Somali: Sömürgeci Güçler bir Ülkeyi Nasıl Kaosa Sürükledi?

Gregoire Lalieu ve Michel Collon’un Muhammed Hassan’la 1 Röportajı

Somali müreffeh bir ülke olmak için her türlü imkana sahipti: Lehine kullanabileceği bir jeopolitik konum, petrol, madenler ve topraklarının bütününde tek bir din ve tek bir dilin bulunması; ki bu Afrika’da eşine az rastlanan bir durum. Somali bölgesinin büyük güçlerinden biri olabilirdi. Ancak gerçek tamamıyla farklı: Açlık, savaşlar, yağmacılık, korsanlık, bombalı saldırılar… Bu ülke nasıl battı? Neden Somali’de yaklaşık yirmi yıldır bir hükümet bulunmuyor? Gemileri kaçıran korsanların arka planında hangi skandallar yatıyor? “Müslüman Dünyasını Anlamak” dizimizin bu yeni bölümünde Muhammed Hassan emperyalist güçlerin Somali’de kaos teorisini neden ve nasıl uyguladıklarını açıklıyor.

 

Somali’de korsanlık nasıl gelişti? Kim bu korsanlar?

1990’dan bu yana Somali’de hükümet bulunmuyor. Ülke savaş ağalarının elinde. Avrupa ve Asya’dan gelen gemiler bu kaotik durumdan istifade ederek, herhangi bir lisansa sahip olmadan ve en temel kuralları hiçe sayarak Somali sahillerinde balıkçılık yapıyorlar. Kendi ülkelerinde türleri korumak üzere konulmuş olan kotaları [Somali’de] göz ardı ediyor ve Somali denizlerine büyük zararlar veren avlanma teknikleri -hatta bombalar!- kullanıyorlar.

Hepsi bu da değil. Avrupalı şirketler, mafyanın da yardımıyla, siyasi otorite boşluğundan yararlanarak Somali açıklarına nükleer atıklarını boşalttılar. Avrupa bunu biliyor, ancak bu uygulama pratik ve ekonomik bir nükleer atık yönetimi olduğu için buna göz yumuyor. Ancak 2005’teki tsunami bu atıkların çok büyük bir bölümünü Somali topraklarına taşıdı. Daha önce halk arasında hiç görülmemiş bazı hastalıklar baş göstermeye başladı. İlkel avlanma teknikleri dışında bir şey bilmeyen ve bu durum nedeniyle artık balıkçılık yapamayan Somalili balıkçıları korsanlığa iten çerçevenin ana hatları budur. Kendilerini ve denizlerini korumaya karar verdiler. Bu tam da iç savaş (1756-1763) sırasında deniz kuvvetleri olmayan Amerika Birleşik Devletleri’nin İngilizlere karşı yaptığı şeydir. Başkan George Washington,

Amerikan denizlerinin zenginliğini korumak üzere korsanlarla bir anlaşma yapmıştır.

 

Yirmi yılı aşkın zamandır Somali’de hükümet yok mu? Bu nasıl mümkün olabilir?

Bu, Amerikan stratejisinin bir sonucudur. 1990’da ülke çatışmalar, açlık ve yağmacılıkla talan edildi ve devlet çöktü. Bundan birkaç yıl önce Somali’de petrol olduğunu keşfeden ABD bu durum karşısında, 1992’de Umudun Yeniden Tesisi Operasyonu’nu düzenledi. ABD deniz piyadeleri ilk defa Afrika’daki bir ülkenin denetimini ele aldılar. İlk defa insani müdahale adı altında bir askeri işgal gerçekleştirilmiş oldu.

 

Şu ünlü pirinç çuvalı Bernard Kouchner tarafından ilk defa Somali sahilinde mi gösterilmişti?

Evet, büyük bir özenle sergilenen o fotoğrafları herkes hatırlıyor. Ama asıl nedenler stratejikti. ABD Devlet Bakanlığı’nın bir raporu, Sovyet bloğunun çöküşünden sonra ABD’nin tek başına küresel süper güç olarak kalmasını tavsiye etmekteydi. Rapor, bu amaca ulaşmak için çok büyük miktarda hammaddeye sahip olan Afrika’da hegemonik bir konum edinilmesini savunmaktaydı.

