Sovyetler’deki Çözülüş Politikalarının Kökenleri I

I

Reel sosyalizmin çözülüşü sürecinin önünü açan politikaların kökenlerini incelemeye iki küçük yöntemsel uyarıyla başlamak istiyorum. Bunların ilki köken sözcüğünün çağrıştırabileceği bir yanlış düşünceyle ilgili.

Bir toplumun bugün geçiriyor olduğu değişimlerin kökenlerinin dünde aranışı, çokça görülen yaygın bir yaklaşımdır. İdeolojik boyut bir yana bırakılsa bile, söz konusu yaklaşımın doğal bir biçimde doğru olduğu öne sürülebilir. Ne de olsa tartışılan, herşeyden önce, belirli ve tek birşeyin, toplumun, evrim çizgisidir. Oysa bu sav, özellikle incelemenin konusu olan nesnenin, toplumun evrimini yalıtık bir süreç gibi gördüğü için, yanlıştır. Ben, reel sosyalizmin çözülüşünü yalnızca dünle açıklayan yorumları çok yanıltıcı buluyorum. Bugünün bunalım dinamikleri, kendi içlerinde önemli, geçmişin dinamiklerinden bir ölçüde bağımsız olgulardır. Dolayısıyla, aşağıda, bunalımın geçmişteki kökenlerinden çok, çözülüşün önünü açan politikaların kökenlerini inceliyorum.

İkinci uyarı, reel sosyalizmin çözülüşü ardından, onun yerine geçen somutluğun niteliğiyle ilgili. Yeni ideolojik ve politik oluşumların şaşırtıcı bir yanı, bunların çeşitliliğidir. Somutun yeniden üretilmesi, söz konusu çeşitliliği, gelişim sürecinin çabukluğuyla birlikte açıklayabilmek zorundadır. Bu, soyuttan somuta uzanan açıklığı bir adımda atlayarak başarılamaz. Soyuttan somuta doğru gelişen bir karmaşık kuramsal yapı içerisinde, tüm belirlenimleriyle birlikte gerçekliğin yeniden kurulmasını gerektirir. Devrimci politikanın başarısı adına… Çünkü devrimci politikanın da, toplumsal deviniminin durağan bir kesiti alındığında, soyuttan somuta uzanan o açıklıkta üretildiği görülür. Bugün solda hiç kimse, Türkiye’de ya da başka bir yerde, bunu becerebilmiş değildir. Açıkça söyleyeyim, becerebildiğini öne sürene kuşkuyla bakmak gerekir.

Yukarıda sözünü ettiğim çeşitliliğin, sosyalist ideolojinin yıkılışı sonucunda çıkan boşluğu doldurduğu söylenebilir. Doğru olmakla birlikte bu önerme, çeşitliliğin kökenlerini açıklamıyor. Çeşitliliğin kökenlerini açıklamak benim şu aşamada yapabileceğim birşey değil. Dolayısıyla, onu incelemenin akışı açısından önceleyen bir adımı atacağım burada. Sosyalist ideolojinin kolayca yıkılışı ile, yerini dolduran çeşitliliğin gelişimindeki çabukluğun arasındaki ilişki büyük ölçüde doğrudandır. Aşağıda, sosyalist ideolojinin yıkılışındaki kolaylığın, önemli olduğunu düşündüğüm bir kökenine değiniyorum. Söz konusu köken, Hruşçov’un geliştirdiği, Brejniyev’e aktardığı Stalin değerlendirmesinin Stalin’i aşamayışıdır. 1

II

Sovyet toplumunun Stalin’le birlikte tekleşen bir yapıya yönelişi sürecini gelecek bir yazıda inceleyeceğim. Söz konusu tekleşmeyi veri alıyor, tekleşmenin belirli kimi sonuçlarına değinmek istiyorum burada.

