Türkiye Burjuvazisinin Yeni Nüfuz Alanları ve “İstikrar İhalesi”

ABD seçim sonuçlarının belli olduğu, ancak Barack Obama’nın henüz koltuğu devaralmadığı 2008 yılı sonunda, Büyük Ortadoğu Projesi’yle (BOP) ilgili peşpeşe yapılan iki açıklama Türkiye gündeminde yer buldu.

Bunlardan ilki, Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) eski Türkiye Masası Şefi Graham Fuller’in yaptığı “BOP felakete dönüştü” açıklamasıydı. “Ilımlı İslam” tabirinin mucidi olarak da bilinen Fuller, Bush döneminde Türkiye ve ABD çıkarlarının çatıştığını söylüyor; Türkiye’nin bu dönemde ABD planlarına dâhil olmayarak “idam fermanını imzalamaktan kurtulduğunu” vurguluyordu. Fuller, bekleneceği gibi Obama döneminde ABD’nin Ortadoğu siyasetinin önemli ölçüde değişeceğini vurguluyor, “Bence Türkiye için, kendisini, İran, Suriye, Rusya ve Filistin konularında çok zorlamayacağını tahmin ettiğim bir Obama yönetimiyle iyi ilişkiler geliştirmek daha kolay olacak” tespitinde bulunuyordu.1

BOP’a ilişkin ikinci açıklama, başından bu yana “örtük”, Nisan 2009’dan bu yana da “resmi” Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Ahmet Davutoğlu’ndan geldi. Fransız Le Monde gazetesinin 2008’in son günlerinde yaptığı bir röportajda konuşan Davutoğlu, “Başbakanlık Danışmanı” sıfatıyla yaptığı açıklamada “Büyük Ortadoğu Projesi çökmüştür” beyanında bulunuyordu. “Bölgesel sorunların çözümü için yeni bir yaklaşım gerekiyor” diyen Davutoğlu, “Tüm bölgesel oyuncuların sürecin bir parçası olduğunu hissedeceği kapsayıcı bir yaklaşım gerekliliğinin” altını çiziyordu. Davutoğlu, bu kapsamda “Hamas’ın ve diğerlerinin de kapsanması” gerekliliğine işaret ediyordu.

Müstakbel Başkan Obama’nın “kapsayıcı bir yaklaşım sözü verdiğini” belirten Davutoğlu, “Şer ekseni yerine istikrar ekseni gerekliliğinden” bahsediyor ve Afganistan’a da dikkat çekiyordu. “Afganistan’da Karzai ve Batı karşıtı tüm Afganlıların El Kaide üyesi olmadığını” savunan Davutoğlu, “Taliban, El Kaide gibi değil” diyerek de Taliban’la görüşülebileceğini ifade ediyordu.2

Gerek Fuller, gerekse de Davutoğlu, özetle, Türkiye’de hâkim AKP düzeni için yeni bir dönemin başladığını muştuluyorlardı. Tezkere reddi, çuval ve Hamas krizleri vb. başlıklarla anılan George Bush döneminin geride kaldığını vurgulayan bu açıklamalar, 2006’daki Lübnan kriziyle belirginleşen ABD’nin Ortadoğu politikasına ilişkin değişiklik ihtiyacının, Obama döneminde giderileceğini söylüyordu. Diğer bir deyişle George Bush’un, ABD’nin 2006’dan bu yana ihtiyaç duyduğu halde kıymetini anlayamadığı Ilımlı İslam’a Obama döneminde “gün doğmuştu” ve giderek bölgesel bir güç haline gelen AKP Türkiyesi bu ihtiyacı Obama döneminde tahvile dönüştürebilecekti.

