Özgürleşme, direniş, başkaldırı

Sohbet: Ezgi Zaman – Olgu Ülkenciler

Gelenek’in bu sayısında iki kadın sanatçı, Ezgi Zaman ve Olgu Ülkenciler sohbet ediyor. Farklı disiplinlerde üretimlerini sürdüren iki genç kadın, üretirken, çalışırken ve yaşarken karşılaştıkları zorluklardan bahsederken yalnızca sanata ve sanatçıya dair değil, Türkiye’ye ve dünyaya dair de oldukça ilginç bir portre çiziyorlar. Ezgi ve Olgu’nun birlikte tanımladıkları manzarada gerçekçi teşhisler var ama umutsuzluk yok. Üretmeyi özgürleşmenin bir aracı olarak gören sanatçılar, yaşadıkları ülke ve dünyaya korkmadan bakabiliyorlar. Çünkü onlar için mücadele sanatın da yaşamın da ayrılmaz bir parçası…

Olgu: Ezgi seni ilk tanımam şans eseri internette gezerken Haziran Direnişi ile ilgili bir videoda, yanılmıyorsam Berlin’de Boyun Eğme tişörtüyle dans ederken olmuştu. Büyük bir heyecanla arkadaşlarıma videoyu gönderdiğimde ‘bu bizim Ezgi’ demişlerdi. Kalabalığın içinde o kadar etkili ve insanı heyecanlandıran, canlandıran bir şekilde dans ediyordun ki büyülenmiştim. Aslında bu söyleşinin ana unsuru da farklı iki disiplinde, senin dans alanında benim ise resim alanında, üretimlerini gerçekleştiren iki sanatçının yaşamla ilgili dertleri, amaçları, üretimlerine yön veren ana unsurların kesişip kesişmediği üzerine bir soru ile başladı.

Benim bu alanı seçmem hiç şans eseri olmadı diyebilirim. Hep ne yapmak istediğimi biliyordum ve kendi hayatımı da bu yönde şekillendirdim. İki boyutlu bir boşluktan üç boyutlu kütleler, formlar yaratmak benim hem eğlenerek hem de her defasında yarattığım formları yıkarak yerine daha iyisini koyabilmek adına boşlukla verdiğim mücadele ile tekrara düşmeden sürekliliği sağlamama sebep olduğunu düşünüyorum.

Ezgi: Benim hikayem biraz daha öncesinden başlıyor aslında, bebeklikten diyebiliriz. Annem ve babam jimnastik eğitmeni oldukları için emeklemeyi ve yürümeyi jimnastik salonunda öğrendim, sonra hareketliliğim taklalara, akrobasiye dönüştü. Jimnastik salonu oyun alanıydı benim için, ben oyun oynayarak akrobasileri öğrendim. Modern dans akımlarını ve toplumsal konulara değinen uluslararası tanınmış koreografları araştırma sürecim dansa ve sanata bakış açımda önemli dönüm noktalarımdan biri oldu. Fakat ülkemizin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle sanatın toplumsal yaşamdan koparıldığı ve piyasalaştırıldığı bir dönemde dans alanında akademik eğitimle yeterli düzeyde gelişemeyeceğimi fark ettim. Bu durum bende kısa süreli bir hayal kırıklığına yol açsa da sonrasında kendi kendimi geliştirebilmemin birçok yolu olduğunu kavradım ve dans benim için özgürleşme, direniş ve içinde bulunduğumuz sisteme karşı bir başkaldırı aracı oldu.

Olgu: Sanat alanında üretim yapan insanların yaptıkları ‘iş’ olarak gözükmüyor çoğu zaman. Özellikle kadın ve ressamsan bunun bir hobi gibi algılanmasına çok tanık oldum. Diğer yandan da ne kadar rüştünü ispatlamış ya da ispatlamaya çalışıyor olsan da hep bir soru işaretiyle karşılaşıyorsun. Örneğin koleksiyonerler sanatçılara bir yatırım gözüyle yaklaşıyorlar. Hele bir de kadın sanatçıysan burada soru işaretleri daha da fazlalaşıyor. İleride anne olursa ya da kadın olmasından kaynaklı başka nedenlerden üretimi bırakırsa sahip olduğu meta değerini kaybeder diye düşünüyorlar. Erkek ressamlara ilginin daha yoğun olduğunu gözlemliyorum. Ve gerçekten de böyle, bu açıklıkta sorularla da karşılaştım. Bu sorular ya da onların bu endişeleri elbette beni yıldırmadı. Aksine içinde yaşadığımız kapitalist dünyanın tüm emekçilere yönelik vahşi sömürüsüne karşı örgütlü bir mücadele vermem gerekliliğine sebep oldu.

