TKP adayları anlatıyor: İşçi sınıfının adayıyım, kirli ittifakların değil
Türkiye Komünist Partisi tüm Türkiye’de yerel seçimlere giriyor.
Burjuva siyasetinde partilerin buharlaştığı, siyasetin kişiler üzerinden yapıldığı ve iç içe geçmişliğin had safhaya ulaştığı nesnellikte TKP’nin seçimlerde var olması ayrı bir önem taşıyor kuşkusuz.
TKP’nin yıllardır biriktirdiği seçim tecrübesinin en önemli yansımalarından biri olması beklenen 31 Mart seçimlerinin sonucu düzen siyasetinde de yeni gelişmelere yol açabilir.
TKP adaylarından başkentte Fatma Korur, İzmir’de Senem Doruk İnam, Samsun’da tütün işçilerinin ‘’Tekel Ablası’’ Belma Nur Kartal, başka bir belediyeciliğin, başka bir düzenin mümkün olacağını göstermeyi amaçlıyor.
Her dönüm noktası şüphesiz kendi hikayelerini doğuruyor. 31 Mart’ta, Nevşehir Hacıbektaş Belediye Başkan Adayı Ali Haydar Can Sümer de Türkiye sol tarihine yazılacak yeni bir hikayenin yollarını arayacak.
TKP’nin bu dört belediye başkan adayı seçimleri, çalışmalarını ve neden aday olduklarını Gelenek’e anlattı…
Belma Nur Kartal: Türkiye Komünist Partisi Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı adayıyım. 2008’de emekli oldum, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeniyim. Emeklilik sonrası soL’da 5 yıl köşe yazarlığı yaptım, aynı dönemde de yerel bir gazetede çalıştım. Halen soL’a kent haberlerini, işçi direnişlerine dair haberleri iletiyorum.
Samsun tütün kentiydi, tabii öncesi de var ama özellikle AKP’li yıllarda tütün işçilerine saldırılar daha çok yoğunlaştı. “Babalar gibi satarız.” diyerek gelenler, Samsun’da Azot, Bakır, Tekel, Sümerbank, Tigem, Şeker, Liman da dahil kamunun elindeki bütün fabrika ve işletmeleri satarken içindeki işçileri de sattı. Binlerce işçi Samsun’da kendini kapı önünde buldu. Bu kentin tarihi, işçi düşmanı patronlara karşı mücadelenin de tarihi bu yüzden.
Ben bir öğretmen çocuğuyum, annem 12 Eylül öncesi İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) Kadınların Sesi dergi sorumlusu, babam TKP’li öğretmenlerin oluşumu Birlik ve Dayanışma üyesi, ben de lise yıllarında İlerici Liseliler Derneği (İLD) üyesiydim.
Zaten politik bir hayatın içine gözümü açtım. Anneanne ve dedem tütün işçisi. Doğduğum mahalle bile Samsun’da tütün işçileri için yapılan İşçi Evleri’ydi. Sınıfın içinde gözümü açtım. Sonrasında Hakkari Beytüşşebap yılları… Orada halkın yaşadıklarına birebir tanık oldum. Samsun’da öğretmenlik yılları… Sendikacılık, Eğitim-Sen’de işyeri temsilciliklerinin yanı sıra üç dönem de yönetim kurullarında yer aldım. 2005’te de partiye örgütlenmiş oldum.
