Reel Sosyalizm ve Ulusal Sorun: Çözüm Egzersizleri
Ulusal sorunla ilgili teorik ve siyasal tartışmalara Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı (UKKTH) ile başlayıp konunun ezilen ulus milliyetçiliğinin ilerici yanlarına yapılan vurgu ile bağlanması neredeyse bir kural haline gelmiş durumda. Buna göre ezilen bir ulusun yarattığı hareket, ezen ulus sosyalistlerince müdahale edilemez ve hikmetinden sual olunmaz bir mertebeye ulaşıyor. Ulusal sorun bağlamında, birincisi, pratik olarak gerçekleşenler hâlihazırda verili bulunduğundan; ikincisi, “usta”lardaki yaklaşımlar teori mertebesine yükseltildiğinden, yaklaşık yüz yıl boyunca teorik bir ilerlemenin kaydedilemediğini kabul etmek durumundayız.
Ustaların yaklaşımlarının teori mertebesine yükseltilmesi demişken… Ne Marx ne de Lenin takunya yapan nalıncıların kendi kendilerine yontabilecekleri bir keserdir. Bütünlük fikri elimizden alındığı zaman geriye ulusların kalacağı bile meçhuldür. Özellikle Türkiye tarihini ulusal sorun üzerinden yeniden yazma girişimlerinin Marksizmle uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Marksizmle bağı kurulmayan bir “ulusal sorun”un ise Marksistlere pek bir şey kazandırmayacağı açıktır.
Üstelik ulusal sorun tartışmalarında deniz tükenmiş durumdadır. Bol Marxlı, Leninli, Stalinli alıntıların bizi bulunduğumuz konumdan ileriye taşıyabileceği iddiası su götürür. Bu son söylenen, sayılan isimlerin tartışılan konu bağlamında değerlerinin azaldığı anlamına gelmiyor ancak yanlış teorik doğrultunun elinde geriye “boşanma hakkı”ndan yahut İngiliz işçi sınıfının İrlandalı mı İrlandasız mı kurtulacağı tartışmalarından başka bir şey kalmıyor. Kaldı ki İrlanda sorununda temel mesele her zaman için İrlanda ulusunun değil İngiliz işçi sınıfının kurtuluşu olmuşken… İster ayrı İrlanda olsun, ister olmasın.
Bu teorik açmaz, tam anlamıyla olmasa da, reel sosyalizm tecrübesinin başka bir gözle okunmasıyla biraz olsun aşılabilir. Ulusal sorunun Marksist kavranışı açısından, teorinin yol göstericiliği meseleyi “bütün”e bakarak kavramaktır. Bütün’de birleşen yolları belirleyen yine Bütün’ün kendisidir. Reel sosyalizmin uluslar siyaseti, günahları ve sevapları bir yana, sergilenen pratiğin hep o teorik bütünden yana işlediğini kanıtlıyor.
Bunları söylediğimize göre, sadede gelelim: Ulusal sorunun reel sosyalizm bayrağı altında nasıl çözüme kavuştuğunu kavrayabilmek için öncelikle ve bir kez daha teori gerekiyor.
Teoride ve siyasette ulusal sorunun bağlamı
20. yüzyılın ve tarihin en önemli olaylarından Ekim Devrimi (ve onun yarattığı Sovyetler Birliği), bir sosyalist devrim olmasının yanında, aynı zamanda bir ulus laboratuvarıdır. Bolşevik uluslar siyasetinin devrimi de önceleyen bir teorik ve politik bir birikim süreci mevcuttur. Fakat kanımca bu siyasetin teorik bir özetini verebilmek doğrudan siyasetin içindeki Bolşeviklerce değil, Ekim Devrimi’ne bakan Marksistlerce daha soğukkanlı kavranabiliyor.
İki örnek verip teori parantezini kapatmayı deneyeceğim. Birinci örneğimiz, Marksistliğinden kimsenin kuşku duymadığı Rosa Luxemburg. Ekim Devrimi’ni selamlamakla birlikte, Bolşeviklerin uyguladığı birçok politikaya birkaç başlıkta karşı çıktığını biliyoruz. Bu başlıklardan bir tanesi ulus meselesi.
