Son Kriz Sonuncu Kriz mi?

“Kapitalizm artık sahte umut bile üretememekte, ölümü beklemektedir.” diyor, TKP’nin 2013 Konferans Metni’nin üçüncü maddesi. Bu saptama şöyle özetlenebilir: 2013 yazı itibariyle görüldü ki, kapitalist ülkelerde 2008-2009’da patlak veren kriz finansal sermayeye özel olmaktan çıkmış, döngüsel ve küresel bir kapitalist krize dönüşmüştür. Eritilemeyen üretim fazlalıkları, kar oranlarındaki düşüş, üretim araçlarının tekelleşmesi ve hepsinden önemlisi krizin bölgesel sınırlarını aşma eğilimine girmesi sistemin çözülüşe doğru yöneldiğinin göstergeleridir. Üstelik krizi çözecek, daraltacak, farklı mecralara kaydıracak bir yönelim de belirecek gibi gözükmemekte.  Kapitalizm, iktisadi, siyasi ve ideolojik bir tıkanmaya sürüklenmekte, ve işte bu yüzden ölümü beklediği düşünülmektedir. Bu bekleyişte, sistemin pasif bir kabullenmiş göstereceğini düşünmek ise naiflik olur.

Kriz ateşi düştüğü yeri yakıp kavurmakla kalmayıp yayılma eğiliminde. Örneğin, Avrupa’da sadece Birliğin Akdenizli ülkeleri değil, yeni gelen eski sosyalistler, hatta Fransa ve Almanya gibi “büyük” kapitalistler dahi, durgunluktan etkilenmekte. ABD, krizi denetiminde tutmak için önlemler geliştirdikçe, hem dünyayı hem kendisini daha da içinden çıkılmaz durumlara sürüklüyor. Öte yandan, Asya’da Çin, Hindistan, Latin Amerika’da Brezilya, ve Rusya durgunlaşan kapitalist/emperyalist pazarlarda avantajlı konumlarını giderek yitirmekteler. TKP 2013 Konferans Metni’nde bu saptamalar ve dahası okunabilir.1

Bu krizin “başka kriz” olmaya doğru evrildiği gözlemini Korkut Boratav Eylül ayı başında soL’da dile getirmişti.2 Mayıs-Ağustos 2013 döneminde, üç dört yıl öncesinin krizini merkezden gelen likidite ve iç taleple “atlatan” çevre ekonomilerinin de yokuş başına dayandığı görülmekte. Boratav, ufukta görünenin “tipik Güney krizi” olabileceğini düşünüyor. Yani, 1994’te Meksika ve Türkiye gibi ülkeleri etkileyen. 1998-2001 döneminde Doğu Asya, Rusya Brezilya Arjantin ve yine Türkiye’de yaşanan, yabancı sermaye etkileşimli, finansal çalkantılar. 2008-2009’da Merkezin yaşadığı finansal krizin, bir kez daha yabancı sermaye girişini kısıtlama eğilimi, çevre ülkelerde (“Güney”) doviz piyasalarının gerilimli geleceği  öngürüsü, yukarıda sıraladığımız tıkanmışlık belirtileriyle çakışıyor. Tıkanmışlığı başka kanallara iteleyerek geçici rahatlamalar yaratma eğilimi.

Kapitalizmin, krize düşüp, tıkanma yaşayıp kendi kendisini yiyip tüketecek bir sistem olmadığı, tarihsel olarak da kanıtlanmış tartışmasız bir gerçeklik. Belirgin bir gelecek yönelimi olmaması, sistemin kendisini bir şekilde geleceğe taşımayacağı anlamına gelmiyor. Kapitalizm, ikna ile (liberalizm) ya da zorla (faşizm), eninde sonunda küresel bütünlüğünü koruyarak ilerleyecek. Sermayenin bu ilerleme sürecinde bedel ödeyecek olanın emek olacağı da aşikar. Emperyalist sistem her bileşeninde eşdeğer saldırı mekanizmalarını kullanmasa da, son krizin küresel ölçekte eşitsizliği, sömürüyü ve kültürel çürümeyi artıracağı beklenmeli. Sözü edilen saldırı mekanızmalarının başında savaşın da geldiğini ekleyerek.

