Ulusal Kurtuluş ve Sosyalizm Arasında Sıkışan Filistin Solu

Refik Derviş

7 Ekim 2023’te Hamas’ın öncülüğünde düzenlenen Aksa Tufanı operasyonunu izleyen bir yılı aşkın sürede Filistin’de ve genel olarak Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler hem dünya hem de Türkiye gündeminin başına yerleşti. Operasyon Hamas’ın öncülüğünde, aralarında sol, devrimci örgütlerin de olduğu bir ittifak tarafından düzenlendi. Ancak gerek 7 Ekim’de gerekse daha sonra başlayan şiddetli İsrail saldırganlığına karşı yürütülen direnişte ağırlık büyük ölçüde Hamas’ta oldu. Savaş, Hamas-İsrail savaşı olarak anılageldi. Bu, Hamas’ın Filistin sorununda baş aktör durumuna dönüşmesi sürecinin son halkası oldu. 

Oysaki Filistin sorunu dendiğinde on yıllar boyunca akla ilk olarak Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve başlıca bileşenleri El Fetih, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi, Filistin Komünist (Halk) Partisi gelirdi. Kısacası Filistin direnişinin başını (burjuva ya da işçi) “devrimci” karakter taşıyan, devrimi hedefleyen örgütler çekerdi. Çok uzun bir süre boyunca Filistin sorunu, bir ulusal kurtuluş sorunu olarak devrimci bir karakter taşıdı. Filistin direnişi de bu nedenle devrimci bir direniş niteliğine büründü. 

Ancak yıllar içerisinde bu niteliği aşındıran önemli gelişmeler yaşandı ve FKÖ geri çekildi; Hamas başta olmak üzere dinci örgütler daha ön plana çıktı. Son yıllarda Hamas mesafeyi epeyce açtı. Bu değişikliğin nasıl meydana geldiğini incelemek, Filistin direnişinin yeniden devrimci bir karakter kazanması ve Filistin sorununun gelecekteki çözümünün devrimci bir nitelik taşıması açısından önemli ve gerekli. Bu incelemeyi yapmak için de “Filistin solu” olarak kodlayacağımız devrimci örgütlerin geçmişini, devrimci sürecin nasıl geliştiğini, önemli dönüm ve kırılma noktalarını gözden geçirmekte yarar var. 

Tarihsel Filistin Komünist Partisi

1948’de İsrail devletinin kurulmasından önceki dönemde Filistin siyasi düşüncesinde üç ana akım belirleyici olmuştu. Bunlardan biri Arap milliyetçiliği, diğeri bölgesel milliyetçilik ve üçüncüsü de Komintern çizgisindeki komünist düşünceydi.1

Komünist düşüncenin siyasi temsilcisi ise Filistin Komünist Partisi (FKP) idi. Partinin kuruluşu, tarihi Filistin topraklarında, küçük bir işçi kökenli Yahudi topluluğu tarafından 1919 yılında kurulan Sosyalist İşçi Partisi’ne dayanıyordu. Bu parti Komintern’e üyelik başvurusu yaptı. Komintern önderliği üyelik için belli koşullar ileri sürdü. Bu koşullar, partinin Arapları da kapsaması ve daha Arap bir karakter taşıması, ismini değiştirmesi ve siyonist sosyalist akımlarla arasına mesafe koyması idi. Bu koşulların benimsenmesi partide bir dizi ayrışmayı beraberinde getirdi ve bunun sonucunda 1923 yılında FKP kuruldu. Komintern’e üyelik başvurusu da kabul edildi. 

Partinin öncelikleri arasında Britanya sömürgeciliğine karşı mücadele etmek vardı. İlk yıllarında partideki Yahudi ağırlığının nedeni, partinin kurucularının siyonizmin sol kesiminde yer almasıydı. Ancak FKP’nin kurulması ve siyonizmle mesafenin açılması, partinin siyonizm projesine karşı çıkmasını da beraberinde getirdi. Yahudi işçilerin siyonizmden uzaklaşması için çalışıldı. Bunun için Arap-Yahudi birleşik sendikalarının kurulmasına öncülük edildi. Bu konuda sınırlı ölçekte başarı elde edilebildi. 

Parti 1925 yılında Britanya’nın eski başbakanlarından Arthur Balfour’un Filistin’e yaptığı ziyareti protesto etti. Balfour, dışişleri bakanlığı döneminde 1917 yılında Balfour Deklarasyonu olarak adlandırılan ve “Filistin’de Yahudiler için bir ulusal vatan” kurulmasına Britanya hükümetinin desteğini somutlaştıran deklarasyonun mimarıydı. Bir başka deyişle siyonizm projesinin ete kemiğe bürünmesini sağlayan kişiydi. 

Balfour elbette Britanya sömürgeciliğini de temsil ediyordu. FKP Britanya işgaline karşı da sağlam bir duruş sergiledi. O dönemde gelişen Arap ulusal hareketi önderliğinde sömürgeci güç Britanya ile uzlaşma arayışı belirgindi. Parti bu eğilime net bir şekilde karşı çıktı. 

Partinin kuruluşunu izleyen yıllarda Komintern FKP’nin Arapların temsil edildiği bir partiye dönüşmesi gibi bir yaklaşım geliştirdi ve parti buna uygun bir dönüşüm yaşadı.2 Komintern bu dönemde kapitalist sistemi zayıflatmak için sömürge niteliğindeki ülkelerde yürütülen ulusal kurtuluş mücadelelerine komünistlerin de katılması gerektiği düşüncesini benimsemişti. Bu doğrultuda Parti, Arap ulusal hareketi içinde bir radikal milliyetçi kanat oluşturmaya çalıştı.3 Bu dönemden itibaren, işçi sınıfı mücadelesi ile birlikte sömürgeci-yerleşimci bir projeye dayanan Yahudi milliyetçi hareketine karşı da mücadele etti. 

