Parti Stratejisi İçin Güncel Unsurlar: Komünist Parti 2015 Konferansı
1. Bir özne olarak parti, devrimci perspektif, ittifak ve işbirlikleri
Sosyalizm mücadelesinin hiçbir uğrağında bir sıfır noktasından ya da sıfır noktasına dönüşten söz edilemez. Mücadele verili toplumsal-siyasal mevzi, birikim ve derslerden hareketle sürdürülür. Bununla beraber, parti için belli dönemeçler, eldeki birikimin hacminden bağımsız olarak, birer sıfır noktası olarak değerlendirilmek durumundadır. Kongre ya da konferanslar bu uğraklara denk düştüklerinde kuşkusuz daha fazla önem kazanır, parti tarihinde daha kalıcı izler bırakır. Hareketimiz tam da böylesi bir uğraktadır ve bunun nedeni tek başına geçtiğimiz yıl yaşanan kriz değildir. Parti geldiğimiz noktada, herhangi bir kriz yaşanmasaydı da siyasal açıdan bütünüyle sahip çıktığımız ve gurur duyduğumuz bir dönemi, sürekliliği garanti altına alarak, kapatmak durumundaydı. Krizin belirgin öznel karakteri, onun bizzat bu zorunlulukla bağlantılı olarak görülmesi gereken boyutlarını görmemizi engellememelidir. Partide kriz, yeni dönemi karşılayabilecek ve partinin sürekliliğini koruyacağı bir siyasal atak geliştirilemediği ve parti içinde böyle bir atağa geçilmesine direnen unsurlar olduğu için de yaşanmıştır.
Bugün bu kriz TKP adı üzerine düşen ve fazla uzun olmayan bir gelecekte kalkacak olan gölge dışında büyük ölçüde geride kalmıştır. Partinin siyasal stratejisini gözden geçirmesi, deyim yerindeyse, kendisini yeni bir sıfır noktasına yerleştirerek yol haritasını yenilemesi sürecinde de ciddi bir mesafe kaydetmiş durumdayız.
Bizim açımızdan, devrimci bir strateji, o stratejinin öznesini önemsizleştiremez, o özneyi silikleştirip, görünmez kılamaz. Tersine, komünist partileri için strateji, mücadelenin hangi evresinde olunduğundan bağımsız bir biçimde, öncü örgütün nesnel gerçeklikle kurduğu özel bir ilişkidir. Hedef sosyalist iktidardır, nesnelliği tasnif edip merkezinde kendisinin durduğu bir evrende onu yeniden üretense öncü partidir.
Marksizm-Leninizm, bu yeniden üretimin öznelliğe ya da nesnelliğe teslimiyete dönüşmemesi için gereksinilen kuramsal derinliği fazlasıyla sunmaktadır.
Bu bağlamda, devrimci bir stratejinin ön koşulu, partinin bir özne olarak belirgin kılınması, nesnelliğe müdahale edebilecek asgari özelliklere kavuşturulmasıdır. Kendini tanımlama güçlüğü çeken bir öznenin herhangi bir stratejik açılım geliştirebilmesi mümkün değildir.
Partimiz bir yandan güncel görevler için sorumluluk üstlenirken, bir yandan da kendine dair bir netlik ayarı yapmakta ve mümkün olduğunca büyük bir enerjiyi örgütlü hale
getirmektedir.
Netlik ayarı bir yandan günün koşullarına uygun bir siyasal-örgütsel konumlanış anlamına gelirken, diğer yandan partimizin zaman içinde tahribata uğrayan kimi değerlerinin yeniden güçlendirilmesi sonucunu vermektedir.
Öznenin stratejik iddia taşıyabilmesi için bir diğer koşul, onun kendine ait bir alana yerleşmesi ve siyasal mücadele içinde savrulmaların önüne geçecek sağlam bir sınıfsal karakter kazanmasıdır.
Komünist Parti, mümkün olduğunca yalın bir ideolojik konumlanış ve nihai hedefi örtmeyecek bir siyaset diliyle özne-nesne ilişkisini öncelikle işçi sınıfı düzleminde kurmak durumundadır. Bir diğer deyişle, parti toplumsal açılım ve örgütlenme pratiklerini sınıfsal bir zeminde hayata geçirmelidir.
