Türkiye Komünist Hareketinde Az Bilinen bir Kaynak: Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası
Türkiye komünist hareketinin tarihine bakıldığında, temel olarak üç kaynak söz konusudur. Bunlardan biri 1920 yılında Bakü’de Türkiye Komünist Partisi’ni kuran ve partinin ilk kongresini gerçekleştirilmesine öncülük eden, Dünya Savaşı sırasında Rusya’ya gitmiş ve Sovyetler Rusyası’nın kuruluşuna birebir tanıklık etmiş olan Mustafa Suphi ve arkadaşlarıdır. İkinci bir kaynak, İstanbul’da savaş sonrasında, bazıları Almanya’dan dönen sosyalist aydınları çevresine toplamış olan, 1919 yılında kurulan Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi (TİÇSF) ve aynı çevrenin çıkardığı Kurtuluş ve Aydınlık dergileri içerisinde yer alan İstanbul Komünist Grubu’dur; Bu grubun lideri Mustafa Suphi’den sonra TKP’ye önderlik edecek olan Şefik Hüsnü’dür. Üçüncü kaynak ise, ulusal kurtuluş savaşı yıllarında ortaya çıkan Ankara merkezli Anadolu’daki komünist gruplardır. Bunlar, 1920 sonunda Ankara’da Meclis’teki bazı milletvekillerinin de katılımıyla, kısa sürecek bir deneyim olan, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nı (THİF) kurmuşlardır. Bu üç kaynak, 1920’de TKP’nin kuruluş kongresine bir şekilde gönderdikleri delegeler ile katılım sağlamış, dolayısıyla Bakü’de kurulan partide birleşmiştir.
Türkiye komünist hareketinin bu üç kaynağı arasında, hakkında en az yazılan ve tartışılan grubun, milli mücadele yıllarında Ankara’da faalliyet gösteren Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası olduğunu söyleyebiliriz. Son dönemlerde yayınlanmış olan bir kitap bu parti hakkındaki bilgi eksikliğini büyük ölçüde gidermiş gibi görünüyor: Türkiye sol hareketlerinin tarihi hakkındaki çalışmalarıyla tanınan Mete Tunçay ve Erden Akbulut’un ilk olarak 2007 yılında yayınlanmış olan Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923) adlı çalışması.
Kitap THİF üzerine analizler içeren bir çalışma olmaktan çok parti hakkındaki çok sayıdaki belgenin derlenmesinden oluşuyor. Partinin programı ve bildirileri, konferans metinleri gibi belgelerin yanı sıra, özellikle Komintern arşivinde yer alan, parti ve üyeleri ile ilgili çok sayıda raporu, özel yazışmaları ve hatıratı içeriyor. Bu anlamda söz konusu çalışma, THİF’yi Türkiye komünist hareketi içerisindeki yerine oturtmak, partinin 1920’ler Türkiye’sindeki etkisini anlamak ve değerlendirmek açısından kapsamlı bilgileri barındırıyor. Yazarlarının kendilerinin de belirttiği gibi, çok sayıda belgeyi bir araya getiren kitap, okunması zor bir çalışma, ancak Türkiye komünist hareketinin tarihi açısından değerli bilgiler sunuyor.
Bu yazıda, söz konusu kitaptaki belgelerden yola çıkarak, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın Türkiye komünist hareketindeki yeri konusunda bir giriş yapmaya çalışacağız.
THİF, milli mücadele Ankarası’nda İttihatçı-Kemalist ana damardan farklı, emperyalizme karşı mücadele ve Sovyetler Birliği’ne ve Bolşeviklere duyulan hayranlıkta birleşen iki dinamiği bir araya getirmiş gibi görünüyor: Anadolu’da yeni ortaya çıkan deneyimsiz komünistler ile Yeşil Ordu ve Halk Zümresi çizgisinden gelen Bolşevik sempatizanı halkçı kanat.