Yahudilerin Filistin’e giderek daha fazla yerleşmesinin zeminini oluşturan etmenlerden biri, zengin Arap toprak sahiplerinin Yahudilere bir miktar toprak satışı yapmasıydı.4 Bunun sonucunda bu toprakları işleyen Arap köylüleri sürülüyor ve topraksız bırakılıyordu. FKP de bu nedenle Yahudilerle Araplar arasında yaşanan çatışmalarla ilgilendi ve Arap köylülerine el uzattı. Ancak 1929’da yaşanan yoğun çatışmalarda FKP önderliği “tarafsız” bir konum alarak, bu çatışmaların “dinsel” ve “ırksal” olduğunu savundu. Komintern Yürütme Kurulu bu yaklaşımı eleştirerek partinin Arap işçi ve köylülere odaklanması gerektiğini belirtti. 

1930’da parti önderliğinde ilk kez Araplar öne çıktı. Parti konferansında belirlenen üç kişilik yeni parti sekretaryasının iki üyesi Arap, bir üyesi Yahudi idi. 

1935’te Komintern’in benimsediği Birleşik Halk Cephesi politikasını FKP de kendisine uyarladı. Bu, bir yandan ulusal kurtuluş mücadelesini sürdüren parti için, yabancısı olduğu bir çizgi değildi. Parti önderliği, Britanya sömürgeciliğine karşı komünistlerin de silahlı isyancı gruplara katılması çağrısı yaptı. 

Aynı dönemde FKP sekretaryası partide ayrı bir Yahudi seksiyonu kurulması kararı aldı. Ancak zaman içerisinde bu seksiyon parti önderliğinden farklı bir çizgi izlemeye başladı. 1937’de Yahudi seksiyonunun sekretaryası Yahudi komünistlerin siyonist örgütlerin etkinliklerine katılabilmesi yönünde karar aldı. Ayrıca “ılımlı” siyonist gruplarla birlikte bir “halk cephesi” kurulması çağrısı yaptı.5 

Böylece partinin son yıllarında bölünmesine neden olacak Arap-Yahudi ayrılığı sürecinde önemli bir adım atılmış oldu. İkinci Dünya Savaşı sırasında bu çatlak büyüdü. Filistin’de iki uluslu durumun netleşmesi ve Arap milliyetçiliği ile Yahudi milliyetçiliğinin güçlenmesinin partiye yansıması bu şekilde gerçekleşti. 

FKP, 1947’de Birleşmiş Milletler’in ortaya koyduğu ve Filistin topraklarında ayrı birer Arap ve Yahudi devleti kurulması planını önce reddetti. Ancak Sovyetler Birliği’nin bu planı benimsemesi sonrasında FKP de planı benimsedi. 

1948’de Filistin’de çıkan savaş partinin sonunu da getirdi. Parti Filistinlileri topraklarını terk etmemeye, mücadele etmeye çağırdı. Ayrıca başka Arap ülkelerin ordularının Filistin’e girmesine de karşı çıktı. Irak, Suriye ve Lübnan Komünist Partileri ile yapılan ortak açıklamada bunun Britanya çıkarlarına uygun olarak bölünmeyi hızlandırdığını vurguladı. 

Ancak savaşın sonunda yaşanan, binlerce Filistinlinin ölümü ve yüz binlercesinin vatanını terk etmesi ile sonuçlanan Nakba, partinin bölünmesini kesinleştirdi. Yahudi komünistler, yeni Yahudi devleti İsrail’in kuruluşunu destekledi. FKP’deki önde gelen Yahudilerden biri olan Meir Vilner, parti adına İsrail Bağımsızlık Bildirgesi’nin imzacıları arasında yer aldı. 

1948’de kurulan İsrail devletinin sınırları dahilinde kalan FKP’liler İsrail Komünist Partisi olarak yeniden örgütlendi.6 Bu sınırların dışında kalan Filistinli komünistlerden Batı Şeria’dakiler ve Ürdünlü Marksistler bir araya gelerek 1951’de Ürdün Komünist Partisi’ni kurdu. Gazze’deki FKP’liler ise Filistin Komünist Partisi-Gazze olarak yeniden örgütlendi. 

Ancak komünistler, hem Nakba, hem de Batı Şeria’nın Ürdün, Gazze’nin de Mısır tarafından işgal edilmesinin sonucunda Arap işçi sınıfı içerisindeki tabanını kaybetti. 

Genel olarak FKP’nin tarihine bakıldığında, Parti’nin iki boyutlu bir mücadeleyi yürütmekte önemli zorluklarla karşılaştığını söylemek mümkün. Parti bir yandan Arap ve Yahudi emekçileri bir araya getirmeyi başarmıştı. Ancak, ülkedeki modern proletaryanın çoğunun Yahudi, Arapların çoğununsa köylü olması, bütünlüklü bir mücadeleyi mümkün kılmanın önündeki engellerden bir tanesiydi. Arap işçi sınıfının zayıflığı, hatta yokluğunda hedeflerine nasıl ulaşacağını pek bilmiyordu ve Arap köylülüğünü gerçek anlamda kapsayamadı. Parti siyaseti belirlenirken tarım sorununun önemi teslim edildi, ancak bu da yeterli olmadı. Öte yandan partinin ya da Komintern’in, Britanya ile Fransa arasında bölünmesiyle yeni bir şekil alan Levant bölgesindeki topraklarda ortaya çıkan ulusal kimliklerin oluşumunu ne kadar kavrayabildiği de belirsizdi. Komintern, bu bölgedeki ulusal hareketlerin analizini bir dizi Avrupa ülkesindeki deneyimlere dayandırdı. Arap ulusal hareketine neredeyse hiç eleştiri yöneltmeden kredi açtı.7