Bu kanalların devrimci yükseliş dönemleri dışında belli sınırların ötesinde kitlesellik kazanması söz konusu olmayacaktır. Tersine, öncü parti yükseliş dönemlerine belli bir hareket serbestliği ile girmek, hızlı ve etkili müdahaleler yapabilmek için kendi ideolojik ve sınıfsal özelliklerini bulanıklaştıracak yüklerden uzak durmalıdır. İşçi sınıfının mücadele tarihi, kazanım olarak görülen düzen içi mevzilerin zaman içinde hareketi nasıl çürütüp etkisizleştirdiğini gösteren sayısız örnekle doludur.
Seçim-parlamento denklemine de farklı toplumsal güçlerle ilişkilere de bu ilkeyle yaklaşılmalıdır. Komünist hareketin eğilip bükülerek sonsuz ittifaklar ve eklemlenmelerle güçleneceği tezi oportünist bir tezdir. Devrim sürecinin karmaşık dinamiklerin ürünü olması, kesinti ve kopuşlarla olgunlaşması, partinin de aynı karmaşayı kendi bünyesine taşımasını gerektirmez. Tersine, Leninist parti, işçi sınıfını ve onun öncüsü olarak kendini korumak, tutarlı ve bütünlüklü bir özne olarak hareket etmek durumundadır.
Partinin hegemonik olmadığı eklemlenmelere girmemesi, örgütlenme ve güçlenme amaçlı açılımları ittifak ya da işbirliği boyutuna taşımaması bu açıdan temel bir ilkedir. Benzer biçimde, Parti hiçbir durumda faşizme, savaşa, devlet zorbalığına, gericiliğe karşı mücadelede, güçler dengesi ne olursa olsun, kendi varlığını örten bir ideolojik-siyasi konumlanış sergilemez.
2. Dünya komünist hareketinin krizi
Türkiye komünist hareketinin bugünkü etkisizliğini dünya komünist hareketinin uzun süredir yaşamakta olduğu krizden bağımsız bir biçimde ele almak mümkün değildir. Bu krizin en belirgin özelliği, komünist partileri uluslararası hatta bölgesel ölçekte bir ortak mücadelenin parçası haline getirecek devrimci bir perspektifin yokluğudur. İdeolojik dağınıklık, uluslararası sermayenin ısrarlı ve sistematik saldırılarının neden olduğu direnç kaybı, hareketi ileriye çekici özgül çıkışların gerçekleşmemesi ve komünist partilerin 160 yıllık ortak tarihindeki en güçlü devrimcileştirici müdahale olan Ekim Devrimi’nin kazanımlarının tasfiyesi, komünist hareketin biricik varlık nedeni olması gereken sınıfsız-sömürüsüz bir toplumun kuruluşu yolundaki en kritik kopuş olan sosyalist devrime öncülük etme misyon ve hedefini belirsizleştirmiştir. Birçok ülkede komünist partilerin ezilenler adına zorlu mücadelelerin başını çekmesi ya da içinde yer alması, bu mücadelelerde zaman zaman kimi mevziler elde etmesi toplamda yaşanan krizden çıkış için yeterli değildir.
Kriz çok boyutlu ve derindir:
a. Bugün uluslararası ölçekte komünist hareket, insanlığın kapitalist sistemden kurtuluşu ve kapitalizmin biricik alternatifi olan komünist toplumun kuruluşuyla özetlenecek tarihsel iddiayı temsil etme özelliğini belli ölçülerde yitirmiştir,
b. Marksizmin devrimci özünü sürekli besleyecek, onu değişen koşullarda yeniden üretecek ve işçi sınıfı için etkili bir silah olarak kullanacak bir ideolojik canlılık sergilenememektedir,
c. Marksizmden ayrıştırılması mümkün olmayan Leninizm ya önemsizleştirilmekte ya da siyasal gerçekçilik adına sonu gelmeyen düzen içi manevraların ilham kaynağı olarak değersizleştirilmektedir,
d. Kapitalizmin olağan ve kaçınılmaz sonuçları olan kriz, savaş, karşı devrim gibi olgularla devrimci bir perspektif arasındaki bağlar zayıflatılmış ve savunmacı bir konumlanış neredeyse kurala dönüştürülmüştür,
e. Parlamenter ağırlık komünist partilerin kendilerini sınayacakları ya da etkilerini ölçecekleri temel kritere dönüşmüş, bu ağırlığa ulaşılmadığı durumdaysa, çoğu örnekte komünizm küçük-kapalı bir dünyada tarikatlaşma eğilimi içine girmiştir,
f. İşçi sınıfını temsil etme iddia ve tekeli kaybolmuş, farklı toplumsal dinamiklerle etkileşim, ittifakların fetişleştirilmesi sonucunda hareketin sınıf karakterinde bozulmalar ortaya çıkmış, öte yandan sınıfın örgütlenmesinde sendikal düzleme bağımlı hale gelinmiştir,
g. Emperyalist sistemin açılım ve operasyonları karşısında uyanıklık kaybolmuş, estirilen siyasal ve düşünsel teröre boyun eğilmiştir,
h. Dünya devrim sürecinin ortak çıkarlarına ilişkin kolektif duyarlılığının yitirilmesiyle birlikte Enternasyonalizm içeriksizleşmiş, sembolik dayanışma ritüellerinin dışına pek az çıkabilmiştir,
i. Leninist geleneğin geçmişte hesaplaşıp, gerilettiği birçok akım karşısında çaresizliğe düşülmüş, bu akımların etkisine açık hale gelinmiştir.
