Türkiye’de Enflasyon Neden Düşmüyor?

1970 sonrası dönemde % 140’lara kadar ulaşan yüksek enflasyon döneminin ardından, 2000’lerin başında enflasyonda tek haneli seviyelere geri dönüldü. Enflasyon uzun bir süredir “canavar” olarak tanımlanmıyor ama, gelinen nokta bir başarı olmaktan çok uzak. Dünya’da ortalama enflasyon %3,5’un altına gerilemişken Türkiye geçtiğimiz yılı %8,8 seviyesinde kapattı. Bu yazıda Türkiye’nin neden halen yüksek enflasyondan kurtulamadığı, sermaye sınıfının ve iktidarın bundaki rolü ve yüksek enflasyonun emekçi halkı nasıl etkilediği ele alınıyor.

Neden önemli?

Enflasyonun, bireysel olarak bizlerin satın alma gücünde düşüşe yol açtığını günlük hayatımızda zaten hissediyoruz. Gelenek’in önceki sayısında bununla ilgili çarpıcı bir örneğe yer verilmişti.1 CarrefourSA’nın genel müdürü verdiği bir röportajda perakende sektöründe ciroların arttığını ama tüketicilerin sepetlerinin küçüldüğünü söylüyordu.

Ancak bunun dışında, yüksek enflasyon, ekonominin ve toplumun tamamı açısında da ciddi sorunlara yol açıyor. Öncelikle enflasyonist bir ortamda tasarruf edebilme şansına sahip kesimler (reel faiz, döviz, altın ya da gayrimenkul benzeri yollarla) kendilerini enflasyonun zararlı etkilerinden koruyabilirken; toplumun gelir düzeyi düşük kesimi bu imkâna sahip olmadığından; gelir dağılımı giderek daha da fazla bozuluyor. Firmaların gelecek için maliyet/fiyat belirsizliği karşısında yatırım ve üretim yapmak yerine finansal kazanç elde etmeyi tercih ediyor olması, ekonomik büyümeyi ve dolayısıyla işgücü piyasasını olumsuz etkiliyor. Ayrıca üretim girdi maliyetlerindeki sürekli artış, ihracat yapan firmaların uluslararası rekabet gücünü azaltıyor. Bu da ülkeye döviz girişinin azalmasına ve cari açığın artışına neden oluyor.

Tek haneli seviyelere nasıl gelindi?

Yukarıda bahsedildi. AKP iktidarının ikinci yılında, 2004 senesinde, Türkiye, yaklaşık 30 yıl sonra ilk kez %9,3 ile enflasyonda tek haneli rakamları yakalayabildi. Ve bu, elbette AKP’nin hanesine bir “başarı” olarak yazıldı. Oysa bunu ardında yatan ana etkenlerden biri 1990’ların ilk yıllarında başlayan küresel dezenflasyon (fiyat artış hızının/enflasyonun azalması) süreciydi.2 Diğer bir değişle dışa açık bir ekonomi olarak Türkiye, özellikle ticarete konu olan mallar kanalı ile, yurtdışı fiyat seviyelerindeki düşüşten ister istemez etkileniyordu. Nitekim aşağıdaki grafik küresel enflasyondaki yavaşlamayı Türkiye’nin gecikmeli olarak nasıl takip ettiğini gösteriyor.


 