Uzunca bir alıntıyla, Rosa’nın “Bolşevik milletler siyaseti” eleştirisi şöyle:
“(…) kendi ülkelerinin işçi sınıfına da büyük bir düşmanlık besleyen burjuvalar ve küçük burjuvalar ‘ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını’ karşı devrimci sınıf politikalarının bir aracı haline getirdiler… Sınıflı toplumun kaba gerçekliğinin ortasında, sınıf çatışması en uç noktaya ulaşacak kadar keskinleştiğinde, kendi kaderini tayin hakkı burjuva sınıf iktidarının bir aracına dönüşüyor… Sınıflı bir toplumda, ulusun her sınıfı ‘kendi kaderini’ farklı biçimlerde belirlemeye çalışır ve burjuva sınıfları için ulusal özgürlük sınıf hâkimiyetine tamamen tabidir.” 1
Luxemburg’un eleştirilerinin anlamı açık olsa gerek. Sınıflardan müteşekkil uluslarda ve sosyalizme geçiş çağında, UKKTH savunusu, “sosyalizm düşmanı milliyetçi akımların güçlenmesine” neden olmaktadır.
Rosa’nın tezlerini genel bir teorik doğru olarak kabul edebiliriz. Evet, uluslar sınıflardan oluşmaktadır; evet, milliyetçilik sosyalizmin düşmanıdır; evet, komünistler işçi sınıfının kendi kaderini tayin etmesi için uğraşırlar.
Rosa Luxemburg’un eleştirel Rus Devrimi tahlillerine, Macar Marksisti Lukacs’ın cevabı ise ulusal sorunun yerleştirileceği bağlamı açığa vuruyor. Bu bağlam, “bir devrimde kullanılacak ihtiyat kuvvetler” olarak nitelendirilebilir. Ulusal sorun, toprak sorunu, “demokrasi” sorunu hep bu devrimi, daha doğrusu sosyalist devrimi gerçekleştirmek için odaklanılacak ve kullanılacak bir bakıma “teori dışı” rezervlerdir.
Lukacs, Rosa’nın “soruyu yanlış sorduğunu” iddia ettikten sonra şunları yazıyor:
“(…) Bu duruma ulaşıldığında, yani yükselen devrimci hareket bir karar anına geldiğinde, çözülen burjuva toplumun ait bütün unsurlar karşı-devrime hazırlanan burjuvazinin karşısına konulmalıdır.” 2 Tartışmanın özeti şudur: Rosa Luxemburg, “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”nın “ayrı devlet kurma da dahil” tanınması ile beraber, milliyetçiliği körüklediği için sosyalizmin aleyhine çalışacağı uyarısında bulunuyor ve Ukrayna sorununu buna örnek olarak gösteriyor. Lukacs ise cevaben, ulusal sorunun devrim ve devrimin başarısı/ayakta kalması sorunu ile iç içe değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor. Verili bir devrimci durumda veya devrimin ertesinde, “saf” proleter unsur olup olmadığına bakmaksızın, iktidarını kaybetmiş ve karşı-devrimci yollar arayan burjuvaziye karşı bütün unsurlar kullanılır. Bunun içine ulusal dinamikler de dahildir. Böylece UKKTH, pratikte iktidar sorununa bağlanıyor. İktidarla ilişkisi bulunmayan bir ulusal sorun Marksistlerin ilgi duyacağı bir sorun olmaktan çıkıyor. Rosa Luxemburg’un hatası kendini ulusal sorunu küçümseme biçiminde ortaya koyarken bir gerçeği de ifşa ediyor: Ulusal sorun ve ulusal soruna yaklaşımlar evrensel bir nitelik taşımaz. Örneğin, ulusal sorunu olmayan bir ülkenin devrimcilerinin bir ulusal sorun siyaseti geliştirmeleri objektif olarak anlamsızdır.
