Orta Sınıf Merceğinden Dinci Gericilik

Bir tartışma başlığı olarak dinci gericilik, Türkiye tarihinin değişmeyen gündemlerinden biridir. Doksanlı yıllarla birlikte yoğunlaşan tartışmaların ve gündemin akademiden medyaya kadar geniş bir alana yayılmasının kaynağında ise, dinci gericiliğin bir siyasal hareket olarak gelişiminden çok, İslamcı düşüncenin yeni bir toplumsallık ve kamusallık yaratmak yolundaki ilerleyişi yatmaktaydı. Dinci gericilik, artık kamu yönetiminden iş dünyasına, sanattan spora kadar kamusal yaşamın hemen her alanında görünmeye ve İslam esaslarına göre düzenlenmiş yaşam tarzını sürdürebileceği toplumsal düzenlemelerin gerçekleştirilmesini talep etmeye başlamıştı. Dolayısıyla gündemi belirleyen dinci gericiliğin siyasal alandaki varlığı değil, kamusal alana ve toplumsal yaşama kalıcı biçimlerde nüfuz etmeyi başarmasıydı.

Bugünlere gelene kadar, dinci gericiliğin toplumsal yaşama nüfuzuyla ilgili geniş bir yazının oluştuğunu söylemek mümkün. Sosyolojik, tarihsel ve kültürel boyutlarıyla hayli kurcalanmış bir başlık var önümüzde. Fakat aradan geçen yıllarda, dinci gericiliğin gelişimi sonlanmış ya da duraksamış olmak bir yana, hızlanarak ve derinleşerek sürdü. Buna karşılık, konuya ilişkin tartışmaların bu hıza ve derinliğe ayak uydurabildiğini söylemek zor. Çözümlemenin nesnesi değiştikçe, çözümleme de değişmeliydi elbette, ancak somut yaşam soyut aklı “solladı”. Elimizdeki geniş yazın, karşımızdaki gerçekliği açıklamakta yetersiz kalmaya başladı. O halde, çözümlemeyi yeni kavramlar ve olgularla zenginleştirmek, daha önce gündeme gelmeyen yeni verileri işin içine katmak gerekiyor. Dinci gericiliğin yeni bir toplumsallık yarattığı tarihsel kesit, daha derinlemesine incelenmeyi bekliyor.

Bugün, dinci gericiliğin toplumsal yaşama nüfuzu dendiğinde, yeni bir toplumsallık biçiminin ve bu toplumsallığın taşıyıcısı olarak bir İslamcı orta sınıfın oluşumu son derece kritik bir olgu haline gelmiştir. Bu nedenle, dinci gericilik tartışması titiz ve geniş kapsamlı araştırmalarla güncellenmelidir. Hem orta sınıf olgusuna ait belirsizlikler hem de İslam düşüncesinin bu olguyla eklemlenme biçimleri nedeniyle, çözümleme sürecinin ciddi zorluklarla karşılaşacağı bellidir. Ancak ne olursa olsun, dinci gericiliğin toplumsal gücünü zayıflatmak ve geriletmek için konuya orta sınıf merceğinden de göz atmak zorundayız. Zira egemen ideolojik eklemlenmenin toplumsal sonuçları, orta sınıf merceği ile bakılmadığı zaman, oldukça dar bir görüş alanına sıkıştırılmış olacaktır.

O halde, dinci gericiliğin önce toplumsal yaşama nüfuz edebilmesinin, ardından da yeni bir toplumsallık yaratabilmesinin, ancak bir orta sınıf inşasıyla birlikte mümkün olduğunu görebilmek önem kazanıyor. Ayrıca, orta sınıfa ait ethos’un 1 dinci ve Kemalist orta sınıfları ayrıştırmaktan çok, ortak sınıfsal reflekslerle donattığını, bu anlamda aralarındaki söylemsel karşıtlıkların bir orta sınıf parantezine alınarak anlamlandırılması gerektiğini de şimdiden belirtmek durumundayız. Bu yazının niyeti de, böylesi bir çözümlemenin belki ipuçlarını, belki de ilk adımlarını atmaktır.

