Taşkömürü Gerçeği

Zonguldak Taşkömürü Havzası, 1848’li yıllardan bu yana ülke madenciliğinin kalbini oluşturmuştur. Taşkömürünün stratejik öneme sahip olması, ülke sanayisinin lokomotif sektörleri arasında yer alan demir-çelik ile enerjinin temel girdisi olmasından kaynaklanıyor. Demir-çelik sektöründe çalışan 1 kişi bu sektörle etkileşim içindeki diğer sektörlerde 20 kişinin istihdamını sağlamaktadır. 1 ton çelik üretimi için 0.5 ton kok kullanılmaktadır ve dünyadaki kullanılabilir taşkömürü rezervlerinin yüzde 17’si koklaşabilir (yüksek fırında kullanılabilmesi için taşkömürünün koklaşabilir olması gerekiyor) özellikte iken, Zonguldak havzasındaki taşkömürünün yüzde 70’i koklaşabilir niteliktedir. Dünya üzerindeki çok az sayıda kömür, yüksek fırın koku için gerekli olan özelliklere sahiptir. Zonguldak havzasının taşkömürleri, aranan koklaşma özelliklerine tek başına sahip olan sayılı kömürlerden biridir 1 .

Bunun yanı sıra dünya üzerindeki petrol ve doğalgaz rezervleri ile karşılaştırıldığında taşkömürü rezervlerinin ömrü çok daha uzundur. Bu veri bize gelecekte taşkömürünün enerji sektöründe birincil öneme sahip olabileceğini göstermektedir. Taşkömürüne verilen önemin, böylesi stratejik önemine karşın, aşağıda ayrıntılı olarak ortaya koyacağımız sebeplerden dolayı giderek azaldığı Tablo l’de görülmektedir.

Tablo 1: Türkiye İngiltere ve dünyada yıllara göre temel enerji kaynaklarının dağılımı 2 .

Tablo 1

Havzanın yakın geçmişine bakıldığında, sermayenin ekonomik gereksinme ve çıkarlarına paralel olarak uyguladığı politikalar nedeniyle yaşanan sorunlarla karşılaşılıyor. Bu soranlardan en önemlisi, bilinçli olarak, teknolojik gelişmeler için gerekli yatırımların yapılmamasıdır. Bu bilinçli politikalar aynı zamanda uluslararası tekelci sermayenin çıkarlarının (dayatmalarının) ürünüdür.

1970’li yıllarda başlayan krizle birlikte kapitalist sistem yeni arayışlara girdi. Bunun sonuçlarından biri krize neden olan aşırı sermaye birikimini ekonomik olarak bağımlı ülkelere aktarmak ve yine ikinci bir önlem de emekçi sınıfa açık bir saldırı olarak sömürü oranını daha da artırmak olmuştur. Bunun için de emek gücünün kendini yeniden üretebilmesi için gerekli tüketim mallarının ucuza temin edilmesi, yani emek gücünün değerinin düşürülmesi gereklidir. Bu tür malların emek gücünün ucuz olduğu ülkelerde üretimini sağlayıp ithal etmek uygun bir yol olmuştur. Böylece uluslararası işbölümünde az gelişmiş kapitalist ülkelerin payına düşen, üretimlerinin büyük bölümünü emperyalist-kapitalist ülkelere ihraç eden, işçi ücretlerinin düşük olduğu, her türden hakkın açık zor aygıtlarıyla gasp edildiği ihracata yönelik birikim modeli olmuştur. Türkiye de bundan nasibini almıştır. Kapitalizmin krizi, yaşanan döviz darboğazları ve kaynak sıkıntısı ile kendini gösterdi. Ardından da burjuvazinin müdahalesi, IMF ve Dünya Bankasının dayatmaları ile 24 Ocak kararları geldi.

Geçmişte Zonguldak havzasına yalnızca ucuz girdi temini açısından bakan sermaye, 1980’li yıllardan ve özellikle 1985’ten sonra, tam bir talancı zihniyet geliştirmiştir. 1985-1990 yılları arasında yatırımlar kamu kesiminin bütününde yüzde 77, madencilikte ise yüzde 76 oranında gerilemiştir 3 . Özelleştirme dalgasının maden işkolundaki en ağır darbesi taşkömürü madenciliğinde hissedilmiştir.