Üstelik ele alacağımız reel sosyalizmdeki ulusal sorun pratiği, Sovyet iktidarı görece sağlama alındıktan sonra açık bir biçimde emperyalist kuşatmayı yarma/dünya devrimi ikiliği arasında salınıyor bir dönem boyunca. UKKTH’nin bir müddet sonra bir tür dış politika aracı olması ise kaçınılmazlaşıyor. Belki başka bir zamanda açmak kaydıyla bir tez yazılabilir: UKKTH, dünya devriminin geri çekiliş döneminin en fazla sivrilen taktiğidir.
Ulusal sorunun teorisi de pratiği de yukarıda bırakılan noktadan başlıyor.
Ulusal sorun ve Sovyetler Birliği
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin tarih sahnesinden çekilişinin nedenleri arasında ulusal sorunu saymak, sosyalistlerin değil de Turan hayalleri kuran kafasız ırkçıların işi olsa gerek. Dahası, eldeki veriler Birlik’in dağılma sürecinde dağılmanın motor gücünün Rusya dışındaki cumhuriyetlerin değil, “merkez”de durduğu iddia edilen -ki objektif olarak doğru sayılabilir- Rusya olduğunu söylemektedir. 3
Burada şunu vurgulamak gerekiyor: Sosyalizm, ulusal sorunu ulusları çözerek sonuca bağlamamıştır. Uluslar arasındaki ilişkiyi başka bir içerikte kurmak Sovyet modelini daha çok açıklamaktadır. Eski Sovyet coğrafyasında ulusal sorun keşfetme hevesi ise adı üzerinde Post-Sovyet döneme ait bir hezeyandır. Bahsedilen heveskârlığın ise ulus inşasından çok emperyalist nüfuz telaşı ile açıklanması elzemdir. Daha açık şöyle yazılabilir: Sovyet sonrası Sovyet coğrafyasında keşfedilen ulusal sorun(lar), “yükselen uluslar”ın dünya kapitalist sistemine nasıl eklemleneceği sorunudur.
Başa dönebiliriz. UKKTH ile somutlanan milletler siyaseti devrimden sonra gerçekte ne anlam ifade etmişti? Daha açığı, hukuki olarak birlik şeklinde örgütlenen Sovyet Cumhuriyetleri eski Çarlık sınırlarına ulaştığında UKKTH ne anlam ifade ediyordu? Bu sorulara Carr’ın verdiği cevap hayli ilginçtir:
“Devrimin yol açtığı anarşi, aşırı ayrılıkçı talebi kamçılamıştı ancak kısa sürede bu talebin sadece yabancı ordular ve yabancı parayla desteklenebileceği ortaya çıktı, öyle ki Petrograd ve Moskova’ya bağımlı olmayı gururlarına yediremeyenler, Almanya’nın, İtilaf Devletleri’nin ya da her ikisinin birden uyduları ve uşakları haline geliyorlardı. Ukrayna’nın, Transkafkasya’nın ve hatta Baltık kıyılarının tarihi böyleydi… Özellikle 1920 Polonya savaşından sonra Bolşevikler’in Rus mirasının savunucuları ve yeniden birleşen Rusya’nın mimarları oldukları geniş ölçüde kabul edildi.” 4
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kısa süre içerisinde eski Çarlık sınırlarına ulaşması -1918’de kurulan Rusya Sosyalist Federatif Cumhuriyetler Birliği, Çarlık sınırlarına göre bir hayli küçük bir coğrafyaya tekabül ediyordu- karşı-devrimin başarısızlığa uğramasında ve iç savaşın kazanılmasında büyük bir rol oynamıştı. Uluslara ayrılma hakkının tanınması ve Çarlık’ın çeperindeki ulusal sorunların genel olarak toprak sorunu ile birlikte gerçekleşmesi, Çarlık’ın baskısı altında ezilen uluslar ile daha merkez konumda yer alan Rus proletaryası arasında görece sağlam bir bağ örüyordu. İç savaşın kazanılmasında Bolşeviklere karşı mücadele eden karşı-devrimci güçlerin “dış” bağlantılarının açık olmasının ve bunun yeni iktidara sağladığı meşruiyetin yanında, ezilen ulusların eski sistemin restorasyonundan duydukları korku da rol oynuyordu. Öte yandan, Sovyet iktidarı temel gücününu sanayileşmiş bölgelerdeki işçi sınıfından alıyordu. Çarlık sınırları içerisindeki sanayileşmiş bölgeler, bir istisna Bakü dışında, genellikle Büyük Ruslar’ın çoğunlukta olduğu yerlerdi. Genç Sovyet yönetimi bu gerilimi hep yaşayacaktı.