Orta sınıf parantezi

Sorunun ele alınışını kolaylaştırmak adına, bir çerçeve çizerek işe başlayabiliriz. Bu çerçevenin üç ayağı bulunmaktadır. Birincisi, orta sınıf yaşamının değişmez teması olarak görebileceğimiz sınıf atlama uğraşı ve piyasa koşullarında avantajlı bir konum elde etme arzusu; ikincisi, eğitim olanakları konusunda son derece duyarlı bir algı ve statü kaygısı; üçüncüsü ise, boş zaman ve eğlence alışkanlıklarından oluşan bir gösterişçi tüketim merakıdır. Bu üç ayağı birbirine bağlayan ve bu anlamda orta sınıf kültürüne az çok dayanıklılık sağlayan da, orta sınıf ethos’unun tanımlayıcı unsuru olan ayrıştırıcı (distinctive) kültürel pratiklerdir.

Sınıf atlama uğraşı konusunda orta sınıf yaşamının gösterdiği gayretkeşliğin en önemli nedeni, kuşkusuz, orta sınıf olmanın rahatız edici ve tedirginlik verici doğasıdır. Toplumsal yapının “alt” ve “üst” sınıfları arasında sıkışıp kalmak, sadece bu sıkışmanın değil, aynı zamanda bu durumun ne kadar süreceğine dair bir belirsizliğin de ifadesidir. 2 Daha açık bir deyişle, orta sınıfların sınıf atlama uğraşının arkasında, bu “orta”nın bir gün mutlaka aşağıya ya da yukarıya doğru hareket edeceği biçimindeki örtük içgörü yatmaktadır. Yani orta sınıf yaşamı, süre giden bir kırmızı alarm durumudur.

Haliyle, her an kendini tehdit altında hisseden bir yaşam tarzı, güvenli bir konum yakalamak için uğraşacaktır. İşte, orta sınıf yaşamında sınıf atlama uğraşının başat bir rol oynamasının nedeni buradadır. Bir gün karşılaşmak zorunda kalacağı kötü kaderden kurtulmak için toplumsal hiyerarşinin üst basamaklarına tırmanmak orta sınıf yaşamının kalıcı duyarlılıklarındandır. Dolayısıyla, kapitalist toplumun her “rasyonel” öznesi gibi orta sınıf bireyi de, aradığı güvenliğe ulaşmanın yolunun, ancak piyasa ilişkilerinin kendi lehine kullanılmasından geçtiğini düşünmektedir. 3 

Fakat burada söz konusu olan salt “oyunu kuralına göre oynamak”, yani piyasa koşullarında pragmatik bir tutum almak değil, kendi sınıfsal konumunu korumak ve yükseltmek adına piyasaya koşulsuz bir sadakat duymaktır. Bir başka ifadeyle, orta sınıf yaşamının sınıf atlama ve piyasa koşullarından avantaj sağlama uğraşı, dolaysız biçimde bireyi piyasaya, piyasa ilişkilerinin sömürücü doğasına ve piyasa mantığının mutlak meşruluğuna bağlayan çıplak bir hat oluşturur. Orta sınıf zihniyetinin toplumsal dönüşüm ve toplumsal özgürlük gibi taleplere burun kıvırması, bu anlamda, bu taleplerin gerçekleşebileceğine dair bir umutsuzluktan çok, açıkça bunun gerçekleşmesini arzu etmemelerinden kaynaklanır.

Eğitim ve statü başlıklarında gözlemlenen orta sınıf girişkenliği de, yukarıda sıraladığımız kaygıların hafifletilmesinin en etkili yolu olarak karşımıza çıkar. Kapitalist toplumun değerler hiyerarşisinde eğitimli olmak özel bir anlam taşıdığı gibi, alınan eğitimin biçimi ve içeriği de toplumsal hiyerarşide tutacağınız yeri belirlemektedir. Üstelik eğitim yoluyla sadece ailenin sınıfsal konumunun devamı sağlanmakla kalmaz, aynı zamanda sınıf atlama çabasıyla birlikte yürüyen bir “kültürel sermaye” edinimi de gerçekleştirilmiş olur. Kapitalist toplumda orta sınıf yaşamının acı bir statü ve prestij kaygısıyla çevrelendiğini düşünürsek, 4 alınan eğitimin hem kendisi hem de ardından yarattığı olanaklar, statü kaygısıyla baş etmekte oldukça işlevli bir araçtır.