Ezgi: Yaklaşık olarak her hafta başka bir ülkede sahne alıyor ve ders veriyorum, ‘müzikalite’ ve ‘kadın sitili’ adı altında iki ders genellikle verdiğim dersler. Derslerime ilk girdiğimde sorduğum soru ‘kadın nedir’ oluyor ve sonrasında katılımcılarla güzellik kavramını irdelediğimiz bir ders sürecimiz gerçekleşiyor.

Neden böyle bir ders konusu seçtiğimi biraz anlatmak istiyorum. Dansçı kadınlar görselliklerini odak noktası yapmalarının sonucu olarak duygularını, fikirlerini hatta kendi kimliklerini, benliklerini bile yansıtamıyorlar. Ben tam da bu noktada dansın bir özgürleşme aracı olduğunu düşünüyorum ve eğer dans bir özgürleşme aracıysa fikirler ve duygular dansımızı yönlendiren ana karakterler olmalı diye düşünüyorum.

Bugün dansçılar doğasına aykırı bir şey yapmaya çalışıyorlar, özellikle kadın dansçılar, her zaman kusursuz görünmeye çalışıyorlar ve kusursuz görünmeye çalışırken de duygularını geri plana atmak zorunda kalıyorlar. Aslında bu sadece dansçı için olan bir şey de değil. Bu her yerde böyle; kadının yolda yürürken bile yapmak zorunda bırakıldığı bir şey aslında. Burada mücadele etmeye çalıştığım şey bakış açılarını değiştirmek, kadınların kendi fikirlerini ve duygularını anlatmasını sağlamak. Dans dünyasında bizden bir fikir sunmamız beklenmiyor, akıllı olmamız beklenmiyor bizden sadece güzel olmamız bekleniyor bir dansçı olarak.

Ben gittiğim ülkelerde bu baskıya karşı “neden erkek, fikirlerini anlatabilirken dans ile kadından sadece güzel olması bekleniyor” sorusunu sorduğumda, bunu sorgulamaya başlayan öğrencilerde değişimin başladığını görüyorum. Bununla ilgili, röportaja başlamadan önce de instagram hesabımda bir video paylaştım ve yaklaşık 20-25 ülkeden yorum geldi. Hepsi olumlu yorumlardı ve “evet bu konuda bir direniş olmalı, adım atılmalı” diyordu kadınlar. Bir iki tane “kadın doğası gereği buna odaklanmak zorundadır, erkek ise fikir sunmak zorundadır, bu doğal bir süreç” yorumu geldi. Bunu söyleyenlerden biri Amerika’dan.

Uluslararası dans kongrelerinde de bu baskı altında bir mücadele sürdürmeye çalışıyorum, bu konuda olumlu tepkiler de olumsuz tepkiler de alıyorum ve aslında iş kaybetmeyi göze alarak bunu yapıyorum.

Olgu: Bu ayrım ücretlere de yansıyor mu?

Ezgi: Maalesef… Bütün iş alanlarında olduğu gibi latin dansları alanında da kadın dansçılar daha düşük ücretlere çalıştırılıyorlar. Bazen bu ücret farkı kadınlara ödenenin iki katı şeklinde olabiliyor. Bunun temel sebeplerinden birinin dans kongrelerini organize eden kişilerin büyük bir çoğunluğunun erkek organizatörlerden oluşması olduğunu düşünüyorum. Çok ciddi derecede bir ücret eşitsizliği söz konusu. Bu konuda ben bireysel olarak kadın organizatör sayısının artması için çaba sarf ediyorum. Ayrıca kadın solo dansçıların sayısının artması için de derslerimde öğrencilerimle konuşmalar yapıyor onları cesaretlendirmeye çalışıyorum.

Olgu: Yorumlardan bahsederken olumsuz yorumun Amerika’dan olmasına dikkat çektin. Farklı ülkelerde deneyimlerin de farklılaşıyor mu?