Kar eden KİT’lerin zarar eden KİT’ler haline getirilmesi özelleştirme saldırısını meşru kılmak için başvurulan bir yol olmuştur. Yıllarca temel ihtiyaç mallarının üretimi, doğal kaynakların üretime sokulması, ucuz yarı mamul ve hammadde sağlama gibi önemli işlevleri olan KİT’ler yeni yatırımların yapılmaması, yüksek faizlerle borçlandırma gibi politikalarla fiilen zarar eden kuruluşlar haline sokulmuştur.

1993 senesinde yapılan 2. Madencilik Şurası’nda hazırlanan bir raporda, “KİT’lerin özelleştirilmesi kamu hazinesine gelir sağlamak için bir araç olmamalı, tersine başlı başına amaç olmalıdır” şeklinde yaklaşımlar sergilenmiştir. Ardından 5 Nisan 1994’te hükümet tarafından sunulan Ekonomik Önlemler Paketinde, özel sektör tarafından talep olmadığı takdirde bazı ocakların üretimlerinin durdurulacağı belirtilerek, özelleştirmenin ötesinde kapatmaların gündeme gelebileceği söylenmiştir. Türkiye’de, 4.2 milyon ton civarındaki arz açığına rağmen, mevcut taşkömürü üretim kapasitesinin korunması ve artırılması yerine ocakların kapatılmasının gündeme gelebilmesi, sermaye düzeninin ne denli akıl-dışılaştığının bir göstergesi sayılmalıdır 4 .

Yukarıda da bahsedildiği gibi, koklaşabilir özelliğe sahip taşkömürü kullanımı gerektiren demir çelik sektörü, tüketimin sektörel dağılımında birinci sırada yer almasına karşın, 1975 yılından itibaren sürekli ithal taşkömürü kullanmıştır.

1975’den sonra bu sektör için gerekli taşkömürünün yaklaşık yüzde 30’u ABD’den ithal edilmiştir 5 .

1970’li yıllarda 4.6 milyon ton/yıl seviyesinde olan satılabilir kömür üretimi ve 55 bin çalışanı bulunan TTK’da yatırım yapılmaması, emekliliğe özendirme, yer üstü işçilerinin resmen emekli edilmeleri vb. politikalar sonucu 1990’larda fiili işçi sayısı yaklaşık 25 bine ve üretim miktarı 2.8 milyon tona düşürülmüştür.

Havzada kömürün ilk bulunduğu yıllardan beri üretim planlaması gerektiği gibi yapılmamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında millileştirme çalışmaları ile birlikte planlı bir üretimin hedeflenmesine karşın, kısa vadeli günlük planlar dışına çıkılamamıştır. Havza, plansız üretim nedeniyle, dağınık işletmelere sahiptir. Bakir sahalar yerine eski ocaklara ağırlık verilmesi kalitenin ve verimliliğin düşmesine neden olmuştur. Teknoloji oldukça eskidir. Örneğin, Türkiye’de maden ocaklarında en fazla 500 metre derinliğe kadar inilebilirken, dünyada 3 bin metre derinliğe sahip ocaklar bulunmaktadır. 1990’lı yıllarda Zonguldak ocaklarındaki verimlilik, 1930’lu yıllar Belçikası’nın benzer ocaklarındaki verimlilik düzeyi olan yaklaşık 700 kg/gün’ün altındadır. Avrupa’daki verimlilik ortalaması son yıllarda 10-12 ton/gün düzeyine ulaşmıştır 6 .

Ocaklarda planlamaya ilişkin uzman mühendis bulundurulmamakta ısrarlı olunmuş ve bu birimler “sürgün yeri” diye tabir edilerek, hükümetlerin istihdam politikalarına karşı olanlar ve deneyimsiz elemanlarla doldurulmuştur. Uzman eğitimine gereken önem verilmemiştir. Bu durum beraberinde bir dizi projenin yerli/yabancı özel mühendislik firmalarına peşkeş çekilmesini getirmiştir.

TTK, zararlarının bilinçli politikalarla büyük ölçüde yükseltilmesi nedeniyle sağlıksız bir küçülme politikası uygulayarak işçi sayısını yüzde 25 azaltmıştır. Tablo 2’de işçi sayısındaki üretim miktarına paralel düşüş görülmektedir.