FKP etnik kimliklere değil, ortak toplumsal ve ekonomik gereksinimlere ve çıkarlara vurgu yapıyordu. Öte yandan Parti’nin Filistin’deki Yahudileri ve Araplara yönelik ortak bir siyasi dili yeterince geliştiremediğini de belirtmek gerekiyor. Sınıf kimliklerinin ağırlıklı olarak farklı olması, partinin Yahudilere sınıf mücadelesi, Araplara antiemperyalizm üzerinden seslenmesini beraberinde getirdi. Bir açıdan bakıldığında bu kaçınılmazdı. Zira Araplar, Filistin topraklarının yerli halkı; Yahudilerin büyük çoğunluğu ise (emekçi karakteri baskın olan kesim dahil) Siyonizm projesi üzerinden Filistin’e yerleşen yerleşimci-sömürgeci topluluğun parçası idi. Bu özellikler üzerine yeterince sağlam bir zemin oluşturulamadı; iki farklı topluluğun farklı karakterlerinin hesaba katıldığı bir ortak dil benimsenemedi. Bu ayrılığın yansıması Parti’deki Yahudiler ve Araplar arasında da gözleniyordu. Her iki grup da kendi ulusal topluluklarının yaşam koşullarının belirleyiciliği dışına çıkamıyor; bu ortamlarda görece kapalı mücadeleler sürdürüyorlardı. Siyasi gelişmelere zaman zaman farklı tepkiler veriyorlardı. 

Yine bu dönemde belirgin olan bir sorun, FKP’nin Filistin’de ne tür bir devlet kurulması gerektiği konusunda net bir öneriye sahip olmamasıydı. Bu devlet bir Arap devleti mi ya da iki uluslu bir devlet mi olacak, yoksa iki ayrı devlet mi kurulacak gibi seçeneklerin herhangi biri partinin çözüm önerisi olarak netleşmemişti.8 

1930’lu yılların sonlarında FKP ile Komintern arasındaki ilişki, dolayısıyla da Komintern’in Parti üzerindeki etkisi zayıfladı. Bunun sonucu, partideki Yahudilerle Araplar arasındaki ayrımın giderek belirginleşmesi oldu. Her iki grup içindeki milliyetçi eğilimler zaman içerisinde güçlendi. Bu ayrım, partinin de sonunu getirecek bir sürecin yolunu açtı. 

Ulusal kurtuluş mücadelelerinin belirleyici olduğu bir dönemde ve coğrafyada, ulusal kurtuluş mücadelesi ile sosyalizm mücadelesi arasındaki denklem sağlıklı bir biçimde kurulamadı. Aslında bu sorun, Filistin devrimci hareketinin günümüze kadar devam eden bir sorunu olma özelliğini hiç yitirmedi. 

Arap birliği ve Filistin sorunu

Bu noktada bir parantez açıp Filistin sorunu ile Arap birliği düşüncesi arasındaki ilişkiyi kısaca ele almakta yarar var. Arap birliği düşüncesi Arap ülkelerinin önce Osmanlı, sonra Avrupalı sömürgeci ülkelere karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesi sırasında belirginleşmişti. Bu düşünceye yeni gelişen Arap solu da genel olarak sahip çıkıyordu.

1958’de Mısır’da Nasır’ın iktidara gelmesi Arap birliği düşüncesinin yeniden canlanmasını sağlamıştı. 1948’de İsrail’in kurulmasını izleyen dönemde bir dağınıklık yaşayan Filistin ulusal hareketi de bu süreçte canlandı. 1957’de burjuva aydınların kurduğu, ulusal burjuva devrimci nitelik taşıyan El Fetih, o güne kadarki Arap milliyetçiliğine ait “Filistin’in kurtuluşunun yolu Arap birliğidir” sloganını, “Arap birliğinin yolu Filistin’in kurtuluşudur” şeklinde tersine çevirmişti. Fetih’e göre Filistin devriminin kökeni Filistinli, gelişimi ise pan-Arap olacaktı.9 

Filistin ulusal hareketinin silahlı faaliyetleri bu dönemde daha örgütlü yürütülmeye başladı. 1964’te Kudüs’te toplanan Filistin Ulusal Kongresi’nin ardından Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kurulduğu açıklandı. FKÖ’nün kuruluş belgesinde, Filistin’in kurtuluşunun iki boyutlu olduğu vurgulanıyordu. Yerel, ulusal boyutla pan-Arap boyut arasında organik bir ilişki vardı. Arap birliği ile Filistin’in kurtuluşu birbirini tamamlayan iki hedefti. 

1967’deki Altı Gün Savaşı’nda Arap ülkelerinin İsrail’e yenilmesi bu yaklaşımı boşa düşürdü. Filistin ulusal mücadelesi Arap birliği hedefi ile bağını büyük ölçüde kopararak daha ulusal bir niteliğe büründü. Ancak yine de Filistinliler çeşitli Arap yönetimlerinden umut türetmeye çalıştı. Bunun çarpıcı bir örneği Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle yaşandı. 1990’da Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, Kuveyt’i işgal ettikten sonra, bu ülkeden çekilme koşulu olarak Filistin sorununa çözüm bulunmasını öne sürdü. Irak’tan İsrail’e doğru fırlatılan roketler Filistinlilerin umudu oldu.10 Ancak bu roketler hedefini bulamadığı gibi Irak da emperyalizm karşısında yenildi. Ve Filistinliler için bu umut da söndü. 

Uzun bir boşluk ve yeniden Komünist Parti

Filistin’in fiili olarak bölünmesi, bir bölümünde İsrail’in kurulması, İsrail dışında kalan bölgelerden Batı Şeria’nın Ürdün ve Gazze’nin de Mısır tarafından işgal edilmesi, yeni bir dönemin açılmasını simgeliyordu. Bu durum nedeniyle komünistlerin farklı partilere savrulmuş olması Filistin’deki komünist hareket açısından büyük boşluklar doğurdu. Batı Şeria’da Ürdün Komünist Partisi (ÜKP) Ürdün hükümetinin, Gazze’de Filistin Komünist Partisi-Gazze (FKP-G) Mısır hükümetinin baskısına maruz kaldı. 