Ezgi: Kadın sitili adı altında salsa derslerini birçok ülkede veriyorum. Ortadoğu ülkelerinde dans eden kadınların özgürlüklerini dansla kazanmaya çalıştıklarını ve dansı bir ifade biçimi olarak kullandıklarını ve benim derste anlattıklarımın zaten bilincinde olduklarını gözlemledim, fakat “gelişmiş” ülkelerin büyük bir çoğunluğunda kadınların kendilerini metalaştırmayı “tercih” ettiklerini ve görselliklerine odaklanmaktan zevk duyduklarını fark ettim.

Bunun sebebinin Ortadoğu’da zaten baskı altında kalan ve kısıtlı bir alana sahip olan kadınların dans eden kesiminin bir bilinçle ve isyanla beden farkındalığı geliştirmeye çalıştığını ama gelişmiş ülkelerdeki kadınların sistemin dayatmalarının kendilerine pembe bir tepside sunulmasının ve bütün reklamlarda, dergilerde, billboardlarda gösterilen tek tipleştirilmiş, kapitalist sistemin güzellik algısının kadın anlayışına boyun eğdiklerini ve kendilerini özgür sandıklarını gözlemledim. Ama derslerimdeki farkındalık çalışmasının üzerlerinde olumlu bir etkisini görüyorum. Her geçen gün daha da yaygınlaşan bir ekol olmaya başladı sloganım, kadınlar dünyanın dört bir yanından “Özgürlük için Dans” yazıp kendi videolarını sosyal medyada paylaşarak başlattığım düşünceyi yaygınlaştırıyor, farkındalık yaratmaya çalışıyorlar.

Resim alanından devam edersek bu alanın sorunları nedir, mesela üretimlerini sergileme sorunu yaşıyor musun?

Olgu: Bu süreci biraz okurlar açısından da açmak istiyorum. Eğer resim okumuşsanız ya da bu alanda çalışıyorsanız üretimlerinizi sergilemek istersiniz ve bu elbette en doğal hakkınız. Bunun için bir özel galeri ya da sergi mekânıyla anlaşmanız gerekir. Benim için bu süreç aslında çok hızlı ve çok da sağlıklı gelişen bir süreç olmadı en başında. Okuldan yeni mezun olduğumda hazırladığım portfolyoyu gören özel bir galeri sahibi hemen benimle sözleşme imzalamak istedi… Hatta tanıştığımızdan bir saat sonra atölyemin önüne resimlerimi almak için bir kamyonla gelmişti. Gençliğin ve tecrübesizliğin vermiş olduğu o heyecanla ben de hemen imzaladım. Bu sözleşmeler genelde sizin en az 3 senenizi o galeriye kilitliyor. Başka bir yerde bir sergiye katılmak istediğinizde mutlaka galerinin onayı gerekiyor ayrıca yapıp ürettiklerinizin üzerinden yüklü bir komisyon alıyorlar. Ve bu işin doğası buymuş gibi sizi bir sarmalın içine çekiyorlar.

Bunun yanında hiçbir şekilde sağlık güvencesi olmadan çalışıyoruz. Teoride bir rahatsızlığınız olduğunda arkanızda galeriniz var ama pratikte pek de böyle şekillenmiyor. Akademide okuyan genç sanatçı adaylarına bu konuda bir eğitim de verilmiyor. Sanki mezun olacaksınız ve o büyülü sanat ortamında hemen kabul göreceksiniz. Oysa o büyülü sanat dünyası tam bir sömürü cehennemi. Hayatınızı idame ettireceğiniz düzenli bir geliriniz yok.

Senin sağlık güvencen var mı? Çok yoğun çalıştığını biliyorum ve beden sağlığın çok önemli, bu sürdürülebilir birşey mi?

Ezgi: Hayır yok. Dansçıların büyük bir çoğunluğu diğer birçok sanat dalında olduğu gibi sigortasız ve güvencesiz çalıştırılıyor. Ve yaptığımız iş bir iş olarak görülmüyor senin de daha önce vurgu yaptığın gibi, çoğu zaman bir hobi olarak algılanıyor. Birçok dansçı iş güvencesi olmadığı için ek iş yapmaya mecbur kalıyor.

Sürdürülebilir mi sorusunun yanıtını ise şöyle verebilirim, genç yaşta yoğun seyahat programı ve performanslar, bedenimiz güçlü olduğu için zor gelmese de, ileriki yaşlarda yaşayacağımız zorluklar için gelecek kaygısı yaşıyoruz. Ve dans sakatlık riskinin çok fazla olduğu bir alan, bu yüzden sigortalı çalışmamız çok önemli.