Samsun, tütün saldırısı demiştik, Ballıca Sigara Fabrikasının BAT’a satılması, özelleştirilmesi, işçilerin kapı önüne konması sürecince 1990’lı yıllardan itibaren sürekli TEKEL işçilerinin eylemlerinde buldum kendimi. Samsun’un en uzun soluklu direnişi TEKEL işçilerinin direnişiydi. Dolayısıyla TKP’de örgütlü, bu kentin insanı Belma’nın, o direnişlerde öğrendikleri var, onların bize aktardıkları var. O günlerde işçilerle birlikte yürüdük. O kadar güçlenmişti ki aramızdaki bağ, “TEKEL abla” dedi işçiler… Bugün de market işçilerinin “Makro abla”sı olduk. Market işçileri Samsun’da henüz toparlanmaya yeni başladığında soL muhabiri olarak temas kurmuştum. Tanıştığımız ilk gün demiştim, “Beni diğer muhabirlerle karıştırmayın, haberimi yapıp gitmeyeceğim, eylemlerinizin parçası olup birlikte direneceğiz.” Sonra eylem nasıl yapılır, sokağa nasıl çıkılır, TEKEL’den gelen deneyimle işçilerin nasıl örgütleneceği, nasıl bir araya geleceğini birlikte örgütledik. Onların örgütlenme, toparlanma sürecinde katkımız oldu. İşçilerin “Belma abla”sı olmak onur verici.
Fatma Korur: 1968 Ankara doğumluyum, bir oğlum var, mimarım, en büyük değerlerim derim evladım ve mesleğim, meslek odam. Örgütlülüğüm benim meslek odamla ciddi anlamda perçinleşmiş oldu. Öğrenciliğimden beri sürekli meslek odamın içerisindeyim. Kente dair en büyük mücadelemiz biliyorsunuz giden bir şahıstı. Onun belediyeciliği üzerinden insani değerleri taşıyan bir kentin olması gerektiği üzerine bir sürü yorumlarımız oluyordu. Bunun için sürekli sokaktaydık zaten, Ankara olsun başka şehirler olsun. Ankara’da yaşıyorum, çocukluğumun bir 9-10 yılı Adana’da geçti babamın işinden dolayı, sonra kaybettik, döndük. Kamuda çalışmadım, küçük bir mimarlık ofisim var, orada mimarlık hizmeti üretmeye çalışıyorum. Partiyi şöyle söyleyeyim, 51 yaşıma giriyorum bu sene, meslek odası örgütlülüğüm vardı ama bir partiyle bağım yoktu. Bununla birlikte; insana, kente bakış olarak hep sosyalist çerçevede ilkelerim vardı. 1,5 yıl önce partili arkadaşlarla tanıştık, yaklaşık 1 yıl oldu partiye üye oldum. Şeref duydum, gurur duydum, böyle bir görev verildi bana, elimizden geleni yapacağız diyorum.
Senem Doruk İnam: 29 yaşındayım, İzmirliyim, Ege Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme bölümü mezunuyum, yine Ege Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler bölümü yan dal programını bitirdim. Eğitim hayatımı 9 Eylül Üniversitesi Uluslarası İşletmecilik yüksek lisansı ile bitirmiş oldum. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi (NHKM) ‘nde Genel Koordinatörlük görevinde çalışıyorum, 18 yaşında TKP’ye üye oldum, o günden beri eşit ve özgür bir Türkiye ve dünya için mücadele etmeye çalışıyorum. Şimdi İzmir Büyükşehir Başkanlığı’na adayım.
Ali Haydar Can Sümer: 1983 Hacıbektaş doğumluyum, ODTÜ bilgisayar mühendisliği mezunuyum, 2007 yılında mezun oldum. O zamandan bu yana özel sektörde çeşitli projelerde çalışıyorum, bu süreçte de şimdi TKP’nin Hacıbektaş belediye başkanı adayıyım. Türkiye’de bir umut yaratabilme şiarıyla yola çıktım. Bunun için çalışıyoruz.