Büyük Ruslar ve bunların dışındaki ulusların birlik şeklinde bir idari yapıya kavuşmalarının altında birçok neden yatıyor. Fakat daha önce bahsettiğimiz ulusal sorunun çözüm bağlamının Bolşevikler tarafından iyi kavrandığı anlaşılıyor. Örneğin, Ukrayna’nın Rusya’dan ayrılıp ayrı bir hükümet kurmasının ve Bolşeviklerin bu hükümeti tanımasının ardından bu hükümetin genç Sovyet hükümetine cephe alıp karşı-devrimci Kaledin’i desteklemeleri üzerine Stalin, bu durumda “kendi kaderine tayin hakkı”na sarılmanın, bu hakla ve demokrasinin en temel ilkeleriyle alay etmek anlamına geleceğini söylerken, sonradan daha açık yazıyor: “Kendi kaderini tayin ilkesi sosyalizm uğruna bir araç olmalı ve sosyalizmin ilkelerine tabi kılınmalıdır.” 5 1918’deki ilk anayasa ile ilan edilen RSFSC’nin giderek özerk bölgelerle birlikte genişlemesi, yeni devletlerin ortaya çıkışı ve en sonu, İç Savaş’tan çıkıldıktan sonra ekonominin hayati öneme sahip olması, Birlik Cumhuriyetleri arasında işbölümü, merkezi planlama gibi, aslında eski Büyük Rus baskısını çağrıştıran pratik sonuçlara neden oldu. Özellikle işçi sınıfının ve aydın kadroların yetersiz olduğu özerk bölgelerde merkezi iktidara bağımlılık arttı. İşin aslı devrimin yaşayabilmesi için Rusya’nın eski Çarlık coğrafyasına ve bir “ulus” haline gelebilmek için de bağımsız cumhuriyetlerin Rusya’ya ihtiyaçları vardı.
“Ulus olmak” meselesini açmak gerekiyor. Baltık ülkelerinin de Birlik’e katılmasından sonra 15 tane cumhuriyete sahip olan SSCB’de onlarca özerk bölge ve özerk cumhuriyet mevcuttu. Yalnızca RSFSC’de bile yirmiden fazla özerk cumhuriyet, özerk bölge vardı. 6 Sovyetler’in temel ulus politikası, ulusal sınırlar ve ulusal iktidarlar üzerinden ilerlemek olsa da bütün Sovyet anayasaları, kültür ve dil konusuna özel önem veriyorlardı. Pratik olarak, Birlik Cumhuriyetleri arasındaki temel iletişim dili Rusça olmasına rağmen bağımsız ve özerk cumhuriyetlerde anadilde eğitim hakkı güvence altındaydı. İç Savaş sırasında zarar gören okulların yanında daha genel bir problem olarak Büyük Rus olmayan uluslarda hazırda var olan eğitimci sıkıntısı duruyordu. Bütün bunlara rağmen 1927 yılına gelindiğinde Sovyet eğitiminin “millileştirilmesi” büyük oranda başarılmıştı. 7 Bunun yanında, 1918’de yayımlanan bir bildiride “bölgedeki en yoğun nüfusun dilinin, sınıf dayanışmasının bir tezahürü olarak azınlık okullarında okutulacağı” da vurgulanıyordu. 8
Bu arada, Sovyetler Birliği’nin en kalabalık ulusu olan Rusların, Rus olmayanları “asimile” ettiği söylentilerinin yanında, bir de Sovyetler Birliği’nin “dil bariyerini aşamamasına” dönük eleştiriler var. İkisinin aynı anda nasıl var olabildiğine cevap aramak bir hayli zor. Öyle ki, 1970’deki nüfus sayımında Sovyet halklarının yalnızca yüzde 22’si kendi anadilinden başka bir Sovyet dilini bildiğini belirtirken, yüzde 59’u Rusça’yı anadili olarak işaretlemişler. 9
