Rus Düşünce Tarihi: Dekabristlerden Bolşeviklere Zorlu bir Yolculuk
Rus Düşünce Tarihi Aydınlanma’dan Marksizme
Andrzej Walicki
Çeviren: Alâeddin Şenel
İletişim, İstanbul, 2009, 688 sayfa
“Geç kalmışlık” hissinin bir ülkedeki düşünsel birikimi Rusya’daki kadar “özgün” kılacağı kimin aklına gelirdi? Öyle ya, Batı Avrupa’nın tarihsel gelişimine bakarak tarif edilen bir geç kalmışlık sadece Rusya’ya özgü bir durum değildi. En gelişkin ifadesini klasik Alman felsefesinde ve kimsenin üzerinden atlayamayacağı Hegel’de bulan bu düşüncenin, aslında Fransız Devrimi’ne dönük olumlu ya da olumsuz bir tepkiyle beraber ortaya çıktığı iddia edilebilir. İnsanlığı rasyonel akıl ve Yasalar yoluyla ileriye taşıyacağı iddia edilen ve Fransız Devrimi ile siyasal karşılığını bulan Aydınlanma düşüncesi, Devrim’den yalnızca birkaç on yıl sonra, ilericiler ve gericiler tarafından kuşkuyla karşılanır olmaya başlamıştı. Burjuva toplumunun dikişleri patlamaya başlamış, iktidara gelen burjuva sınıfının Devrim’in idealleriyle pek ilgili olmadığı anlaşılmış ve özellikle 1848 Devrimleri’nin burjuvazinin ihanetiyle sonuçlanması üzerine, Aydınlanma düşüncesinin birisi geriye, diğeri ileriye dönük sorgulanması hız kazanmıştır.
Geriden gelenlerin Aydınlanma ile kurdukları ilişkinin de iki yüzü olması kaçınılmaz olarak karşımıza çıkıyor. 19. yüzyılda, Batı Avrupa’da bile, kapitalist gelişmenin insanlık için pek de hayırlı olmadığını vaaz eden, kimi komplocu, kimi romantik akımlar türemeye başlamıştı. Bir reformlar dizisiyle başlayan Rusya’nın Aydınlanma macerası da, reformcu ve gerici iki yüzle ortaya çıkıyordu. Üstüne üstlük bu iki yüzün farklı koldan akımlar tarafından temsil edildiği pek söylenemez: İşin doğrusu, bu iki yüz, tüm Rus Aydınlanması’nın kendi içersinde barındırdığı eğilimleri temsil etmektedir.
Ele alacağımız kitabın yazarı Andrzej Walicki, Rusya’nın Aydınlanma ile tanışmasını, bizim de Osmanlı tarihindeki Kırım Savaşı’ndan iyi bildiğimiz, kazandığı savaş nedeniyle İkinci Mahmud’un babası Birinci Abdülhamid’in felç geçirmesinin müsebbibi İkinci Katerina ile başlatıyor. Büyük Petro’nun reformlarının, Rusya’daki düşünce dünyasını değiştirdiği iddia edilebilirse de, reformların sonuçlarının görülmesi ve bir hesabının yapılması, Batı ile Rusya arasındaki ilişkilerin sorgulanmaya başlanması ve saray çevresi dışında bir tür “kamuoyu”nun oluşmaya başlaması “aydınlanmış monark” Katerina ile başlatılıyor.1
Fransız Aydınlanma düşünürlerinden, özellikle de Ansiklopedistlerden Voltaire ve Diderot’tan etkilenen ve işin aslı onları da etkileyen Katerina’nın kafasındaki fikir, Fransa’daki “Yasa”ları alıp Rusya’ya uyarlamak ve görünürde bir tür anayasal monarşi kurmaktı. Bunun doğal sonuçlarından bir tanesi, Aydınlanma’nın doğal hukuk kavramını baştacı edip bütün insanların haklarına saygı duyulacağının açıklanmasıydı. Öte yandan, Katerina’nın hazırlattığı-çevirttiği bu yönergelerin Rusya dışında yayımlanırken, Rusya’nın içinde dağıtılmasının engellenmesi ve yasaklanması, aslında Katerina’nın ne kadar “samimi” olabileceğinin ipuçları olarak görülüyor. Üstüne üstlük, çariçenin kurduğu komisyonlarda, serflerin temsil edilmesine gerek duyulmuyor ve soylulara serflerini sürgüne göndererek cezalandırma hakkı bahşediliyordu.