Bu koşullarda, son derece önemli bir coğrafyada mücadele etmek durumunda olan partimiz, stratejik yönelimlerini, uluslararası komünist hareketin bir bütün olarak kendini yenileme ihtiyacını gözetip bu doğrultuda katkı koymayı öncelikli görevlerinden sayarak belirlemelidir. Türkiye komünist hareketinin kendini toparlaması, uluslararası ve bölgesel alanda komünist geleneğin güçlenmesi çabalarına koyacağı katkılarla yakından ilgilidir.
3. Bölgesel dinamikler ve devrimci mücadele
Ortadoğu coğrafyasındaki gelişmeler ve Türkiye’de sermaye düzeninde gerçekleşen yapısal dönüşüm, komünist hareketin bölgesel dinamiklere karşı daha duyarlı olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu duyarlılık, içeriksiz-dayanışmacı konumlanışlardan farklı olarak tamamen devrimci bir perspektife zemin oluşturmak durumundadır. Bölgedeki devrimci, komünist odakların güçlendirilmesi, bağımsız ve sınıf temelli bir doğrultu için cesaretlendirilmesi, bu odaklar arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi ve emperyalizme- gericiliğe, her tür burjuva düşüncesine karşı ideolojik düzlemde etkili bir cephe açılması gerekmektedir. Parti, bu sorumluluktan kaçamaz.
Türkiye kapitalizminin iç dinamiklerinin ürünü olduğu kadar bölgesel bir karakter de taşıyan ve bu niteliği giderek güçlenen Kürt sorununun Türkiye devrimiyle bağlantısı Kürt emekçileri üzerinden sağlanacağı oranda partinin bölgesel ölçekle ilişkisini gözden geçirmesi mutlak bir zorunluluk haline gelmektedir. Parti, bir yandan bölgedeki tüm siyasi aktörleri sınıf temelleri, ideolojik yönelimleri, emperyalist ülkelerle bağları üzerinden tasnif ederken diğer yandan devrimci arayış ve örgütlenmelerle cesur ve ilerletici temaslar sağlamak durumundadır.
Açık ki, Türkiyeli komünistler Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar, Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmelere “dış politika” başlığı altında yaklaşamaz. Emperyalist saldırganlık çok geniş bir coğrafyada dengeleri değiştirmiş, daha uzun süre istikrara kavuşması mümkün gözükmeyen sarsıntılı bir zeminde irili ufaklı birçok aktörün dahil olduğu karmaşık bir mücadele dönemi açılmıştır. Komünist partilerin müdahalesi olmaksızın bu mücadeleleri belirleyecek olan farklı emperyalist odaklar arasındaki rekabet ve çatışma ile bu ortamdan beslenen etnik-mezhepsel düşmanlıklardır.
Türkiye kapitalizminin gelişmişliği ve bölgesel iddiaları, AKP iktidarının yıllar önce Yeni- Osmanlıcılık olarak adlandırdığımız temelsiz ama doğal olarak ciddi sonuçları olan açılımları, partimizin bölgesel yükümlülüklerini artıran bir başka etmendir. Parti, Türkiye işçi sınıfına karşı olduğu kadar tüm bölge emekçilerine karşı da sorumludur ve bu bağlamda iç politika ile dış politika birbirinden hiçbir biçimde ayrılamaz.
Partinin uluslararası ve bölgesel ağırlığının artması, dünya kapitalizminin kriz dinamikleri ve sistem içi çelişkilerin keskinleşmesi gibi konularda, yeni verileri hesaba katan bir siyasal ve teorik üretkenliğe gereksinmektedir.