Çerçevemizin üçüncü ayağı olan boş zaman ve eğlence alışkanlıkları başlığında ilk anda dikkati çeken ise, orta sınıf yaşamının muazzam bir gösterişçi tüketim merakıyla belirlendiğidir. Orta sınıf bireyi, çalışma saatleri dışında kalan zamanını ancak belirgin tüketim olanaklarıyla ve bunun kamusal yaşamda temsil edilmesiyle değerlendirebilmektedir. Buradaki gösterişçilik, bir tür görgüsüzlükten çok, sermayenin temel hareket biçimlerine olan bağımlılığı ifade etmektedir. Tıpkı sermayenin çeşitli metalar biçimi almak ve piyasaya sunulmak zorunda oluşu gibi, kültürel sermaye de toplumsal ilişkilerde fark edilebilir tavırlar yaratmak ve bunları kamusal alanda görünür kılmak zorundadır.

En açık biçimleri tüketim alışkanlıklarında görülecek olan bu gösteriş, tüketim etkinliğinin doğasını da çarpıcı biçimde değiştirmektedir. Tüketilen metanın görünür kılınmasından daha ötesinde, tüketim eyleminin biçim ve içeriği de görünür kılınmalıdır. Diğer bir deyişle, sadece neyin tüketileceği değil, nasıl tüketilmesi gerektiği de orta sınıf yaşam tarzının gündemindedir. 5 Bu anlamda tüketim, salt bireyin gereksinim duyduğu metaları tüketmesini değil, bunun için araştırma yapıp zevklerini inceltmesini, alışveriş merkezlerini gezip vitrinleri incelemesini, beğeni ölçütlerini düzenli olarak güncelleyip daha “biricik” tüketim nesneleri bulmasını ve ev içi alışkanlıklarından çalışma hayatına, sosyal ilişkiler ağından sağlık ve spor etkinliklerine kadar bütün bireysel yaşamını tüketim eylemini görünür kılmak için en uygun koşulları yaratmak amacıyla düzenlemesini ifade etmektedir.

Kısaca betimlenen bu çerçeveyi bir arada tutan ayrıştırıcı pratikler, her üç başlıkta da dikkati çekmiş olmalıdır. Çünkü orta sınıf yaşam tarzının alametifarikası sayılması gereken ayrıştırma ve sınıf ilkelerini sürekli vurgulama çabası, yukarıda dile getirilen alanlarda son derece operasyonel biçimlerde iş görmektedir. Örneğin orta sınıf zihniyetinde, eğitim alan ve almayan arasında olduğu gibi, alınan eğitimin kalitesi ve eğitimi veren okulun prestiji arasında da belirgin ayrışmalar gözlenir. Ya da kendi tüketim etkinliğinin benzer biçimlerinin yaygınlaşması karşısında, orta sınıf yaşamı, sürekli değişen ve kimi zaman takip edilmesi için bile belirli bir kültürel sermaye birikimi gerektiren modalar, tarzlar ve mekanlar yaratır. Dolayısıyla, sınıf ayrımlarına ve bu ayrımların doğurduğu yaşam tarzı farklılıklarına sürekli vurgu yapmak, orta sınıf zihniyetinin temel özelliğidir.

Ayrıştırma mekanizmaları, burada iki işlev kazanmaktadır. Birincisi yukarıda örtük olarak belirtildiği gibi, kültürel sermayenin yeniden üretimi için zorunlu koşul, toplumsal ilişkilerde fark edilebilir ve görünür tavırlar yaratmaktır. Bu anlamda, kalabalık içinde farklı ve görünür olmanın yolu, kendi sınıfsal konumunu diğerlerinden sürekli ayırmak, bu sayede kültürel sermaye birikimini de yeniden üretmektir. İkincisi orta sınıf zihniyetindeki sınıf ayrımlarını vurgulama eğilimi, düzene ve istikrara duyulan kuvvetli arzu ile iç içe geçmiştir. 6 Nesneler arasındaki, düşünceler arasındaki, tavırlar ve tarzlar arasındaki farklara sürekli vurgu yapmak, sınıflar arasındaki farkları vurgulamakla paralel bir içerik taşır. Bu anlamda, orta sınıf zihniyetindeki düzen ve istikrar saplantısı ile sınıfsal ayrışmayı vurgulama eğilimi aynı yerden beslenir. Çünkü farklılıklar, ancak düzenin var olduğu, her şeyin yerli yerinde durduğu bir toplumsal ortamda korunabilir ve sürdürülebilir.