Bütün bunlar bir yana, 1918-1922 yılları arasında, RSFSC’den Belarus ve Ukrayna Sovyetleri’ne yalnızca eğitim için toplamda 10 milyon rublelik bir kredi veriliyordu. 10 Bolşevikler, eğitimin millileşmesini Birlik’in devamı ve Rus milliyetçiliğinin baskılanması için zaruri görüyorlardı. Yüksek öğrenimdeki millileşme daha geç ve zorlu olsa da özellikle Rus Bolşevikler, RSFSC dışındaki cumhuriyetlerin ulusal kültürlerinin ve dillerinin gelişmesine özel önem veriyorlardı. Aslında UKKTH’nin temel sonucu “halklara özgürlük”ten önce “halklara eşitlik” oluyordu. Büyük Ruslar’dan kültürel, siyasi ve ekonomik olarak geri halkların Büyük Ruslar ile olan eşitliğini sağlamanın yolu daha önce yıllarca baskılanmış olan ulusal değerleri sosyalizmin hizmetine sokmak ve anadilde eğitim olarak görülüyordu. Bu durum, en iyi biçimde 1936’de yürürlüğe giren SSCB Anayasası’nda dile getiriliyordu: “Madde 121: Bütün SSCB yurttaşları eğitim hakkına sahiptir. … Anadilde eğitim verilmesi güvence altındadır.” 11 Burada, idari ve siyasi bir güçlüğe dikkat çekmek gerekiyor. Federal bir biçimde örgütlenen Sovyet iktidarı aynı zamanda güçlü bir merkezileşme ve yoğunlaşma eğilimini de bünyesinde barındırıyordu. Birleşme ihtiyacının kendisini, iktisadi planlamadan, SSCB’nin yönetim merkezine kadar her şeyde gösterdiği muhakkak. Gerilimin kendisine daha önce değinmiştik. İç Savaş, açıkça bir “birleşme” zorlamasını beraberinde getiriyordu. Faşizme karşı mücadele döneminde bahsedilen merkezileşme eğilimi had safhaya ulaştı. Federal bir devlet aygıtının merkezileşmeye dönük zorlamalarda bulunması ister istemez merkezkaç kuvvetini artırır. Savaştan sonra, merkezileşme sorunundan çok, merkezin el uzatmaktan imtina ettiği cumhuriyetlerde daha sonraları karşı-devrimin de az çok malzemesi haline gelecek bir ulusal direnç oluşacaktı. Zamanında çokça uğraşılan “Büyük Rus şovenizmi” de bir başka biçimde tekrar ortaya çıkacaktı. 12
Devlet yapısı da hem 1936 hem de 1977 Anayasası’nda detaylıca tarif ediliyor. Birlik cumhuriyetlerinin en baştaki hakkı, Birlik’ten ayrılma hakkı olarak vurgulanıyor. SSCB’nin hukuki anlamı, egemenliğin bir bütün siyasi birim olarak SSCB’ye ait olmasıydı. Örneğin, ulusal yasalar ile Birlik’in yasaları arasında bir karşıtlık oluşması durumunda, belirleyici olan SSCB yasaları oluyordu. Öte yandan, Birlik cumhuriyetlerinin kendi ulusal sınırlarına mündemiç olan sorunlar yine Birlik cumhuriyetleri tarafından çözülüyordu. Bir cumhuriyetin kendi içinde özerk bölgelere veya cumhuriyetlere ayrılması o cumhuriyetin tasarrufundaydı. Cumhuriyetler arasındaki siyasi sınırlar cumhuriyetlerin izni alınmadan SSCB tarafından değiştirilemiyordu. 13