Ancak AKP’nin de içeride IMF programı ile bu süreci “desteklemiş” olduğunu belirtmek gerekiyor. Öncelikle 2001 krizinin ardından, ekonomi yönetimlerine olan güvenin neredeyse kalmadığı bir dönemde, tek başına iktidara gelen AKP, IMF programıyla hayata geçirilmeye çalışılan dönüşüme harfiyen uyma sözü vererek sermaye sınıfına bir “istikrar” güvencesi sundu. Bu da enflasyonun düşeceği beklentisini yaratarak geleceğe dair fiyat ve ücret belirlenimlerinin buna göre yapılmasını sağladı ve enflasyondaki düşüşe destek oldu. Diğer yandan yapılan yasal düzenlemeler ile 1990’larda dünyada enflasyondaki düşüşü destekleyen “enflasyon hedeflemesi rejimine” geçildi. Bu kapsamda TCMB enflasyonla mücadelede asıl sorumlu olarak belirlendi. 2002 yılında yapılan düzenleme ile Banka’nın tek amacı fiyat istikrarını sağlamak ve korumak olarak kabul edildi ve bu mücadele için kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan belirleme yetkisi, diğer bir değişle araç bağımsızlığı sağlanmış oldu.3 Banka, 2002-2005 yılları arasında örtülü enflasyon hedeflemesi, 2006 ve sonrasında ise açık enflasyon hedeflemesi rejimini uygulamaya koydu.

Bunlardan daha önemlisi AKP, ekonomik başarısını “yüksek faiz/ucuz döviz” politikasına yaslandırmıştı. Yüksek faiz ile ülkeye yurtdışından sermaye çekilerek, TL’nin güçlenmesi sağlandı. Bu da ithalatı cazip ve kolay hale getirerek yurtiçindeki fiyatları (enflasyonu) baskılamış oldu. Ancak AKP’nin “yüksek faiz/ucuz döviz” politikasıyla yarattığı sanal başarının Türkiye ekonomisi için bedeli ise bilindiği gibi oldukça ağırdı. Yerli üretim ithalat karşısında direnemedi, ucuz döviz borçlanmayı arttırdı, cari açık hızlı bir artış kaydetti ve büyüme tamamıyla yurtdışından gelecek sermaye akımlarına endeksli hale geldi.

Sonuç olarak 2002-2005 yılları arasında hedeflerin tutturulduğu ve enflasyonun kademeli olarak düştüğü görülürken, 2006 sonrasında (2009-2010 yılları hariç) hedefin belirgin üzerinde ve dünya ortalamasına göre oldukça yüksek enflasyon oranları ile karşı karşıya kaldık.


 

Özellikle son dönemde enflasyon artışının hız kazanması konuyu yeniden ekonominin ana tartışma başlıklarından biri haline getirdi. Merkez Bankası’na göre bu yükselişin ardında iki temel nedeni bulunuyor: gıda fiyatları ve TL’deki değer kaybı.

Gıda fiyatları: Dünyada düşüyor, Türkiye’de tırmanıyor

Ortalama tüketici fiyatları enflasyonu 2015 yılını %8,8 seviyesinde kapatırken, gıda enflasyonu %10,9’u buldu. Bir karşılaştırma olması açısından Birleşmiş Milletler gıda fiyat endeksinin geçtiğimiz yıl ortalama %19’a yakın düşüş kaydettiğini hatırlatalım.


 

Türkiye’de gıda fiyatlarındaki artışın temel nedeni yaş sebze meyve ve et fiyatları… AKP hükümetinin tarım politikaları, üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasındaki makasın hiç olmadığı kadar açılmasına neden oldu. Aşağıdaki grafik bazı temel gıda ürünleri için üretici ve tüketici fiyatları arasındaki farkı ve aracıların kazandığı kar oranlarını gösteriyor.


 

Makasın bu derece açılmasına yol açan ise 2010 yılında çıkarılan Hal Yasası.4 Bu yasa ile süpermarket tekelleri pazarı manipüle etme şansını yakaladı. Büyük miktarlarda alım yapmaları nedeniyle üreticiden diledikleri kadar ucuza aldıkları malları, diledikleri kar oranları ile tezgahlarına koymaya başladılar. Gelinen noktada geleneksel halk pazarlarında da fiyatlar bu market fiyatlarına göre belirlenir oldu.