Tablo 2: TTK’ya İlişkin Temel Görtergeler 7 .

Tablo 2

İşçi sayısını azaltmanın bahanesi ise, havzada emek yoğun teknoloji uygulandığı için, işçiliğin maliyetler içinde en büyük paya sahip olduğu iddiasıdır. Oysa ki yeraltı kömür madenciliğinin, maliyetlerinin yüksek olmasına karşın, taşıdığı yaşamsal önem nedeniyle tüm dünyada etkin bir biçimde desteklendiği görülmektedir. Tablo 3’de benzer jeolojik yapılara sahip ülkelerde işçiliğin toplam maliyet içindeki payları gösterilmiştir.

Tablo 3: Belçika, Fransa ve Türkiye’de (Taşkömürü sektöründe) toplam maliyet içerisinde işçiliğin payı 8 .

Tablo 3

Sermaye iktidarı işçilik maliyetlerinin yüksekliğini bahane ederek özelleştirmelerin önünü açmak istemektedir. Tablo 4’te 1994 verilerine göre maliyetler içerisinde işçiliğin yanı sıra finansal maliyetin oranını görmekteyiz. TTK’yı yüksek faizlerle borçlandırarak kurumu iflasın eşiğine getirmek, sermayenin özelleştirme politikalarını meşru kılabilmek için uyguladığı yöntemlerden biridir. Böylesi yüksek bir finansal maliyet oranının başka bir açıklaması olamaz.

Tablo 4: 1994 verilerine göre TTK’da maliyet tiplerinin oransal gösterimi 9 .

Tablo 4

Yıllarca politik baskılar sonucu işçilik oranları dengesizleştirilmiş ve havzayı yaşatabilecek tüm projelerde kilit rol oynayan özel beceri ve üretim birikimine sahip olması gereken “yeraltı işgücü” hep eksik bırakılmasına karşın “yerüstü işgücü” fazla olmuştur. Genel kural olarak, 3 yeraltı işçisine karşılık 1 yerüstü işçisi bulunması gerekirken, yerüstü işçilerinin oram yüzde 25’den yüzde 40’a çıkmıştır.

Tablo 5: TTK’da yıllara bağlı olarak yeraltı işgücü oranı dağılımı 10 .

Tablo 5

Gerekli yatırımları yapmaksızın, gerçekçi iyileştirme ve istihdam politikaları uygulamaksızın bazı işletmelerin kurum dışına alınması ve üretim hedeflerinin giderek küçültülmesi ile kapanmalara gidileceği açıktır. Nihayetinde sermayenin “yanlış” politikalarının faturası her zamanki gibi emekçilere ödetilmektedir.

Dünyada kömür madenciliği kaza, ölüm oranı ve meslek hastalığı açısından sek-törel bazda ilk sırada yer almaktadır. Gereken yatırımların hiçbir zaman yapılmaması nedeniyle Zonguldak havzasında da kömür kazısı son derece geri bir teknoloji uygulanarak yapılmaktadır. Buna “geri teknoloji” demek yanlış olacaktır… Ekmek uğruna emektar madenci hayatını ortaya koyarak yerin metrelerce altına kazma sallamaya inmektedir. Havza, tarihinin en büyük iki kazasını 1980’den sonra yaşamıştır. 1983 yılında Armutçuk Müessesesi ocaklarındaki kazada 103 işçi ve 1992 yılında Kozlu Müesssesi ocaklarındaki kazada da 263 işçi ölmüştür. Tablo 6’da, 1983-1993 yıllarında madencilik işkolunda günde 1’den fazla ölümlü iş kazasının gerçekleştiği ve bu kazaların yüzde 85’inin kömür madenciliğinde olduğu görülmektedir.

Tablo 6: Maden İşkolunda Ölümlü İş Kazaları 11 .

Tablo 6

1980’den sonra işçi sayısının ve üretimde kapasitesinin azalmasına karşın kaza adet ve tekrar payında büyük artış olmuştur 12 .