Olgu: Yaşam koşullarının zorlaşması dışında bir degiderek gericileşmenin her alana sirayet ettiği bir Türkiye’den bahsediyoruz. Ben gericileşmenin aslında kadın bedeni, kadın bedeninin dili üzerinde de bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Dik yürümekten daha kamburlaşmaya başladık, sanki bir şeyleri gizliyor, saklıyor gibi. Sen de bedenini kullanan bir sanatçı olarak böyle düşünüyor musun?

Ezgi: Gericileşmenin insanlar üzerindeki etkisinin farkındayım ben de bunun etkisiyle kapanmaktan daha çok açılmaya başladım. Son 6-7 yıldır dünya turundayım, özellikle son 3 yıldır çok yoğun bir seyahat turnesindeyim. Sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde ciddi bir gericileşme söz konusu. Her yerde kadın bedeni daha çok metalaşıyor, aslında insan metalaşıyor. Ekonomik kaygılar ve para kazanma yöntemleri değiştikçe, özellikle sosyal medya üzerinden son dönemde gelişen yeni işler nedeniyle insan daha içe kapanık bir hale geliyor. İnsanlar arası paylaşım, bedenler arası paylaşım, dokunmadan göz temasına kadar olan paylaşımlar ortadan kalkmaya başlıyor. İnsanlar ellerinde telefon ve sadece kendi içlerinde ve kendi kurdukları küçük dünyada yaşamaya başlıyorlar ve dışarıyı görmek istemiyorlar.

Bu sadece gericiliğin değil emperyalizmin de bir dayatması ve varabileceği son noktalar diye düşünüyorum. Bunun sonucu olarak insan özgüvensiz hale geliyor ve özgüvensizleşen beden elbette kamburlaşacak, elbette göğüslerini saklamaya çalışacak. Kendi benliğini kadınlığını, bedenini sevmemeye başlayacak. Ben dansın bu nedenle de önemli olduğunu düşünüyorum, çünkü dans hem kadınlar hem de erkekler için dokunmayı, bedenini tanımayı, kendi kimliğini bedeniyle bir yolculuğa çıkarak keşfetmeyi sağlayan önemli bir araç. Bu yüzden gericiliğin arttığı yerlere daha fazla dansın girmesi gerek. Bu bizi aydınlığa kavuşturacak temel araçlardan biri.

Olgu: Bizim özellikle üzerinde durduğumuz bir mevzu var, umutsuzluğun pompalanması… Bugün dünyanın geldiği bu hali kapitalist sistemin kendisinde aramaktansa tüm suçu insana atmayı tercih ediyorlar. Bu da haliyle distopik bir dünya kurgusu yaratıyor. Oysa biz bu düzenin yıkılması gerektiğini ve yıkılacağını söylüyoruz ve umudu yeşertmeye çalışıyoruz. Bu konu hakkında söylemek istediğin bir şey var mı?

Ezgi: Umutsuzluk yayma konusunda ben sadece gericileri eleştirmiyorum bugün kendini aydın olarak tarif eden kesimleri de eleştiriyorum. Bir dansçı olarak ben dans dünyasında bir şey yapmaya çalışıyorum. Bir tiyatrocu da kendi alanında bir şeyler yapabilir… Sadece sanat alanında da değil bir mühendis bulunduğu yerde, işyerinde değişimi başlatabilir. Bir öğretmenin okulunda yapabileceği gerçekten çok şey var. Umudun başlama yolları çok basit ve küçük şeyler. Aslında örgütlenmekten bahsediyorum, örgütlenmek sadece bir örgüte üye olmak değil, yaşama örgütlenen insan zaten örgütlü mücadelenin içinde de bir süre sonra yerini alır. Dışarıdaki insana umut verebilmek için önce bizim güne umutla başlamamız lazım. Bulunduğumuz alanlarda etrafımıza yeterince dokunursak dünya değişmeye başlar.

Olgu: Bireylerin paylaşım anlamında sosyalizmi çok farklı bir şekilde anlatabilme ve sosyalizmin yaşanabilir bir dünya hayalini, umudunu verebilme şansı ve hakkı var. Sanat alanının bireysel olduğuna ya da olması gerektiğine inanıyor musun?