Önce Osmanlı ile savaş bahanesiyle komisyonlar kaldırılır; daha sonra bir köylü isyanı olan Pugaçov Ayaklanması’nın çıkması, Rusya’da despot çar ile reform isteyen aydın gerilimini yaratan bir ortam oluşturur. Üstelik Pugaçov Ayaklanması’na Urallar’daki metal işçileri de katılmıştır. Fransız Devrimi ise Katerina için son darbe olarak gözüküyor.
Yine de bu dönemin, Aydınlanma fikrinin bir sistem olarak Rusya’ya giriş yılları sayılması gerekiyor. Otokrasi katında, özellikle Katerina şahsında “taktik bir ilke” olarak uygulanan Aydınlanma reformları, Rus düşüncesine “felsefe yapmayı” ve materyalizmi öğretiyordu. Rus düşünce tarihinde ve hatta Rus devrimci hareketinde dahi bir “ana akım” haline gelmeyi başaramamış “Cumhuriyetçi” fikirlerin Rusya’ya girişi 18. yüzyıl sonlarında tekabül ediyor.
Burada bir farklılaşma daha ortaya çıkıyor: Daha sonraları Slavcıların ve Narodniklerin “toprağa dönüş”ünde simgelenecek olan, Rus aristokrasisinin “eğitilmiş soylu”lar eliyle entelijansiyaya dönüştüğü bir dönem açılıyor. Çara karşı aristokrat muhalefet, devletin merkezileşme eğilimine karşı taşralı, yoksullaşmaya başlamış soyluların tepkisini temsil etti. Slavcıların ve Narodniklerin (hatta bir yere kadar anarşist Bakunin’in) “topraktan kopmuş” olarak nitelendirdikleri Rusları “toprağa dönmeye” çağırmaları ve Rus devrimci demokrasisinin daha sonra farklı şekillerde gerekçelendireceği “devlet karşıtlığı”nın kökenleri bu aristokrat muhalefette bulunabilir. Zira sonraları aynı Narodnikler ve Slavseverler, eski Rusya tarihinden “köy komünü”nü çıkartıp o komünlerin kendi kendini yönetmesini ülküleştireceklerdi.
Soylu-aristokrat muhalefetin 1770’li yıllardaki köylü ayaklanmalarından bir ikileme düştükleri söylenebilir: Soyluların, kendi içlerinde kaldıkça güzel kalan liberal ve ileri düşüncelerin başkalarının eline geçerse tehlikeli olabileceği düşüncesi ile köylülerin artık eskisi gibi kalamayacağı düşüncesi bir tür paradoks oluşturuyordu. Buradan çıkan sonuç, “laik bir din” olarak masonluğun, bireyci eğilimlerin ve Rus romantizminin öncüllerinin ortaya çıkması oldu.2
Batıcılık karşıtı düşüncenin temel argümanı, batılı, rasyonel ve bireyci düşüncenin Rus topraklarına girişinin Rus toplumunun yapısını bozduğu idi. Buna göre, Rus toplumu sui generis (kendisinden başka hiçbir şeye benzemeyen) bir halktı; dış etkilerin nüfuzu Rusya’daki güncel toplumsal ve siyasi sorunların kaynağı idi. Batı’da Aydınlanma’nın ve kapitalizmin gelişimi ile beraber yüceltilen materyalizm ve toplumları atomize eden akılcı düşünce geleneği, Rus ulusunu geleneklerinden koparan bir girişim olarak görülen Büyük Petro reformları ile Rusya’ya da girmişti. İlginç bir biçimde, daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, bu politik olarak “sağcı” diyebileceğimiz muhalefet, çarcı despotizme karşı savaş açmıştı.
Burada bir özet vermek gerek: Rusya’da ilk Aydınlanma hareket(ler)i, devlet eliyle ve ona karşı “eğitilmiş soylular” eliyle başlıyor. Bunların en ileri versiyonları anayasal liberalizm taraftarları olarak görünüyor. Mutlak monarşiye karşı tepkiler aristokrasi içinden geliyor. Rus edebiyatından aşina olduğumuz “taşralı soyluluğun” kozmopolitizmi, Batı hayranlığı bu dönemde gelişirken, bu akıma karşı olan Slavcılık fikri kendisini eski Rus toplumunu idealize ederek ortaya koymaya başlıyor. Böylece bir Slavofil-Batıcı ayrımı ortaya çıkıyor. Örnek olsun, Slavseverlerin “şehir” olarak Moskova’yı, Batıcıların ise St. Petersburg’u tercih etmesinin doğrudan bu ayrım ile alakası vardı: Moskova eski Rusya’yı ve soyluluğun vakarını temsil ederken, tarihi çok eski olmayan St. Petersburg Batı’yı ve kozmopolitizmi simgeliyordu.