Bu durumda 2013 yılının sonbaharında, dünyanın doğrudan sınıflar mücadelesi  izdüşümü olarak “yeni/yenilenen” bir kriz eşiğinde olduğu saptamasını tekrar edebiliriz. Gelenek’in Ocak sayısında Avrupa krizine ilişkin yazarken demiştik ki: “…öncelikle yaşanan krizin emekçi sınıflara “yansımasından” değil, doğrudan onları “hedef almasından” söz edilmelidir; krizin sorumluları ile faturayı ödeyenlerin aynı tarafta olmadıkları net olarak görülmelidir ve ortaya çıkan bu taraflaşmanın birebir sınıf ikiliğiyle (dichotomy) çakıştığı bilinmelidir…”3 Bugün bunun artık sadece Avrupa özelinde değil küresel ölçekte de gerçekleşmekte olduğunu ekleyerek ilerleyelim.

Emperyalist sistem kusurlu hücreleriyle,  bedellerini ağırlaştırarak ve yayılarak ilerlemek hedefinde.

Küresel bedel 1: İşsizlik

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), “Ekonomik ve sosyal dokuyu onarmak “ alt başlığını yakıştırdığı 2013 Çalışma Dünyası raporunda,  2015 yılı için 208 milyonluk bir nüfusun işsiz olacağını öngörüyor. İşsizlik öngörülerinde öne çıkan nokta, 2008-2009 krizi sonrası toparlanmaya başlamış olmakla birlikte, gelişmiş ülkelerdeki sorunun uzun dönemli ve kalıcı olduğu saptaması. Örneğin AB’nin, kriz öncesi istihdam seviyesine dönebilmek için 6 milyon iş yaratması gerekiyor. Oysa bu rakamı karşılayabilecek reel ekonomi yönelimi veya kar oranlarında artış eğilimi ufukta görünmüyor. Gelişmiş kapitalizmlerde, kriz sonrası istihdam oranları düşmeye, uzun süreli işsizlik rakamları artmaya devam ediyor.4 İşsizlik sorunuyla çevre ülkelere göre yeni yüzleşmeye başlayan merkez ülke emekçilerinin bu bedeli öderken sessiz kalmadıklarını da eklemek gerekir. ILO’nun altını çize çize çözüm yaratmak peşinde olduğu nokta bu. “Toplumsal hoşnutsuzluk” artık gelişkin kapitalist ülkelerin kalıcı sorunları arasında kabul ediliyor.

ILO kaynaklarındaki İşsizlik oranlarına farklı ülkeler açısından bakmadan önce rakamların ne ifade ettiğini açıklayalım. Bir ülkenin işsizlik oranı (İO), o ülkedeki işsizlerin, toplam işgücü sayısına yani istihdama dahil olanlar ve işsizlerin toplamına oranlanması ile elde ediliyor. Karşılaştıracağımız rakamlar 2010 yılına ait.5

2008-2009 krizini ve sonrasını derinden hissetmiş olan AB ülkelerin içerisinde, işsizlik bedelini en ağır ödeyen ülkelerin başında, İspanya İO %20.1, Litvanya İO%17.8, Estonya İO %16.9 gibi ülkeler geliyor. Birliğin güçlü emperyalist ülkelerinde işsizlik oranı %5 sınırının üzerinde gerçekleşmiş görünüyor: Almanya İO %7, Birleşik Krallık İO %7.8.

ILO verilerinin en ilginçlerinden biri, krizin teğet geçmesiyle övünen Türkiye ile iflasın eşiğinde kabul edilen komşusu Yunanistan’ın 2010 yılı İO rakamlarının aynı oluşu: Türkiye İO% 11.9; Yunanistan İO%11.8.

Aynı veri setinde, krizden etkilenmedikleri ve büyümekte oldukları kabul edilen ülkelere bakıldığında İO rakamlarının: Hindistan’da %9.3; Brezilya’da %8.3 (2009 yılı verisi); Çin’de %4.1; bu ülkelerin yanına ekleyebileceğimiz Rusya’da %7.5 olduğunu görüyoruz.