Partinin kurucularından ve Anadolu’da yetişen ilk komünistlerden Salih Hacıoğlu, 1922 yılında Komintern’e yazdığı raporda partinin kuruluşunu şu şekilde anlatıyor:
“1920 senesi Haziranında, bidayette Yeşil Ordu teşkilatına zahiri bir irtibatla bağlı olarak, teşekkül eden Türkiye Komünist Partisi bidayet-i teşekkülünden bir buçuk ay sonra Yeşil Ordu ile rabıtasını tamamen kat’ ve bir merkez-i umumi teşkil ederek işe başladı. Ankara’da genç münevverler, küçük rütbeli zabitler, küçük memurlar, şehir işçileri, küçük esnaflar ve dekovil işçilerinden iki yüz elli üç yüz kadar aza kayd olundu.” (124)1
Arapça kökenli “İştirakiyun” sözcüğü o dönemde “Komünist” nitelemesinin karşılığı olarak kullanılıyordu. Partinin adında “halk” sözcüğünün neden kullanılmış olduğu ise yine partinin Komintern için hazırladığı bir raporda, “Meclis’teki halkçı milletvekillerini kaybetmemek” gerekçesi ile açıklanıyor. Bu sözcüğün partinin adına eklenmiş olmasının bir diğer gerekçesi de partinin resmi TKP’den ayırt edilebilmesi olarak belirtiliyor. Ancak parti kurucuları, komünist bir partinin “halkçı” nitelendirmesini kullanmasının farklı stratejik yönelimleri çağrıştırabileceğinin ve bu sözcüğün kullanımının “pek hoş olmadığının” da farkında olduklarının altını çiziyorlar ve de bu sözün kullanımının “Osmanlı Türklerinin dilinde daha çok ‘proleter’ terimine uygun düştüğü” notunu düşmeyi ihmal etmiyorlar. (154)
Partinin merkez yönetiminde yer alan Salih Hacıoğlu, Ziynetullah Nevşirvanov, Cemile Nevşirvenova, Fatma Hacıoğlu gibi isimlerin partinin komünist kanadını; Nâzım Bey ve Şeyh Servet gibi isimlerin de partinin Halk Zümresi kanadını temsil ettikleri anlaşılıyor. Komünistler ve halkçıların oluşturdukları bu birliktelik, 1921 başındaki ilk tutuklamalara kadar sorunsuz bir şekilde devam etmiş görünüyor. Ancak tutuklananların afla serbest bırakılmaları sonrasında, 1922 yılında yeniden faaliyete geçildiğinde iki kanat arasındaki sürtüşmelerin de süreklileştiğini görüyoruz. Salih Hacıoğlu, 1921’deki tutuklamalar sonrasında partinin kendisinin faaliyetlerine son vermesinden Nâzım ve Şükrü Beyleri sorumlu tutuyor (143).
THİF’nin dönemi açısından en ileri yanlarından biri, kadınların da parti yönetiminde yer almasıdır. Merkez Komitesinde, iki kadın, Cemile Nevşirvanova ve Fatma Hacıoğlu görev almıştır. Partinin, Aralık 1920’de ilk gerçekleştirdiği konferans da “Komünizm ve Kadınlar” konusundadır. (157) Bu konferansın Ankara’da o günlerde hakim olan “tutucu Türk erkekleri” tarafından iyi karşılanmadığı anlaşılıyor. Ancak, bu koşullara rağmen, partinin öncelikli olarak kadınlar konusunda bir konferans yapmayı seçmesi, ilerici karakterinin de bir göstergesi olarak yorumlanmalı. Kitaptaki raporlardan birinde yer alan iddialardan biri ise halkçı kanadın, kadınların partide fazla görünür olmasını, tepki çekeceği gerekçesiyle istemediği yönünde (180). Ayrıca bir diğer iddia, yine Nâzım Bey, Mehmet Şükrü Bey gibi halkçıların Komintern’in komünist partiler için belirlediği 21 şartı kabul etmek istemedikleri şeklindedir. (195)
Tokat Milletvekili Nâzım Bey’in gerçek anlamıyla bir komünist olmadığı açıktır. Ancak kendisi Sovyet yetkililer tarafından da “parti içinde olağanüstü etkisi olan, parti dışında çok büyük bir saygınlığa sahip dürüst bir adam” olarak tanımlanıyor. Nâzım Bey, 1920 Eylül’ünde, Mustafa Kemal’in muhalefetine rağmen, Meclis’te en yüksek oyu olarak Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) seçilmiş ancak Kemalistlerin kendisini bu görevde istememesi nedeniyle istifaya zorlanmıştır. Bolşevik Devrimi’nin Doğu halkları üzerinde yarattığı etkinin de bir yansıması olarak, Bolşevikliğin İslam ile uyumlu olduğu savı üzerine kurulan gizli bir örgüt, Yeşil Ordu’nun kurucularından biridir. Yeşil Ordu’dan gelme bir diğer THİF kurucusu Şeyh Servet’tir. Şeyh Servet de yine Bolşevik Devrimi’nin doğu halkları için bir kurtuluş olacağı inancı ile komünistleri destekleyen bir din adamıdır. Anadolu’da, İslam’ın komünizm ile uyumlu olduğunu anlatan pek çok konuşma yapmış ve iddialara göre kitleler üzerinde etkili de olmuştur. Ancak bu isimleri komünist olarak adlandırmaktansa, emperyalizme karşı mücadelenin radikalleştirdiği halkçılar olarak nitelemek çok daha doğru olacaktır.
