Podemos’un Eleştirisi İçin Bazı Anahtar Noktalar*

Ástor García

İspanyol Halklarının Komünist Partisi Merkez Komite üyesi

 

Podemos’un siyaset sahnesinde belirmesi büyük tartışmalar doğurmuştu. Partinin 25 Mayıs 2014 tarihindeki Avrupa seçimlerinde beş sandalye kazanmasıyla bu tartışmalar daha da arttı. Kurulduktan sonra dört ay içinde Asturias ve Madrid gibi bölgelerde Izquierda Unido’nun 1 (IU) önüne geçmeyi başaran bir oluşum şüphesiz ki üzerinde dikkatle düşünülmeyi hak ediyor.

Bu konuda komünistler olarak yalnız değiliz. Büyük bir medya ordusu da gülünç derecede övgü ya da karalama içeren üsluplarıyla sistematik bir şekilde Podemos’un liderlerinden ve önerilerinden bahsedip duruyor.

Bu medya girdabının ortasındayken, komünistlerin Podemos’a karşı eleştirileri sınıf düşmanımız tarafından kullanılan temel kabullerden ve terminolojiden beslenmemelidir. Diğer siyasi örgütlerin ve bazı sağcı medyanın Podemos’u eleştirirken sözünü ettiği kötü özellikleri ardı ardına sıralamak epey kolay olurdu. Ama bu unsurların aşırı boğucu ve olgunluktan uzak karakteri dikkat dağıtıyor ve Pablo Iglesias ile ilgili özellikle eleştirilmesi gereken noktalara odaklanılmasına engel oluyor. Komünistlerin Podemos eleştirisi, La 13 adlı televizyon kanalında ya da El Mundo gazetesinde çıkan eleştirilerle hiçbir şekilde kesişemez. Eğer kesiştiğine şahit olursak, bilmeliyiz ki bir yerlerde bir şeyi yanlış yapıyoruz.

Podemos üyelerine ya da liderlerine yöneltilen ağır eleştiriler, Iglesias’ın fakültede nasıl ders verdiğinden veya şu ya da bu vakfın Venezuela hükümetiyle anlaşma yapıp yapmadığından bahsetmek şeklinde gerçekleştiğinde ana meseleyle tali meselelerin birbirine karışıyor. Bu da kitle iletişim araçlarını kontrol etmeye alışmış bir burjuvazinin çok işine geliyor. Pablo Iglesias’ın yakışıklı mı çirkin mi olduğu çokça tartışılırken, cumhuriyetçi bir yaklaşıma sahip olmadığı, siyasi önerilerinin solda değil, IU’nun da sağında olduğu, düşüncelerinin komünist değil, Toni Negri ve Slavoj Zizek gibi yazarların düşünceleriyle 21. yüzyıl sosyalizmi teorilerinin birleşiminden doğan ilginç bir yeni sosyal demokrasi örneği olduğu çok az konuşulacak. Podemos’un programının kapitalistlere ancak bir plastik bıçak darbesi kadar zararı var. Ancak bu plastik bıçağın bir motorlu testere gibi resmedilmesi birilerinin işine geliyor.