 

Ancak Umudun Yeniden Tesisi Operasyonu başarısız oldu. Hatta zavallı Amerikan piyadelerinin “kötü Somalili isyancılar” tarafından nasıl “saldırıya uğradıklarını” anlatan “Kara Şahin Düştü” adlı bir Hollywood filmi var…

Gerçekten de ABD askerleri Somali ulusal direnişi tarafından yenilgiye uğratıldı. O zamandan beri Amerika’nın politikası Somali’yi gerçek herhangi bir hükümetten yoksun bırakmak, hatta bu ülkeyi Balkanlaştırmak yönünde. Bu, pek çok yerde uygulanan, daha iyi yönetebilmek için zayıf düşürülmüş ve bölünmüş devletler yaratmaya dayalı eski İngiliz stratejisi. Yaklaşık yirmi yıldır Somali’de hükümet bulunmamasının sebebi de bu. ABD, Somali’de herhangi bir uzlaşmanın gerçekleşmemesi ve ülkeyi bölünmüş bir halde tutmak amacıyla bir kaos teorisi tatbik ediyor.

Exxon, Sudan’da petrol keşfettikten sonra iç savaş nedeniyle ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Dolayısıyla Somali’nin kaosa sürüklenmesine izin vermek, keşfedilen petrolden istifade edemeyeceği için, Amerikan çıkarlarına aykırı değil mi?

Öncelikleri petrolün çıkarılması değil. ABD orada petrol rezervleri olduğunu biliyor, fakat buna hemen ihtiyaçları yok. Bu stratejide farklı iki unsur daha fazla önem taşıyor. Birincisi rakiplerin zengin ve güçlü bir Somali devletiyle anlaşma yapmalarının önlenmesi. Sudan’ı düşünecek olursanız, bu karşılaştırma ilginç hale geliyor. Amerikan şirketlerinin otuz sene evvel Sudan’da keşfettikleri petrol, bugün Sudan’ın Çin’e sattığı petrol. Aynısı Somali’de de olabilirdi. Abdullah Yusuf geçiş hükümetinin başkanlığını yaparken, ABD tarafından destekleniyor olmasına rağmen, Çin’i ziyaret etmişti. ABD medyası bu ziyareti çok şiddetli bir biçimde eleştirmişti. Gerçek şu ki ABD bu noktada hiçbir garantiye sahip değil: Yarın Somali’de bir hükümet kurulacak olsa, siyasi rengi ne olursa olsun, bu hükümet ABD’den bağımsız bir strateji izleyebilir ve Çin’le ticaret yapabilir. Batılı ermperyalistler güçlü ve birleşmiş bir Somali devleti istemiyorlar. Kaos teorisinin ikinci amacı, hem Avrupa hem de Amerikan emperyalizmi açısından stratejik bir konumda bulunan Somali’nin coğrafi konumuyla ilişkili.

 

Stratejik olan ne?

Sorun Hint Okyanusu’nun denetimi. Haritaya bakın. Belirttiğim gibi, Somali’de korsanlığın gelişmesinde Batılı güçlerin önemli payı var. Ama bu güçler, gerçeği söylemek ve yaptıklarını telafi etmek yerine durumu daha fazla kriminalleştirerek bölgede kendi konumlarını haklı çıkarmaya çalışıyorlar. NATO, korsanlığa karşı mücadele bahanesiyle Hint Okyanusu’nda donanma bulundurabiliyor.

 

Asıl amaç ne?