THİF’nin gerçek anlamda komünist liderlerinden biri Salih Hacıoğlu’dur. Kendisi, veterinerlik okumuş, dolayısıyla Batı tipi bir eğitim almış, Birinci Dünya Savaşı’nda çeşitli cephelerde savaşmış ve binbaşılığa kadar yükselmiştir. Komünist hareketle tanışması, 1920 yazında Sovyet temsilcisi Şerif Manatov’un bolşeviklikle ilgili verdiği konferanslar sonucu gerçekleşir.
Milli mücadele yıllarında Anadolu’da yetişen komünistlerin bir şekilde Anadolu’daki Sovyet temsilcileri ile girdikleri temas sonucu komünistleştiklerini söyleyebiliriz. Dolayısıyla, Anadolu’daki komünistler, doğrudan Bolşevik Devrimi’nin bir sonucu ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde THİF’yi de var eden 1917’de Rusya da doğan “Yeni Hayat”ın etkisidir. Görüldüğü kadarıyla, THİF kuruluşundan itibaren Ankara’daki Sovyetler Elçiliği ile doğrudan temas halindedir.
1920 yılında, Anadolu’daki komünistlerin ve dolayısıyla THİF’nin en önemli eksikliklerinden bir tanesi yetişmiş kadrodur. Bolşevik Devrimi ve Sovyetler sempatisi üzerinden komünistleşen bu deneyimsiz kadrolar, marksist-leninist birikim açısından çok yetersizdir. Siyasetle ilişkileri daha çok gündelik mücadele üzerinden kurulmaktadır. Bu nedenle Kemalistler, İttihatçılar ya da halkçılar gibi güçlü siyasi unsurlarla kurulan ilişki çoğunlukla sorunlu bir hal alabilmekte, ve kadrolar arasında saf değiştirme sıklıkla yaşanabilmektedir. Bir Sovyet temsilcisi, kadroların bu formasyon sorununu şu şekilde ifade etmiştir:
“Türkiye komünist hareketinin gelecekle ilgili perspektiflerine kısaca değinirken, henüz savaşta çelikleşmemiş genç Türk komünistlerinin belli bir tasasızlık, çocuksu, çok kararsız ve ikircimli yanına bir kez daha işaret ederek belirtmeliyim ki, onlar Anadolu’da gericilik dalgasından sonra mutlaka ve yakın bir zamanda yeniden örgütlenmeyi, saflarını sıklaştırmayı, her renkten Halkçılar gibi kendilerine yakın, ama yine de yabancı dervrimci unsurlardan arınmayı başaracaklar ve çalışmalarına devam edeceklerdir.