Dil

Komünistlerin Podemos eleştirisindeki önemli noktalardan biri partinin anlaşılmayan bir dil kullanmasıdır. Sadece Podemos’a özgü olmayan ve youtube videolarından tutun salon konuşmalarına kadar günümüzdeki tartışmalarda yeni bir seviyede sistematik bir şekilde kullanılan bu anlaşılmaz dil, oportünizmin en belirgin özelliklerinden biridir. Marksist dile saldırılır; çünkü altta yatan istek marksist kategorilere saldırmaktır. Eğer Iglesias ve müridleri sermaye kazancı kavramını “emekçiden çalınan değer” olarak tanımlasalardı, eleştirileri dikkate alınabilirdi. Ama öyle yapmıyorlar. Çünkü programlarına ya da açıklamalarına bakıldığında sermaye kazancı kavramını analiz ve önerilerini temellendirmek için kullandıkları çıkarsamasını yapamıyoruz. Oysa biz, kongre tezlerimizde de yaptığımız gibi, tekrar ediyoruz ki sabit sermayedeki artış değişken sermayenin aleyhinedir. Çünkü değişken sermaye, sermaye kazancı üreten tek unsurdur. Ya da, başka sözcüklerle anlatmak gerekirse, şirketlerin emekçinin maaşından çalarak elde ettiği ve üretkenliği arttırmak için daha iyi makinalara yatırdığı kazanç, uzun vadede şirkette maaşından çalacak daha az işçi bırakırken, patronları da aynı kazancı sağlamaya devam edebilmeleri için işçiye daha uzun saatler boyunca ve daha az maaşla çalışma baskısı yapmaya iter. Bu tablo, işten çıkarmalar, iş akdinin askıya alınması, maaş düşüşleri gibi emekçilerin çalışma koşullarını sürekli daha da kötüleştiren sonuçlar doğuracaktır. Biz bunu bizi dinleyenin kim olduğuna göre iki farklı şekilde de anlatırız. Bu komünist bir militan da olabilir, kapitalist üretim ilişkilerinin iş ve yaşam koşullarına etkisinin farkında olan, ama daha önce kimseden bunun neden böyle olduğunu dinlememiş bir işçi de…

Biz emekçilerin gerçekliği anlama kapasitelerinin artmasını reddetmeyiz. Çünkü biliriz ki bu, kavganın nesnel taktik ve stratejilerinin daha da belirginleşmesini sağlar. Bu nedenle, söylemlerimizde krizin suçunu ne olduğu belirsiz bir “kast”a atan ve içinde bulunduğumuz durumun nedenlerini daha derinlemesine anlamayı imkansız kılan basit bir yapay gerçeklikten bahsetmeyiz. Bu tip basitleştirmeler kapitalist sömürü düzenini daha iyi anlamaya yardımcı olmaz. Tam tersine, işçi ve halk kesimlerinin gittikçe artan rahatsızlığını, bir kere girildi mi düşmana karşı savaşmanın imkansız hale geldiği çıkmaz sokaklara doğru iter. Çünkü bu basitleştirmeler yüzünden ne düşmanın kim ve nerede olduğu anlaşılabilir, ne de hangi silahları kullandığı…

“Kast” kavramını kullanarak konuşmaya başladığınız anda sınıflı toplum kavramını tamamen ve belki de geri dönüşü olmayan bir şekilde bir kenara atmış olursunuz ve yanlış bir diyalektikle baş başa kalırsınız: bir tarafta ne olduğu tam ifade edilmeyen bir “kast” ve onun üyeleri, öte tarafta bu kasta dahil olmayanlar (örneğin Negri’deki “çokluk” kavramı, ya da Cayo Lara’nın “halk” kavramı). “Kasttan olmayanlar” grubuna sömürülenleri de sömürenleri de koyabilirsiniz; yeter ki iki kutup arasındaki çelişki üretim ilişkileri üzerinden değil de “demokrasi” “etik” ve “yolsuzluk” gibi üstyapısal kavramlar üzerinden üretilsin (!). Bu nedenle, işçi ve halk yığınlarının ideolojik olarak silahsızlanmasına ve sınıflı toplumlardaki çelişkilerin çözümlenmesi için gereken teorik araçlardan mahrum kalmasına neden olan bu berbat idealizmin günahı Podemos’un boynunadır.