FKP-G 1956 yılında Gazze İsrail tarafından işgal edildiğinde, bir Ulusal Cephe kurarak bu işgale direndi. 

Bu dönemde Filistin’in ulusal kurtuluşunu öne çıkaran ve burjuva devrimci nitelikler taşıyan hareketler güçlendi. Bunun önemli sonuçlarından biri 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kurulması oldu. Gerek ÜKP gerekse FKP-G bu çatı örgütünün kurulmasını destekledi. 1970’lerde FKÖ’nün Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğunu kabul edeceklerdi. 

Batı Şeria ve Gazze’deki komünistlerin kendileri de ulusal kurtuluş cepheleri kurma doğrultusunda adım attı ve 1967’de Gazze’de komünistler, Baasçılar ve aydınların oluşturduğu Birleşik Ulusal Cephe; Batı Şeria’da ise komünistlerin öncülüğünde Halk Direniş Cephesi kuruldu. Bunların her ikisi de bu topraklardaki işgale karşı silahlı direnişe girişme kararı aldı. Önceleri Ürdün’ün önerdiği Birleşik Arap Krallığı düşüncesi çekici gelse de 1973 yılının Ekim ayındaki savaşın ardından Batı Şeria ve Gazze’de bağımsız bir Filistin devleti kurulması hedefi benimsendi. 

Bu yıllarda emek örgütleri, kadın örgütleri gibi kitle örgütlerinde güçlenen komünistlerle FKÖ’nün başat gücü haline gelen El Fetih arasında gerilimler yaşandı. Komünistlerin güçlenmesine karşı El Fetih işçi hareketine müdahale etti. 1980’de Batı Şeria’da 35 bin üyesi olan ve büyük ölçüde komünistlerin yönetiminde olan Genel Sendikalar Federasyonu 1981’de El Fetih’in müdahalesiyle bölündü. Ondan sonra FKÖ’nün önde gelen her üyesinin kendi emek örgütü ortaya çıktı. Ve sendikal örgütlenmeler bir daha o dönemki gücüne ulaşamadı.11 

Bu dönemde komünistlerin güç kazanması, 1976’da Batı Şeria’daki yerel seçim sonuçlarına da yansıdı. Yerel meclislere çok sayıda komünist seçildi.12 

Batı Şeria ve Gazze’deki komünistlerin birleşme çabaları 1982’de somut bir sonuç verdi ve Filistin Komünist Partisi’nin kuruluşu açıklandı. Böylece 30 yıldan uzun bir süreyle kendisini gösteren boşluk kısmen de olsa kapanmış oldu. Bu boşluğun sonuçları komünistlerin ulusal kurtuluş hareketinin içinde erimek, sıradan bir bileşeni olmak, Arap birliğini savunmanın ötesine pek geçemeden kendi özgün sınıfsal yolunu açamamak oldu. Filistin’e özgü bir perspektif yerine Arap birliğini öne çıkarmak, ülkeye odaklanma sorunu yarattı. Ürdün nehrinin iki yakasını, yani Batı Şeria ile Ürdün’ü birleştirme düşüncesinden ancak 1973 yılında vazgeçildi. 1980’lere kadar başka bir ülkenin partisi olan Ürdün Komünist Partisi içinde kalmak ve ülkeye özgü bir parti kuramamak, Marksist devrimci alanın başka devrimci örgütler tarafından doldurulması sonucunu getirdi. 

Parti 1987’de FKÖ’ye, bir parti üyesi de FKÖ’nün yürütme komitesine katıldı. Bundan kısa bir süre sonra başlayan 1. İntifada’nın Birleşik Ulusal Önderliği’nin dört bileşeninden biri oldu. İntifadanın taban örgütlenmesinde önemli bir rol oynadı. Bu rol genellikle göz ardı edilmiştir.13 FKP’nin FKÖ’ye katılması da FKÖ’ye ilk kez14 olmayan bir siyasi gücün dahil olması anlamına geliyordu. 

Sovyetler Birliği’nin çözülüşü, dünya üzerine pek çok komünist partisinde olduğu gibi Filistin Komünist Partisi’nde de büyük bir sarsıntı yarattı. 1991 yılında parti sınıf mücadelesinin ertelenmesi gerektiğini, Filistin halkının bir ulusal kurtuluş mücadelesi verdiğini ve bunda bütün sınıfsal unsurların birleşmesi gerektiğini iddia ederek ismini Filistin Halk Partisi (FHP) olarak değiştirdi.15 Öte yandan parti tabanı Marksizm’e bağlı kaldı.16 Parti programındaki hedefler arasında sıralanan “Parti, bağımsız, egemen ve demokratik Filistin devletinin ulusal kurtuluş aşamasının görevlerini yerine getirmek için mücadele eder” ifadesi halen ulusal kurtuluş aşamasının sosyalizmi öncelediğini göstermektedir. Aynı belgede yer alan “bağımsız ve egemen Filistin devletinin uzun vadede bir sosyalist devlete dönüştürülmesi için mücadele eder” ifadesi de sosyalizm hedefinin belirsiz bir geleceğe ertelenmiş olduğunu göstermektedir.17 

İntifadanın sonlarında düzenlenen Madrid Konferansı ve bunu izleyen Oslo Anlaşmaları Filistin sorununun çözümü için atılan, ancak gerek içeriği gerekse sonuçları itibariyle çözümsüzlüğü daha da derinleştiren gelişmeler oldu. Parti Oslo anlaşmalarını destekledi; ama sürecin başarısızlığını eleştirdi. Oslo anlaşmaları ile kurulan Filistin Yönetimi’nin çeşitli hükümetlerinde FHP üyeleri bakanlık yaptı. Öte yandan FKÖ’nün Filistin devletinin kurulmasını öncelik olarak benimsememesi nedeniyle kendisi de bileşeni olduğu bu çatı örgütünü sürekli eleştirdi. Filistin Yönetimi’nin İsrail’le bağlarını koparmasını talep etti. Yönetimin bazı uygulamalarına, başkanlık kararnamelerine karşı çıktı; özgürlükleri savundu. FHP, ülkede yapılan seçimlere diğer sol ve devrimci örgütlerle birlikte ittifak halinde katıldı. 