Yönetim aygıtını oluşturan Sovyetlerin durumu da benzer sayılabilir. Ekim Devrimi’nin iktidar unsurları olan Sovyetlerin hızlıca çoğalması, iktidarın da yayılması anlamına geliyordu. Yine de, Petrograd ve Moskova gibi merkezler dışındaki bölgelerde, Devrim’in yayılması ve güçlenmesi uzunca bir süreye yayıldı. Bu yerler açıktır ki “ulusal sorun”un yoğunlukla yaşandığı eski Çarlık coğrafyasının çeperleriydi. Burada bulunan çözüm, ilk bakışta iktidarın paylaşılması olarak görünüyordu:
“Özerk cumhuriyetlerden her birinin kendi Sovyetler kongresinin ve yürütme komitesinin yanı sıra, cumhuriyet Sovnarkom’unu oluşturan kendi halk komiserlikleri de vardı. Denenmekte olan anayasanın en ilginç yanını, yetkilerin bu komiserliklerle merkez otoriteler arasında bölüşülmesi oluşturuyordu.” 14 Bu iktidar dağılması Sovyet devlet aygıtının gerilimlerinden birisiydi. Marksistler için esas olarak “güçlü, büyük ve bölünmez cumhuriyetler” tercih sebebiydi. Buna rağmen, Britanya’da ulusal sorun gündeme geldiğinde federal bir devletin “ileri adım olabileceği” ustalar tarafından savunulmuştu. Bolşevikler arasında da egemenliğin nasıl bir iktidar modeliyle sağlanacağı tartışmaları yürütülüyordu. İlk RSFSC Anayasası da federalizmi “geçici” bir örgütlenme modeli olarak ilan ediyordu. Hedef, son kertede tam entegrasyondu. Dahası, anayasanın devletten aldığı yetkiler, “özü bakımından sınırsız, bölünmez ve mutlaktı”. 15 Daha önce sözü geçen “merkezkaç” etkisinin “merkezcil” kuvvet ile beraber işlediğini unutmamak gerekiyor. Yine de tekrar vurgulamak gerek: Çözülüşte ve sonrasında belirleyici hale gelen “yeni-ulusal sorunlar” bir araya gelen ulusların birlik zeminlerinin ortadan kalkmasıyla esas rollerini üstlenmişlerdir.
Çözülüşe doğru ulusal sorun
Gorbaçov döneminde “ulusal sorun”un kavranış biçimi, aslında bize ulusal sorunun nasıl ele alınamayacağını gösteriyor. Dahası, ele alınan bağlam ulusal sorunu bir müddet sonra hakiki bir sorun haline getirdi.
Sovyet uluslar siyaseti, birincisi, ulusları etnik değil siyasi, ekonomik ve coğrafi bir kategori olarak değerlendiriyordu. İkincisi, uluslar meselesi bir egemenlik ve iktidar sorunuydu. Ulus, belirli bir siyasi sınır içerisinde kendi egemenliğini kabul ettiren bir birimdi.
Perestroyka’da ise ulusal sorun bir tür etnik çeşitlilik sorununa indirgeniyor. Etnik toplulukların Birlik nezdinde temsiliyeti ise doğrudan Birlik’in altını oyan bir işlev görüyordu. 16 Bu durum, bireysel ve ulusal hakların teminatı olan “uluslar üstü” devlet aygıtının hukuki konumunu geçersiz kılarak, yasalarla güvence altına alınmış olan “gönüllü birlik” ve “ayrılma hakkının” karşı-devrimci bir içerikle güncellenmesi anlamına geliyordu.