Kurumda çalışan işçilerin çok büyük bir bölümü az veya çok miktarda taş ve kömür tozuna maruz kalmaktadır. Kömürün çıkarılması ve nakliyesi esnasında solunan hava, yapılmayan yatırımlara bağlı olarak son derece geri teknolojili havalandırma sistemi nedeniyle, kömür ve taş tozu içermektedir. Sağlık muayenesi sonrası “az hastalıklı” tabir edilen işçi bir başka birime nakledilmekte ve yerine başka bir işçi getirilmektedir. Vahşi kapitalist düzenin çürümüşlüğünü, bu örnekteki insana ve emeğe verilmeyen değer bir kez daha kanıtlamaktadır.

Maden işçisi sermaye iktidarının “TTK zarar ediyor, ocakları kapatalım” tehdidini yıllardır hissederken, sendika ağaları işçi sınıfını satmaya, her fırsatta iktidarla uzlaşmaya devam etmektedir. Zonguldak’ta mantar gibi özel kömür ocakları bitmektedir. Bu ocaklarda işçiler sendikasız, sigortasız ve iş güvenliğinden yoksun şekilde çalıştırılmaktadır. Tablo 7, 1982-1992 verilerine göre kömür madenciliğindeki kazaların yüzde 80’inin özel kesimde olduğunu göstermektedir. Ayrıca, aynı miktarda kömüre karşılık gelen kaza sayısının özel kesimde TTK’ya oranla çok daha fazla olması dikkate değerdir.

Tablo 7: Kömür Madenciliği Ölümlü İş Kazaları ile Üretim İlişkisi 13 .

TTK

Tablo 7

ÖZELKESİM

Tablo 8

Sendika ağalarının özelleştirmeye karşı ciddi bir politikaları da, bu özel ocaklarda sınıfı örgütlemek gibi bir kaygıları da olmamıştır.

Kasım 90-Ocak 91 eylemleri ve Büyük Zonguldak Yürüyüşü emek-sermaye çelişkisini bir kez daha ortaya koymuş ve maden işçisini sermaye iktidarının korkulu rüyası haline getirmiştir. Yürüyüş boyunca çilekeş maden işçisi ocaklarını kapattırmayacağını burjuvaziye karşı açık biçimde sergilerken, uzlaşmacı sendika ağalarının oyununa bir daha gelmemesi gerektiği dersini de almıştır. Bir yandan sendika ağaları sınıf için siyaset üretmekten uzakken, diğer yandan siyasetin marksist sol tarafından sınıfa taşınmasının araçları yeterince geliştirilememiştir. Böylesi bir konjonktürde sınıfın kendiliğinden eylemlilikleri doğal olarak burjuva siyasetinin kulvarına akmıştır. Sınıf için siyaset yapmanın araçları geliştirilemediği, sürece eylemliliklerin burjuva siyasetine eklemlenmesinin önüne geçilemez. Burjuvazinin dayattığı özelleştirme politikalarına da sınıf perspektifi merkezli bakmamak mücadeleyi ekonomizme evriltir.

Yeni Dünya Düzeni safsatasıyla birlikte dayatılan özelleştirme politikaları, sadece maden sektörü için değil, tüm emekçiler için işyerlerinin kapanması, işsizlik, açlık ve sefalet demektir. Tüm bunlara ve çürümüş kapitalist düzene son verecek olan da yine işçi sınıfıdır.

 


Dipnotlar

  1. TMMOB Taşkömürü Raporu, Kasım 1994.
  2. DARTAN, M., “Privatisation in the UK and Turkey with particular reference to the Coal Sector”, University Of Marmara European Community Institute, May 1996, s. 140, 143, 166, 227, 233.
  3. İNCE C., “1994 Avrupa Topluluğu’nda Kömür Politikaları”, MTA Yayınları
  4. TTK İnceleme Kurulu Raporu, Şubat 1994.
  5. ARIOĞLU E., “Dışardan Alınan Taşkömürü Sorunu”, Cumhuriyet Gazetesi, Şubat 1984.
  6. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 13, İletisim Yay., 1. Baskı, 1996, s.883.
  7. age., s. 886.
  8. ARIOĞLU E.; Kömür Madenlerinin Kapatılması Üzerine, Cumhuriyet gazetesi, Kasım 1994.
  9. DARTAN M; age., s. 233.
  10. age., s. 227.
  11. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, s.883.
  12. Genel Maden-İş Dergisi, Haziran-Temmuz 1992.
  13. CDTA; age., s. 884.