1970’li ve 1980’li yıllarda etkili olan komünistler, Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ve aynı dönemde başlayan Oslo süreci ile birlikte zayıfladı. Sendikalar, öğrenci birlikleri, kadın örgütleri gibi kitle örgütlerinin üye sayısı azaldı. Sivil toplum virüsü Filistin solunu da sardı. STK’ler sol kadroların büyük bölümünü yuttu.18 

Aynı dönemde başta Hamas ve İslami Cihad olmak üzere İslamcı hareketler güçlendi. Toplumsal tabanlarını genişletirken on yıllardır sola ait olan toplumsal tabanı kemirdi. Solun bir bölümünün sosyalizmin yenildiği sanısına kapılması, bir bölümünün bu tuzağa düşmese bile kendisini yeniden üretememesi buna ciddi bir zemin hazırladı. Bu sorun yalnızca Filistin’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde yaşandı. Ancak Filistin’e özgü olan durum, yukarıda da belirtildiği gibi Filistin solunun, ulusal kurtuluş mücadelesi ile toplumsal adalet, sosyalizm için verilen mücadeleyi etkin programlar ve eylemlerle birleştirememesi oldu. 

Filistin’deki devrimci demokrat damar

İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde Filistin Komünist Partisi’nin dağılması ve komünistlerin dağınık bir örgütlenme içerisinde yer alması, Nakba’nın etkileri, Filistin topraklarının Ürdün ve Mısır’ın işgaline uğraması gibi etmenler Filistin siyasetinin sol alanında büyük boşlukların ortaya çıkmasına neden olmuştu. Boşlukları Arap ulusal hareketleri ve bunlardan türeyen ve devrimci demokrat olarak nitelendirilebilecek hareketler doldurdu. 

Nakba’yı izleyen dönemde Filistin’deki Arap ulusal mücadelesi yoğunlaşarak devam etti. Bu alanda kurulan örgütlerden biri Arap Ulusal Hareketi’ydi. 1951’de kurulan bu örgüt 1960’lı yılların başlarında, sınırlı da olsa silahlı mücadele yürütmeye başlamıştı. Farklı Arap ülkelerinde örgütlenen hareketin kurucusu George Habaş’tı. Temel olarak pan-Arap milliyetçiliğini benimseyen örgüt, öncelikli hedef olarak Arapların birliğinin sağlanması, Filistin’in kaybedilmesinin intikamının alınması, Britanya sömürgeciliğine, genel olarak emperyalizme ve İsrail’e karşı mücadele verilmesini öne çıkardı. Filistin’in bölünmesini desteklediği gerekçesiyle Sovyetler Birliği’ne mesafeli yaklaşan bu örgütte egemen düşünce Nasırcı sosyalizm ve laiklikti. İlerleyen dönemde Marksizm benimsendi. Bunda hiç kuşkusuz, dünyanın başka bölgelerindeki kurtuluş hareketlerinin de benzer bir yönelime girmelerinin, Vietnam gibi örneklerin etkisi vardı. 

1967’de İsrail’in Altı Gün Savaşı’ndan zaferle çıkması, yenilen Nasırcılığın hareket üzerindeki siyasi etkisinin iyice zayıflamasına yol açtı. Hareketin Filistin seksiyonu, Habaş’ın önderliğinde, başka gruplar ve kişilerin de katılımıyla 1967’de ayrı bir örgüt olarak faaliyet yürütmeye başladı ve silahlı mücadeleye girişti. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) adını alan örgüt kısa bir süre sonra da Filistin Kurtuluş Örgütü’ne dahil oldu. 

FHKC’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra iki önemli ayrışma yaşandı. Ahmed Cibril önderliğinde bir grup Filistin Halk Kurtuluş Cephesi – Genel Komutanlık, Nayif Havatme önderliğindeki bir başka grup Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi olarak ayrıldılar. Bu dönemde başka ayrılanlar da oldu. 

FHKC’nin kuruluşunda, 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda Arap ülkelerinin yaşadığı yenilginin emperyalizme ve siyonizme karşı, devrimci şiddet uygulanması gerektiğini gösterdiği düşüncesi egemendi. Bu süreçte ulusal kurtuluş düşüncesi daha solda tanımlandı ve 1968’de buna “proleter ideolojisi” eklendi. Asya kıtasında, Çin ve Vietnam’daki devrimlerin FHKC üzerindeki etkisi bir yıl sonra bir tür “Asya Marksizmi” benimsenmesini beraberinde getirdi.19 Öte yandan örgüt, daha geniş bir Arap kurtuluşu düşüncesi ile Filistin için verilen mücadeleyi iç içe algılıyor, bunu sınıf mücadelesi ile birleştiriyordu. Amaç, Filistinlileri ulusal ve sınıfsal zulümden kurtaracak işçi sınıfı partisinin inşa edilmesi olarak tanımlandı. 

Filistin komünist hareketinden farklı olarak FHKC, tarihi Filistin topraklarının tamamının siyonist işgalden kurtarılması ve böylece ulusal kurtuluş devrimiyle başkenti Kudüs olan demokratik bir Filistin devleti kurulması hedefini benimsedi. 

FHKC’nin tanımladığı devrimci şiddet uçak kaçırma, bombalama gibi eylemlerle kendisini gösterdi. Dönemin Japon Kızıl Ordusu, Baader-Meinhof, Kızıl Tugaylar gibi benzer bir şiddet çizgisi benimsemiş olan örgütleriyle ortak eylemler yapıldı. Bu yaklaşım, FHKC’nin Filistin Kurtuluş Örgütü üyeliğinin bir süreliğine dondurulması sonucunu getirdi. FHKC önderliği bir süre sonra, sözü edilen şiddet eylemlerini uygulamama kararı aldı. Ancak örgüt içindeki bazı gruplar bu karara uymadılar ve ihraç edildiler. 