Bir diğer karşılaştırmayı ABD ve Küba arasında yapıp:  %9.6’ya %2.5 ile sosyalist Küba’nın emperyalizmin lideri ABD’ye üstünlüğünü göstermiş olalım. Karşı karşıya olduğu tüm zorluklara ve engellemeler rağmen Küba,düşük işsizlik oranıyla sadece ABD’ye değil diğer tüm kapitalist ülkelere karşı da üstünlük sağlamış durumda.

Türkiye’nin istihdam ve işsizlik verilerine biraz daha yakından bakalım. Krizi ucuz atlatmakla övünülen yıllarda, örneğin 2009’da, ülkede işsizlik oranı %14! Avrupa’nın alt üst olmuş ülkeleri ile benzer düzeyde. 2010 yılında bu oranın %11 civarında komşu Yunanistan’la aynı seviyede olduğunu not etmiştik. Kriz dönemini izleyen yıllarda Türkiye istihdama katılma oranlarını artırıyor, ancak en yüksek orana ulaştığı dönemde bile, örneğin %45.4 ile 2012 yılı, çalışma koşullarına sahip nüfusunun yarısından fazlasını istihdam etmeyi başaramıyor. 2012 yılına biraz daha yakından baktığımızda, söz konusu istihdamın %49.4’luk bir kısmının, yani yarısının, hizmetler sektöründe gerçekleştiğini görüyoruz. Toplam istihdamın %62.9’u ücretli ya da yevmiyeli çalışan emekçiler. Aynı yıl, Temmuz-Aralık ayları arasında 257 binlik iş kaybı ile İO iki puan yükselmiş. Türkiye 2013 yılına %10’luk işsizlik oranı ile başlamış. Büyüme oranlarının da düşüş eğiliminde olduğu düşünülürse, Türkiye kapitalizmi işgücü piyasası açısından gittikçe ağırlaşan bedeli emekçilere ödetmeye niyetli gözüküyor.6Tıpkı diğer kapitalist ülkeler gibi.

İşsizlik oranlarına baktığımızda, her bölgede, her gelişmişlik düzeyinde, göreli koşulları içerisinde, kapitalist işgücü piyasalarının emekçiler için işsizlik faturası kesmekte olduğunu söylemek mümkün.

Küresel bedel 2: Sömürü

Kapitalizmin derinleşen ve yayılma eğiliminde olan krizinin bir başka bedeli de işgücü piyasaları ve genel istihdam ilişkileri başlıklarında gerçekleşiyor. ILO, işsizlik açısından gelişmiş ülkeler için kalıcılık öngörüsü yaparken, diğerleri  için de kronik “enformallik” alarmı vermekte.7

İstihdam ilişkileri terminolojisinde, “enformal”: kayıt dışılık; eşitsizlik; güvencesizlik; kuralsızlık; esneklik; geçicilik, anlamına geliyor. Sınıflar mücadelesi açısından anlatımı tek : “emek sömürüsü”.  Kar oranlarında düşüş yaşayan, yatırımları seyrelen, piyasaları durgunlaşan kapitalist sistemler, sermaye birikimlerini ve sürekliliklerini garanti altında tutabilmek için sömürü mekanızmalarını sonuna kadar değerlendirme yolunu tercih ediyorlar.

Sözü geçen ülkeler, krizden doğrudan etkilenmemiş görünmekle birlikte kendilerine ulaşan dalgalarda, azalan yabancı yatırım ve düşen ihracat rakamları buldular. Bunlarla da işgücü piyasalarının enformallik kapasiteleriyle başa çıkma niyetinde gözüküyorlar. Örneğin, Latin Amerika ülkelerinde istihdama katılma oranları artarken, enformal ve eşitsiz ilişkiler kalıcılıklarını sürdürüyor. Öte yanda Hindistan, 2010 yılında yakaladığı büyüme hızını koruyamamış durumda, GSYİH oranı 2010’da %11 iken 2012’de %4’e gerilemiş. Hindistan kapitalizmi yaşadığı bu durgunluğu işgücü piyasasındaki avantajıyla kapatmaya mahkum. Bu ülkede istihdamın %84’u enformal sektörde yer alıyor!8

