piyasanın kendini dengeleme mekanizmalarının modellenmesi büyük bir meşguliyet alanı. Solcu iktisatçılar da piyasanın kendini dengeleyememe modelleri yapıyorlar doğal olarak. Aynı yerden maaş alıyorlar, belki aynı modelleri kullanıyorlar. Piyasanın kendini dengeleyebildiği ve dengeleyemediği dönemlerde farklı yıldızlar parlıyor, diğerleri sönüyor. Peki, bu oyuna “bilim”, bu insanların yaşadığı koridorlara da “kürsü” demek mümkün müdür?

Piyasa, madem genelde çalışan bazen sapıtan bir mekanizma, doğru zamanda doğru müdahaleyi de modelleyelim diyen ara türevler de şimdilerde prestij yükseltiyorlar. Matematiğe boğulma, sol aydınların iktisadi konular üzerinden sol siyaseti etkileme gücünü köreltiyor mu?

Neden sol iktisat dünyasının neredeyse tümü, örneğin sadece bir tek yazar kadar; karşı cephenin uzun farı olarak adlandırdığım, saygın ve açık fikirli bir yazar olan Tevfik Güngör Uras’ın ürettiği önerme, açıklama, soru ve uyarılar kadar bile kapsayıcı ve güçlü olamamaktadır?

Soruların kiminin iç çelişkiler barındırdığını, kimine çok sağlam yanıtlar verilebileceğini, kimilerinin hükümsüz kılınabileceğini biliyorum. Ama desteksiz atmadığımı, “iktisatçılık”la uğraşanların yeni bir dünya için biraz enerji aktarmaları, aktaramadıkları yerde de sol hareket tarafından işlevsizleştirilmeleri gerektiğini belirtmek amacıyla, yeterli uzunlukta bir soru listesi çıkardığımı düşünüyorum.

Siz siz olun, dünyada olup bitenlerin doğru eksenlerde tespit edilip devrimci bir konumlanış için enerji üretecek şekilde soyutlanması işini iktisatçı milletine bırakmayın. Siz siz olun, hayatı ciddiye, iktisadı hafife alın.

Çünkü “Anlatılan Sizin Hikayenizdir”.

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×