FHKC, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne bağlı olan diğer örgütlerin yaptığı gibi, 1975’te başlayan Lübnan İç Savaşı’na Lübnan Ulusal Hareketi’nin safında katıldı. 

1979’da Filistin’in kurtuluşu için daha “aşamacı” bir yaklaşım benimsendi. Nihai hedef Filistin’in tamamında bir devlet kurmaktı, ama bu gerçekleşene kadar, kurtarılan Filistin topraklarında da bir devlet kurulabilirdi. 

FHKC’nin önemli bir özelliği, Marksist-Leninist bir çizgi tanımlamış olmasına karşın Sovyetler Birliği ile arasında mesafe olmasıydı. 1981’de bu yaklaşımını değiştirdi. Buna göre, “Filistin ulusal devrimi ile dünya devrimi arasında bağ kurulmalıydı.”20 Bu adımla birlikte Arap ülkelerindeki komünist partilerle de daha yakın ilişki kurma kararı alındı. 

1987’de başlayan 1. İntifada’nın Birleşik Ulusal Önderliği içinde yer aldı ve ayaklanmada aktif rol oynadı. İntifada’nın sonlanma sürecinde gerçekleşen Madrid Konferansı’na Filistinlilerin katılmasına ve daha sonrasında Oslo Anlaşmalarının imzalanmasına şiddetle karşı çıktı. O dönemden bu yana FHKC, FKÖ’nün Oslo çizgisindeki politikalarına itiraz etmeyi sürdürdü. Öte yandan, FKÖ’nün Filistin halkının tek meşru temsilcisi olmaya devam etmesi gerektiğini, buna alternatif başka bir oluşum kurulmaması gerektiğini vurguladı. 

FHKC Genel Sekreteri Ahmed Saadet 2002’de Filistin Yönetimi tarafından tutuklandı. Eriha’da tutulduğu cezaevinin güvenliğini sağlayan ABD’li ve Britanyalı askerler 2006’da çekilince İsrail kendisini kaçırdı. Halen İsrail’de cezaevinde bulunuyor. FHKC, genel olarak etkisi zayıflayan sol örgütlerin içinde görece güçlü olma özelliğini sürdürüyor. 

Filistin solunun devrimci demokrat çizgisinin diğer önemli temsilcisi olan Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi (FDKC) ise FHKC’den Nayif Hawatme önderliğinde kopan bir grup tarafından kuruldu.21 FDKC işçi sınıfı düşüncesi olarak sosyalizmi daha net olarak benimsemiş ve Arap ulusal hareketi ile bağlarını tamamen koparmıştı. Örgütsel yapısı da komünist parti modeline uygundu. Buna karşın kuruluş aşamasında Sovyetler Birliği çizgisinden, Arap komünist partilerinden uzak bir konumlanışı vardı. Arap komünist partilerini Filistin sorununda doğru tutum almadıkları için, Sovyetler Birliği’ni de İsrail’in kuruluş aşamasında yanlış bir yaklaşım geliştirdiği için eleştiriyordu. Vietnam ve Küba devrimlerinden esinlenilmişti; öte yandan Troçkizm’e özgü devrimci işçi konseyleri savunuluyordu.22 

FDKC’nin kendisi de Filistin’in kurtuluşu için silahlı mücadele vermeyi benimsemişti, ancak FHKC’nin ilk dönemindeki şiddet tarzını eleştiriyordu. FDKC’ye göre kurtuluş için halkı siyasi bilinçle donatmak gerekiyordu. FDKC de FKÖ’ye katıldı ve burada ulusal birlik sağlanması gerektiğini vurguladı.23 

FDKC ile FHKC arasında bir başka önemli görüş ayrılığı 1970’li yılların başından itibaren belirginleşti. Filistin komünist hareketi gibi FDKC de 1967 savaşı öncesindeki sınırlara göre Batı Şeria ve Gazze’de kurulacak ve başkenti Doğu Kudüs olacak bir Filistin devletinin kurulmasını, bir başka deyişle iki devletli çözümü benimsedi. Bu devlet “kadınlar ve erkekler arasında yasal düzlemde eşitliği güvence altına alan bir parlamenter demokrasi olacak ve çok partili bir siyasal sistem uygulanacaktı.”24 Filistin devletinin kurulmasını uzun vadede Arap ve Yahudi halklarının birlikte ve eşit koşullarda yaşayacağı tek bir devlet kurulması izleyecekti; ancak bu hedef belirsiz bir geleceğe bırakılmıştı. Aynı dönemde Sovyetler Birliği ile olan ilişkiler de gelişti. Sovyetler FDKC’ye silah yardımı da yaparak etkin destek verdi. 

FDKC Arap birliği meselesi ile ilgili olarak, Arap ulusal kurtuluş hareketlerinin özerkliğini savundu. Her biri kendi sınırları dahilinde bağımsız programlara sahip olmalı; ancak birbirleriyle yakın ilişki geliştirmeliydi. 

FDKC de Lübnan İç Savaşı’nda diğer Filistinli örgütlerle birlikte savaştı; Lübnan’a yönelik İsrail işgaline aktif biçimde direndi ve ayrıca 1. İntifada’da etkin bir rol oynadı. FDKC de halen Filistin solunun önemli bir bileşeni olma özelliğini sürdürüyor. 

Filistin Halk Partisi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi, Filistin’de yapılan seçimlerde sık sık ortak hareket ettiler. Zaman zaman FHKC diğerlerinden daha ayrıksı bir konum belirledi. Günümüzde de bu ayrıksı konumunu sürdürüyor. Hamas ve İslami Cihad gibi İslamcı örgütlerle daha aktif bir işbirliği yürütüyor. 