Belma: Dilerseniz ben Samsun’daki adaylığımın arka planını anlatarak başlayayım. Samsun’da aday olarak öne çıkışımızı açıklamak için önce kente bakmak gerekiyor. İşsizliğin çok yoğun olduğu bir kent… Kamunun elindeki Azot, Bakır, Tekel, Sümerbank, Tigem, Şeker, Liman da dahil bütün fabrika ve işletmeler satılmış durumda. Satışla birlikte tabii işsizlik de arttı. Samsun Mustafa Kemal’in kurtuluş mücadelesini başlattığı simge bir kent. Ama bu kent bugün işsizlik, yoksulluk, uyuşturucu, şiddet ve işçi kıyımlarıyla anılıyor. Üçüncü sayfa haberleriyle Adana’yla yarışıyoruz. Böyle bir tabloda “TKP’nin adayıyım” dediğimde beni bu kentte bilen eden insanlar, çok yerinde bir karar olarak değerlendirdiler. Şaşırmadı insanlar, “Neden sen?” ya da “Neden TKP?” sorusuyla karşılaşmadım. İttifak adaylarından birisi “Allah’ın izniyle Samsun’u uçuracağım”, diğeri “Samsun’u kucaklamaya geldim” diyor, hepsinin ortak özelliği yalan söylemeleri. Yıllardır sokağa atılan işçilere dair hiçbir önerileri yok. Uçuk kaçık projeler, vaatler…
Beni tanımayan biri “Siz kimin adayısınız?” diye sorunca, ‘’Ben işçi sınıfının adayıyım, kirli ittifakların değil’’ diyorum. Temsil ettiğim sınıf adına onur duyuyorum. Partimin bu sorumluluğa beni layık görmesi gurur verici.
Fatma: Ankaralı Fatma Korur, TKP’li Fatma Korur, insanlar niye seçsin beni, ben Ankara’ya ne yapabilirim, biz Ankara’ya ne yapabiliriz? Ankara bir başkent, geçmişine baktığında 7 kat medeniyetten oluşan bir kent. Ki Galatları herkes en son zanneder, henüz üçüncü medeniyettir, daha geride dört vardır, tarihi boyunca Ankara hep bir başkent olmuştur. Böyle ayrı bir misyonu var, özelliği var. Bir başkentin illa tonlarca projeye ihtiyacı olabilir ama bu diğer iki adayı kendimi feda ederek sabırla dinledim, dinlerken notlar aldım, ilkinde 6-7 sayfalık not aldım ikinci de ikinci sayfada bıraktım, zira aynı şeyler var. Bir başkentin projelere ihtiyacı olabilir ama ev sahibi olan Ankaralı emekçiler sokakta kaldırımda mutsuz, düşük yüzle yürüyorsa bu projelerin hiçbir hükmü yok demektir. Şurada şunu yapacağım burada bunu yapacağım demek yalnızca oy toplamaya çalışmaktır.
Ulaşımın ne demek olduğunu biliyorum, ayaklarımı kullanmaya çalışıyorum, yetemediği yerde minibüs otobüs toplu taşıma fazla kullanıyorum.Bir başkentte köyleri de dahil 7-24 kesintisiz ulaşım yoksa, bu olmayan ulaşım en pahalı ulaşımdır.
Belediye hizmetleri tamamen taşere edilmiş. Türkiye’nin en pahalı ve aynı zamanda en kirli suyunu Ankaralılar kullanıyor. Hayatımıza damacanalar girdi. Ne ara girdi? Çeşmeden su içmeyi unuttuk. Ayrıca Şehir Hastaneleri’yle başlayan bir süreç var Ankara’da. Ankara’da 6.30’dan önce toplu ulaşım başlamıyor. Geçenlerde hastaneye 12 yaşındaki çocuğuna sıra almak için bir kadın geldi. Sabah 07.45’te sıra bitmiş, ‘çıkıp gelemiyorum’ diyor, çünkü ‘vasıta yok’ diyor. Bu kadar içler acısı bir Ankara varken, silikon vadileri projelerinden yeşil bank projelerinden bahsetmek o kadar anlamsız ki…
Ankaralıların temel ihtiyaçlarını çözmeden bir adım daha artı bir şey yapmamak gerektiğini düşünüyorum. Ankara Büyükşehir Belediyesi dünyanın en borçlu belediyesi. Biz 10 yıllık mali bütçesini çıkarttık, çalışmaya başladık. Kâbus gibi giderler… Sadece makam giderlerini sıfıra indirdiğinizde dahi ulaşıma nefes aldırtıyorsunuz.