Obama dönemi tahvile dönüşürken

Obama’nın başkanlık koltuğuna oturmasının üzerinden henüz bir ay geçmeden, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu ve özellikle de Filistin’de önemli yankı bulan “Davos çıkışı” gerçekleşti. ABD dış politika gündeminde en üst sıraya yükselen Afganistan-Pakistan gündeminde ise, ABD ordusu Davutoğlu’nun yukarıdaki açıklamasını harfiyen tekrarlayacaktı. Türkiye, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başkanlığında Nisan başında Afganistan-Pakistan-Türkiye üçlü zirvesi gerçekleştirdi. Obama’nın ziyaretinin hemen öncesine gelen toplantıda Türkiye adına, ABD’ye yönelik olarak “En yüksek düzeyde katkıya hazırız ancak Afganistan’da siyasi çözüm için ortak girişim başlatalım” kararı çıktı. Türkiye’nin Afganistan misyonu, Haziran ayında Ahmet Davutoğlu’nun kapsamlı Afganistan-Pakistan ziyaretiyle boyutlandı. Fethullah Gülen cemaati tarafından organize edilen ve her geçen yıl daha çok ulusal gündeme oturan Türkçe Olimpiyatları’nın 7’ncisi düzenlendi; yine cemaat tarafından aynı tarihlerde “Dünya Ticaret Köprüsü” organizasyonu gerçekleştirildi.

ABD’nin yeni başkanı Obama’nın ilk altı aylık iktidarında yaşanan yukarıdaki gelişmeler elbette başka örneklerle genişletilebilir; ancak salt yukarıdaki örneklerin bile işaret ettiği şey, ABD’de açılan yeni dönemle birlikte Türkiye sermaye sınıfının da boyut ve ölçüleri itibarıyla tarihsel bir uluslararası eklemlenme girişiminin içinde olduğudur.

AKP yanlısı, tasfiyeci-liberal yazarların “tıpkı Özal dönemindeki gibi” benzetmelerinin çok ötesinde olan bu girişimin tarihsel açıdan analizi, bu yazının sınırlarını aşmaktadır. Ancak, AKP Türkiye’sinin bu tarihsel açılımının maddi ipuçlarını arayan bu yazıda ele alınacak verilerin oturacağı çerçeveyi biraz olsun tanımlamak için, önsel olarak şu değerlendirmenin yapılması zorunludur: AKP iktidarıyla başlayan ve ana formasyonunu bu iktidarla kazanacağı anlaşılan bu açılım, kimi yönleriyle Soğuk Savaş’ın başlangıcıyla kıyaslanabilecek, hatta belli ölçülerde bunu aşan çapta bir uluslararası eklemlenme çabasıdır. Açılımın tarihsel niteliği ise, yalnızca Türkiye dış politikasının Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından içine düştüğü boşluk ve arayışı sona erdirecek olmasından kaynaklanmamaktadır; açılım, aynı zamanda “Genişletilmiş Ortadoğu”nun Sovyetler sonrası emperyalist yeniden yapılandırılmasıyla da çakışmakta ve bu projede başat görev üstlenme iradesini temsil etmektedir.

Siyasi tercihler ve yapısal nedenlerle İsrail, iç istikrar sorunlarıyla da Mısır’ın bu yeniden yapılanma sürecinin görece dışında seyretmesi, “sürekli ve sorunsuz” ilerleyen AKP iktidarını Genişletilmiş Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmasında öne çıkarmaktadır. 

Türkiye’nin 80 yıllık geleneksel dış politika kalıplarını kırmakta olan bu açılımın, Cumhuriyetin tasfiyesiyle paralel devam etmesiyse şaşırtıcı değil beklenen, hatta zorunlu bir olgudur.

Türkiye sermayesi Genişletilmiş Ortodoğu’ya nüfuz ederken

AKP iktidarıyla temsil edilen Türkiye sermayesi, yeni ve tarihsel bir girişimin içindedir. Bu tarihsel girişime ilişkin siyasi irade, AKP iktidarı tarafından atılan bir dizi somut siyasi adımla ortaya konmuştur. Öte yandan, Türkiye sermayesinin Genişletilmiş Ortadoğu açılımının ekonomik arka planı, söz konusu açılımın “konjonktürel” ya da “son döneme ilişkin” bir olgu olmadığını; özellikle ABD’nin Ortadoğu’da belirgin tıkanmalar yaşamaya başladığı 2005–2006 döneminden bu yana maddi bir sürekliliğe sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer bir deyişle, kendini defalarca kez “BOP’un Eşbaşkanı” ilan eden Başbakan Erdoğan, Bush yönetimiyle yıldızı barışmamakla birlikte bu misyon konusunda ciddi olduğunu göstermiş ve AKP iktidarında Türkiye sermayesi “BOP bölgesine” nüfuz etmiştir.