Yükselmekte olan güçlerin, esas olarak Hindistan ve Çin’in, iktisadi gelişimini denetim altında tutmak. Dünya konteynır trafiğinin yarısı ve toplam petrol ürünleri trafiğinin yüzde 70’i Hint Okyanusu üzerinden yapılıyor. Stratejik açıdan Somali çok önemli bir yer; burası Afrika’nın en uzun kıyı şeridine sahip ülkesi (3.300 km) ve bölge ekonomisinin iki kilit noktası olan Arap Körfezi ve Hürmüz Boğazı’nın tam karşısında yer alıyor. Ayrıca Somali sorununa ilişkin pasif bir tutum takınılacak olursa, bir yandan Afrika içinde, diğer yandan Hindistan ve Çin’le olan ilişkiler Hint Okyanusu boyunca yayılabilir. Amerika’nın rakipleri Afrika’nın bu kısmında, Mozambik, Kenya, Madagaskar, Tanzanya, Zanzibar, Güney Afrika vesaire üzerine etkide bulunabilir. Her biri Hint Okyanusu’na bağlı olan bu ülkeler Asya piyasasına kolaylıkla ulaşabilir ve kazançlı iktisadi ilişkiler kurabilirler. Nelson Mandela Güney Afrika’nın başkanıyken, yeni iktisadi ilişkilere dayanan bir Hint Okyanusu devrimine ihtiyaç duyulduğundan bahsediyordu. ABD ve Avrupa bu projeyi istemiyor. Bu nedenle Somali’yi istikrarsız bir durumda tutmayı tercih ediyorlar.

 

ABD’nin Somali’de bir uzlaşmayı istemediğinden söz ettiniz. Peki, Somali’deki bölünmenin kaynakları neler?

Bu kaotik durumu anlamak için biraz Somali tarihine bakmamız gerekir. Bu ülke sömürgeci güçler tarafından bölünmüştür. 1959’da Somali, güneydeki İtalyan sömürgesi ve kuzeydeki İngiliz sömürgesinin birleşmesiyle bağımsızlığını kazanmıştır. Ancak Somalililer aynı zamanda Kenya, Etiyopya ve Cibuti’nin bazı bölümlerinde de yaşamaktaydılar. Yeni kurulan Somali devleti bayrak olarak, tarihsel Somali’nin bir bölümünü simgeleyen yıldızı benimsedi. Bu sembolün arkasındaki mesaj şuydu: “İki Somali birleşti, ama halen sömürge durumunda olanlar var”.

Kenya’yı denetimleri altında tutan İngilizler bu iddiaların meşruiyeti karşısında Kenya’nın Somali tarafından talep edilen bölgesinde bir referandum düzenledi. Çoğunluğu Somali kökenli olan nüfusun yüzde 87’si Somali’yle birleşmek yönünde oy kullandı. Sonuçlar duyurulduğunda Kenyalı milliyetçi bir lider olan Jomo Kenyatta, İngilizleri toprağın bir bölümünü Somali’ye vermeleri halinde sömürgecileri kovmakla tehdit etti. Bu nedenle Büyük Britanya, referandumu dikkate almama kararı aldı ve bugün halen Somali halkının önemli bir kısmı Kenya’da yaşamakta. Somali örneğinde kolonyal sınırların gerçek bir felaket olduğunu kavramak durumundasınız. Sınır sorununun yanı sıra bir de Afrika kıtasındaki önemli bir tartışmanın hedefi söz konusuydu.

 

Bu tartışmadaki mesele neydi?

Altmışlarda pek çok Afrika ülkesi bağımsızlığını kazandığında, Monrovia ve Kasablanka grupları arasındaki tartışma diye adlandırdığımız bir tartışma çıktı. Diğerlerinin yanı sıra Fas ve Somali’nin de yer aldığı ikinci grup, sömürgecilikten miras kalan sınırların tartışmaya açılmasını savunuyordu. Onlar açısından bu sınırların hiçbir meşruiyeti bulunmuyordu. Ancak Afrika ülkelerinin çoğunluğu ve bu ülkeler arasındaki sınırlar sömürgeciliğin ürünüdür. Sonuç olarak, bugünkü Afrika Birliği’nin atası olan Afrika Birliği Örgütü (OAU) sınırların tartışılamaz olduğunu karara bağlayarak bu meseleyi kapattı: Mevcut sınırların üzerinden geçmek bütün kıtada iç savaşları kışkırtacaktı. Daha sonra OAU’nun mimarlarından bir tanesi olan Tanzanyalı Julius Nyerere bunun en iyi karar olduğunu, ama Somali açısından ortaya çıkan durumdan pişmanlık duyduğunu itiraf etti.

 

Sömürgeci bölünmelerin Somali üzerindeki etkisi ne oldu?