ILO’nun 2013 Ocak ayında yayınlanan bir başka raporu, Küresel  İstihdam Eğilimi 2013, küresel olarak işsizlik oranlarında artış beklentisini tekrarlıyor. İşsizlik artışı beklenmeyen yerlerde ise, istihdamda düşük nitelikli işler, güvencesizlik, esneklik gibi eğilimleri sıralıyor. Aynı rapor Avrupa’da yaşanan durgunluğun küresel olarak yayılmakta olduğu saptamasını yaparken, örneğin özellikle Çin’in dahi %7.8 ile 1999’dan beri en düşük büyüme oranına 2012’de ulaştığını not ediyor. Yaşanan durgunluğun istihdam alanına etki etmesinin ana sebebi iş yaratılmasını doğrudan etkileyen yatırım belirsizliği. İş yaratma oranlarının düşüklüğü küresel bir  sorun olarak listeye girmiş durumda.9

İstihdam ilişkileri açısından ortaya çıkan bir başka küresel sorun, işgücü piyasalarında yaşanan uyumsuzluk. Uluslararası ticaretten etkilenen işlerden, örneğin doğrudan ihracat sanayileri işlerinden ayrılmak zorunda kalan işgücü, ortaya çıkan yeni işler için uygun olmuyor. Daha doğru bir ifade ile söylemek gerekirse, durum tam tersi, yani: krizden etkilenen piyasaların ortaya çıkardığı büyük oranda düşük nitelikli, geçici ve güvencesiz işler, işini kaybetmiş nitelikli işgücü için uygun olmuyor.

Küresel alanda özellikle Latin Amerika ülkeleri gibi “gelişmekte olan” olarak adlandırılan ülkelerde doğrudan dış yatırım destekli  yapısal dönüşümlerin son süreçte neredeyse tamamen durmuş olduğundan söz edilebilir. Bu durum da ihracat sanayilerinde olduğu gibi, işgücünün sektörler arası kaydırılması zorunluluğunu dayatıyor. 2012 yılında bu dayatmanın sonuçlarından biri olarak emek üretkenlik oranlarında keskin düşüşler gözleniyor.10

Ortaya çıkan tablo oldukça açık, kapitalizm birikim kanalları durgunlaşıp, kar etme olanakları sınırlandıkça, emek sömürüsü mekanizmalarını tam güç devreye sokuyor.

Küresel bedel 3: Yoksulluk

Yukarıda sıralanan her iki bedelin de doğrudan yoksullaşmaya yol açacak olduğunu görmek zor değil. İşsiz kalarak gelirlerini kaybeden, ya da düşük nitelikli işlerde ve kayıtsız-güvencesiz çalışan milyonların bedellerin en büyüğünü ödüyor oldukları ortada.

ILO Küresel İstihdam Eğilimi raporunda çarpıcı rakamlarla bu gerçeklik ortaya serilmiş. 2012 yılı itibariyle 197 milyon insan işsiz. Bu rakama, cesareti kırıldığı için iş aramayı bırakmış emekçilerin dahil olmadığını hatırlatmak gerekiyor. Öte yandan raporda, çalışıyor olmakla birlikte: 397 milyon işçinin açlık sınırında kabul edildiği; 472 milyonun ise temel yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanamıyor olduğu belirtiliyor. Saptanan bu yoksulluğun sebeplerinden başında ise, “enformal istihdamın” geldiği ekleniyor. 11 Malumun ilamı!

Kapitalizmin insanlığı sürüklediği yoksulluk kıskacının bir başka göstergesi de ücretler. ILO’nun bu alanda da bir raporu var: 2012-2013 Küresel Ücret Raporu. 2006-2011 yılları için ortalama reel ücret artışlarını gösteren rapordan çıkan net sonuç, kriz sonrası dönemde küresel olarak ücretlerin düşmeye devam ediyor oluşu. Ortalama reel ücret, aylık ortalama ücretlerin enflasyona ranlı hesaplanmsı ile elde ediliyor. ILO, çalışmasında ücret artışları grafiğinde Çin’in dahil edildiği ve dışarıda bırakıldığı durumlar gösterilmiş. Her iki koşulda da 2008 ve 2009 döneminde düşüş, 2010’da belirgin bir artış ancak 2011’de yine keskin bir düşüş yaşanıyor. Çin dışarıda bırakıldığında küresel ölçekte ortalama reel ücret artış oranları, 2006’da %2.0; 2007’de %2.3; 2008’de %0.3; 2009’da %0.3; 2010’da %1.3; ve 2011’de en düşük değeriyle %0.2. 12