İslamcı orta sınıfın hal ve tavırları

İslamcı orta sınıfın varlığına dair bir sorgulama hâlâ mümkün olsa da, dinci gericiliğin Türkiye toplumu üzerindeki egemenliğinin boyutları düşünüldüğünde, söz konusu olgunun gerçekliği, yeni bir İslamcı kamusal alanın ancak taşıyıcı bir toplumsal grup üzerine kurulması gerekliliğinden de çıkarsanabilir. Uzun bir siyasal mücadele birikimine sahip olan dinci gericilik, doksanlı yıllarla birlikte, mevcut kamusal alanın yerine geçebilecek yeni bir toplumsallık aranışı içerisine girmiştir. Çeşitli cemaat ve tarikat bağlarıyla yola çıkan İslamcı toplumsallık, kendisini temsil edecek ve gündelik yaşam içerisinde yeniden-üretecek bir sınıfsal taban yaratmak zorundaydı. Bunun anlamı, yeni toplumsallığın genişletilmesi, yayılması ve pekiştirilmesinde işe koşulabilecek bir İslamcı orta sınıfın ortaya çıkması gerekliliğidir. 7 Dinci gericiliğin önce alternatif bir toplumsal aktör, ardından da gerçek bir iktidar haline gelmesi, ancak bir orta sınıf ethos’unun görünür kılınmasından sonra mümkün olmuştur.

Fakat İslamcı orta sınıf, ortaya çıkışıyla birlikte, sadece toplumsal yapıyı ya da kamusal alanı dönüştüren sonuçlar yaratmaz. Kendi sınıfsal konumunu deneyimledikçe geleneksel İslami referansları revize etmeye, yeni ve melez tavır ve tarzlar edinmeye, giderek muhalifi olduğu Kemalist orta sınıfın bir benzerine dönüşmeye de başlar. Zira İslam ve İslamcı kimlik, özellikle de yaşadığımız bu erozyon çağında, tarih-dışı, sabit, değişmeyen ve bağlama duyarsız bir kimlik değil, kimliğin seçici biçimde sürekli yeniden-üretildiği bir oluşumdur. 8 Öte yandan, sınıfsal konumlar ile yaşam tarzları arasındaki yakın ilişki, gündelik yaşamın devam ettirilmesinde daha kalıcı ve uyumlulaştırılabilir pratikleri zorlamaktadır. Yıllar yılı kendine özgü ve otantik bir İslamcı kimlikten, bu anlamda “Batıcı” laiklerin yozlaşmış yaşamlarından farklı bir tarzdan söz eden dinci gericiliğin, yukarıda tartışılan orta sınıf ethos’unu şaşırtıcı ölçüde kısa bir sürede devralmasının nedeni budur.

Burada dile getirilenin, yani tüm farklılık iddialarına ve söylemsel karşıtlıklarına karşın İslamcı orta sınıfın, Türkiye’nin geleneksel Kemalist orta sınıfıyla benzer bir yaşam tarzına evrildiği iddiası, kültür ile sınıf arasındaki bağların saydamlıktan uzak oluşu nedeniyle kuşkuyla karşılanabilir. Oysa bir toplumsal gruba atfedilen yaşam tarzını ve bu tarzlar arasındaki farklılıkları, ancak sınıf kavramı aracılığı ile anlayabiliriz. Bu anlamda, yaşam tarzı, belirli bağlamlar içerisinde anlam ve açıklayıcılık kazanan bir kavramdır. 9 Konumuz açısından ise bu bağlam, sınıfsal konum ve sınıf farklılıklarıdır. Dolayısıyla, İslamcı ve Kemalist yaşam tarzlarını çözümlemeye çalıştığımızda, herhangi bir belirleyici kavramsal çatı altına yerleştirmediğimiz sürece, birbirlerine göre farklılıklarını saptamaktan öteye geçmemiz mümkün değildir. Oysa gösterilmesi gereken, tüm farklılık iddialarına rağmen, her iki grubun ortak sınıfsal pratikleridir.