Büyük Anayurt Savaşı’ndan çıkan Sovyetler Birliği, uluslararası düzlemde büyük bir güce dönüşmenin doğurduğu görevlerle yüz yüze geldi. Bunun yanısıra, içeride, yıllar süren emperyalist kuşatmanın etkileri ile savaşın getirdiği yıkımın etkilerinden sıyrılabilme sorunu yaşanıyordu. Yapılması gereken atılımın gerektirdiği toplumsal mobilizasyona, yasallaşma ve kalıcılaşma çabalarının geride kaldığı bir ortamda, geçmişin tekleşmiş yapılarıyla girişilemeyeceği kuşkuları giderek yükseliyordu. Sosyalist kuruluş sürecinde benimsenen, ana toplumsal sorunların çözümünde yoğunlaşan olağanüstü bir toplumsal etkinliğin açığa çıkarıldığı, yönlendirildiği bu yapıların üst ucunda yer alan Politbüro, ya da 1952 ertesinin Prezidyum’u da, potansiyel anlamda çelişik eğilimlerin sıkıştırıldığı bir tekleşmeydi. Bu tekleşmenin dengesizliği, çelişik eğilimleri birleştiren düşey ilişkilerin Stalin’in ölümüyle birlikte çözülmesiyle su yüzüne çıkarak, yatay çatışmalar biçimini aldı. Toplumsal gündemi değiştirmeyi isteyen Hruşçov, oluşan geçici bağlaşıklıkların içinden yükselerek, sonunda yönetimi ele geçirdi.

Hruşçov’un Sovyet toplumunu dönüştürme projesinin iki ana ayağı vardı. Aşağıda önereceğim bir tez, Hruşçov’un, yönetimde kaldığı sürece bu iki ayağı uyumlulaştırmayı başaramadığı, sonundaysa düştüğü.

Stalin döneminin toplumsal yönetim süreçlerine getirdiği tekleşmenin bir diğer yüzü, uygulanan yöntemlerin uyumsuz olduğu düşünülen ögeleri dıştalayıcı yanıdır. Hruşçov, Sovyet yönetiminin verimliliğini, onun bu dıştalayıcı yanını ayrıştırmak yoluyla yükseltebileceğini düşünüyordu. Yönetsel teknikleri yadsıyışının özünü bu görüş oluşturuyordu. Böylelikle yurttaşların, kendilerini tümüyle düzenin politikaları ve yönetim aygıtlarıyla özdeşleştirmeleri, kişisel katılımda bulunmaları bekleniyordu. Gerçekten de, 1950’lerin sürekli bir teması, politikayı eskiden güven duyulmamış topluluklara açmak olmuştur. 2 Bu açıdan bakıldığındaysa Hruşçov’un bürokrasi karşıtı ve popülist söylemlerinin kaynağının tek ve bir olduğu görülüyor. Bürokrasi karşıtlığı ve popülizm, birlikte, Hruşçov’un Sovyet toplumunu dönüştürme projesinin ilk ayağını oluşturuyorlardı.

Öte yandan, Hruşçov’a göre, artan kitle katılımının sosyalizm kavramıyla uyumlu olması gerekiyordu. Bir başka deyişle ulaşmayı umduğu toplumsal yapı, bir anlamda yukarıdan belirlenmiş bulunan amaçları istek dolu bir etkinlikle gönüllüce gerçekleştirmeye çalışan kitleleri içerecekti. 3 İşte bu yüzden, Hruşçov’un ipini koparmış bir liberal gibi görülmemesi gerekiyor. Onun istediği, yukarıdan aşağıya örgütlü ve tüm yönlerde koordine bir toplumsal yapıyı, yönetsel teknikler ile dıştalayıcı uygulamalara baş vurmaksızın kurabilmekti. 4 Hruşçov’un toplumu dönüştürme projesinin ikinci ayağı da işte buydu.

Yukarıda söylediklerim ışığında, dört önermem olacak. Öncelikle, yeterince açık olduğunu sanıyorum, Hruşçov’un, Stalin dönemini tümüyle yadsımak gibi bir amacı yoktu. Ne işin başlarında, ne de epeyce hırçınlaşmış olsa bile sonlarında. Bunu yapmanın, herşeyden önce, yeniden düzenlemeyi istediği toplumsal sistemin yasallığı açısından yıkıcı sonuçları olurdu. Dolayısıyla giriştiği Stalin eleştirisi, bu anlamda yarım kaldı… Stalin’in erişilmez başarılarını, onun özürü bulunamayacak yanlışlarıyla kıyaslama yolunu benimsedi. Hruşçov’un bu tutumu, Sovyet historiyografisindeki büyük bir metodolojik eksikliğin önünü açan gelişme oldu. Söz konusu eksiklik, geçmişi yeniden değerlendirme çabasının artıların yerine eksilerin geçirildiği küçük bir aritmetik işleme çevrilmesidir. 5