Öte yandan, Perestroyka ve Glasnost’un tam bir başarısızlıkla sonuçlanması ve Birlik’in dağılışı, merkezin siyasetinin başarısızlığı anlamına geliyordu. RSFSC dışındaki cumhuriyetlerin ayrılma isteği düşük olmasına rağmen ayrılmayı engelleyememe nedenlerinden birisi de çözülmeyi ve dağılmayı engelleyecek ve cumhuriyetleri kendi etrafında birleştirecek bir öncülüğün var olmayışıdır. Ayrılmak, aynı zamanda Birlik’in merkezinin başarısız yönetimine karşı da bir tepki anlamına geliyordu.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ortaya çıkan devletler arasında büyük oranda hiçbir hukuki dayanak kalmadığından toprak ve sınır anlaşmazlıkları baş gösterdi. Emperyalist uluslar siyasetinin sosyalizmi yenilgiye uğratmasıyla beraber, 20. yüzyıldan bildiğimiz “ulus-devlet”lerden çok, dünya kapitalist sistemine kolayca entegre olabilecek küçük ve dirençsiz etnik devletçikler ortaya çıktı. Bugün, emperyalizmin hâlâ tam olarak kapsayamadığı ülkeler, büyük oranda sosyalist uluslar siyasetinin etkisi altında “inşa edilmiş” uluslar olarak önümüzde duruyorlar. Dahası, doğrudan reel sosyalizm bayrağı altında olmasa da, reel sosyalizmin dünyasına doğmuş ulus-devletler bugün emperyalizmin önünde nesnel bir direnç unsuru olarak varlar. SSCB’nin tarih sahnesinden silinmesi yalnız sosyalist bir yönetime sahip ulusların değil, bağımlı kapitalist ulusların da işine yaramadı.
Ulusal sorun bitti mi?
Belki sorunun doğru formülasyonu, “bildiğimiz anlamı ile ulusal sorun bitti mi?” olmalıdır. Ekim Devrimi’nden sonra, bir taktik olarak UKKTH’nin, fiili olarak birleşme yönünde uygulandığını gördük. Dahası, Bolşevik pratik, UKKTH’nin ulusal sorunda bir ayrıştırmaya da vesile olduğunun farkına varmış gibi görünmektedir. Ayrıştırma, tahmin edileceği gibi sınıfsaldır.
Reel sosyalizmin ulusal soruna baktığı diğer yön ise dış politika ve dünya devrimi bağlamında değerlendirilebilir. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin desteklenmesi hemen devrimin sonrasında başlamasına rağmen bir model olarak ulusal kurtuluşçuluğun dünyanın gündemine girmesi altmışlı yılların bağımsızlık savaşları ile gerçekleşmiştir. Bu, siyasi sınırların değişmesinin ilerici yanlar taşıdığı bir konjonktürü imliyordu. Kaldı ki, bu ulusal kurtuluş mücadeleleri, yani ulusal sorunların çözümü doğrudan SSCB’nin varlığı ile anlam kazanıyordu.
Ulusal sorunun çözümünü tek başına ulusun bütününün mücadelesine bağlamanın hiçbir dayanağı bulunmuyor. Bu dayanak hiçbir zaman var olmadı. Sovyetler Birliği’nde ulusal sorunun çözüme en yakın olduğu zaman ulusların sosyalist bir yönetime sahip olduğu dönemdi. 17 Öyleyse soruya tekrar dönebiliriz: Ulusal sorun bildiğimiz anlamı ile bitti mi? Ulusal sorun bildiğimiz anlamda, 20. yüzyılda sosyalizmin kurduğu bağlamda, bitmeyecek. Reel sosyalizm pratiği ulusların şimdiye kadar birbirleriyle kurduğu ilişkilerin en sağlıklı biçimi olarak gözüküyor. Ulusların kendi kaderini sosyalizm doğrultusunda tayin etmesi için verilen ve verilecek mücadele pratik ve teorik bir doğruyu yansıtıyor. Birlik’in tek dayanağı olan sosyalizm direğinin çökmesi ise tek başına ulusal mücadelelerin nasıl bir karşı-devrim deposu haline gelebileceğinin en acı örneğini gösteriyor.