Burada Rus aydını ile Osmanlı-Türk aydını arasında bir bağ kurulabilir. Rusya’daki erken dönem Aydınlanmacılarında bir eğilim olarak pratisyenliğin ağır bastığı söylenebilir. Bu, o dönem Rus aydınının ütopyacı damarının kuru kalmasına neden oluyor. Genelde soyut bir kategori olarak “halk”a güvenleri mevcut, fakat kısa vadede olup bitecek tüm reformların devlet eliyle gerçekleştirilebileceğine inanıyorlar. Örneğin bir halk ayaklanmasından ölesiye korkuyorlar. Bizdeki İttihatçı geleneğe çokça benziyor.
Fakat yine de, daha sonraları Herzen’in anlattığımız dönemin tipik aydını Radişçev için yazacağı gibi, “eğitimin üzerinde yetiştikleri ‘ahlaksız’ topraktan söküp, resmî Rusya’ya karşı çıkan kimseler durumuna dönüştürdüğünü” atlamamak gerekiyor.3 Bu dönem, birçok bakımdan 1860’lı yılların radikal devrimci demokratlarına giden yolu döşüyordu.
Bir zamanlar inanılıp güvenilen ve ilerlemenin kalesi olarak görülen Avrupa, 19. yüzyılla beraber, devrimin, kaosun ve çözülmenin yuvasıyken, Avrupa’nın tam karşıtı olarak görülen Rusya, “yerleşik bir toplumsal düzenin, aydınlanmış bir mutlakiyetçi/mutlakî yönetimin ve sarsılmaz Hıristiyan inançların ülkesi” haline geliyordu. Geri kalmışlık bizdeki Osmanlı aydınında “panik” havası estirirken, Rusya’nın dünyanın geri kalanı için “umut kaynağı” olması, onun insanlığı kurtaracak bir ulus haline geldiği inancı Rus aydınının kendine güvenini simgeler.
Öyle de olsa 1825 yılının Aralık ayında başlayan ve sonu kötü biten Dekabrist ayaklanma, bizdeki Bab-ı Âli baskının başarısız bir versiyonu sayılabilir mi?
Dekabristlerin ideolojisinde, eski aristokratik muhalefetin tortuları elbette vardı. Eski ayrıcalıklı güzel günlerinin özlemini de çekiyorlardı. Fakat siyasi programları, geçmişi yeniden canlandırma isteği üzerinden şekillenmiyordu; aksine despotluğu yıkarak tüm ulusun yararına bir iş yapmış olacaklarını düşünüyor ve programlarında serfliğin kaldırılmasına özel bir yer ayırıyorlardı.4 Aslında Dekabristlerin temel amacı, liberal bir dürtüyle hareket ederek kapitalizmin gelişiminin önündeki engelleri kaldırmaktı. Fakat farklı olan, bunu devrimci bir biçimde, otokrasiye son vererek yapmak istemeleriydi. Dekabrist ayaklanma daha sonrasına çok fazla bir şey devretmediyse de Lenin, Rus devrimci hareketinde yoksun bulunan cumhuriyetçi damarı beslemek için, “soyluluğun en iyi çocukları” diyerek onları övecekti. Yine de Rus devrimciliğindeki temel çelişkiye sahiptiler:
“Dekabristler, Petro’nun aşağıladığı, onurlarını kırdığı kalıtsal soyluların soyundan geliyorlardı, ama aynı zamanda, soyluların, varlıklarını Petro’nun reformlarına borçlu olan Batılılaşmış seçkin tabakasını da temsil ediyorlardı. Despotizme karşıydılar, ama Rus yurtseverleri olarak, Petro yönetiminin Rus devletine sağladığı yararların bilincindeydiler. Onları Avrupa’ya yakınlaştırdığı için Petro’ya şükran duymakla birlikte, kendilerini Avrupalı olarak gördükleri ve otokrasinin Batılılaşmanın gelişiminin güçlenmesi önündeki başlıca engel olduğunu düşündükleri için, Petro’nun etkisini artırdığı despotluk düzeninden nefret ettiler.”5