Et fiyatları açısından bakıldığında ise yüksek girdi maliyetlerinin en temel sorun olduğunu görüyoruz. Meracılığın sona ermesi, hayvancılığın sanayi yem ile yapılmasına yol açtı. Sanayi yemin hammaddesinin ithal olması da TL’nin zayıfladığı dönemlerde yem fiyatlarının dolayısıyla hayvancılığın maliyetlerinin artmasına neden oluyor. Çözüm olarak ise ara ara ithal et izinleri çıkarılıyor ancak bu, bunu bir risk olarak gören yerli üreticilerin üretim artışına gitmekten kaçınmalarına yol açıyor ve fiyatların daha da artmasına neden oluyor.

Bu tablo, hükümet ve Merkez Bankası ile birçok analist tarafından savunulduğu gibi gıda fiyatlarında “geçici” bir şok ile karşı karşıya olmadığımızı gösteriyor. Diğer bir deyişle, mevsim koşulları, yağış miktarı, Rusya ile yaşanan kriz vb gelişmelerin olumlu ya da olumsuz bir takım etkilerini her zaman olduğu gibi görmeye devam edeceğiz ancak Türkiye’de tarımda kapsamlı bir dönüşüm uygulanmadığı sürece gıda fiyatlarında kalıcı bir düşüş beklemek hayal olur.

Merkez Bankası’nın rolü…

Yüksek enflasyonun ardında yatan bir diğer etken ise TL’de görülen değer kaybı. 2013 Mayıs ayında eski Fed başkanı Ben Bernanke’nin, 2008 global krizin ardından başladıkları, piyasaya para enjekte etme döneminin sona ereceğine dair sinyal vermesi, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerden ciddi sermaye çıkışlarına ve ulusal para birimlerinin dolar karşısında değer kaybetmesine yol açtı. 2013 Nisan ayında 1,8 olan TL/dolar kuru 2015 sonunda 3 civarında seyrediyordu.

Düşüşün bu denli sert olmasının bir nedeni de Merkez Bankası’nın gerekli önlemleri almaması oldu. Tek hedefi finansal istikrarı sağlamak olan Banka, hükümet ve Cumhurbaşkanı tarafından gelen baskılar üzerine, bu görevini bir kenara bırakarak hükümete büyüme konusunda destek vermeye girişti. Bu da enflasyon trendinde daha fazla bozulmaya yol açtı. Bunun en iyi göstergesi çekirdek olarak tanımlanan enflasyon verilerindeki bozulma. Çekirdek enflasyon, genel tüketici fiyatları endeksinden, Merkez Bankası’nın etki alanı dışında kalan malların (gıda, enerji, tütün, altın vb) çıkarılmasıyla hesaplanıyor ve enflasyonun ana trendini görmemizi sağlıyor. Bunlar arasında en çok takip edilen I-endeksinin 2015 yılını %9,5 seviyesinde tamamlaması, Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadeleyi bıraktığı izlenimi veriyor.


 

Nitekim enflasyon beklentilerindeki bozulma da bu izlenimin genel kabul gördüğüne işaret ediyor. Merkez Bankası’nın kademeli olarak %5 hedefe yaklaşılacağını öngördüğü bir süreç için piyasalar, enflasyonun hızlı bir şekilde artacağını bekliyor. Bu da enflasyonla mücadelede Merkez Bankası’nın güvenilirliğini kaybettiği anlamına geliyor. Böylesi dönemlerde geleceğe dönük ücret ve fiyat seviyeleri, enflasyonda artışın devam edeceği göz önüne alınarak yapıldığından, enflasyondaki artış daha da tetikleniyor.


 

Emekçileri nasıl etkiliyor?

Enflasyon tartışmalarının bir yanı da yoksul ile zengin arasındaki enflasyon farkı. Burada genel bir söylem olarak yoksul kesimlerin enflasyondan daha fazla etkilendiği biliniyor, ancak oransal açıdan ne kadarlık bir farktan bahsedildiğine bakmak faydalı olacaktır.5

Bilindiği gibi TÜİK tarafından yayınlanan enflasyon verileri, tüm gelir gruplarının ortalaması olarak hesaplanıyor. Ancak gelir düzeyi farklılaştıkça tüketim sepetlerinin farklılaşıyor olması, hanehalklarının karşı karşıya kaldıkları enflasyon oranlarının da farklılaşması anlamına geliyor.