“BOP havzası” ya da “Genişletilmiş Ortadoğu” neresidir? Bush yönetimince ortaya atılan “Genişletilmiş Ortadoğu” kavramı, ilk çıkış alanının ötesine taşmış olup ve bugünkü kullanımı itibarıyla Arap Dünyası, Türkiye, İran, Afganistan, Pakistan, Kuzey ve Kuzeydoğu Afrika ve Kafkas ülkelerini içermektedir3.

Türkiye sermayesinin Genişletilmiş Ortadoğu’ya nüfuzunun en belirgin göstergesi, bu ülkelerle AKP’nin iktidar sürecinin tamamında, ama özellikle de 2005 sonrasında genişleyen ticaret hacmidir.

Türkiye sermayesinin Genişletilmiş Ortadoğu coğrafyasına nüfuzunun en belirgin göstergelerinden biri olan bölgesel ihracat rakamları, 2005 yılından itibaren her üç bölgesel kategoride de ivmelenerek artış göstermiştir. Artış, Yakın ve Ortadoğu ile İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) üyesi ülkelerde belirgin olup; her üç kategoride de genel ihracat artış rakamının çok üstünde bir yükselişe denk düşmektedir.

Diğer iki kategoriyle kesişime sahip olan İKT üyesi ülkelerin Türkiye’den çektikleri ihracat, yalnızca artış oranlarıyla değil, ulaştıkları nominal büyüklükle de dikkat çekmektedir. İKT üyesi ülkeler, 2003 yılında Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 15’ini çekerken, bu oran 2008 sonunda yüzde 25’e ulaşmıştır. Genişletilmiş Ortadoğu’ya yönelik açılımın, aynı zamanda Türkiye sermaye sınıfının pazar arayışlarına da cevap vermekte olduğu ortadadır.

Bölgesel nüfuzu açısından ikincil öneme sahip olan ve Genişletilmiş Ortadoğu ekonomisi düşünüldüğünde hammadde fiyatlarındaki dalgalanmalarla gölgelenebilen ithalat rakamları ise, ihracat kadar belirgin olmamakla birlikte genel eğilimi teyit etmektedir. “Yakın ve Ortadoğu” ile “İKT üyesi ülkeler” kategorisindeki artışlar, genel ithalat artışlarının üstünde olup, yine 2005 sonrasında bir ivmelenme göstermektedir.

İthalat ve ihracat rakamlarının toplamından oluşan ticaret hacmi verileri, Türkiye ve Genişletilmiş Ortadoğu arasındaki toplam ticaretin Türkiye’nin genel ticari genişlemesinin ötesinde bir artışa işaret ettiğini ortaya koymaktadır. Özellikle bölgeye yönelik Türkiye ihracatının gelişim süreci, nüfuz yönünde belirgin bir iradenin varlığını doğrulamaktadır.

Genişletilmiş Ortadoğu’ya nüfuz yönündeki iradenin varlığına ilişkin bir diğer veri de, Türk Hava Yolları’nın (THY) 2005’te aldığı kararla 2006 yılından itibaren açmaya başladığı dış hat seferleridir.

THY’nin mevcut 118 dış hat seferinin dörtte birine tekabül eden 30’u,  2006 ve sonrasında açılmış olup, bunların yarısından çoğu Genişletilmiş Ortadoğu bölgesine yöneliktir.