Komşu ülkelerle sürtüşmeler yarattı. Bu yıllar boyunca Somali sınırların yenilenmesini savundukça, Etiyopya ABD emperyalizminin kalesine dönüştü. ABD’nin Kenya ve Eritre’de de askeri üsleri bulunuyordu. Bu noktada, genç bir kırsal demokrasi olan Somali kendi ordusunu kurmak istedi. Amaç, silahlı komşular karşısında zayıf görünmemek, Etiyopya’daki Somalili hareketlere destek vermek ve hatta gerekirse bazı toprakları güç kullanarak geri kazanmaktı. Ancak Batılı güçler, Somali ordusunun kurulmasına karşı çıktılar.

 

Öyleyse Somali’nin komşularıyla ilişkisi gergindi. Somali ordusunun kurulmasına karşı çıkmak makul değil mi? Ordunun kurulması savaş çıkmasını kışkırtmaz mıydı?

Batılılar Afrikalılar arasında çatışma çıkmasını değil, kendi çıkarlarını umursuyordu. ABD ve İngiltere, Etiyopya, Kenya ve Eritre’ye asker temin ediyor ve bu askerlere eğitim veriyordu. Bu ülkeler halen hayli feodal düzenlerin boyunduruğu altındaydı. Ama aynı zamanda Batı çıkarlarına bağlı, neokolonyal rejimlere sahiplerdi. Diğer yandan Somali’deki iktidar daha demokratik ve bağımsız bir iktidardı. Bu nedenle Batı’nın, kontrolünden çıkması muhtemel bir ülkeye destek olması için hiçbir çıkarı bulunmuyordu.

Sonuç olarak Somali yüzünü Sovyetler Birliği’ne döndü. Bu, Sovyet etkisinin Afrika’ya uzanmasından endişe eden Batılı güçleri korkuttu. Bu korkular, 1969 darbesinde daha da önemli hale geldi.

 

Ne kastediyorsunuz?

Ülkede sosyalist fikirler yaygınlaştı. Aslında önemli bir Somalili topluluk Güney Yemen’deki Aden’de yaşamaktaydı. Fakat burası İngiltere’nin, Hindistan’da tehlikeli bulduğu insanları sürgün etmek için kullandığı bir yerdi: Komünistler, ulusalcılar gibi. Bu insanlar tutuklanıp, ulusalcı ve atası olan Afrika Birliği Örgütü (OAU) sınırların devrimci fikirlerin çabucak gelişim gösterdiği ve daha sonra hem Yemenlileri hem de Somalilileri etkilediği Aden’e gönderiliyordu. 1969’da Marksist düşüncelere sahip sivillerin etkisi altında olan subaylar bir darbe yaptı ve Somali’de Siad Barre iktidara geldi.

 

Darbenin sebepleri nelerdi?

Somali hükümeti çürümüştü. Ama yine de elinde ülkeyi büyük bir bölge gücü olarak ayağa kaldırma kartını tutuyordu: Stratejik bir konum, tek bir dil, tek din ve ortak kültürel öğeler. Bu Afrika’da hayli az rastlanan bir durum. Fakat hükümet ülkenin iktisadi kalkınmasını sağlamayı başaramayarak, kabileler arasında bölünmeler gerçekleşmesi için epey uygun bir zemin yaratmıştı. Somali’nin seçkinleri siyaset yapma kisvesi arkasına saklanarak bölünmüşlerdi. Herkes, gerçek bir programa sahip olmaksızın, kendi siyasi partisini kurmuş ve var olan kabileler arasından kendi seçmenlerini yaratmıştı. Bu durum bölünmeleri artırdı ve bu durumun bütünüyle faydasız olduğu açığa çıktı. Aslında liberal bir demokrasi Somali’ye uygun değildi: Bir ara, üç milyon nüfusa sahip ülkede 63 siyasi parti vardı! Ve hükümet tek bir resmi yazı dili kabul edilmesini bile sağlayamıyordu ki bu durum, yönetim açısından ciddi sorunlar yaratıyordu. Eğitim zayıftı. Yine de bürokrasi, polis ve ordu kurulmuştu. Bu kesimler, daha sonra, ilerici darbenin oluşumunda kilit roller oynayacaktı.

 

“İlerici”! Orduyla mı?