2004-2006 yılları arasında en yoksul ile en zengin kesim arasındaki enflasyon farkı, hafif de olsa yoksul lehine gelişmişti. 2007 sonrasında ise makas emekçiler aleyhine ciddi şekilde açıldı. 2007’de en yoksul kesimin enflasyonu, gelir düzeyi en yüksek gruba göre 1,4 puan fazlayken sonraki yıllarda bu oran kademeli şekilde arttı. 2015 yılında bunun rekor bir düzey olan 24 puana kadar yükseldiğini hesaplıyoruz.


 

Tahmin edileceği gibi yoksul kesimi enflasyon konusunda dezavantajlı kılan konut (kira) ve gıda fiyatları. Yukarıda gıda fiyatlarından bahsedildi. Konut açısından ise kira oranlarının geçmiş TÜFE oranlarına göre belirleniyor olması hem genel olarak enflasyondaki katılığın kalıcı hale gelmesine yol açıyor hem de emekçi kesimlerin dezavantajının süreceği anlamına geliyor.


 

Sonuç

Türkiye’de enflasyonun son dönemde yeniden yükselmeye başlaması, tartışmaları da beraberinde getirdi. Genel eğilim bu artışı mevsim normallerinin altında seyreden sıcaklık, her ay birkaç gıda ürününün suçlu ilan edilmesi ya da sigaraya yapılan zam gibi “geçici şok”larla açıklamak. Hal böyle olunca, Rusya’nın uçağını düşürmüş olmamıza ve bunun gıda ürünlerimize kota getirmiş olmasına sevinir olduk.6 Ancak Türkiye kalıcı, yapışkan bir enflasyon ile karşı karşıya. Eğer enflasyon ile mücadele edilecekse önce bunu görerek başlanmalı…

Dipnotlar

  1. Çağdaş Gündüz, “Fed’den önce Fed’den sonra” Gelenek 129.
  2. Bu süreç, 1990’ların başında ilk olarak Yeni Zelanda’da uygulanan sonrasında hızlıca diğer ülkelerin de hayata geçirdiği“enflasyon hedeflemesi” rejimi ile sağlandı. Bu rejim, merkez bankalarının makul bir sürede makul bir enflasyon hedefi belirleyerek, bu hedefe ulaşmaya dönük para politikası izleyeceğini beyan etmesine dayanıyor.
  3. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı denen şey araç bağımsızlığıdır. Diğer bir değişle hükümetten tam bağımsızlık söz konusu değildir. Zira MB Başkanı, Bakanlar Kurulu kararı ile atanır ve enflasyon hedefi hükümet ile Banka tarafından ortak olarak kararlaştırılır. Banka bu hedefe ulaşmak için kullanacağı araçları ise kendisi belirler.
  4. Bu konu hakkında daha fazla detay için bkz: soL Portal “Sebze meyvedeki pahalılığın nedeni, süpermarket tekellerinin kâr hırsı!”, 11 Ocak 2016.
  5.  Bu konudaki neredeyse tek araştırma Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (Betam) tarafından yapıldı. Bizim hesaplamamız rakamsal olarak biraz farklı olsa resmin aynı olduğunu gösteriyor.
  6. Rusya’nın gıda ürünlerimize kota koyması, ihraç edilemeyen ürünlerin iç pazara sürülerek fiyatları düşüreceği beklentisi yaratmıştı. Ancak ihracatı yapan en büyük 10 sera firması, mallarını iç pazara sürmeyeceklerini açıklayarak bu beklentiyi büyük oranda boşa çıkardılar.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×