Türkiye’nin ihracatın ardından uluslararası alanda en önemli ulusal gelir kalemi olan inşaat ve müteahhitlik hizmetleri de, Genişletilmiş Ortadoğu bölgesine işaret etmektedir. Türk müteahhitlerin yurtdışında yüklendikleri iş hacminin 2002 yılındaki 1,7 milyar dolar seviyesinden, 2007 sonunda 20 milyar dolara, 2008 sonunda da 25 milyar dolara ulaşmıştır. Bu genişlemenin yönüne ilişkin Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’in Türkiye Müteahhitler Birliği’nin 2007 Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Ödül Töreni’nde yaptığı şu konuşma açıklayıcıdır:

“Hatırlayacaksınız sektörün yurtdışına açıldığı ilk pazar olan Libya ile 1996 yılından itibaren ilişkilerimiz bozulmuştur. 2003 yılına kadarki dönemde neredeyse bu ülkede yeni hiçbir proje alamamıştık. Libya’nın uluslararası toplumla ilişkileri o dönemde çok gergindi. Karar verdik ve sizlerle beraber, Başbakanımızın onayını aldıktan sonra bu ülkeye gittik. Daha sonraki dönemde Bakan düzeyinde karşılıklı ziyaretler düzenledik, en zorlu sorunlara el attık. Sonuçlar parlak oldu. Bu yılsonunda 1 yılda üstlendiğimiz işlerin tutarı 5 milyar ABD Dolarını geçmiş durumdadır. Libya Devletinin 43. yılını kutlayacağı 2009 yılına kadar daha çok sayıda projeler alacağımızdan ve bunları zamanında tamamlayacağımızdan şüphe duymuyorum.

Diğer bölgelerde de benzer sonuçlar alıyoruz. Rusya, Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve diğer BDT ülkelerinde 7,4 milyar ABD Doları; Cezayir, Fas, Sudan gibi Afrika ülkelerinde de 5,7 milyar ABD Doları; Katar, Suudi Arabistan, Ürdün gibi Ortadoğu ülkelerinde de 4,7 milyar ABD Doları civarında çok sayıda proje üstlendik.

Romanya ve İrlanda gibi Avrupa Birliği ülkelerinde üstlenilen projelerin toplam tutarı da 1,3 milyar ABD Dolarını aşmıştır.”4

İstanbul sermayesi TÜSİAD’a karşı her geçen gün yeni bir zafer ilan eden Fethullah Gülen cemaati mensubu patronlar örgütü TUSKON’un Afrika açılımı da önemsenmelidir. TUSKON tarafından ilk kez, emperyalizmin yeni bir Afrika çıkarması başlattığı yıl olan 2006’da “Türkiye-Afrika Ticaret Köprüsü” adıyla düzenlenen organizasyon, 250 milyon dolarlık bir ticaret hacmi yaratmıştı. 2008’de 3 milyar dolarlık bir hacme ulaşan organizasyon, 2009 başında Dünya Ticaret Köprüsü adı altında, yine Afrika ağırlıklı olarak düzenlendi ve 7 milyar dolarlık bir ticaret hacmi yarattı.

Türkiye sermayesinin “Anadolu Kaplanları” öncülüğünde gerçekleştirdiği Afrika çıkarmasının mevcut büyüklüğü henüz kaydadeğer olmaktan uzak olmakla birlikte; kaydettiği artış ivmesi, hükümetin ve cemaatin gösterdiği ve sürdürdüğü kararlı irade ve son olarak, bu iradenin kriz döneminde gösteriliyor olması, sermayenin geleceğe yönelik beklentilerini yansıtması bakımından önemlidir.

Son olarak, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “tüm kesimlerden” patronları kucaklayarak gerçekleştirdiği uluslararası gezilerden söz edilmelidir. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’yla birlikte (DEİK) 2 yıl içinde Ortadoğu ve Doğu ağırlıklı olmak üzere 45 uluslararası gezi düzenleyerek rekor kıran Gül, bu dönemde 2 bin patronu da yanında taşıdı. Son olarak 107 patronla birlikte Çin’e giden Abdullah Gül, “Tüccar Siyasetçi”nin ardından “Tüccar Cumhurbaşkanı” kavramını literatüre sokmuş olup, kendisine yönelik “Türkiye’nin CEO’su” yakıştırmasını haklı çıkarmaktadır.5

 AKP iktidarıyla temsil edilen Türkiye sermaye sınıfı, ABD’de başlayan yeni dönemin Ortadoğu politikasına yönelik ihtiyaçlarını kesine yakın bir netlikte tespit etmiş olup; bu döneme ilişkin hazırlıklarını henüz ihtiyacın ortaya çıktığı 2005-2006 döneminde başlatmıştır.