Ordu, Somali’deki tek örgütlü güçtü. Bir baskı aygıtı olarak sözde sivil hükümeti ve seçkinleri koruması gerekiyordu. Ancak pek çok farklı aileden ve bölgeden gelen Somalililer açısından ordu, sınırların, aşiretçiliğin, kabileler arası bölünmelerin olmadığı bir değişim yeriydi. Aden’den gelen Marksist fikirler bu sayede ordu içinde yaygınlık kazandı. Dolayısıyla darbe, en fazla ulusalcı olan subayların önderliğinde yapıldı. Sosyalizm hakkında yeterli bilgileri yoktu, ama bu fikirlere sempati besliyorlardı. Dahası Vietnam’da neler olup bittiğini biliyorlardı ve bu da anti-emperyalist duyguları besliyordu. Marx ve Lenin’in öğretilerini bilen ve bir kitle partisinden yoksun olan siviller darbeyi desteklediler ve iktidara gelen subayların danışmanı haline geldiler.

 

Somali’deki darbe ne tür değişimleri beraberinde getirdi?

Olumlu bir boyutu şudur: Yeni hükümet çabucak bir resmi yazı dili benimsedi. Ayrıca Sovyetler Birliği ve Çin, Somali’ye yardım ediyorlardı. Öğrenciler ve halk harekete geçiyordu. Eğitim ve toplumsal şartlar iyileştirildi. Aslında darbenin ardından gelen yıllar, Somali’nin daha önce hiç yaşamadığı kadar iyi bir dönemdi. Bu, 1977’ye kadar sürdü.

 

Ne oldu?

Sömürgeci güçler tarafından bölünmüş olan Somali, Ogaden’i geri almak üzere Etiyopya’ya saldırdı. Ogaden büyük ölçüde Somalililerin yaşadığı bir bölgeydi. Ancak bu dönemde Etiyopya’nın kendisi de Sovyetler tarafından desteklenen sosyalist bir devletti. Bu ülke uzun zaman boyunca İmparator Selassie yönetiminde kalmıştı. Ancak yetmişlerde İmparator’u devirmek üzere ciddi bir hareketlenme başladı. Benim de şahsen içinde bulunduğum öğrenci hareketi dört ana talep ileri sürüyordu. İlki Eritre’yle olan gerilimlerin şiddet kullanılmadan ve demokratik yöntemlerle çözülmesi. İkincisi toprağın köylülere dağıtılmasını sağlayacak bir toprak reformu yapılması. Üçüncüsü uluslar arasında eşitlik ilkesinin tesis edilmesi; Etiyopya, [ulusal] çeşitliliği temsil etmeyen bir elit kesimin yönetimi altında bulunan çok uluslu bir ülkeydi. Dördüncüsü feodal sistemin ortadan kaldırılması ve demokratik bir devletin kurulması. Somali’de olduğu gibi Etiyopya’da da ordu yegâne örgütlü güçtü ve 1974’te Selassie’nin devrilmesi için siviller subaylara katıldılar.

 

Her ikisi de Sovyetler Birliği tarafından desteklenen iki sosyalist devlet nasıl olup da savaşmaya başladı?

Etiyopya devriminden sonra Sovyetler Birliği, Küba ve Güney Yemen’i içeren bir delegasyon, sorunu çözmek üzere Etiyopya ve Somali’yle bir yuvarlak masa toplantısı organize etti. Castro, Addis Ababa ve Mogadişu’ya gitti. Ona göre Somali’nin talepleri haklıydı. Sonuçta Etiyopya delegasyonu, komşusu Somali’nin taleplerini gerçekten onayladı. İki ülke, herhangi bir karar alınmadığı sürece hiçbir provokasyonun gerçekleşmemesi gerektiğini garanti altına alan bir anlaşma yaptı. İşler iyi başlamış gibi görünüyordu, ancak Somali anlaşmaya bağlı kalmadı…

Etiyopya delegasyonu ülkesine döndükten iki gün sonra, Nixon’un Devlet Bakanı Henry Kissinger Mogadişu’da bitiverdi. Kissinger resmi olmayan bir örgütü temsil ediyordu: Diğerlerinin yanı sıra Şah’ın İran’ını ve Mobutu’nun Kongo’sunu, Suudi Arabistan’ı, Fas’ı ve Fransız ve Pakistan istihbarat servislerini de içeren Safari Kulübü’nü… Bu örgütün amacı Körfez’e ve Afrika’ya yönelik Sovyet sızmasına karşı mücadele etmekti. Safari Kulübü’nün baskıları ve yardım sözlerine kanan Siad Barre, yıkıcı bir stratejik hata yaparak Etiyopya’ya saldırdı.