Napolyon’un Rusya tarafından durdurulması ile beraber, bahsedilen çatallanmanın yaygınlaşmasına tanık olundu. Napolyon’un yenilgisi, Napolyon’un şahsında Fransız Devrimi’nin ve onun ideallerinin de yenilgisi anlamına geliyordu. Rus mistisizminin gelişimi, Alman idealizmine dönük ilginin yoğunlaşması ve Dekabristlerin aksine, siyasetten uzaklaşarak felsefeye merak salmak bu dönemin tipik bir özelliği olarak ortaya çıkıyordu. Bu, aynı zamanda Dekabristlerin liberalizmine ve devrimciliğine karşı, romantizmi ve dinselleştirilmiş mistik bir ulusçuluk fikrinin savunusu anlamına geliyordu. Başka bir deyişle Avrupa’da, özellikle de Almanya’da yaygınlaşmaya başlayan kapitalizmin romantik eleştirisi, Rusya’nın kapitalist yoldan geçmeden nasıl Avrupa uygarlığına yetişebileceği fikrinde ifadesini buldu. Bu düşünce en mükemmel ifadesini, Rusya için söylenen, “çocukluktan kopmadan yaşlı deneyimi kazandılar” sözünde bulur. Kaos ve çözülme içerisinde debelenen yaşlı kıta Avrupa artık miadını doldurmuştu. Avrupa ile beraber, ona eşlik eden Aydınlanma düşüncesi, rasyonelite, doğanın ve insanın akıl ve yasalar yoluyla kavranabileceğine dair inanç, tarihin bir mantığı ve yönü olduğu fikri, hepsi yerle bir oluyordu. İnsanlığın yeni çağı, moral değerleri yüksek, geleneklerine ve Hıristiyanlığa bağlı, atomize olmuş bireyci burjuva toplumu yerine kolektivize olmuş ve bir bütün oluşturan Rus ulusunun eliyle açılacaktı.
Avrupa’daki devrim çağını yakından görmüş Rus aydını, burjuva toplumuna –Rusya’da mevcut olup olmamasından bağımsız olarak– kuşkuyla yaklaşıyordu. Kapitalizmin bilgisine sahip oluş, Rus aydınında genel olarak anti-liberal eğilimleri güçlendirmiş, hatta daha sonraları Narodnikler özelinde, herhangi bir siyasi mücadele “burjuvazinin önünü açmaktan başka hiçbir işe yaramayacağı” gerekçesiyle reddedilecekti. Öte yandan Rus entelijansiyasındaki bu anti-liberal ve anti-burjuva eğilimlerin, Rus devrimci demokrasisi ve daha sonraları sosyal demokrasisi için faydalı bir konumlanış olduğunu vurgulamak gerekiyor. Rus aydını, “gerici” bile olsa, kapitalizmden hiç medet ummadı.
Örneğin daha sonraları Dostoyevski’de dahi görebileceğimiz, geleneklerinden koparılmış Rus entelijansiyası ile “sıradan halk” arasındaki yeniden yakınlaşma düşüncesi hem devrimci akımların hem de Slavcılığın temel sorunu haline gelecekti. Rusya’da kapitalizmin gelişmesi, özellikle 1861’deki toprak reformundan sonra daha açık görülmeye başlanmış ve 1860’lı yıllarda bir Batıcı sayılabilecek Çernişevski’nin devrimci ve Aydınlanmacı/faydacı fikirlerinin yerini yeniden “toprağa dönüş” alarak, Rus popülizminin temelleri atılmıştır. Rus popülizmi en temelde, Marksizmle de bağlantılı olmak üzere,6 kapitalizmin yarattığı yoksulluktan güç alıyordu. Yine romantik bir biçimde, bundan kurtulmanın yolunu eski Rus köy komünlerinde aradılar. Böylece Rusya bu tarım sosyalizmi eliyle, köy komünlerinin idealize edilmesiyle kapitalist aşamayı yaşamadan komünizme ulaşacaktı. Fakat ilk Slavofillerden Aksakov, sakal bırakıp Rus köylüsünün geleneksel gocuğunu giyip köyde yaşamaya kalktığında İranlı sanılmış, “Toprak ve Özgürlük”ün devrimcileri, inanılması güç bir seferberlikle ve çoğu örnekte kendiliğinden bir biçimde köylere gitmiş, fakat köylüler tarafından jandarmaya teslim edilmişlerdir. Narodnizmden terörizme ve bir tür “Blankizm”e varılması, tahmin edileceği gibi, çok zor olmamıştır. Narodnikler o kadar devrimci ve radikallerdi ki Tkaçyev isimli Narodnik, “temelden yeni bir Rusya’nın doğabilmesi için, yaşı yirmi beşin üzerindeki herkesin, kim olursa olsun, temizlenmesi gerektiğini” iddia edebiliyor.7 Bolşeviklere devrolan “Jakobenizm”in buradan türediği, tarihe dönük anti-Hegelci8 ve volontarist bir tepkinin bu nedenle etkili olduğu söylenmelidir.