Eğer kimlik inşasının ekonomi-politiğe de bağlı olduğu, yani ekonomi-politiğin kültürel oluşuma içkin olduğu doğruysa, 10 İslamcı orta sınıfın oluşumunda belirgin bir piyasa mantığının işlediğini görmek şaşırtıcı gelmeyecektir. Bu anlamda her yeni toplumsallık, beraberinde kendi piyasa ilişkilerini ve tarzını da doğuracaktır. Önemli olan, bu yeni piyasa ilişkileri ve tarzının, kapitalist piyasa düzeninde kendine uyumlu bir yer bulup bulmamasıdır.

Orta sınıf zihniyeti sınıf atlama ve piyasa ilişkilerinde avantaj elde etme konusunda önemli bir yatkınlığa sahip olduğu için, İslamcı orta sınıf da kapitalist piyasa düzeni içerisine kolaylıkla yerleşmiştir. Bu anlamda, piyasa ilişkilerine katılım, İslamcı ve Kemalist orta sınıfları ayıran değil, aksine birleştiren bir hat oluşturmaktadır. Dolayısıyla, dinci gericiliğin yükselişi ve yeni bir İslamcı orta sınıfın oluşması, “İslami ürünler” üzerine uzmanlaşmış bir sektörün ve piyasanın oluşumundan ve inananlar için pazar ağlarının kurulmasından bağımsız olarak değerlendirilemez. Farklı kıyafetler giyen, belirli tür yiyecekleri tüketen, belirli yerlerden alışveriş yapan ve kendileri için şirketler kuran İslamcı orta sınıfların oluşumu, kapitalist piyasa içerisindeki değişimler ve fırsatlar ile yakından ilişkilidir.

Yeni pazar ağları yaratmak ve bu sayede kapitalist piyasa içerisinde avantajlı bir yer edinmek konusundaki uğraş, sınıf atlama çabalarını da besleyen önemli bir kaynaktır. İslamcı orta sınıf ve dinci gericiliğin ana akım siyasal temsilcileri, sınıf farklılıklarını ortadan kaldırmak değil, mevcut sınıf yapılanmasında kendilerini de “üst” sınıflara dahil edecek düzenlemeleri amaçladıklarını zaten belli etmişlerdir. Bu anlamda, dile getirdikleri talep, kapitalist toplumun doğasının radikal biçimde dönüştürülmesi değil, İslamcı zenginleri ve orta sınıfı şimdiye kadar dışarıda bırakan piyasa fırsatlarının paylaşılması ve simgesel statü alanının genişletilmesidir. 11 

Eğitim olanaklarının değerlendirilmesi, bu bağlamda da kritik bir rol oynamaktadır. Dinci gericiliğin gündemini en uzun süre ve kalıcı biçimde meşgul eden türban sorunu, bir boyutuyla eğitim ile orta sınıf zihniyeti arasındaki ilişkiden kaynaklanmaktadır. Diğer bir deyişle, eğitim kanallarına ulaşabilmek ve fırsatları değerlendirebilmek, İslamcı orta sınıf için sınıf atlama ve zenginleşme uğraşında zorunlu bir koşul haline gelmiştir. İyi bir okulun mesleki garantisi olan bir bölümünden mezun olmak, eğitim sürecinin ardından işgücü piyasasında avantajlı bir konuma sahip olmanın dolaysız aracıdır. 12 Bu da, İslamcı orta sınıfın toplumsal hiyerarşideki konumunu yükseltme olanaklarını genişletmektedir.

Öte yandan, sadece kariyer fırsatlarının değil, eğitim ile kazanılan statünün de İslamcı orta sınıf açısından vazgeçilmez bir rolü olduğu açıktır. Zira üniversiteye türbanlı girebilmek için örgütlenen onca eyleme karşın, İslamcı zenginlerin ve orta sınıf ailelerin kız çocukları, mezuniyetlerinin ardından hemen evlenmekte ve çalışma hayatına katılmamaktadırlar. Ayrıca, türbana özgürlük kampanyalarının üniversite ortamını demokratikleştireceğini savunanların bütün gayretlerinin aksine, üniversiteyi ilgilendiren başka hiçbir konuda harekete geçmeyen bir İslamcı öğrenci muhalefetinin varlığı da, bu konudaki İslamcı tepkinin, toplumun gericileştirilmesi projesinin yanı sıra, eğitimin sağlayacağı prestij ve statüden mahrum kalmak tehlikesini de hesap ettiğine işaret ediyor.