İkinci ve üçüncü önermeler, bir bakıma şu sorunun doğal uzantıları: Hruşçov’a tasarladığı projenin bu iki ayağının birbiriyle uyumlu olduğu güvenini veren şey neydi? Bunun yanıtı çok yönlüdür. Öncelikle, Hruşçov, Sovyet toplumunun genel olarak güvenilir olduğu, sosyalizmi istediği düşüncesindeydi. Ardından, Parti aktivistlerinin artan kitle katılımını sürükleme ve yönlendirme yeteneklerine, dolayısıyla da, düzen dışına kaçıcı güçlerin denetleneceğine güveniyordu. Son olarak ise, kitle katılımının toplumda sistemle özdeşleşmişlik duygusunu artıracağı beklentisindeydi. Hruşçov’un, açılmanın sosyalist toplumun dengesine olumsuz bir etkisinin olmayacağı umudu işte bunlara dayanıyordu.

Yukarıdaki soruya verdiğim yanıtlara dayanarak yapacağım ikinci önermeye geliyorum. Hruşçov’un, politik açılmanın sosyalizme yabancı eğilimlere yol açmayacağı beklentisi, böylesine eğilimlerin öne çıktığı koşullarda, Hruşçov’un bir tepki duyması, Stalin’in olumlu yanlarını, başarılarını vurgulamasıyla sonuçlandı. Hruşçov’un politik söyleminde, Stalin’in yaptıklarının olumlu ve olumsuz yönleri, Sovyetler Birliği’nde ve dışarıdaki politik dengelerin bir işlevi olarak değişen oranlarda vurgulandı. Düzen dışına kaçan güçlere bozulup Stalin’in yasallığını savunan Hruşçov, toplumsal dönüşüme istediği ivmeyi kazandıramadığında yine bu yasallığa çattı. Hruşçov’un Stalin eleştirisindeki dönüşlerinin belirleyeni politikaydı.

Sovyet toplumunu açma çabasındaki Hruşçov, toplumun güvenilirliği varsayımıyla bağlantılı bir biçimde, desantralizasyonun sosyalist ilkelerle çelişmediğini, Parti’nin denetimindeki kimi araçların toplumun diğer kesimlerini aktarılabileceğini düşündü. Bu da üçüncü önermem. Dolayısıyla Hruşçov, Parti’nin öncülüğünü savunması gereken kimi durumlarda, bunun yerine, ortalama Sovyet yurttaş bilinç düzeyinin yüksekliğini vurguladı. Popülist bir parti ve kadro politikasının benimsenmesine katkısı oldu, 1957’de başlayan Parti’nin genişletilmesi sürecini açtı. 6

Dördüncü ve son önermem, Hruşçov’un, Sovyet toplumunu dönüştürme projesinin ana aracı olarak, dolaylı yöntemlerdense, dolaysız, doğrudan örgütsel önlemlere bel bağladığı… Bir başka deyişle Hruşçov’un dönüştürme politikaları, volontarist politikalardı. Toplumun sosyalizmin geliştirilmesine katkısını bir yurttaşlık görevi olarak görüyordu. Bu anlamda, Stalin döneminin etik değerlerini sürdürdü. Toplumun mobilize edilişi sürecinde, taban örgütlerine alabildiğince yüklendi. Bu Hruşçov’un dönüşüm politikalarının en ilgi çekici yönlerinden birisidir… Çıkış noktası bürokratik ve yönetsel tekniklerin yadsınması olmakla birlikte, toplumun çeşitli kesimlerine yönelik örgütsel ve yönetsel bir basıncın uygulanması. Yukarıda söylediğim belki de en çok Hruşçov’un ekonomik programı söz konusu olduğunda geçerliydi. Ekonomik program volontarist, bununla bağlantılı olarak da kuramda ve uygulamada yetersizdi.