4. İşçi sınıfının belirginleştirilmesi
Türkiye komünist hareketi, mümkün olan en kısa sürede, hem devrimci görevleri yerine getirmek hem de devrimci bir stratejinin zorunlu taktik açılımlarında partinin etki, direnç ve tutarlılığını garanti altına almak için sınıf karakterini güçlendirmek durumundadır. Konunun bir boyutu, alabildiğine açıktır: İşçi sınıfı içinde temel örgütlü güç olmaksızın bir komünist partinin sosyalist iktidar mücadelesinde başarı şansı bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra, demokratik kitle hareketi geleneği zayıf Türkiye’de sosyalist devrim mücadelesinin gereksindiği derin siyasal müdahaleler, sağlam bir sınıf temeli olmaksızın savurucu, dağıtıcı bir etki yapacaktır. Partinin sınıf karakterinin güçlendirilmesine çok katmanlı bir süreç olarak titizlikle yaklaşılmalıdır.
Bir devrimci özne olarak partinin sınıf karakterini güçlendirmesi, “sınıf” kavramına toplumsal, ideolojik-kültürel ve de siyasal düzlemlerde kaybettiği önemi yeniden kazandırılmasıyla yakından ilgilidir. İşçi sınıfının bu düzlemlerde yeniden ağırlıklı bir aktör haline gelmesi tek başına nesnel koşullardaki değişimin ürünü olamaz. Kuşkusuz önümüzdeki kriz dönemlerinde sermaye diktatörlüğünü koruyan mekanizmalarda çarpıcı zayıflamalar yaşanacak, sınıf çelişkileri keskinleşecektir. Bununla birlikte emekçi kitleleri bölen, onları kimlik siyasetine mahkum eden, burjuva toplumunun çürümesinin parçası haline getiren ideolojik-siyasal etmenlerin etkisizleştirilmesi partinin görevlerindendir. Bu görev, işçi sınıfını siyasal-ideolojik alanda ayrıksı bir toplumsal güç olarak yeniden kurmaksızın yerine getirilemez. İşçi sınıfının diğer toplumsal kesimleri siyasal ve ideolojik olarak kendine çekmesi, onlar adına konuşması için öncelikle kendini hissedilir hale getirmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda diğer toplumsal dinamikleri sınıf hareketiyle eşdeğer gören, işçi sınıfı partisini ya da devrimci mücadeleyi bu dinamiklerin bileşkesi olarak tarif eden eğilimlerden farklı olarak partinin işçi sınıfının bayrağını her zamankinden daha belirgin bir biçimde taşıması mutlak bir zorunluluktur.
5. Sosyalizm propagandası, sermaye düşmanlığı, yeni bir yaşam ve ahlakın savunulması
Komünist parti için asıl hedef olan sosyalist iktidar mücadelesi, temelde siyaset düzleminde sürdürülür. Devrimci durumun sosyalist devrime dönüşümünün başlangıcını müjdeleyen devlet iktidarının işçi sınıfı tarafından fethi, siyasal bir işlemdir ve farklı toplumsal güçlerin siyasal konumlanışlarındaki hızlı yer değiştirmelerin ürünüdür. Ancak yalnızca devrimci dönemlerde değil, sermaye egemenliğinin göreli istikrarlı evrelerinde ve güçler dengesi kapitalist sınıf lehineyken de, işçi sınıfı hareketinin siyasal alanda devrimci bir aktör olarak varolması burjuvazinin ideolojik alanda geriletilmesiyle mümkündür.
İşçi sınıfının kendisi için bir sınıf haline gelmesi, sınıfın mücadeleciliğinin ve örgütlülüğünün artması, kitlelerde sosyalizmin bir seçenek olarak kabul görmesi ideolojik mücadelenin de konusudur. Toplumsal algının tek başına burjuvazi tarafından kontrolünün engellenmesi, eşitlikçiliğin toplumun değerler sisteminde daha yaygın bir yer edinmesi, toplumda adalet duygusunun geliştirilmesi ve en önemlisi geniş toplumsal kesimlerin verili düzende yaşanan sorunların kaynağına ilişkin daha gerçek bir fotoğrafa sahip olması için partinin kesintisiz ve yaratıcı bir çalışma yürütmesi zorunludur.
Dünya ve Türkiye’de işçi sınıfının siyasetteki etkisinin azalmasının ideolojik nedenleri göz önüne alındığında, sosyalizm davasına büyük zarar veren “yeni düşünce” etiketli akımlarla mücadele kadar bugünkü kuşatmayı delecek yeni ve yaratıcı hamlelere de gereksinim vardır.