İslamcı orta sınıfın tüketim aracılığıyla sergilediği kültürel pratikler de vurguladığımız zihniyetin temel özelliklerini içermektedir. Burada dikkat edilmesi gereken, tüketimin bir yandan İslami bir kamusal alanın yaratılmasında, bir yandan da İslamcı seçkinler ile halk arasında ayrım yapılmasında kazandığı işlevlerdir. Piyasa ilişkilerinin artık görünür aktörlerinden olan İslamcı orta sınıf, kendi yaşam tarzını ve kimliğini konumlandıracağı bir alan yaratmak zorundadır. Ancak bu alan, piyasa ilişkilerinden bağımsız olamayacağı gibi, salt çalışma hayatıyla da sınırlı kalmamalı, gündelik yaşamın değişik düzeylerinde ayrıksı bir tarzı biçimlendirmelidir. 13 Böylesi bir İslami tüketim alanı, İslamcı sağlık ve spor merkezlerini, İslamcı televizyon, radyo, gazete, dergi ve internet sitelerini, İslami roman, şiir, sinemayı ve daha geniş bir İslami entelijansiyayı, İslami kıyafet ve moda gösterilerini, alkol bulunmayan restoranları, haremlik-selamlık otelleri ve namaz saatlerine uyan otobüs firmalarını kapsayacak oldukça geniş bir pazar ağını ifade etmektedir. 14 

Bu pazar ağına dahil olabilen şirketler, İslamcı orta sınıfın tercihleri sonucunda ihya olduğu gibi, müşterilerine özellikli ve inceltmiş hizmetler sunabildikleri ölçüde İslamcı orta sınıf kültürünün yeniden-üretimine de katkı koymaktadırlar. Daha açık bir ifadeyle, İslamcı şirketlerin sunduğu hizmetler, İslamcı orta sınıfın zenginleşmesine paralel biçimde, müşterilerinin tüketim taleplerine inceltilmiş bir zevk ve görünürlük katmaya çalışmaktadırlar. Böylece giderek genişleyen İslami ürünler pazarı, İslamcı orta sınıfa yeni tüketim olanakları sunmakla kalmayıp, bir “statü filtresi” olarak da işlev görmekte, yeni bir zenginler sınıfını, İslamcı orta sınıfı rafine etmektedir. 15 

Yeniden-üretilmesi, bu anlamda sınıf farklılıklarının kalıcı bir ilkesi haline getirilmesi gerekenlerden biri de, kuşkusuz, İslamcı orta sınıfın edinmeye çalıştığı seçkinci toplumsal kimliktir. Türbanın, Anadolu İslamı’na ait başörtüsünden farklı olarak, kentli ve seçkinci bir statü işareti olduğu çokça söylenmiştir. İslamcı orta sınıfın gelişmesine paralel olarak, bir İslami modanın ortaya çıkması, giyim tarzının defilelerle ya da dergilerle tüketilen bir metaya dönüşmesi, söz konusu seçkinci kimlik inşasında oldukça yol kat edildiğinin göstergesidir. Özellikle İslamcı zenginlerde görülen ve kıyafet olarak taşıdığı işlevden çok, simgesel anlamlarıyla dikkat çeken aşırı süslü, mücevherlerle döşeli, özel terzilere diktirilen ya da yurtdışından sipariş edilen giysiler, İslamcı orta sınıfın toplumsal statüsünü yükseltmeye ve seçkinliğini pekiştirmeye hizmet etmektedir. Ev içinde ya da ev dışında çalışmaya imkan vermeyecek ölçüde dekoratif ve kullanışsız kıyafetlerden oluşan bu tür bir giyim tarzı, “üst” sınıfa ait olunduğunu görünür kılan temel göstergelerden biri olarak değerlendirilmelidir. 16 

İslamcı orta sınıfın seçkinliğinin yükseltilmesi ve toplumsal bir meşruiyet kazanması için geleneksel kültür ile seçkin İslamcı etkinliklerin ve simgelerin birbirine bulaşıcı bir biçimde yaklaşması önlenmelidir. Kültürel farklılıkların içerisinde sınıf farklılıkları da saklı olduğundan, halk İslamı ile seçkin İslamcı düşünce arasında belirgin bir ayrım çizgisi oluşturmak gereklidir. İslamcı orta sınıfın, kendi İslamcı etkinliklerini ve simgelerini, devamlı “şuurlu” bir tercih olarak ifade etmesi, bu anlamda, bir ayrıştırıcı çizgi olarak görülebilir. Diğer bir deyişle, geleneksel halk İslamından farklı olarak, İslamcı orta sınıf, inancını ve bu inanca uygun pratiklerini bilinçli ve eleştirel bir değerlendirme sonucunda uyguladığını belirterek, halkın çok fazla sergileyemeyeceği eleştirel ve akılcı bir bakış açısına sahip olduğunu dile getirmektedir.