Ezgi: Aslında sanat alanında bireysel çaba ve bireysel çabanın kendi içe dönük verimliliğinin ve üretiminin yanı sıra topluma yansıyan her süreci birbirini diyalektik bir şekilde desteklemek zorunda. Ancak böyle olduğunda gerçekten sanat eseri ortaya çıkabilir diye düşünüyorum. Benim yaptığım şey şu anda insanları tek tek örgütlemek, insanlarla farklı bir yapı oluşturabilmek, dansçı kadın bedenleriyle farklı bir yapı oluşturabilmek, beden farkındalığı yaratmak ve o beden farkındalığının sistemin dayatmalarına karşı mücadele yürütebilmesi için el ele tutuşabilmesi. 

Olgu: Sürekli üreten ve hareket halinde olan bir kadın sanatçı olarak günlük hayatta en çok zorlandığın şeyler neler oluyor?

Ezgi: Günlük hayatta en çok zorlandığım şey aslında anlaşılamamak ve her zaman farklı bir çaba içerisinde bulunduğum için içinde bulunduğum ortamdan dışlanmaya çalışılmam. Yaptığım işte iyi olduğum için dışlayamıyorlar ama her zaman böyle bir çaba içerisindeler.

Bir şekilde herkes gibi olmam, bu işin “kurallarına” itaat etmem ve sorgulamamam hatta soru bile sormamam bekleniyor. Özgürlükçü bir yaklaşımda bulunduğum zaman bunun karşı taraf tarafından karşılanma biçimi oldukça rahatsız edici ve ben de bunun sancılarını çekiyorum. Fakat bu gerilimden oldukça memnunum bir yandan, bir koreografi yürütürken duygularımın yanı sıra fikirlerimden doğan duygularla çalışıyorum. Ve bir sanatçı duygularının, fikirlerinin bir kenara bırakılmasını nasıl tercih edebilir ki?

Olgu: Son dönemin modası normalleşme belki “bir adım” atarak daha gerilimsiz bir ortamda çalışmayı da tercih edebilirsin? 

Ezgi: İnsanın insan tarafından sömürüldüğü bir sistemde bence yaşanabilir bir alan, gerilimsiz bir yaşam pek mümkün değil. Özgürlüğün ve eşitliğin karşısında duran bir toplulukla empati kurmak gerektiğini de, nefes alınabilecek yaşam alanları için çabalamak gerektiğini de düşünmüyorum. (gülüşmeler) 

Olgu: Günlük hayat meselesi biraz ilginç… Ben çok disiplinli çalışan, disiplinli bir yaşam sürdürmek zorunda olduğumu bilen bir insanım ki işini iyi yapan tüm sanatçılar için de bu yaşamın zorunlu olduğunu düşünüyorum. Beden sağlığına, akıl sağlığına dikkat etmek zorundasın çünkü sanat süreklilik işi. Ancak işini sürekli yaparsan kendi dilini oluşturabilir, o dile hakim olabilir, onu değiştirebilir ve özgünleştirebilirsin. 

Sanat elbette referans verir fakat referansları da aşmanız gerekir kendi alanınızda. Günlük hayatın içerisinde, toplumdan da kopuk olmayan ya da kopmayı reddeden bir sanatçıysanız tüm bunlarla da savaşmak zorundasınız. Ayrıca yaşamın herkese getirdiği birtakım zorunluluklar var, örneğin atölyenin kirasını ödemek zorundasın, yaşadığın yerin kirasını ödemek zorundasın, yemek yemek zorundasın, malzeme almak zorundasın ki zaten pahalı olan malzemeler son dönemlerde daha da pahalılaşmış durumda ve tüm bunları yaparken bir taraftan da çalıştığın alanda özgün bir üretim sergilemek zorundasın. 

Gündelik yaşama dair aslında tüm bu sıkıntıları insanın insanca yaşayamadığı bu sistemde görüyorum ve bu yüzden de mücadele ediyorum. Çünkü bireysel değil, toplumsal kurtuluşun zorunluluğunu biliyorum. 

Daha kolay yaşamlar var tabii… Düzenin açtığı birtakım popüler alanlar var örneğin ve o popüler alanlara girmek için yaptığınız işin de farklılaşması gerekiyor. Bugün etrafımıza baktığımızda bir sürü sanatçı aslında o popüler alan için tırmalıyor. Dolayısıyla özgün bir işi üretmek için uzun bir süre çalışmaktansa o popüler alana girmek için tüm enerjisini harcıyor. 