Dahası, örneğin sosyalist Ermenistan ile sosyalist Azerbaycan arasında çözülüşün hemen ardından başlayan savaş ulusların birbirlerini boğazlamasının önünde hiçbir engelin olmadığını da kanıtlıyor. Hatta ulusal kültürlerin kaybolmaması için UNESCO ve Birleşmiş Milletler’den daha fazlasına ihtiyaç duyulduğu kesin. Sosyalizm, ulusların varlığının sigortasıdır.
Dipnotlar
- Luxemburg, Rosa, Rus Devrimi, çev. Cangül Örnek, İstanbul, Yazılama Yayınevi, 2009, s. 39-40.
- Lukacs, Georg, “Critical Observations on Rosa Luxemburg’s ‘Critique of the Russian Revolution’”, 1922, http://www.marxists.org/archive/lukacs/works/history/ch07.htm.
- Badem, Candan, “SSCB’de 17 Mart 1991 Referandumu”, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/candan-badem/sscbde-17-mart-1991-referandumu-2243, 17.03.2009 Yazıdaki tabloda, Birlik’in dağıtılması yönündeki soruya en fazla “hayır” cevabı verenler, Ukrayna, Rusya ve Rusya’ya bağlı özerk cumhuriyetlerde yaşayanlardır.
- Carr, E.H., Bolşevik Devrimi 1, çev. Orhan Suda, 3. Basım, İstanbul, Metis Yayınevi, 2006, s.238.
- Stalin’den aktaran, Carr, E.H., age, s.245-246.
- Szporluk, Roman, “The National Question”, After the Soviet Union From Empire to Nations içinde, der. Colton, Timothy, J. ve Legvold, Robert, New York, W.W. Norton & Company, 1993, s.85.
- Smith, Jeremy, The Bolsheviks and the National Question, 1917-1923, Londra, Macmillan, 1999, s.146.
- age, s.148.
- Pool, Jonathan, “Soviet Language Planning: Goals, Results, Options”, Soviet Nationality Policies and Practices içinde, der. Azrael, Jeremy, R., New York, Praeger Publishers, 1978. “Her yurttaşına ulaşmak isteyen bir rejim için büyük bir engel” diyor yazar, Rusça’nın anadil olma oranına bakarak. Birisi bizlere bu işin olurunu söylemek zorundadır! Bu yazının hemen altındaki makalenin başlığında “Sovyet Halklarının Ruslaştırılması” sözcüklerinin geçmesi ise ya akıl sağlığının bozulmasıyla ya da kötü niyetle açıklanabilir. Batılı yazıcıların her iki dertten de muzdarip olduklarını düşünme eğilimindeyim.
- Smith, Jeremy, age, s.150.
- SSCB Anayasası, 1936, http://www.departments.bucknell.edu/russian/const/36cons04.html. 1977 Anayasası’nda 45. madde.
- Bilhassa çözülüşten sonra yükselen bir grafik izleyen Rus ulusalcılığının maddi temelleri var gibi gözüküyor. Batı’nın Rusya’ya dönük müdahaleleri ve en çok da eski Sovyet cumhuriyetlerinin anti-Rus ideolojinin gazına basmaları, hatta Rusya’dan toprak talepleri bu temellerden bazıları. Bu konuda derli toplu bir makale için bkz. Gali, İgor, “Perestroyka ve Sovyetler Birliği’nin Dağılması”, Sovyetler Birliği Neden/Nasıl Yıkıldı içinde, çev. Arif Berberoğlu, Ankara, Phoenix Yayınevi, 2008.
- 1977 SSCB Anayasası, http://www.departments.bucknell.edu/russian/const/77cons03.html, madde 72, 74, 75, 78, 79.
- Carr, E.H., age, s.367.
- age, s. 127 ve 137.
- Szporluk, Roman, agm, s. 92.
- “Çözüme en yakın” çünkü tarihsel bir olgu olarak ulusların ve emperyalizmin varlığı, sosyalizmde dahi ulusal sorunu kesin bir çözüme ulaştıramıyor. Ulusların kategorik olarak değersizleşmesi ulusal sorunun nihai çözümünün yolunu gösterir.