Parti sermaye düşmanlığına toplumun algısında bir kez daha yer açmak durumundadır. Siyasal iktidarın mücadelemizdeki merkezi rolünü hiç sorgulamaksızın egemen sınıf bir bütün olarak ve tekil örneklerle çürümüş, asalak ve kaçınılmaz olarak kötücül bir toplumsal varlık olarak resmedilmelidir. Solun sermaye sınıfını aklamaya dönük yıllardır sürdürdüğü utanç verici faaliyetin etkisi kırılmalıdır. Göstermeliyiz ki, bugünkü düzen, kapitalistlerin egemen olduğu ve onların borusunun öttüğü bir düzendir.
Parti sosyalizm propagandasının güncel bir değer taşımadığı iddiasına hiç prim vermeden sosyalizmin güncelliğinde ısrar etmelidir. Geniş yığınların anlık ve acil çözüm peşinde koşması, bu yaklaşımın zayıflatılamayacağı ya da kimi noktalarda sosyalizm mücadelesinin mevzi elde edemeyeceği anlamına gelmez. Yeni yaşamın ve yeni bir yaşam hakkının savunulması, devrim ve sosyalizmin savunulmasıdır.
Parti örgütlü mücadelenin çekiciliğini artırmak için tek başına örgütlü mücadelenin çıktılarına, örgütlü mücadeleyle elde edilecek kazanımların anlaşılmasına bel bağlayamaz. Örgütlülüğün kendisi, yeni ve gelişkin bir değerler sistemini geliştirmeli ve yaymalıdır. Bu anlamda yıllardır ikiyüzlü bir muhafazakarlıkla feda kültürü arasına sıkıştırıldığı oranda bir farklılık yaratamayan “devrimci ahlak”ın yerine yeni bir ahlak öne çıkarılmalıdır. Cesaret, mücadelecilik ve kararlılık akılla, yaşam disipliniyle, kentlilikle bir araya gelmediği koşullarda kısa ömürlü ve etkisiz kalmaya mahkumdur. Parti, işçi ve aydınları kapitalist bir toplumda daha güçlü ve gelişkin kılacak bir örgüt kültürünü yerleşik hale getirmelidir.
6. Sosyal demokrasinin etkisinin kırılması
Türkiye komünist hareketi, sosyal demokrasinin geniş kitleleri düzene bağlama yeteneğini geriletmeden etkisini artıramayacaktır. Başka ülkelerden farklı olarak marksist kökene sahip olmayan, hiçbir zaman işçi sınıfı adına konuşma iddiası taşımamış olan ancak misyon itibariyle sosyal demokrat olarak tanımlanmasında sakınca olmayan CHP geleneğini bir sorun haline getiren, CHP’nin 1970’lerin başında söz konusu misyon doğrultusunda ve solun ilk önemli toplumsal çıkışına yanıt verecek şekilde biçimlendirilmiş olmasıdır. O günden bu yana, CHP ya örgütlü solu kendisine mahkum ederek ya da onunla kitleler arasına sağlam engeller örerek bu misyonu yerine getirmiştir. Bu partinin inandırıcılığı ne ölçüde aşınırsa aşınsın, CHP sol açısından kötürümleştirici bir unsur olmaya devam edecektir.
Sosyal demokrasi, Türkiye’de düzen siyasetinin en dinamik kulvarıdır. İslamcı, milliyetçi- faşist, muhafazakar toplumsallığa seslenen “sağ siyaset” birçok açıdan daha istikrarlıdır. Sola, sosyalizme, emeğe düşmanlık bağlamında “sağ”ın esneme sınırları bellidir. Özde bir farkı olmamakla birlikte, sosyal demokrasinin solla ilişkisi ise son derece karmaşıktır. Sol adına konuşma yeteneğini koruyabilmesi için sadece demagoji yeterli olmadığı gibi, sol kökleri olmayan CHP’nin başka ülkelerden daha geniş bir kadro kaynağını kullanmak, daha fazla risk almaktan başka çaresi yoktur. Dolayısıyla CHP’nin Türkiye solu ile geçişkenliği çok fazladır. Söz konusu geçişkenlik hem CHP’nin etkisini artırmakta hem de düzen açısından sürekli kontrol edilmesi, zaman zaman da müdahalede bulunulması gereken riskli bir alan ortaya çıkmaktadır. Partimiz bu alanı, CHP’yi bir yerlere çekmek, düzen siyasetinde bir müttefik bulmak için değil, sosyal demokrasinin tarihsel misyonunu bozmak için kullanmak durumundadır.