Belma: Aynı şekilde Samsun’da da bütün belediyeler borç batağında, işçilerin maaşları ödenemiyor, belediyenin elindeki arsalar satılarak işçilerin maaşları ödenmeye çalışılıyor. 31 Mart’tan sonra patlayacak büyük bir bomba var, hayatı geçiştirmeye çalışıyorlar.
Samsun’da İyi Parti ve CHP’nin adayı bir dönem CHP’de milletvekilliği yapmış olan Hayati Tekin. CHP yeniden milletvekili adayı göstermeyince Tekin, Antalya’daki bir toplantıda ‘partinin ağaları beni sattı’ gibi bir söylemle küstü partiye. O dönemde CHP’nin de desteğiyle İyi Parti’nin adayı oldu. Hayati Tekin bugün büyükşehir gibi devasa ölçekte bir şeyi yönetmeye kalkıyor. Aynı Hayati Tekin, geçen sene AKP’nin imar için sunduğu yasaya imza veren 8 milletvekilinden birisidir. İstanbul Kartal’da insanlar bu yasanın bedelini canlarıyla ödediler. Bu yasaya imza atan bir insana kenti nasıl teslim edebiliriz.
Fatma: Mülk satışından bahsettiniz ya, bu sistemdeki partiler özellikle bunu yapıyor, vatandaşlar bunu bilmiyor. Peki amaç ne? Yıl sonu hazırlanan mali bütçede zararı en azmış gibi göstermek. Gelir hanelerinde gayrimenkul satışları Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde tavan. Bunlar yazılı olanlar.
Senem: İzmir’e gelecek olursak, İzmir çok önemli ve tartışmalı bir kent. Siyasi olarak baktığımızda, cumhuriyetin değerlerinin, aydınlanmanın simgesi olarak gösterilen bir kent. Bununla ilişkili olarak bir o kadar da saldırıya açık bir atmosferi var şu an İzmir’in. Bir yanı bu, bir yanı da bu saldırının güncel zemininin sermayeye İzmir’in kapılarının tamamen açılmasıyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten büyük bir talan ve rant var ve baktığımızda belediyeler, büyükşehir belediyesi bu rantın ve sermayenin İzmir’e akışının öncüsü durumunda. Bu hangi partiden olduğunu değiştirmiyor şu anda. İzmir’de siyasi iktidar ile mutlak bir uzlaşmazlık olduğunu iddia eden belediyeler söz konusu rant paylaşımı olduğunda yine aynı iktidar ile pazarlık yarışına giriyorlar. Bu İzmir’de görünen bir konu değil. Örneğin bir alanın belediye lehine imara açılabilmesi için kentin göbeğine dikilen ya da dikilecek gökdelenlere itiraz edilmiyor. Bu ve bunun gibi bir çok örnek var. Bu nasıl iktidar karşıtlığı diye sorulabilir.
Yani gerçekten İzmir, Türkiye’de en fazla iç göç alan kentlerden bir tanesi, önemli bir akış var. Bu akışın en önemli nedeni, sermayenin İzmir’e bir yığınak yapması. Bir açıdan da insanların İzmir’i bir özgürlük kenti, bir aydınlanma kenti olarak görmesi, “kurtarılmış bölge” olarak görmesi ile ilgili. Bir yıl içerisinde İstanbul’dan İzmir’e göç eden binlerce beyaz yakalı olduğunu söyleyebiliriz. Burada önemli olan şey, İzmir’i koruyalım, İzmir güzel kalsın kolay yolculuğundan vazgeçilmesi. Eğer özgürlüğümüzü korumak, o rahatlığı korumak istiyorsak başka bir mücadele zeminini bizim İzmir’de gerçek hale getirmemiz lazım ve en önemlisi şunu bilmemiz lazım. Türkiye Komünist Partisi’nin İzmir’den aday çıkarmasının temel nedeni şudur; işçi sınıfı iktidarı olmadan, sosyalist bir türkiye kurulmadan İzmir, “Güzel İzmir” olarak kalamaz.