Siyasi konum

Peki Podemos ne söylüyor da bazılarından olanca destek görürken bazılarının da sonsuz suçlamalarıyla karşı karşıya kalıyor? Şöyle diyebiliriz, Podemos, Birinci Geçiş Süreci’nin 2 siyasi ve sosyal yapılar ile siyasi partiler tarafından dokunulamaz ve sorgulanmaz olarak kabul edilen, üzerinde anlaşmaya varılmış çıktılarını (acaba kast dedikleri kavram burada mı yatıyor?) hedef alıyor, üstüne de emekçi ve halk yığınlarının kapitalist krizlerden doğan sorunlarını üstünkörü bir biçimde de olsa vurguluyor.

Bununla beraber, Podemos’un programının hiçbir yerinde kapitalist modele doğrudan saldıran önlemler bulunmuyor. Örneğin, bir “Avrupa risk değerlendirme kamusal ajansı”nın kurulmasını önermek, egemen borç kavramının ya da devlet bonolarının özel oluşumlar tarafından spekülatif amaçlarla satın alınmasının altında yatan kapitalist mekanizmaları sorgulamak değil, sadece bunları makyajlamak anlamına geliyor. Bu aslında, hükümetlerin ve devletlerin kendilerini kapitalist tekellerin çıkarlarını yönetmeye adadıkları çağımızda, “kamusal” kelimesinin sermayeden bağımsızlaşma anlamına geldiği yanılsamasından kaynaklanıyor. Diyebiliriz ki, Podemos toplumsal çoğunluğun hayat ve çalışma koşullarında konjonktürel iyileşmeler sağlayabilecek ama asıl soruna hiçbir şekilde etki etmeyen ve onu çözmeye çalışmayan, biraz daha az kötü bir kapitalizm modeli sunmanın ötesine geçmemiştir.

Ama belki de zaten bir şeyi çözmeye çalışmıyorlardır. Belki kapitalizmi yıkmak değil, iyileştirmek istiyorlardır. Bu, hem Podemos’a destek veren sosyal tabana iyi uyuyor, hem de önceki siyasi spektrumda var olmak için yeni bir temsiliyet alanı yaratıyor: nitelikli iş beklentileri kapitalizm tarafından tatmin edilemeyen, kriz öncesi sunulan refah düzeyine erişemeyen eğitimli gençler. ‘80 ve ‘90’lı yıllarda eğitime erişimin toplum geneline yayılmasıyla beraber, bugün İspanyol kapitalizminin yeterli derecede imkan sağlayamayacağı her sınıftan eğitimli bir genç kuşakla karşı karşıyayız. Bunların birçoğu sınıf atlamayı bekliyordu, ama bu gerçekleşmedi. Tersine, bu gençlik düşük maaşlı geçici iş sözleşmelerine, aldıkları eğitimle alakası olmayan niteliksiz işlere ya da başka ülkelere göç etmeye mahkum oldular. Bu, içinde bulunduğumuz duruma bir alternatif aramak yerine, tatminsiz ve öfkeli bir bilinçle ifade ettikleri beklentilerini kapitalist krizin sadece en görünür sonuçlarına muhalefet ederek karşılamaya çalışan bir tür proleter dalga yarattı. Bu dalga, sınıf mücadelesi veren devrimcilerin siyasi konumuyla sadece kısmen kesişiyor.

Komünist Parti’nin de hitap etmesi gereken bu sosyal tabanın varlığı başka bir meseleyi de aydınlatıyor: Podemos’un üyeleri bu oluşumdan önce var olan mücadelelerden habersiz. Tıpkı 15-M Hareketi’nin 3 bazı unsurlarının kendilerinden önceki sınıf ve halk mücadelelerinden kaygı uyandıracak derecede habersiz olması gibi bugün özellikle yerel düzeydeki birçok Podemos temsilcisi kendi bölgelerindeki sendikal mücadelelerden, mahalle mücadelelerinden ve diğer siyasi ve sosyal mücadeleden habersiz. Podemos toplumsal hareketlerin sıcağından yükselen bir oluşum gibi resmedilmeye çalışılıyor, ama bu bir efsane. Partinin bazı üyeleri toplumsal hareket ya da siyasi parti kökenli olsa da, örgütün geleceğinde önemli bir rol oynaması beklenen büyük bir kısım, ya sunuluş biçimiyle hemfikir olmadığı ya da kendi dile getirmek istediğinizi yeterli derecede ifade edecek bir araç olarak görmedikleri için şimdiye kadar verilen mücadelelerde pek yer almamışlardır. Bu tespiti yaparken deneyimli mücadele insanları ve kadroların eksikliğinden değil, işçi ve halk hareketlerinin tarihini zaferleri ve yenilgileriyle öğrenmenin ve anlamanın öneminden söz ediyoruz. Geçmişle araya perde çekmek, örgütün geçmişi üzerinden bugününü ve kendini tanımasını ve sınıf mücadelesinin geçmiş deneyimlerden beslenmesini engellemektedir.