Küresel Ücret araştırmasından çıkarılan bir diğer değerlendirmede bu kez, küresel ölçekte işgücünün ulusal gelir pastasından giderek daha az pay alma eğilimi ortaya konuyor. Belgenin başında yer alan tek cümle durumu özetlemeye yetiyor: “ulusal kaynak pastasının çoğu karlara azı çalışanlara gidiyor”. Bu eğilimin on yıllardır bu şekilde sürdüğü rakamlarla ortaya konduktan sonra, son kriz dönemi sonrasında, gelişmiş ülkeler dahil, farkın küresel boyutta gittikçe daha fazla açıldığı ortaya konuyor.Son 10 yıllık dönemde ücretlerde üç kat artış yaşamış Çin’de bile…13

Değerlendirmede ortaya çıkarılan bir başka durum, yine küresel ölçekte geçerli olmak üzere, ücretler ile emek üretkenliğiarasındaki açık. Emek üretkenliği, çalışan başına düşen çıktı büyüklükleri ile ifade ediliyor. Ücret artışlarının, emek üretkenliği artışlarıyla karşılaştırıldığında çok daha düşük oranlarda seyrettiğini tahmin etmek güç değil. Verilerden ortaya çıkan bir diğer sonuç da bu açığın 2011 sonrasında daha da artma eğilimine girmiş olması. Emek maliyetini düşürmeye dönük her tür taktik bu eğilimin desteğini oluşturuyor.14

Krizden çıkmış, ya da ucuz kurtarmış, kapitalist ekonomiler sürekliliklerini emekçi sınıfların yoksullaşması ile garantiye alıyor. Ya işsizliğe mahkum ederek ya da artı değer sömürü oranlarını yükselterek.

Çıkışlar kapalı

Yukarıda sıraladığımız bedeller, ya da sermayenin emeği hedefleyerek kullandığı müdahale kanallarının tümünde yolun sonu tıkalı.

2008-2009 krizinin odak noktası haline gelmiş kapitalizmlar için işsizlik, artık kronik sorun, aşılamayacak düzeye erişmiş durumda.  Avrupa ülkeleri, yavaş da olsa kar oranları artışlarını yakalıyor olsalar da işgücü piyasalarındaki iş kaybını karşılayacak reel ekonomi atılımından çok uzaktalar. Merkez kapitalizmlerin önceliği, “iş yaratmak” değil, olamıyor.

“Çevre” ülkeler ise, krizin kendilerine ulaşan dalgalarını karşılarken, zaten on yıllardır emek piyasalarını denetim altında tutmak için kullanılmış oldukları işsizler ordusuna daha sıkı sarılma eğilimindeler. Yabancı sermayenin bu ülkelere giriş kanalları tıkandıkça, “kalkınma” projeleri terk edilip, “kredi” borçlanmaları giderek daha yaptırımcı oldukça, emek üzerindeki denetim ihtiyacı da derinleşecek.

İşsizlik, küresel bir olgu olarak giderek derinleşecek, yerleşecek, kronikleşecek.

Sömürü başığı için de benzeri eğilimden söz etmek olası. Hem krizi atlatma hem de krizden kaçınma önlemleri her düzey kapitalizmler için aynı taktiksel yönelimi işaret ediyor: liberalizm ve esneklik. Sermaye birikimini garanti altına almak, kar oranlarını korumak aynı zamanda büyüme elde etmek, sermaye sınıfı açısından ancak “eli rahat olarak” olanaklı. Kamunun tasviyesi, devlet mekanizmalarının piyasalaşması, kuralsızlaşma, yeniden yapılanma bu yolun ana politikaları. Taktiksel düzeye bakıldığında,sektörler arası ani ve düzensiz geçişler, “esnek” işgücü piyasaları ve istihdam rejimleri karşımız çıkıyor. Bir kez daha not edelim: küresel ölçekte ve istisnasız biçimde. Artık, sınıflar mücadelesi gündemine ve kuramsal sınıf tartışmalarına yepyeni bir aktör yerleşiyor: “prekarya”15.