HDP’nin düzen siyasetine yerleştirilerek sosyal demokrasiye eklemlenmesi için kısa sürede ciddi mesafeler alan operasyon da göz önüne alındığında, söz konusu bozucu müdahalenin stratejik boyutları daha da öne çıkar. HDP’nin bu alana girmesi ile birlikte, Türkiye’de sosyal demokrasinin liberalizmle zaten var olan bağları daha da güçlenmiştir. Yoksul Kürt kitlelerine dayanan bir siyasi hareketin uzantısı olarak HDP, liberalizmi orta sınıf yaftasından kurtardığı oranda sosyal demokrasiye de yeni özellikler kazandırmaktadır. Önümüzdeki dönem CHP ile HDP arasındaki ilişki ve denge nasıl bir seyir izlerse izlesin, artık Türkiye’de yeni hiçbir şey söylemeyen “yeni bir sosyal demokrasi” söz konusudur.
Her durumda sosyal demokrasinin etkisi kırılmalıdır.
Parti, bu son derece karmaşık görevi sosyal demokrasinin etkisi altındaki toplumsal kesimler bir yana, sosyal demokrasiyle sol arasındaki geçişken bölgeye yerleşen siyasal aktörlerle didişerek, onlarla karşıtlık ilişkisi içine girerek yerine getiremez. Bu aktörlerin bir bölümü, güç siyasetine tâbi olduklarından ya da başka çare bulamadıklarından sosyal demokrasinin sınırları içinde faaliyet göstermektedir. Düzen siyasetini meşrulaştıran, her tarafı pul pul dökülen sosyal demokrasiye inandırıcılık katan ancak Türkiye komünist hareketi ile dostça ilişkiler kurabilen bu unsurlar üzerindeki baskı artırılmalı, sosyal demokrasinin uğursuz misyonunun bu aktörler nezdinde teşhirinde daha etkili yöntemler bulunmalıdır.
7. Düzen kurumları, akademi ve öğrenci hareketi
Düzenin kurumsal yapısı içinde özel olarak önem taşıyan ve geride bıraktığımız 20 yıllık süre boyunca burjuva siyasetinin iç gerilimlerinde ciddi birer mücadele alanı haline gelen
ordu, yargı ve akademi bütün bu yılların ardından sistem açısından yeni koordinatlara yerlemiş, her birinin ideolojik karakteri yeniden şekillenmiş, sermaye egemenliği içinde ağırlık ve misyonlarında bazı değişiklikler meydana gelmiştir. TSK ve yargının özellikle AKP’li yılların ardından yeni kriz ve çatlaklara kapalı olduğunu iddia etmek mümkün olmasa da, göreli olarak bu iki kurumun belli bir istikrara kavuştuğu söylenebilir. Akademi ise, giderek genişleyen ölçek ve muhatap olduğu devasa öğrenci yığını ve yine zaman içinde hızla sayıca büyüyen eğitim emekçileri hesaba katıldığında düzen açısından hâlâ ciddi belirsizliklerle malûldür. Komünist hareket, bu nesnel nedenlerin yanı sıra, bu alanda öznel açıdan da etkili bir mücadele sürdürebilecek olanaklara sahiptir. Akademide ağır sömürüye tâbi olan eğitim-bilim emekçileri ve değişik sektörlere ucuz işgücü kaynağı olarak yetiştirilen milyonlarca öğrenci, sınıf temelleri son derece belirginleştirilmiş, orta sınıf kaygı ve alışkanlıklarını hiçbir biçimde veri almayan bir siyasi-ideolojik mücadeleye örgütlenmelidir.
Üniversitelerde komünist hareketin bir hegemonya mücadelesi içine girmesi, bugün güçler dengesindeki asimetriye rağmen, olasıdır. Parti, bu mücadeleye hazırlanmalı, bu mücadelenin araçlarını güçlendirmeli ve geleneksel ve demokratik kitle hareketi kalıplarında bir “öğrenci hareketi” arayışından tamamen uzaklaşmalıdır. Parti üniversitelere sermaye düşmanlığını sokmalı, öğrenciler ve eğitim-bilim emekçileri aracılığıyla yeni yaşam ve ahlakı temsil eden örgütlü bir mücadele kültürünü hızla yaymalıdır.