Türban konusunda da benzer bir söyleme başvuran İslamcı orta sınıf zihniyeti, aslında, örtünmenin bir seçkin statüsünün simgesi olabilmesi için, seçkinlerden oluşmayan kesimlerdeki örtünme biçiminden farklı olması gerektiğini ima etmektedir. 17 Bu nedenle, İslamcı orta sınıf kendi örtünmelerinin ve daha genel olarak İslami pratiklerinin daha “şuurlu” olduğunu iddia etmekte, bu yolla kendi etkinliklerini halktan ayırarak seçkin statülerini pekiştirmektedirler.

Kamusal alanın sönümlenmesi

Buraya kadar söylenenlerden Türkiye’de dinci gericiliğin gelişiminin, bir taşıyıcı aktör olarak İslamcı orta sınıfın yaratılması ile paralel gittiği, hatta bu orta sınıfın oluşması ölçüsünde toplumsal egemenliğini pekiştirdiği sonucunu çıkartmak zor olmayacaktır. Bu yazı daha ziyade İslamcı orta sınıfın kültürel pratiklerini örneklemeye ayrılmış olsa da, bu sürecin kamusal alanda yarattığı tahribat da son derece önemlidir. Zira İslamcı orta sınıfın taşıyıcısı olduğu ve yeniden-ürettiği yeni toplumsallık, ancak kamusal alan içerisindeki egemenliği ile tanımlanabilir. Daha doğrusu, kamusal alanda kendine en azından belirgin bir yer açamayan bir toplumsallık, toplumsal yaşama da nüfuz edemez. Dinci gericiliğin başardığı, budur.

Habermas esinli bir liberal-özgürlükçü kamusal alan, İslamcı düşüncenin lügatinde zaten bir yere sahip değildir. Dinci gericiliğin siyasal ve toplumsal egemenliğinin dolaysız ifadesi olduğu kadar söz konusu egemenliğin en etkili garantisi haline gelen kamusallığın dönüşümü de, bu anlamda, son yılların en önemli toplumsal değişimlerinden biri olarak not edilmelidir. Örneğin yakın zamana kadar türbanlı kadınların kamusal yaşama katılmaları bir özgürlük bildirgesi olarak haykırılırken, geldiğimiz noktada türbanlı olmak kamusal alana çıkabilmenin koşulu haline gelmiştir.

Kamusal alanın sınırlarının genişlemesi ve demokratikleşmesi olarak pazarlanan bu süreç, mevcut kamusallığın doğrudan tahrip edilmesine varmıştır. Dinci gericilik açıktan bir cephe savaşı ya da bir tür iç savaş yerine, mevcut kamusal alanı içerden çözücü stratejiler izlemiş, deyim yerindeyse kamusal alanı parçalamayıp sönümlenmeye bırakmıştır. Sönen kamusallığı şişirmek için üflenense, bu defa, İslamcı düşüncenin vazettiği kültürel alışkanlıklar ve yaşam tarzları olmuştur.

Sonuç olarak, bugün karşımızda bir dinci kamusal alan ve İslamcı bir orta sınıf vardır. Bu gerçeklik tüm boyutlarıyla çözümlenmeyi beklemektedir; burada bir miktar yapılan da budur. Ancak söz konusu gerçeklik, aynı zamanda bir mücadele başlığına da işaret etmektedir. Mücadelenin rotasını sınıf ilişkilerinde aramak biçimindeki Marksist önermemiz ise, yol göstermeye devam etmektedir. Dinci bir kamusal alanın oluşumunu ve bunun taşıyıcısı olarak İslamcı bir orta sınıfın yaratılmasını tartışırken, sürekli sınıf tavırlarından söz etmemizin, sınıf merceğinden bakmamız gerektiğini vurgulamamızın nedeni de budur.