 

Bu savaşın yarattığı sonuçlar neler?

Sovyetler bölgeyi terk etti. Halen Siad Barre’nin yönetiminde bulunan Somali, emperyalist güçlerin neokolonyal şebekesinin bir parçası haline geldi. Ülke, çatışma nedeniyle büyük ölçüde harap oldu ve Dünya Bankası ve IMF ülkeyi “yeniden inşa etme” görevini üstlendiler. Bu da Somali burjuvazisinin iç kavgalarını şiddetlendirdi. Bütün bölgesel seçkinler kendi piyasalarına sahip olmak istediler. Kabileler arasındaki bölünmeler arttı ve Siad Barre’nin 1990’da iktidardan düşüşüne kadar süren ülkenin alt üst oluş sürecine katkıda bulundu. O zamandan beri Barre’nin yerini alan bir devlet başkanı olmadı.

 

Fakat Ogaden Savaşı’ndan otuz yıl sonra tam tersi yönde bir senaryo gerçekleşti: ABD tarafından desteklenen Etiyopya Somali’ye saldırdı…

Evet; dediğim gibi Umudun Yeniden Tesisi başarısızlığından sonra ABD, Somali’yi kaos halinde tutmayı tercih etti. Ancak 2006’da İslami mahkemelerin yerel savaş ağalarına karşı mücadele kararı almasıyla kendiliğinde bir hareket gelişti ve bu, ülkeyi birliğe kavuşturdu. Bu bir çeşit İntifada’ydı. ABD, bu hareketin Somali’yi yeniden inşa etmesini durdurmak amacıyla aniden, daha önce tanımayı reddettiği, Geçici Federal Hükümet’i (TFG) desteklemeye karar verdi. Aslında gerçek bir devlete sahip olmayan Somali projelerinin artık olanaksız olduğunun farkına vardılar: Bir hareket -üstelik de İslamcı bir hareket-ulusal bir uzlaşı sağlamak üzereydi. ABD, Somali’nin birliğe kavuşmasını sabote etmek amacıyla TFG’yi desteklemeye karar verdi. Ancak TFG’nin herhangi bir toplumsal tabanı ve bir ordusu yoktu. Dolayısıyla Washington’un kumandası altındaki Etiyopya birlikleri İslami mahkemeleri devirmek üzere Mogadişu’ya saldırdılar.

 

Bu işe yaradı mı?

Hayır, Etiyopya ordusu yenildi ve Somali’yi terk etmek zorunda kaldı. İslami mahkemelerin, halen ülkenin büyük bir kısmını kontrol eden birkaç farklı harekete bölünmesini temin edebildiler. Abdullah Yusuf’un geçici hükümetine gelince; o çöktü ve ABD onun yerine eski İslami Mahkeme sözcüsü Şeyh Şerif’i getirdi.

 

Öyleyse Şeyh Şerif “karşı kampa” mı geçti?

Şerif, iyi bir hatip olduğu için İslami mahkemelerin sözcüsüydü. Ancak siyasi bilgiye sahip değil. Emperyalizmin veya milliyetçiliğin ne olduğu konusunda hiçbir fikri yok. Batılı güçlerin onu kendi yanlarına çekmesinin nedeni bu. O, İslami mahkemelerin zayıf halkasıydı. Bugün, Cibuti’nin yarattığı sahte bir hükümetin başında. Bu hükümetin Somali’de hiçbir toplumsal tabanı veya otoritesi bulunmuyor. Yalnızca uluslararası düzeyde mevcut, çünkü emperyalist güçler onu destekliyor.

 

ABD Afganistan’da Taliban’la müzakere yapmaya hazır olduğunu söyledi. Neden Somali’deki İslamcı gruplarla da tartışmanın yollarını aramıyorlar?