Öte yandan, Podemos’un yükselişinin siyasi arenaya getirdiği ve biz komünistlerin de mücadele etmesi gereken çok dikkat çekici bir unsur daha var. Partilerin aday göstereceği kişilerin ve sorumlularının herkesin oyuyla belirlenmesi modası baş göstermiş durumda. Kapitalist kesimleri temsil eden partilerin nasıl bir seçim sistemiyle çalıştıkları biz komünistlerin işi olamaz. Anlaşılıyor ki bu oluşumlar, halkın çıkarlarını savunmak yerine karşıtlarının çıkarını savunmayı ya da onları karşıtlarıyla anlaşma yapmaya itmeyi alışkanlık haline getirirken, kendilerini meşru kılmak için demokratik bir cila çekmeyi uygun görüyorlar. Ancak biz, adayların büyük bir çoğunluğunun sömürgenler tarafından işletilen medya kanalları aracılığıyla yaratılan popülerlikleri paralelinde sonuçlar elde ettiği bu seçimlerin daha demokratik olduğu fikrini reddediyoruz. Daha önce adı sanı duyulmamış adaylar bir televizyon kanalı ya da gazete tarafından bir gecede meşhur edilirken, kamuoyu bu medya kanallarından ciddi derecede etkileniyor ve bir adayı, önerdiği siyasi program ya da yönetim biçimi nedeniyle değil, popüler, sempatik ya da hoş bulduğu için seçiveriyor. İşte bu şekilde, seçim süreçleri, demokrasiyle bir ilgisi olmayan ama demokratikmiş gibi gösterilen pazarlama ve televizyon yüzü olabilme gibi unsurların üzerine kurgulanmış bir gösteriye dönüşüyor.

Bu meseleyle ilgili değinilmesi gereken bütün noktalar bu yazıya sığmamakta. Ama şüphesiz ki ileride Podemos’u yeni sosyal demokrasinin biçim değiştirirken özü aynı kalan, insan insanı sömürmeye devam etsin diye işçi ve halk mücadelesinin gelişimini engellemeyi görev edinmiş paradigmatik bir örneği olarak analiz etmek için birçok başka fırsat olacaktır.

 

  *: 4 

Dipnotlar

  1. Birleşik Sol: Merkezinde avrokomünist bir çizgiyi savunan İspanya Komünist Partisi’nin durduğu koalisyon.
  2. 1975’te Diktatör Francisco Franco’nun ölümüyle “frankocu” rejimden monarşi şemsiyesi altında burjuva demokrasisine geçiş kastediliyor.
  3. 15 Mayıs 2011’de İspanya’nın 58 şehrinde kemer sıkma politikalarına karşı büyük gösteriler düzenlendi. İspanya’da ve tüm Avrupa’da büyük yankı yaratan bu kitlesel eylemlilik 15-M Hareketi ya da Öfkeliler Hareketi olarak adlandırıldı.
  4.  Bu makale 26 Temmuz 2014 tarihinde İspanyol Halklarının Komünist Partisi’nin yayın organı olan Unidad y Lucha’da (Birlik ve Mücadele) yayımlandı.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×