Bu söylediklerim bağlamında, Hruşçov döneminin olaylarını yerli yerine oturtmak kolaylaşıyor. XX. Parti Kongresi’nden 1961’e değin, Stalin değerlendirmesinde özenle dengelenmiş bir yaklaşım benimsendi. XX. Kongre’de Hruşçov, Stalin’in şu bilinen ikili yaşam öyküsünü kurguladı: “Stalin Yoldaş’ın çalışmalarının iki yanı – desteklediğimiz ve büyük değer verdiğimiz olumlu yanı ve eleştirdiğimiz, yargıladığımız, yadsıdığımız olumsuz yanı.” 7 Bununla yetinmeyerek, eleştirisinde yalnızca, Parti içi terörün başladığı 1934 yılı sonrasına değindi. Stalin değerlendirmesi, politik baskıların bir fonksiyonuna dönüştü. Örneğin düzen dışına kaçan güçlerin sistemin dengesini bozacak ölçüde palazlandıkları Macaristan ve Polonya ayaklanmalarının ertesinde, Hruşçov Stalin eleştirisinin dilini yumuşattı. Bu aşamada öne çıkan yan, olumlu yan oldu. 8 Kimi durumlardaysa Hruşçov, başlattığı geçmişe dönük eleştirilerin ters teptiğini gördü. Stalin eleştirisini 1929 ertesinin bütünüyle yasallığını sorgulamaya dönüştürenler ya da Ekim Devrimi’nin boşuna yapıldığını öne sürenler ortaya çıktı. 9 Hruşçov’un başlangıçtaki eleştirileri, düzen dışına kaçan güçleri canlandırmaya yaradı. Dolayısıyla gündeme gelen soru, bir açılış döneminde toplumun ne denli güvenilebilir olduğuydu.

Hruşçov’un diğer bir büyük dönüşü Sovyet ekonomisinde reform çabalarınının başarısızlığıyla birlikte geldi. Yedi Yıllık Plan’ın henüz ilk yıllarında belirginleşen başarısızlık, toplumsal dönüşüm ve ekonomik büyümenin yavaşlığı, yeni soruları doğurdu. Ekonomik başarıya ulaşma yolunda yönetsel basıncın işlevselliği tartışılmaya başlandı. 10 Parti aktivistlerinden, işçilerden, köylülerden giderek artan ölçülerde özveri istedi. Parti’nin diğer yöneticileri, pragmatik bir politik basınç yoluyla toplumsal dönüşüm ve ekonomik büyümenin sakıncalarını gördüler. Bu özellikle, Hruşçov’un karşılıklı güvene ve gönüllü katılıma dayalı söylemiyle çelişiyor, politik basıncın pragmatik kullanımı sosyalist planlamanın içsel bir boyutu olan bu aracı giderek yıpratıyordu. Örneğin, köylülüğün elindeki özel hayvan stoğunun ortaklaştırılması önerisi, politik basıncın gönüllü bir genel katılımı getireceği varsayımım yanlışlayan bir sonucu doğurdu. 11

1961 Parti Programı’nda görüldüğü gibi Hruşçov, yeniden sıçramak üzere bir süre için geriledi. Yine 1961 yılının Kasım ayındaki XXII. Parti Kongresi’nde yeniden saldırıya geçti. Stalin’in yasallığına karşı son ve en büyük saldırısına… Stalin’in olumlu yanından sözetmeyi tümüyle bıraktı, Kongre’den Molotov, Kaganoviç ve Malenkov’un Parti’den atılması isteminde bulundu. Hruşçov’un partideki konumu giderek zayıflıyordu. Politbüro üyelerince doğrudan eleştirilen Hruşçov sonunda yönetimden uzaklaştırıldı.

III

Brejniyev yönetimi Parti’nin Stalin konusundaki çizgisini kökten bir biçimde değiştirdi. Brejniyev Hruşçov dönemiyle tümden bir kopuşu amaçlamamakla birlikte, Parti’nin bir ölçüde eriyen prestijini restore etmeyi istiyordu. Bu amaçla, sistemik bir yapısı olmayan bir eleştiri biçemi geliştirildi, Parti ve Stalin özenle ayrıştırıldı, olumsuz olduğu düşünülen herşeyin Stalin’in kişisel eksiklerinden kaynaklandığı söylendi. Ancak bu tür bir yolla Stalin’in Parti’yle ayrıştırılması pek kolay değildi, çünkü doğrusunu söylemek gerekirse böylesi bir ayrıştırma gerçeğe hiç de uygun düşmüyordu. Sonuçta kuramsal bir sıçramayı bekleyen önemli politik sorunların açıklanışı kişilik tapınmasına indirgendi. Bunun kökeninde, konunun politik duyarlılığının büyüklüğünden kaynaklanan kaygıların bulunduğunu anlayabilmek pek zor değil. Brejniyev’in ilk yıllarında Stalin’in olumlu yanları giderek öne çıkarıldı, özellikle 1960’ların sonlarında olumsuz yanların sözünün ancak çok seyrek edildiği dengeci bir söyleme ulaşıldı. 12