Çünkü bu gruplar yabancı işgalciyi alaşağı etmek ve Somali halkı için ulusal bir uzlaşı sağlamak istiyorlar. Sonuç olarak ABD bu grupları tepelemek istiyor: İslamcı hareket veya TFG üzerinden sağlanacak bir uzlaşma, emperyalist güçlerin çıkarlarına aykırı. Onlar sadece kaos istiyorlar. Bugünkü sorun, bu kaosun 2007 saldırısından beri hayli zayıf düşmüş olan Etiyopya’ya uzanmış olması. Orada da Addis Ababa’nın emperyalizm yanlısı hükümetine karşı savaşan bir ulusal direniş hareketi gün yüzüne çıktı. ABD, kaos teorisiyle aslında bütün bölgede sorunlar yaratmış durumda. Ve şimdi de bunu Eritre’ye taşıyorlar.

 

Neden?

Bu küçük ülke, bağımsız bir ulusal politika uyguluyor. Ayrıca Eritre’nin bütün bölgeye dair bir vizyonu var: Afrika Boynuzu (Somali, Cibuti, Eritre, Etiyopya) dış güçlerin müdahalesine muhtaç değil; kendi zenginlikleri, karşılıklı saygıya dayanan yeni iktisadi ilişkiler kurmasına yeterli. Eritre’ye göre bölge bir araya gelmeli ve bölgedeki ülkeler kendi sorunları hakkında tartışmayı başarmalı. Elbette bu politika, başka ülkelerin de bu örneği takip etmesinden ürken ABD’yi korkutuyor. Bu nedene Eritre’yi Somali’ye silah sevk etmekle ve Etiyopya’daki sorunları kışkırtmakla suçluyorlar.

 

Eritre Somali’ye silah yollamıyor mu?

Tek bir kurşun bile yollamıyor! Bu, Irak direnişine destek verdiği iddiasıyla Suriye’ye karşı yürütülenle aynı şekilde, salt propagandadan ibaret… Eritre’nin vizyonu, daha önce sözünü ettiğimiz Hint Okyanusu devrimi projesine denk düşüyor. Batılı güçler bunu istemiyorlar ve Eritre’yi Kenya veya Uganda gibi denetim altındaki neokolonyal devletler çevresine katmayı istiyorlar.

 

Somali’de hiç terörist yok mu?

Emperyalist güçler, hakları için savaşan insanları her zaman terörist olarak yaftalamıştır. İrlanda halkı da anlaşma imzalayana kadar terörist olarak niteleniyordu. Şimdi dost oldular.

 

Ama Somali’de El Kaide’nin olduğunu duyuyoruz.

El Kaide, Belçika’dan Avusturalya’ya kadar her yerde. El Kaide, kamuoyunda askeri operasyonları haklı göstermek için tasarlanmış bir logo. Eğer ABD, vatandaşlarına ve askerlerine “birliklerimizi muhtemelen Çin’le savaşmak üzere Hint Okyanusu’na yollayacağız” dese, insanlar kuşkusuz korkarlar. Ama onlara birliklerin sadece korsanlıkla ve El Kaide’yle savaşmak için yollandığı söylenirse, bu sorun olmaz. Fakat asıl amaç farklıdır. Amaç, önümüzdeki yıllarda büyük çatışmalara sahne olacak Hint Okyanusu bölgesine kuvvetlerini yerleştirmektir. Bir sonraki görüşmede bunu değerlendiriyor olacağız.

 

Dipnotlar

  1. Muhammed Hassan, Addis Ababa (Etyopya) doğumlu bir jeopolitika ve Arap dünyası uzmanıdır. Ülkesinde 1974 yılında gerçekleşen sosyalist devrim sırasında öğrenci hareketi içinde yer almıştır. Brüksel’de kamu yönetimi konusunda uzmanlaşmadan önce, Mısır’da siyaset bilimi öğrenimi görmüştür. Diplomat olarak Washington, Pekin ve Brüksel’de çalışmıştır. L’Irak sous occupation [İşgal Altında Irak] (EPO, 2003) kitabının yazarları arasındadır; ayrıca Arap milliyetçiliği, İslamcı hareketler ve Flaman milliyetçiliği üzerine kitaplarda da yazıları bulunmaktadır. Hassan, Arap ve Müslüman dünyası hakkında en bilgili uzmanlar arasında sayılmaktadır.