ABD’de Obama iktidarının başlamasıyla birlikte bölgesel iddiasını daha cüretli çıkışlarla dile getiren sermaye sınıfının, bu iddiasını kriz yılı olarak bilinen 2009’da yükseltmesi daha da anlamlıdır.

Türkiye sermaye sınıfının TUSKON-TÜSİAD ekseninde yaşadığı görülen çatışma görüntüsünün, AKP öncülüğünde girişilecek bölgesel açılımının hızıyla yerini uzlaşmaya bırakması beklenmesi gereken bir durumdur.

Sermaye sınıfının bu açılımına ilişkin esas sorun, bu ölçekte bir projeye Türkiye sermaye sınıfının boyunun yetip yetmeyeceğidir. Mevcut ekonomik kriz başta olmak üzere pek çok yapısal sorunun, Türkiye burjuvazisinin hareket alanını daraltması beklenmelidir. Ancak bu noktada, “istikrar” bir sihirli kavram olarak öne çıkmaktadır. Türkiye, AKP iktidarıyla birlikte adeta hiç bozulmamacasına istikrara kavuşmuştur. Bu istikrarın ulaştığı boyutu gözler önüne seren en güncel örnek Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün büyüme rakamları üzerine verdiği demeçtir. Ekonominin temel sektörlerini oluşturan ve krizde en çok daralan iki sektörün sorumlusu Bakan Ergün, 2009’un ilk çeyreğinde görülen ve Cumhuriyet tarihinin en yüksek ekonomik küçülme rakamı olan yüzde 13,8’lik küçülme karşısında “Bunlar geçmiş dönemin rakamları. Bu rakamlar geçmiştir” açıklamasında bulunabilmiştir.6 Bakan Ergün’ün açıklamayı yaptığı sırada kentsel işsizlik oranı resmi verilere bile yüzde 18 olarak yansımaktadır.

Bakan Ergün, dünya iktisat tarihi boyunca geçerli olmuş ve bundan sonra da olacak bir uygulamayı, büyüme rakamlarının (zorunlu olarak) gecikmeli açıklanması uygulamasını basitçe tekrarlarken, aslında kendi partisi iktidarında Türkiye’nin ne kadar istikrarlı bir ülke haline geldiğini vurgulamaktadır.

AKP iktidarı, emekçi sınıfların gericileşerek köleleşmesi pahasına sağlanan ve Türkiye’deki tecrübeyle sabit olan bu istikrarı, şimdi Ortadoğu’ya ihraç etme ihalesini emperyalizmden almaya çalışmaktadır.

Bu oyunu bozacak olanlar ise, bu ihalede gericileşerek köleleşmesi beklenenlerdir.

Dipnotlar

  1. “CIA eski yöneticisi Graham Fuller: Büyük Ortadoğu Projesi çöktü..”, http://www.nethaber.com/Dunya/81770/CIA-eski-yoneticisi-Graham-Fuller-Buyuk-Ortadogu, 05.07.2009
  2.  “Başbakan’ın danışmanı: Büyük Ortadoğu Projesi çöktü”, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=913287&Date=19.12.2008&CategoryID=78 05.07.2009 
  3. TMB Gündem, http://www.tmb.org.tr/arastirma_yayinlar/TMB_Gundem_2008.pdf, 05.07.2009 
  4. “THY Tarihçesi”, http://www.thy.com/tr-TR/corporate/about_us/history.aspx, 05.07.2009 
  5. “Abdullah Gül Türkiye’nin CEO’su oldu”, http://www.haber7.com/haber/20090626/Abdullah-Gul-Turkiyenin-CEOsu-oldu.php, 05.07.2009 
  6. “Meğer 12’den vurmuş!”, http://haber.sol.org.tr/mansetler/mansetsag/15881.html, 05.07.2009