İzmir halkının da bu kolay yoldan çözüme dair bir refleks geliştirmesi lazım. “AKP gelmesin de şu parti gelsin” in İzmir’de güncel olarak bir karşılığı yok çünkü İzmir gitgide hem siyasi değerleri açısından hem kent yaşamı açısından hem İzmir’in güzelliği açısından kötüleşen bir kent. Bizim buna “dur” dememiz gerekiyor.
Bir diğer önemli başlıksa, benim de adaylığımla ilgili olan şey, İzmir’de kadınların kent yaşamında profil olarak önde olduğunu söyleyebiliriz ama bu da tehlike altında bugün. Sermayenin saldırısı dediğimiz şey aynı zamanda kadınların özgürlüğüne de bir saldırı hattı koyuyor. Dolayısıyla bizim İzmir’de bugün seçim sürecinde şunu ön plana koymamız gerekiyor: İzmir böyle kalmayacak, bunun ülkeyle, ülkenin bütünüyle ilişkisi var. O bütünlükten koptuğumuzda İzmir’i kurtarılmış bir alan gibi gördüğümüz her düzlemde kaybedecek İzmir halkı, bunu bizim bilmemiz gerekiyor ve buna dair bir güncel mücadele sistematiği geliştirmemiz gerekiyor.
Ali Haydar: Şimdi Samsun, Ankara ve İzmir’e bakınca, Hacıbektaş aslında bu şehirlerin bir mahallesi kadar bile olmayan bir yer ölçek olarak, çok ufak bir yerden bahsediyoruz, beş bin kişilik bir nüfusu var. Hacıbektaş çok ufak bir yer olsa bile simgelediği, ifade ettiği Türkiye ölçeğinde başka bir şey var, o da şu; Anadolu’daki aydınlanmacılığın, daha doğrusu Anadolu’daki insancıllığın bir merkezi aslında. Alevi inancına sahip milyonlarca insanın da öyle ya da böyle özellikle gönül bağıyla bir değer vererek bağlı olduğu bir yer. Bunun yanısıra tarihsel gelişimi içerisinde aslında son dönemde örnek veriyorum, Mahsuni, İlhan Selçuk, Turhan Selçuk, Fikret Otyam gibi sanatçıların, aydınların da orada gömülmeyi tercih ederek aslında o simgesel değerini güncellediği bir yerden bahsediyoruz.
Türkiye’de “muhalefet”in dağıldığı oranda Hacıbektaş da çözülmüş durumda. Sürekli geriye giderek çözülüyor. Burada temel nokta Hacıbektaş’ta fiziksel sorunlardan öte sosyal yapının çözülmeye uğraması. Bu tamamen Türkiye’deki muhalif diye tarif ettiğimiz o genel çevrenin çözülmesinin yönsüzlüğüyle de belirleniyor. Bu noktada aslında bizim, o uzun tarihsel çizgiyi moderniteyle güncellememiz ve ileriye taşımamız gerekiyor. Bunu yapabilecek tek parti TKP.
Küçük bir ölçekten bahsediyoruz, insanların yine Ovacık’taki örnekten dolayı sempatiyle yaklaştığı ve somutlayabildiği bir örnekten bahsediyoruz. Yani ‘’Ovacık’ta oluyorsa neden burada da olmasın’’ diyorlar. Küçük ölçekteki yerlerde bizim açımızdan böyle bir avantaj var. Bu bize bazı eşikleri çok hızlı atlatıyor. Ve aslında bu ölçeği örgütlemek, bu ölçeğe bir doğrultu, bir yön verebilmek bizim açımızdan kolay.