Türkiye komünist hareketini; temel güç birikimi, örgüt hücrelerini ve Türkiye’de henüz eksik olan ve yığınların henüz yükseltemediği kendi fikirsel öncü kadrosunu yaratıp teşkilâtlandırmayı gerektiren uzun bir süreç bekliyor. Bu öncü kadronun Sovyet Rusya tarafından suni olarak sera ortamında yetiştirilmesi eninde sonunda yeni yenilgilere sebep olarak yalnız zarar verecektir.” (160)
Bakü’den Anadolu’ya gelmek üzere yola çıkan Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı, 1921 Ocak’ında Trabzon’da katledildikleri sırada, Ankara’da da THİF üyelerine karşı bir tutuklama saldırısı başlar. Önce Salih Hacıoğlu ve Ziynetullah Nevşirvanov gibi komünist kanattan parti üyeleri tutuklanır ardından, partinin Meclis’teki milletvekilleri Tokat Mebusu Nâzım Bey, Bursa Mebusu Şeyh Servet ve Karahisar Mebusu Mehmet Şükrü Beyler dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklanırlar. Gerekçe, bir süre önce patlak veren Çerkez Ethem isyanına partinin de destek olduğu gibi asılsız bir iddiadır. THİF üyeleri Mayıs 1921’de Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanırlar ve hepsi, en az 15 yıl kürek cezası olmak üzere, ağır cezalara çarptırılırlar. Davanın ironik yanlarından biri THİF üyelerini yargılayan hakimlerin Mustafa Kemal’in kurdurttuğu resmi TKF üyeleri olmasıdır (167-169). Anlaşılacağı üzere, Ankara’daki ulusalcı ve kemalistlerin istedikleri gibi kullanabilecekleri resmi bir komünist partisi kurma projeleri çökmüş, Anadolu’da Bolşevik Devrimi’ne duydukları sempati üzerinden komünistleşen ve samimi halkçıları da kendi yanına çeken gerçek bir komünist damarın yaratma ihtimali olan tehlikeler göze alınamamıştır. Burada, endişe yaratanın komünistlerin 1920 Anadolusu’ndaki gerçek gücünden çok, Sovyetler’de kurulan yeni dünyanın yarattığı çekim gücü olduğunu söyleyebiliriz.
1921 sonunda çıkarılan af ile THİF üyeleri serbest bırakılmış ve bir süre sonra faaliyetlerine kaldıkları yerden devam etmişlerdir. 1922 Mart ayında parti yeniden kurulmuştur. 1922 yılında THİF kitlesel bir örgütlenmenin oldukça uzağındadır. Bunda, işçilerin belediye hizmetleri ile sınırlı olduğu Ankara nüfusunun çoğunluğunu devlet görevlisi, asker ve aydınların oluşturmasının da payı olmalıdır. Bir Sovyet yetkilisinin de partiye dönük eleştirisi, partide aydınların çoğunlukta olması ve yeterince işçi ve köylünün örgütlenememiş olmasıdır (215). Ancak 1922 Haziran’ında Ankara ve Kırşehir’deki birtakım sosyalist grupların partiye katıldığını görüyoruz. Bunlar, üçte ikisi demiryolu ve matbaa işçilerinden oluşan 150’den fazla kişidir (223).