Hruşçov ile Brejniyev arasındaki ana ayrımın genel olarak topluma güven sorununda düğümlendiğini düşünüyorum. Brejniyev ve yoldaşları, Hruşçov’un açılma politikasının sosyalizmden sapma gibi bir riski beslediğini düşündüler. Hruşçov’un genel olarak topluma güven vurgusunun yerini Brejniyev’in kadroların önemini vurgulayan, bir yönüyle elitist söylemi aldı. 13 Bununla birlikte, genel olarak topluma güven sorunu değişik biçimlerde çözümlenmeye çalışıldı. Sosyalizmin entegre etme yeteneğini geliştirmek amacıyla, Hruşçov’un “bütün halkın devleti”, “bütün halkın partisi” söylemleri, düzensizliğe yol açıcı boyutlarından arındırılarak korundu. Politik ve ideolojik literatürdeki “kendisini düzenleyen bir bütün olarak toplum” temasından, “politik örgütlenme ve devletin güçlenişi yoluyla düzenlenen toplum” temasına geçildi. 14 Ancak yine de, yukarıda söylediğim gibi yüksek bir politik entegrasyon düzeyini anlatan yaygın bir “bütün halkın devleti” vurgusu hep gözetildi.

Yukarıda söylediklerim bağlamında, Hruşçov’la birlikte başlayan ve Sovyet historiyografisinin sıyrılmayı başaramadığı bir metodolojik yanlışın, geçmişin artı ve eksilerden oluştuğu yaklaşımı olduğunu yinelemek istiyorum. Bu konuyu, Sovyet historiyografisi üzerine ileride yazacağım bir çalışmamda genişçe inceleyeceğim. Şimdilikse, yalnızca artılar ve eksiler yaklaşımının almaşığına değinmekle yetiniyorum.

Artılar ve eksiler yaklaşımının almaşığı, artı ve eksilerin, ana bir trendin çevresindeki dalgalanmalar olarak görüldüğü bir anlayıştır. Sovyetler Birliği ve Stalin bağlamında bu trend, toplumun politik ve ideolojik düzlemdeki ana yöneltisiydi. Öncünün uzun erimli sosyalist projesi, ana yöneltinin belirleyici değişkeni oluyordu. Sovyetler Birliği’ne ilişkin benimsediğimiz geleneksel sol tutumun özünü, yakın bir geçmişe değin bu ülkede politik ve ideolojik düzlemdeki ana yöneltinin sosyalist olduğu saptaması oluşturuyor. Bu tutum benimsendiğinde, kimi eksiler ya artıya ya da sıfıra dönüşüyor, kimi artıların ise gerçekte eksilerle aynı düzlemde bulunmadığı, çünkü ana sosyalist yöneltinin parçaları olduğu ortaya çıkıyor. Biz, bir örnek vermek gerekirse, “Stalin sosyalizmi kurmakla birlikte yanlışlar da yaptı” demiyoruz. “Stalin Sovyetler’de sosyalizmi kurdu” diyor, noktayı koyuyor, doğruları ve yanlışlarını ise başka bir düzlemde tartışıyoruz.

Artılar ve eksiler yaklaşımı, yapısı gereği, değişik dönemlerde değişik yönlere çekilebildi. Eksilerin aşırı bir biçimde öne çıkarılmasına karşı, bu yöntemin hiçbir içsel savunma mekanizması yoktur. Hruşçov’un Stalin’i aşamayışı derken anlatmaya çalıştığım şey, böylesi bir içsel savunma mekanizmasını ortaya çıkarabilecek bir kuramsal sıçrayışı gerçekleştiremeyişi. Böylesi bir kuramsal sıçrama, politik ve ideolojik açılardan bir sıçramanın da ön koşuluydu. İlki gelmeyince diğerleri de gelmedi. Büyük devrimci Stalin, Sovyet komünistlerinin taşıyamadığı bir ağır yüke dönüştü.