Belma: Biraz da yapacağımız seçim çalışmasından bahsedersek, bizim çalışmamız elbette diğer partilerden farklı olacak. Paranın saltanatı varsa halkın TKP’si var sloganı… Bir parçası aslında bunu kapsıyor. Düşünsenize yerel seçimler için Meclis’teki partiler devasa paralar alıyor. Ege’de bir seçim aracı gördük, garip uzay aracı gibi bir şey… Biz böyle bir gerçeklikle savaşacağız, para ve yalan halkın üstüne saldırırken biz o saldırının arasından bütün ekonomik güçlüklere rağmen elimizdeki bütün gücümüzle, her şeyimizle seferber olacağız. Ellerindeki tüm bu olanaklara rağmen paraya ve yalana kanmayan insanlar da var. “Bunlara mı oy vereceğiz? Sandığa gitmeyeceğim” diyenler var, “boykot” diyenler var ama adaylığımızı açıkladığımız andan itibaren “boykot” diyen insanlardan da “Oyumuz TKP’ye” mesajları aldım, bu çok değerli. AKP’li bir cami imamı, CHPli bir Alevi dedesi de buna dahil…
Bunca paranın, yalanın, kirin, her türlü şaibenin döndüğü bu yerel seçimlerde, ahırda seçmen kayıtlarının çıktığı bu kentte biz hem yalanlarla savaşacağız, hem de insanlara “Çaresiz ve seçeneksiz değilsiniz, buralarda biz varız. Bu kirli seçeneklere, yerel seçim adlı bu rant oyununa mahkum değilsiniz, karşınızda bir seçenek olarak biz varız” diyeceğiz. Şimdiden hiç tanımadığımız insanlar bize ulaşıyorlar, mahalle görevi almak istiyor, farklı illerden Samsun’da yaşayan yakınlarını arıyorlar. Elimde görüşme listem var, söz verdiğim insanlarla görüşeceğim. Samsun güzel bir sahil kenti. Bu kentin şehir planlamacılarının görüşlerinin alınmadığı bir kent yönetimi olabilir mi? Meslek odalarının tüm uyarılarına rağmen inadına kıyılar yağmaya açılabilir mi? Hem bize ulaşanlarla hem de bir kentin yönetiminde söz sahibi olması gereken herkesle görüşeceğim. Paranın saltanatına boyun eğmeyen herkesle…
Fatma: Aslında biz seçim çalışması değil de genel bir çalışmayı zaten yapıyoruz. Seçim olsun olmasın, haftanın iki günü pazar yeri çalışmaları, sokak çalışmaları, kapı gezmeleri yapıyoruz. Bu çalışmaları Boyun Eğme gazetesi aracılığıyla yapıyorduk.
Seçim gündemi yaklaşınca bu çalışmaların içeriğini seçime ilişkilendirmeye başladık. Bu çalışmalarda çok hoş geri dönüşler oluyor, Ankara’daki çalışmaların çoğu da böyle güzel çalışıyor.
Benim belki de mesleğimden kaynaklı, Ankara’nın hemen hemen her yerinde hangi profilde, hangi kültür yapısında insanlar olduğu konusunda biraz deneyimim var. Ve biz seçimden önce de ayda bir kez bir kahvaltı buluşması yaparız, daha önce görüştüklerimizi sürece dahil etme adına ev, ofis toplantıları düzenleriz ve her seferinde çoğalıyoruz. Bu çok önemli bizim için: Yüz yüze temas…
Ayrıca ön çalışmalar, masa başı çalışmalar ve istatistiki çalışmalar yapıyoruz. Çünkü önemli olan sosyalist belediyeciliğin nasıl olması gerektiğini, emekçiler için nasıl bir hizmet üretmek gerektiğini, 10 kişiye anlattığımızda bu değerlere 3 kişi inansın, bu bizim için ciddi bir kazanım. Ve bunu 10’da 10 yapmak tabi ki çok güzel olur.