Rus entelijansiyasındaki “ara form” bolluğuna değinip yazıyı bitirelim. Rus aydını içerisinde örneğin “eylem felsefesi” ile “bilgeseverler” arasında halkalar bulunuyor. Dekabristler ile 1860’lı yılların radikal devrimci demokratları arasında, Herzen, Belinski, Bakunin, Stankeviç gibi ara formlar var. Adı sayılanlar, “örgütçü” olmamakla birlikte, altmışlı yıllardaki Çernişevskici kuşağın üzerinde yükseldiği birikimi temsil ediyorlar.9 Daha sonra Plehanov ve başka bir akım olan Legal Marksistler, Narodnik hareket ile sosyal demokrasi/Marksizm arasındaki ara halkayı temsil ediyor. Lenin ve Bolşevik düşünce bu zemin üzerinde yükseliyorlar ve geçmişi aşıyorlar.
18. ve 19. yüzyıl Rus düşüncesinin temel ögeleri, geri kalmışlık, “tarihsizlik”in Rusya’yı ileriye sıçratabileceği düşüncesi, Batıcılık, Slavseverlik, “Rus sosyalizmi” ve Narodnizm olarak şekillenmiştir. Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında Rusya’da kapitalizmin gelişimi birçokları için aşikar hale geldiyse de, Rus aydınının en belirgin düşüncesi, kapitalizm musibetinden nasıl kurtulacaklarıdır. Avrupa deneyimi, Rus entelijansiyasını aradıklarının bu olmadığına inanmalarını sağlamıştır.
Peki, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti özelinde karşılaştırmalı bir çözümleme yapılabilir mi? Rus aydınını, hangi gelenekten gelirse gelsin, genel olarak otokrasi/istibdat ve kapitalizm karşıtı yapan geri kalmışlık gerçeği, Osmanlı-Türk aydınında niçin benzer bir geleneğe yol açmadı? Osmanlı-Türk aydını, neden daha az devrimci ve daha çok gerici ve devlet yanlısı oldu?
Bu sorulara burada cevap verilebileceğini zannetmiyorum. Yine de şu söylenip bitirilebilir: Rus aydını “tren kaçıyor” hissiyatından çok “trene atlamanın yolu, trenin gittiği yolu reddetmekten geçer” diyor kabaca. Osmanlı-Türk aydını ise sürekli “trene atlamanın” hayalini kuruyor. Tren yolunu sorgulamak aklına hiç gelmiyor. Gelse de, bunu siyasete tevil etmeye korkuyor. Böylece arkasında “sağlam” bir aydın ve Aydınlanma geleneği bırakamıyor.
Dipnotlar
- Walicki, Andrzej, Rus Düşünce Tarihi Aydınlanma’dan Marksizme, İstanbul, İletişim, 2009, s.28.
- age, s.56.
- age, s.100.
- age, s.113.
- age, s.127.
- Rus popülistleri, “Narodnikler”, Marx’ın Kapital’inin 1. cildindeki “ilkel birikim” bölümünü okuduklarında dehşete düşmüşlerdi. Bundan sonra, kapitalizmin Rusya’da yaygınlaşmaması için ellerinden geleni yapmaya çalıştılar.
- age, 371-372.
- Tabii, burada tepkinin “Hegel’in tarih anlayışının, onun volontarist yorumuyla beraber” ortaya çıktığı da iddia edilebilir.
- Öyle ki, Çernişevski ve Nasıl Yapmalı’sına kimse kayıtsız kalamıyor. Kanımca, Dostoyevski’nin birçok eseri, özellikle de Suç ve Ceza ile Karamazov Kardeşler, Çernişevski’nin temsil ettiği sosyalist değerlerle hesaplaşmayı içeren bir tür Slavseverliği temsil ediyor. Dostoyevski bunu başarabiliyor mu, orası belli değil: Karamazov Kardeşler’deki, “Büyük Engizisyoncu” bölümünde öne sürülen tezler, kitabın geri kalanında Dostoyevski tarafından doyurucu bir biçimde çürütülemiyor. Yazarın bulduğu çözüm, İvan Karamazov’un kişisel bir buhrana düşürek “delirmesidir”.