Solun geri çekilişi ve İslamcı hareketlerin yükselişi

1968’de FKÖ’deki ağırlık, militan olmakla birlikte ulusal burjuva karakter taşıyan El Fetih’e geçti. Bunu izleyen yıllarda da FHKC, FDKC gibi devrimci örgütler, daha sonra da Filistin Komünist Partisi FKÖ’ye katıldı. FKÖ’nün devrimci örgütler yanında burjuva nitelikli siyasi yapıları da barındıran bir çatı örgütü olma özelliği, ulusal kurtuluş mücadelesini benimsemiş olan Filistin toplumunun tamamına seslenme kapılarını açtı.25 

FKÖ gerek Filistin’de gerekse dünyanın geri kalanında Filistin halkının ve ulusal mücadelesinin meşru temsilcisi olarak kabul gördü. Bu meşruiyet yıllar içinde sorgulanmaya başladı. Ancak FKÖ’ye asıl darbeyi 1994’te, Oslo Anlaşmasının sonuçlarından biri olarak Filistin Yönetiminin kurulması vuracaktı. FKÖ’nün çatı örgütü olma niteliği zayıfladı. Devrimci bir mücadele örgütünden bürokratik bir aparata dönüştü. Fonksiyonları Filistin Yönetimi tarafından boşa düşürüldü. Böylece El Fetih, bir “iktidar partisi” niteliği aldı.26 Yıllar içinde körelen burjuva devrimci karakteri ortadan kalktı. 

Filistin Yönetiminin kurulması, FKÖ’nün öncülük ettiği “ulusal kurtuluş” emelini zayıflattı. Filistin Yönetimi net bir sınıfsal temsiliyet üstlendi; zayıf da olsa burjuvazinin temsilcisi oldu. 

1990’ların başlarından itibaren, yukarıda adı geçen parti ve örgütlerin ana gövdesini oluşturduğu Filistin solunun siyasi ve toplumsal etkisinin zayıfladığına tanık olundu. Ciddi bir toplumsal hareket ve meşruiyet kazanmış olmakla birlikte 1. İntifada’nın umulan somut kazanımlarla sonuçlanmaması, El Fetih ağırlığındaki FKÖ’nün Oslo Anlaşmalarına imza atması, İsrail’le belli alanlarda işbirliğine girişen Filistin yönetiminin kurulması gibi etmenler bu zayıflamanın ülke içindeki dinamiklerini oluşturdu. Elbette etkisini yitiren yalnızca Filistin solu değildi. Sovyetler Birliği’nin dağılması dünya genelinde benzer bir süreci tetiklemişti ve bu sorun Filistin’e de yansıdı. Sovyetlerin aktif desteğinin ortadan kalkması Filistin solunu da olumsuz etkiledi. 

FHP başta Oslo’yu desteklemiş, Filistin Yönetimi hükümetlerinde yer almıştı. FHKC ve FDKC ise Oslo’ya karşı çıktı. Ancak bu tutum farklılıkları da solun etkisinin zayıflaması sonucunu değiştirmedi. 2000 ile 2005 yılları arasında devam eden 2. İntifada da bu süreci tersine çeviremedi. 

Filistin solunun, ulusal devrimci olarak nitelenebilecek El Fetih’in başat bileşenini oluşturduğu Filistin Kurtuluş Örgütü’nün içerisinde yer almasının, Filistin direnişine sol ve devrimci bir karakter vermek açısından olumlu bir yaklaşım olduğunu belirtmek gerekiyor. Oslo Anlaşmalarını izleyen dönemde ise El Fetih’in giderek bir düzen kurumuna dönüşmesi genel olarak FKÖ’nün bu niteliğinin de zayıflamasına neden oldu. 

Buna karşın Filistin solu FKÖ’ye sahip çıkmaya devam etti. Ancak bu, FKÖ içinde erimek, ayrı bir devrimci hat oluşturamamak gibi bir sorunu da beraberinde getirdi. El Fetih belirleyici olmaya devam ettikçe sol boşlukta kaldı. Filistin Yönetimi’nin, El Fetih’in İsrail’le belli alanlarda işbirliğine gitmesi ve yolsuzluklar nedeniyle meşruiyet kaybı yaşaması karşısında solun ayrı bir hat oluşturması seçeneği hayata geçirilemedi. 

Filistin solu “ulusal kurtuluş”u ön planda tutmaya devam etti, sınıfsallık vurgusu geride kaldı. Egemen olan liberal yaklaşımlar bütünlüklü bir mücadele verilmesinin önünde engel yarattı.27

Bu ortamda İslamcı hareketler, işbirlikçi ve yozlaşmış olmasını öne çıkararak FKÖ’yü hedef aldı. Gerçekte bu suçlamanın asıl muhatabı El Fetih iken, FKÖ’ye koşulsuz olarak sahip çıkan sol da bu durumda olumsuz bir konumda kaldı. Devrimcilik ve laiklik toplumsal meşruiyet kaybına uğradı. 

İslamcı hareketler ve özellikle Hamas, boşluğu zaman içerisinde doldurdu. Hamas Gazze’yi Batı Şeria’dan kopardı ve burada fiili ve toplumsal meşruiyete dayanan bir hükümet oluşturdu. Direnişçi bir çizgide ısrar etmesi toplumsal desteğinin zamanla Batı Şeria’da da artmasını sağladı. Filistin direnişinin laik, sol, devrimci ekseni böylece değişmiş oldu. 

Bu durum İslamcı çevrelerin yanında İsrail’in de olumlu olarak değerlendirdiği bir durumdu. İsrail net bir “İslamcı düşman” tanımlama şansına sahip oldu.  

