Sunuş

“Yeni bir oyun kuruluyor.”

Bütün büyük değişikliklerin öncesinde dile getirilmesi artık bir huy olan bu amentü devletlerin, büyük veya küçük aktörlerin geniş kitleleri “oyuna” ısındırma sözü olmuştur. “Ülkede, bölgede ve dünyada kartlar yeniden dağıtılırken gereken yapılmalıdır, bundan kaçış yoktur”…

Emperyal oyunların içerisinde kendine yer arayan her aktörün yaşadığı miyopluk fırsat ile risk arasındaki ince sınırın kolay seçilemez olmasıyla ilgili. Öte yandan, milyonları ölüme yollayan, yurtsuz ve ülkesiz bırakan heves basit bir göz kusurundan da kaynaklanmıyor.

Orta Doğu’da dengelerin, sınırların ve ittifakların değişeceği bir dönem açıldı. Sınırların değişmesi yalnızca yeni “ülkeciklerin” kurulması olarak algılanmamalı. Gözükmekte olan şey sermaye adına yürütülen ve farklı sermayedarların el sıkıştığı bir büyük “sermaye barışı”dır. Ancak unutulmamalı ki böyle bir “barış” ancak sahte bir barış olabilir. Bu bölgenin tarihi sermayenin şekil verdiği bir barışın emekçi halklara nasıl yeni felaketler getirdiğinin sayısız örneğiyle doludur.

Uzun süredir uygun uluslararası konjonktürü bekleyen “çözüm süreci” de bu dengeler değerlendirilmeden ele alınamaz.

Öyle ki sürecin başlangıcı tam da “kartların dağıtılmasına” uygun biçimde anlatıldı: Türkiye “Suriye’de hak ettiğini alıyordu”,  “İsrail ve ABD’ye karşı” inisiyatif alınıyordu, “Türkiye büyümezse küçülürdü”… 

Gerçekten de AKP iktidarı, ABD ve İngiltere tarafından bu sürece zorlandı. Ne var ki siyasi iktidarın ve Türkiye burjuvazisinin her bölgesel ve uluslararası gelişmede olduğu gibi bunda da ne “kazanılacağına” odaklanmaması imkansız.

Üstelik artık bütün aktörler aynı dili konuşmaya başlamış görünüyor. İşte “Kürt sorunu” da Yeni Osmanlıcılığın gölgesinde, Sünni İslamcılığın, tarikat ve aşiretlerin, Türk ve Kürt sermayesinin el sıkıştığı bir formülle hayata geçirilmeye çalışılıyor.

Gelenek’in bu sayısında bütün bu olan bitenin arka planına, tarihine, sınıfsal ve bölgesel dinamiklerine ışık tutmayı amaçladık.

Yeni Osmanlıcılığın gölgesinin düştüğü yerde bundan böyle tartışılan şey Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisi, sınırları ve geleceğidir.

165. sayının giriş yazısı, Aydemir Güler imzasıyla Ulusal Sorunda Güncelleme, ulusal sorunun abc’sine, TKP’nin Gelenek hareketinden beri benimsediği ve bugün doğrulanan pozisyonunun temel unsurlarına ayrıldı.

Ardından Anıl Çınar Türkiye’nin Sınırlarını Kim Belirliyor? yazısıyla bölgesel dinamiklere ve tarihsel boyuta ışık tutuyor, meselenin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve “sınır sorunu” ile bağını kuruyor.

Gülay Dinçel Türkiye Sermaye Sınıfının Bir Bileşeni Olarak Kürt Burjuvazisiyazısıyla Türkiye burjuvazisi içerisinde Kürt sermayesinin nereye oturduğuna odaklanıyor. 

Orhan Gökdemir Aşiret, Tarikat, Siyaset: İstanbul’dan Süleymaniye’ye Nakşi-Halidi Kardeşliği  yazısında şimdilik çok konuşulmayan ancak asıl önemli boyutuna odaklanıyor. Yeni Osmanlıcılığın gölgesindeki “çözüm süreci” aşiretlerin ve tarikatların aktör olduğu, Barzaniciliğin önemli bir yer kaplayacağı bir adımdı. Gökdemir bu ilişkilerin tarihine uzanıyor.

Özkan Öztaş’ın Siyaset, Ticaret ve Tarikat Üçgeninde Kürt Aşiretleri yazısıyla bu sayının kapanışını yapıyoruz. Öztaş Kürt aşiretlerine odaklanıyor, “aşiret şefliği”nden sermayedarlığa uzanan yolun nasıl açıldığına açıklık kazandırıyor.