Kapitalizmin çıkışsızlığında değindiğimiz son nokta, işsizlik ve sömürünün kalıcılığıyla doğru orantılı yayılan yoksullaşma. İşini kaybeden milyonlar, emek piyasasına yeni girmiş genç işsizler ordusu vedüşük kaliteli ve güvencesiz  işlerde çalışan yoksul emekçiler(prekarya), yoksulluğun emek tarafını oluşturuyor. Üretkenliğin sadece karlılıkla tanımlandığı, gerçek gereksinimlere dönük gerçek (reel) üretimin ikincil plana yerleştiği, her tür eşitsizliği derinleştiren iktisadi sistem giderek yerini sağlamlaştırıyor. Bunların üzerine, kapitalizmin, emperyalist sistem aracılığıyla yaydığı, saldırganlık, çatışma ve gericiliğin bir bütün olarak insanlığın yoksullaşmasına  yaptığı katkıyı da eklemek gerekir.

Sonuç yerine

Kapitalizmin bir bütün olarak yaygınlaşan ve daha önemlisi çıkışsızlaştıkça saldırganlaşan kriz gidişatının emekçi sınıflar için ne anlama geldiğini, sömürü ilişkileri açısından ortaya koymaya çalıştık. Sıkışan ve önünü görmeyen sistem elindeki saldırı mekanizmalarını sonuna kadar değerlendirme gayretinde. Buna şüphe yok. Kapitalist sistem yolunu belirlemiş, çıkış yok, ışık yok, daha fazla “zor” daha fazla saldırı var.

Görülmesi gereken nokta, bu durumun son krizin (2008-2009 dönemi) doğrudan etkilediği kapitalizmlerle sınırlı kalmıyor olduğu. Bir başka nokta ise, son krizin sonuncu olacağına inanmak için herhangi bir göstergenin olmadığı.

Başladığımız gibi, TKP 2013 Konferans Metni’nin sözüyle sonlandıralım: “Bir bütün olarak kapitalizmin insanlığa yoksulluk, ağır çalışma koşulları, işsizlik, gericilik ve savaştan başka sunacak bir şeyi kalmamıştır. Bundan daha önemlisi, kapitalizmin insanlığa sahte de olsa, yeni bir umut, yeni bir ideal sunma iddiası da kalmamıştır…”

İşte bunu iyi bilelim. Hemen ardından da ekleyelim: Emekçi sınıflar için ise sonuna kadar güncel ve gerçek hem bir umut, hem de ideal vardır…

Dipnotlar

  1.  TKP 2013 Konferansı Metni: Halk direnişi ışığında devrimci görevler ve sosyalist seçeneği yaratmak. Bkz. s. 87
  2.  Boratav,K. “Farklı bir kriz dalgası mı?” http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/farkli-bir-kriz-dalgasi-mi-79034
  3.  Özoğlu B. “Avrupa’dan bir kriz masalı” Gelenek sayı 118
  4.  ILO World of Work Report 2013: Repairing the economic and social fabric.
  5.  http://www.ilo.org/global/statistics-and-databases/lang–en/index.htm
  6.  TUİK verileri http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist
  7.  ILO World of Work Report 2013
  8.  A.g.y.
  9.  ILO Global Employment Trends 2013: recovering from second jobs dip http://www.ilo.org/global/research/global-reports/global-employment-trends/2013/lang–en/index.htm
  10.  A.g.y.
  11.  A.g.y.
  12. ILO Global Wage Report 2012-2013. http://www.ilo.org/global/research/global-reports/global-wage-report/2012/lang–en/index.htm
  13.  ILO “Workers getting a smaller slice of the pie” http://www.ilo.org/global/about-the-ilo/newsroom/news/WCMS_192902/lang–en/index.htm
  14.  A.g.y.
  15. İngilizcesi precariat. Proletarya kavramının yerini almakta olduğu tartışılan, güvencesiz, geçici, esnek çalışma biçimlerine mahkum işçi sınıfı için kullanılan kavram. 
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×