Dinci gericiliğe bön bön bakanlar, bir takım meczup karikatürleri ya da yeni demokratik toplumun kurucularını görüyor olabilirler. Sınıf merceğinden bakanlar ise, mutlaka, sınıf mücadelesinin farklı gündemlerini göreceklerdir.

 

 

Dipnotlar

  1. Ethos, genellikle felsefede kullanılan ve sözcük anlamıyla adet, alışkanlık, huy gibi anlamları karşılayan bir kavramdır. Bu yazıda ise, sosyal bilimlerdeki kullanımına paralel olarak, bir toplumun ya da kültürün baskın zihinsel/ruhsal özellikleri ya da bir yaşam tarzını ve etiğini oluşturan ilkeler bütünü anlamında kullanılacaktır.
  2. Sennett, Richard, Karakter Aşınması-Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri, çeviren: Barış Yıldırım, Metis, İstanbul, 2005, s. 125.
  3.  Mills, C. Wright, White Collar-The American Middle Classes, Oxford University Press, New York, 1956, s. 241.
  4. age., s. 240.
  5. Bell, David ve Joanne Hollows, “Towards a History of Lifestyle”, Historicizing Lifestyle – Mediating Taste, Consumption and Identity from the 1900s to 1970s içinde, derleyenler: David Bell ve Joanne Hollows, Ashgate, Hampshire, 2006, s. 11.
  6. Ayata, Sencer, “Yeni Orta Sınıf ve Uydu Kent Yaşamı”,  Kültür Fragmanları – Türkiye’de Gündelik Hayat içinde, derleyenler: Deniz Kandiyoti ve Ayşe Saktanber, çeviren: Zeynep Yelçe, Metis, İstanbul, 2003, s. 41.
  7. Saktanber, Ayşe, “Bir Orta Sınıf Ethos’unun ve Onun Günlük Pratiğinin Oluşumu: Kentsel Türkiye’de İslam’ın Yeniden Canlandırılması”, Mekan Kültür İktidar – Küreselleşen Kentlerde Yeni Kimlikler içinde, derleyenler: Ayşe Öncü ve Petra Weyland, İletişim, İstanbul, 2005, s. 198.
  8. Göle, Nilüfer, Modern Mahrem – Medeniyet ve Örtünme, Metis, İstanbul, 2007, s. 16.
  9. Chaney, David, Lifestyles, Routledge, London, 1996, s. 5.
  10. Navaro-Yaşın, Yael, “Kimlik Piyasası: Metalar, İslamcılık, Laiklik”, Kültür Fragmanları – Türkiye’de Gündelik Hayat içinde, derleyenler: Deniz Kandiyoti ve Ayşe Saktanber, çeviren: Zeynep Yelçe, Metis, İstanbul, 2003, s. 230.
  11.  age, s. 256.
  12. Pallas, Aaron M., “The Effects of Schooling on Individual Lives”, Handbook of the Sociology of Education içinde,  derleyen: Maureen T. Hallinan, Kluwer Academic/Plenum Publishers, New York, 2000, s. 509.
  13. Wynne, Derek, Leisure, Lifestyle and the New Middle Class – A Case Study, Routledge, New York, 2000, s. 90.
  14.  Göle, Nilüfer, “Modernist Kamusal Alan ve İslami Ahlak”, İslamın Yeni Kamusal Yüzleri içinde, derleyen: Nilüfer Göle, Metis, İstanbul, 2009, s. 34.
  15.  Bilici, Mücahit, “İslam’ın Bronzlaşan Yüzü: Caprice Hotel Örnek Olayı”, İslamın Yeni Kamusal Yüzleri içinde, derleyen: Nilüfer Göle, Metis, İstanbul, 2009, s. 226.
  16.  Crane, Diana, Moda ve Gündemleri – Giyimde Sınıf, Cinsiyet ve Kimlik, çeviren: Özge Çelik, Ayrıntı, İstanbul, 2003, s. 31.
  17. White, Jenny, B., “İslamcılığın Açmazları”, Kültür Fragmanları – Türkiye’de Gündelik Hayat içinde, derleyenler: Deniz Kandiyoti ve Ayşe Saktanber, çeviren: Zeynep Yelçe, Metis, İstanbul, 2003, s. 204.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×