Filistin solunun yeniden toparlanması ve direnişe yeniden devrimci bir renk çalması elbette mümkün. Bunun koşullarının, Filistin gibi son derece karmaşık bir coğrafyada tanımlaması ve şekillenmesi de aynı oranda karmaşık ve zorlu bir süreç. Şu ifade günümüzdeki egemen dinamikleri açıklıyor:

“Filistin siyaset sahnesinde çatlağa neden olan şey, saf bir başkaldırma siyaseti ile uzlaşma, işbirliği ve uyum siyaseti arasındaki uçurumdur. Nihayetinde, Batı solunun Don Kişotvari bir şekilde Hamas’a laik, ilerici bir alternatif arama çabası basit bir etmeni göz ardı ediyor: Bu tarihsel kesitte, direniş gündemine sahip çıkan ve onu yönlendiren siyasi güçler laik soldan değil.”28 

Bütün bölmeleriyle Filistin solunun direnmediğini söylemek büyük bir haksızlık. Ama yine de çıkış yolunun işaretleri de buradan yola çıkarak türetilebilir. Direnmek, her zaman, eninde sonunda kazandırır. 

  1. Faysal Hurani, “El-Şarif ‘Tüzellik Arayışı: Filistin Siyasi Düşüncesi Üzerine Bir Çalışma, 1908-1993”, Majallat al-Dirasat al-Filastiniyya, Sayı 27, Yaz 1996 (https://www.palestine-studies.org/ar/node/34605) ↩︎
  2. Yine de, 1943’te partinin kaderini belirleyen bölünmeye kadar partideki Yahudiler çoğunluğu oluşturdu. ↩︎
  3. Musa Budeiri, The Palestine Communist Party 1919-1948, Haymarket Books, 2010. ↩︎
  4. Toprak satışı konusu, Filistinlerin yaşadığı felaketi meşrulaştırıcı bir söylem olarak, özellikle ülkemizde de kullanılıyor. Gerçekte 1948’e kadar Yahudiler yapılan toprak satışı, ülke yüzölçümünün %5-6’sı düzeyindeydi. ↩︎
  5. Maher Charif, Palestine Communist Party, palquest.org/en/highlight/23736/palestine-communist-party ↩︎
  6. İsrail Komünist Partisi’ni oluşturacak olan komünistlerin  İsrail’in kuruluşunu desteklemesi, dönemin Yahudi siyasi dinamikleri ve Sovyetler Birliği’nin o dönemde Yahudi sorununa yönelik politikaları ile de bağlantılıdır. Görüş ayrılıkları nedeniyle ileriki yıllarda bölünen İsrail Komünist Partisi, Filistin sorununa da sahip çıkmış, İsrail sınırları içinde kalan ve giderek işçi sınıfının önemli bir bölümünü oluşturan Filistinliler arasında örgütlenmiştir. Yıllar içerisinde Arap üyelerin sayısı Yahudi üyelerin sayısını epeyce geçmiştir. Parti, günümüzde de Filistin’in özgürleşmesi için son derece önemli bir mücadele vermektedir. ↩︎
  7. a.g.e. ↩︎
  8. a.g.e. ↩︎
  9. Maher Charif, Palestinian National Liberation Movement, palquest.org/en/highlight/23292/palestinian-national-liberation-movement—fatah-i ↩︎
  10. Wisam Rafeedie, The Trinity of Fundamentals, 1804 Books, 2024, s. 250. ↩︎
  11. Alain Gresh, “Palestinian Communists and the Intifada”, Middle East Report 157 (Mart/Nisan 1989). https://merip.org/1989/03/palestinian-communists-and-the-intifada/ ↩︎
  12. Daily News Bulletin, Jewish Telegraphic Agency, 14 Nisan 1976, pdfs.jta.org/1976/1976-04-14_073.pdf ↩︎
  13. Alain Gresh,  a.g.e. ↩︎
  14. FKÖ’deki Fetih, FHKC, FDKC ve diğer örgütlerin silahlı militanları fedai olarak adlandırılıyor. ↩︎
  15. Bu değişikliği kabul etmeyen bir grup partiden ayrıldı. Bugün halen Filistin Komünist Partisi adıyla, küçük bir topluluk olarak varlığını sürdürüyor. ↩︎
  16. Patrick Harrison, “Interview with Palestinian People’s Party”, https://terminatorline.blogspot.com/2012/01/interview-with-palestinian-peoples.html ↩︎
  17. https://web.archive.org/web/20151126003607/http://www.ppp.ps/atemplate.php?id=539 ↩︎
  18. Maher Charif, Palestinian Communist Movement,  palquest.org/en/highlight/23848/palestinian-communist-movement ↩︎
  19. Maher Charif, Popular Front for the Liberation of Palestine, palquest.org/en/highlight/23332/popular-front-liberation-palestine—pflp ↩︎
  20. a.g.e. ↩︎
  21. Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi olarak kuruldu; 1975’te Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi ismini aldı. ↩︎
  22. Maher Charif, Democratic Front for the Liberation of Palestine, palquest.org/en/highlight/23611/democratic-front-liberation-palestine—dflp ↩︎
  23. Deniz Gezmiş ve başka bir grup devrimci de Türkiye’den FDKC kamplarına giderek burada eğitim almıştı. ↩︎
  24. a.g.e. ↩︎
  25. Rashid Hamid, “What is the PLO”, Journal of Palestine Studies 4, no. 4, Yaz 1975, s. 90-109. ↩︎
  26. Maher Charif, Palestinian National Liberation Movement – Fatah, palquest.org/en/highlight/23292/palestinian-national-liberation-movement—fatah-i ↩︎
  27. https://haber.sol.org.tr/haber/israil-ve-filistinli-komunistlerden-ortak-toplanti-siyonizmin-sinifsal-analizi-yapilmali
    Ekim 2024’te Filistin Halk Partisi ile İsrail Komünist Partisi’nin birlikte düzenlediği telekonferansta, FHP Genel Sekreteri Bassam Salhi sınıfsal analiz vurgusu yaparak bir boşluğun doldurulması gereğini dile getirmiş oldu. ↩︎
  28. Abdaljawad Omar, The Question of Hamas and the Left, https://mondoweiss.net/2024/05/the-question-of-hamas-and-the-left/ ↩︎