THİF’nin Birinci (ve tek) kongresi 1922 Ağustos’unda Ankara’da toplanır (Bazı kaynaklarda bu, TKP’nin ikinci kongresi olarak geçmektedir). Kongre Ankara Hükümeti tarafından yasaklandığından gizlice toplanmıştır. Kongreye sunulan parti programı tasarısında şu satırlar yer alıyordu:
“Yeni yeni palazlanan ulusal Türk burjuvazisi, henüz kapitalist tröstlerin etkisine girmediği için, kendi sınıf çıkarları doğrultusunda ülkenin kurtuluşu için savaşmaktadır. Fakat bu sınıf, kendi temel amacına ulaşır ulaşmaz, kaçınılmaz olarak objektif bir devrimci güçten gerici bir güce dönüşecek ve kapitalist Avrupa’yla kolaylıkla işbirliğine gidecektir. Türkiye’nin direnişi, dünya kapitalizminin Doğu’da yeniden güç kazanmasını engelleyecek olan uluslararası proletaryanın zaferine yardım edecektir.” (254)
Parti programı, Sovyet örgütlenmesinin ve devlet yapısının tarif edildiği bir anlamda sosyalist iktidar programı maddeleri içerirken, bir yandan da günlük mücadeledeki talepleri içermektedir. Örneğin “İktidarın örgütlenmesi bütün vatandaşların seçimiyle, taşrada şura (sovyet) sistemi ve merkezde Yüksek Milli Meclis biçiminde olmalıdır” maddesinin yanı sıra “Parti, saltanatın kaldırılmasından yanadır, bunun için mücadele edecektir. Gerici eğilimde oldukları için Pan-İslamizm ve Pan-Türkizme karşı da savaşacaktır” gibi maddeler yer almaktadır. Parti programında, kadınlara eşit oy hakkı gibi siyasal haklarının tanınması, ordunun ülkenin siyasi yaşamına katılma hakkı, eşit ve zorunlı eğitim, ücretsiz sağlık hizmeti ile ilgili maddeler de vardır. Parti programı, Türkiye’de o dönemde nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan köylülerin ekonomik hakları ile ilgili (iltizam sisteminin kaldırılması, yoksul köylüye toprak, tarım aracı ve hayvan verilmesi gibi) pek çok madde içermektedir. Bununla birlikte programda asıl ağırlığın işçilere verildiği görülüyor. Programın önemli bir bölümü, 8 saatlik iş gününden grev ve işçi bayramlarının tanınmasına, işçi sınıfının ekonomik ve hak mücadelesine ayrılmış (254-257).
Öte yandan, programda yer alan partinin uluslararası plandaki talepleri, “Türkiye’deki ulusal-devrimci hareket için tehlikeli olmayan İsveç, Almanya ve Macaristan gibi emperyalist karakter taşımayan Batılı kapitalist ekonomik ülkelerle ekonomik anlaşmalar imzalanması olanaklarının araştırılması” gibi son derece güncel ve Sovyetler Birliği’nin de yönelimleriyle uyumlu stratejik maddelerden ibarettir (254).
Kongreden kısa bir süre sonra, 1922 Ağustos’unda Ankara hükümeti THİF’yi kapatma kararı alır (300). Ekim ayında yeniden parti üyelerinin bir kısmı tutuklanır. Salih Hacıoğlu ve bazı parti üyeleri ise Moskova’ya kaçmayı başarır. Bu tarihten itibaren THİF içerisindeki komünistler yollarına artık gizli TKP’nin üyeleri olarak devam edecektir.
Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, görüldüğü kadarıyla, bir komünist parti için oldukça yetersiz bir teorik donanıma sahip, komünist mücadele, sosyalist iktidar, marksizm-leninizm gibi başlıklarda son derece yetersiz, deneyimsiz ve bilgisiz bir kadro birikimine sahip bir parti olmuştur. Parti, yukarıda da ifade edildiği gibi, Bolşevik Devrimi ve Sovyetler deneyimi ile birebir temas ile (Ankara’daki Sovyet temsilcileri aracılığıyla) komünistleşen bir grup deneyimsiz ancak cesur ve mücadeleci insanın omuzları üzerinden yükselmiştir. Partinin özgün yanlarından biri, yine aynı koşullarda solculaşan ve kurtuluşu Sovyet deneyimini izlemekte gören, Nâzım Bey’in başını çektiği Ankara’daki bir grup etkili milletvekilini bünyesine katmış olmasıdır. Denebilir ki, belki de komünist hareketin Türkiye’de daha birikimli, daha köklü ve işçi sınıfı içerisinde daha örgütlü olduğu bir dönemde gerçekleşmiş olsa, THİF gibi bir deneyiminin en sonunda “maceracılık” olarak görülmenin çok daha ötesinde etkili sonuçları olabilirdi.2
Dipnotlar
- Parantez içindeki numaralar yazıda bahsedilen kitap sayfalarına gönderme yapmaktadır. Akbulut, Erden ve Tunçay, Mete. Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923), Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, 2007.
- Şefik Hüsnü, partinin kapatılmasından birkaç yıl sonra, THİF’nin 1922 yazındaki faaliyetlerini “insanı isyan ettirici bir maceracılık” olarak nitelendirmiştir. (476)