Brejniyev döneminde Hruşçov’un artılar eksiler yaklaşımına bir önemli katkısı oldu, aşağıda bunun sözünü etmem gerekiyor.

Brejniyev’in Stalin dönemine ilişkin açık bir tartışmaya girişmekten, konunun politik duyarlılığından kaygı duyarak kaçındığını belirtmiştim yukarıda. Brejniyev’in sakıngan tutumu, geçmişin politik çatışmalarının azımsanmasına, ve dolayısıyla Sovyet historiyografisinde genel bir durgunluğa yol açtı.

Geçmişin tartışmalı konularının incelenmesinde görülen zayıflık, geçmişin, somut koşullarıyla birlikte ele almamayışıyla atbaşı gidiyordu. 15 Geçmişe dönük bu çatışmasız vizyonla, bugünün idealize edilmesi arasında bir bağıntı da olmalı. Bugün idealize edildiğindeyse, gelecekteki gelişmelerin kaynağını oluşturan çelişkiler ortadan kalkıyor. Bu yaklaşım bağlamında, Sovyet bilimcileri geçmişe seçmeci bir biçimde yanaşmalarını sağlayan bir tür özbilinci, dolayısıyla da bir tür özdenetimi geliştirdiler. Geçmiş, ideal olan bir bugünün öncüsüne, bugün ulaşılan noktanın, elbette göreli azgelişmiş nüvelerini taşıyan birşeye indirgendi. Geçmişin bunun dışına düşen boyutları yersiz kimi ayrıntılara dönüştü. 16 Bu yaklaşım, bir yönüyle marksist kaygılardan doğan, ancak marksist olmayan bir yöntemdi.

Öte yandan, toplumsal devinim içinde ortaya çıkan çelişkilerin yeterince yoğunlaşıp çözümlendiği, Parti önderliğinde altüst oluşların yaşandığı ara kesitler, sosyalist gelişme sürecinin aşırı bunalımlı kopuşlarla gerçekleştiği bir görüntüyü ortaya çıkardı. Aşırı bunalımlı kopuşların çok sakıncalı bir boyutu, ideolojide büyük bir bunalımı doğurması, sosyalist ideolojinin kalıcı özellikler edinmesine olanak tanımayışıydı.

Yukarıda değindiğim sorunları kapsayıcı bir biçimde tartıştığımı öne sürmüyorum, ancak böylesi bir savın kaygısını taşıdığımı da söyleyemem. Burada yapmaya çalıştığım, Sovyet toprağındaki çözülüşün kökenlerine ilişkin ipuçlarını ortaya koymaktı. İleriye sürdüğüm tezlerin önemli ipuçlarını içerdiğini düşünüyorum.

Dipnotlar

  1. Yararlandığım başlıca çalışmalar, aşağıda kaynakçalarını verdiğim Breslauer (1980) ile Kozlov (1989) oldu. Kozlov (1989) geleneksel sol bir açıdan yazılmış çok yaratıcı bir çalışma, olanağı bulunanlara okumalarını öneririm. Belirli bir yazarın düşüncesini değişen ölçülerde benimsediğimde ya da belirli bir yazarla bağımsız bir biçimde benzer bir sonuca ulaştığımda, yazı içinde bir referans vererek bunu belirttim.
  2. G.W.Breslauer (1980), “Khruschev Reconsidered”, The Soviet University Press, New York, s. 54.
  3. Breslauer, 1980, s. 55.
  4. Breslauer, 1980, s. 59.
  5. V.A.Kozlov, 1989, “The Historian and Perestroika”, Soviet Review, 28, No. 2, s. 23.
  6. Breslauer, 1980, s. 56.
  7. S.F.Cohen (1982), “The Stalin Question since Stalin”, An End to Silence, Cohen S.F. (ed.) içinde, W.W. Norton (6) Company, New York, s. 32 – 33.
  8. S.F.Cohen (1985), Rethinking the Soviet Experience, Oxford University Press, New York, s. 107.
  9. Cohen, 1985, s. 115 – 116.
  10. Breslauer, 1980, s. 57.
  11. Breslauer, 1986, s. 56.
  12. Cohen, 1985, s. 117 – 122.
  13. Breslauer, 1980, s. 63.
  14. Breslauer, 1980, s. 64.
  15. Kozlov, 1989, s. 35.
  16. Kozlov, 1989, s. 35.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×