Kendi tarihselliği içerisinde bakacak olursak her şeyin içinin boşaltıldığı, çürümenin ve vasatlığın bu kadar ön plana çıktığı dönemlerde sanatçılardan ve aydınlardan buna karşı bir duruş bekleriz ama ne yazık ki böyle olmuyor bazen. Sabah’ta yapılan proje röportajlar aslında bu çürümenin boyutunu da gözler önüne seriyor. Maalesef bireysel çıkarlarını düşünen sözde sanatçılar-aydınlar tarihin çöplüğüne gitmiş durumda. Bu noktadan sonra taraflar çok daha belirgin hale geldi.

Ezgi: Aslında popüler alana girmeye çalışan insanlarla empati yapmaya çalışıyorum. Özellikle empati yapmaya çalıştığım bir alan bu. Dans alanında klip sektörü ve televizyon sektörü için bütün dansçılar çaba sarf ediyor. Ben de 14-15 yaşlarındayken kısa süre böyle hayal içine girdim. Klip ve televizyon sektörüne girdiğim andan itibaren çıkmak istedim. Çünkü ne sanatsal üretimimin ne de duygularımın hiçbir değerinin olmadığını gördüm. Gerçek anlamda değer görmeden yani fikirlerim değer görmüyorsa bir insanın orada barınması mümkün değil. 

Gerçekten üretim yapacak birisi popüler kültür alanı içerisinde barınamaz, kendisini orada iyi hissetmez ve sanatsal üretimi durur. Ama gerçekten bir şeyleri değiştirmek için çaba sarf eden sanatçı, koşulları ne olursa olsun, başka bir iş yapmak zorunda da kalsa bir şekilde üretimine devam eder. Çünkü örneğin ben dansı yaşamımdan ayrı düşünemiyorum. Dans etmeyi nefes almaktan, yolda yürümekten, okula gidip gelmekten ayrı düşünemiyorum. O her an kafamda canlanan sürekli bedenimde canlanan bir şey. Dolayısıyla bırakmak zorunda kalsaydım dahi bırakamazdım. Bu yüzden popüler alanda olma şansım hiç olmadı ve olamaz da diye düşünüyorum. 

Olgu: Resim alanında bu popülerlik mevzusu aslında 80’lerle doğuyor. Projecilik bu alana da sirayet etmiş durumda. Tamamen birtakım fonlarla beslenen büyük reklam yatırımlarıyla yaratılan isimler söz konusu. Bunlar elbette piyasanın da burjuvazinin de destekleriyle daha da büyüyor, büyütülüyor. Bu alanı ele geçirmek ve çürütmek zorundalardı. Emperyalizm bu alanı kullanmasını çok güzel öğrendi. Kendi ideolojisini bu alanda yayması, görünür kılması çok daha rahattı. Ve örgütsüzlüğün getirisi olarak sanatçıları, aydınları avlaması da çok kolay oldu. Ama popüler diyoruz ya adı üzerinde yıkıcı etkileri olsa da gelip geçici. Bu anlamda asla umutsuz ya da yalnız olduğumuzu düşünmüyorum. Çünkü hiçbirinin kalıcı olmadığını biliyorum. 

Ezgi: Aslında popülerlik eşittir başarı gibi bir algı var özellikle sosyal medya üzerinden bunu okuyabiliyoruz. Sanat başarı için yapılan bir şey değil. Bu noktada başarı kavramını sorgulamak gerek. Sanat kendini dışa vurmak için toplumu yansıtmak için yapılan bir şey. Dolayısıyla bence gerçekleşen hadise başarısızlığa mahkumdur çünkü sanatçı zaten başarı kavramıyla hiçbir zaman ilgilenmez. 

Olgu: Burada aslında senin röportajın en başında bahsettiğin noktaya da dönüp toparlayabiliriz. Dünya sanatının geldiği hal… Vasatın yüceltildiği, kitch olanın, arabeskin kabul gördüğü, bireysel çıkarların öne çıktığı insanlığa yakışmayacak ne varsa yüceltildiğini görüyoruz. Sürekli bir umutsuzluk, distopik haller pompalanıyor. 

Ezgi: Ben toplumsal sınıfların tamamen ortadan kalktığı, insanların eşitlik içinde, özgür ve refah içerisinde yaşayabileceği bir dünya hayaliyle yola çıktım ve elbette kimi zaman umutsuzluğa kapıldığım oluyor fakat bu noktada bir amacım olduğunu hatırlıyorum ve umutlu hareket etmekle insanlara umut vermek hayattaki rolüm. Ve bunu yapan dünyanın her yerinde bir sürü sanatçı var ve zafer bence bu konuda mecburi ve kaçınılmaz. 

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×