Senem: İzmir’de biraz işimiz zor seçim çalışmaları açısından. İzmir’de şu an şöyle bir hava var sonuçta Türkiye’nin bütününde CHP’nin yarattığı o resim İzmir’de biraz tersine dönmüş oldu. CHP’ye kızgın ve küskün olanlar Tunç Soyer ismini beğendi. Bir yandan da “solcu” bir isim olarak lanse edilen bir kişi. Bizi zorlayacak bir isim, bunu kabul etmek lazım ama bir yandan da fazlaca olanağımızın olduğunu buraya eklememiz lazım. Çünkü İzmir’de biraz daha bizim yapacağımız şey şu şekilde ilerlemek zorunda, tabi ki oy isteyeceğiz TKP’ye, girmediğimiz mahalle, fabrika, pazar yeri kalmayacak. Ama biraz da anlatacağımız şey İzmir halkının kendisine bu düzenin bütününe olan karşıtlık olmak zorunda.
İlk başta söylemiştim; aydınlanmacı, cumhuriyetin değerlerinin kenti İzmir halkı kendisine solun kalesi olarak bakıyor ve Tunç Soyer’i de o solun kalesinin lideri ilan etmiş durumdalar. Bizim İzmir halkına solun değerlerinin ne olduğunu, ne anlama geldiğini anlatmamız gerekiyor. Solun değerleri dediğimizde ilk başta aklınıza gelen şeyler, sermayenin egemenliğine karşı durmak, kamuculuk, halkçı bir belediyecilik, sömürüye karşı durma, talana ve yağmaya karşı çıkma… Bunlar olmalı ama baktığımızda gerçeklikte bunların hiçbiri İzmir’de yerel yönetim anlayışında yok. Bir yandan da ülkenin bütününe dair hissettiği şeyi İzmir halkının, bizim değiştirmemiz lazım. Şu anda ciddi bir umutsuzluk söz konusu. O umutsuzluğun kendisi bu düzenin değişemeyeceğine dair olan inanç fakat bizim şunu anlatmamız lazım; insanca bir yaşamın, eşit ve özgür bir ülkenin kurulması bugünkü düzenin devamından daha kolay, bu düzenin çünkü çıkışı yok. Sürekli olarak bir çürümüşlük ve kötülük üreten bir düzen. Ve kötünün iyisine mahkum değiller, bunu bizim anlatmamız lazım, çok fazla insana anlatmamız lazım.
Ali Haydar: Şimdi, Hacıbektaş özelinde şöyle bir durum var, Hacıbektaş’ta genel olarak sol eğilimli, CHP ya da CHP çizgisindeki bağımsız adayların aldığı bir yerden bahsediyoruz. Hacıbektaş halkı, örgütsüz bir halk. Bu örgütsüzlük şöyle yansıyor seçim sürecine; insanlar hem halihazırdaki kasaba politikacılarından oldukça bıkkın ve onlardan kurtulmak istiyor, hem de bunun mümkün olmadığı düşünüyor. Aslında bu Türkiye ölçeğinde yaşanan sorunun küçük bir versiyonu. Hacıbektaş’ta “belirli isimler belirli oyları tutuyor” şeklinde işleyen bir mekanizma var. Ve bu mekanizmanın tam ortasında duranlar bile meselenin kendisinden şikayetçi olduğunu bir şekilde söylüyor. Bizim üstünde durduğumuz nokta, bunun kırılabileceği ve siyasetin bu şekilde yapılmak zorunda olmadığı yönünde. Bizim bir programımız, doğrultumuz var.
Hacıkbektaş’ta vurguladığımız iki husus var. Bir, buranın değişebilir bir yer olduğu, bu kasabanın içindeki ilişkilerin ve kasaba siyasetinin çok kolay dönüştürülebilir bir yer olduğu, ikincisi bunun örgütlü olarak hep beraber yapabilecek kapasitemizin var olduğu bilinci.