” Ulusallık”ta Nesnel Boyut

Kürt yoksul köylülüğünün yarattığı devrimci dinamizm Türkiye kapitalizminin genel kriz manzarası içinde, sıcak noktalardan birisi olmayı sürdürüyor. Sosyalist hareketin bütün kesimleri için bu açıklık kazanmış durumda. Diğer yandan Türkiye’de sol hareket söz konusu dinamizmi sosyalizme akan devrimci süreçler açısından yerli yerine oturtmak çabasından oldukça uzak. Kendi nesnelliği içinde yol alan Kürt hareketinden, kendisine pay çıkartmak için kalıptan kalıba giren Kürt “dostları” için bu durum doğal karşılanmalı. Bu kesimler kitle hareketleri karşısındaki alışılmış tavırlarını burada da sürdürüyorlar. Sosyalizm mücadelesini hareket yaratmaktan ibaret görenler, kitle hareketi karşısında kendi misyonlarını tanımlayamıyorlar. 1

Öncülük misyonu ve iddiasını temel alanlar içinse, Kürt hareketini ucuz güzellemelerle değerlendirmek değil, proleter devrim ve Kürt yoksul köylülüğünün devrimci demokrat mücadelesi arasındaki bağlantıyı sağlıklı bir biçimde kurmak görevi esastır.

Türkiyeli sosyalistler, öncelikle Kürdistan’daki dinamizmin sosyal-ekonomik temellerini doğru değerlendirmek zorunda. Hareketin hangi maddi temeller üzerinde yükseldiğini gerektiği gibi değerlendirmek ve Kürt ulusal kurtuluşçuluğunun özgün yönlerini böylesi bir somut analize dayandırmak, hakim olan şablonların dışında devrimci sosyalist bir konumun ve taktik-stratejik “doğru”nun anahtarı olacaktır.

Bundan sonra ise sıra taktik-stratejik “doğru”nun kurgulanmasına ve uygulanmasına gelecektir. Sosyalizm, Kürdistan nesnelliğini sınıfsız topluma yürüyüşün bir zemini olarak değerlendirecektir. (Aslında kurgu ve teorik netleşme aşamasında öncelik ve sonralıktan çok içiçelik söz konusu oluyor. Sınıfsız topluma yürüyüş hedefimiz, nesnelliğin analizini de belirlemek durumunda çünkü.)

Bu yazı, yukarıda ifade ettiğimiz görevin bir anlamda tanımlanması, bir anlamda da üzerine gidilmesi amacıyla yazılıyor.

Bölgedeki toplumsal hareketlerin ve ulusalcılığın Cumhuriyet’ten bu yana izlediği gelişimi ve dayandığı temelleri değerlendirerek başlanabilir.

Bölgedeki hareketlerin burjuva bir temeli oldu mu?

Soru, Cumhuriyet dönemine girerken bölgede sınıfların ekonomik konumlanışları nedir ve bu konumlanış, Türkiye kapitalizminin gelişimine karşı ve bu gelişim içinde tuttuğu yeri nasıl belirlemiştir şeklinde de konulabilir. Yine de bizi esas ilgilendiren bu sorunun bir yönü olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşumu döneminde, Kürdistan’da bir kapitalist pazarın oluşumu ve buna bağlı olarak bir ulusal işbölümü ne ölçüde mevcuttur ve böylesi bir iktisadi temelin üzerinde burjuvazinin damgasını vurduğu bir ulusal hareket sözkonusu olmuş mudur?

Önce hemen bir parantez, bu soru Türkiye solunda geçmiş tartışmaların tekrarlanması amacını taşımıyor. 1930’larda TKP’nin Kürt isyanlarını komünizmin değil de daha çok Kemalizmin gözlükleriyle değerlendirdiği biliniyor. Bugün aynı tartışmanın yine marksizmin pek yatkın olmadığı terimlerle yinelenmesi girişte ifade ettiğimiz görev açısından bir anlam taşımıyor. Biz, sözde ilerici Kemalist rejimi tehdit ediyor olmak ya da olmamak bağlamında anlam kazanan bir ilericilik-gericilik kavramlaştırmasına, artık hiç kimsenin sıcak bakamayacağını düşünüyoruz.

Diğer yandan, Kürt hareketinin sınıfsal karakterini ve bu karakterin süreç içindeki değişimini değerlendirmek açısından, sözkonusu dönemin iktisadi dinamiklerini açığa çıkartmak gerektiğine inanıyoruz. Parantez bu kadar.

Bu yüzyılın başında meta ekonomisine yönelen bir dinamiğin oldukça zayıf olduğu biliniyor. Pazar için üretim, Kürdistan kırlarında bu dönemde mümkün görünmüyor. Geçimlik üretimin egemen olduğu söylenebilir. Ticaret alanında ise bölge nüfusunu birleştiren bir pazar biraz da az önce andığımız nedenle oluşamıyor. Kürt nüfusun önemli bir bölümü kapalı bir tarım ekonomisinin sınırları içinde kalıyor.

Sınıfsal dinamikler açısından bu durumun siyasal anlamı Kürt etnikliğini bir ulus olarak birleştirecek bir burjuva etkinliğinin toplumsal hareketi belirleyebilmekten uzak olmasıdır.

Diğer yandan bu durum, bölgede ulusal “bilinç”in oluşumu açısından kendi başına bir engel değildir. Nitekim, yine bu yüzyılın başında özellikle Avrupa’da bulunan Kürt aydınları arasında, Kürt milliyetçiliği etki alanı bulmuştur. Bu noktada, Kürt ulusalcılığının, bu dönemde Kürt hareketlerine ne kadar nüfuz edebildiği ve bu hareketlere ne kadar yön gösterebildiği önemlidir. Kürt hareketlerinin maddi temeli ne olmuştur ve burjuva ulusalcılığı bu temel içinde kendine ne kadar yer bulabilir?

Cumhuriyetle birlikte yeni sınırların oluşması sözkonusu olduğunda, Kürtler’in durumu nedir? Yukarıda, Kürt etnikliğinin bu dönemde bir meta ekonomisi ve ulusal işbölümü çerçevesinde birleşmiş olmaktan uzak olduğunu söyledik. Yine de, ekonominin bütün kapalılığına, karşın toplumsal-ekonomik yaşam yeni sınırların oluşmasıyla bir sarsıntı geçirmiştir. Bunun nedenlerini kısaca geçmekte yarar var.

Birincisi, hayvancılıkla uğraşan aşiretlere ilişkindir. Bu aşiretler ekonomik etkinliklerini farklı yerlere dağılmış yayla ve kışlalarda yürütmekteydiler. Yeni sınırların oluşumu, bu durum gözönüne alındığında bu kesimler için yıkıcı etkilere sahip olmuştur.

İkincisi, daha çok feodal Kürt egemenlerinin yaşadığı bir sorun olmuştur. Cumhuriyet rejimi ile birlikte bu kesimler, ekonomik ve sosyal egemenliklerini tehdit altında görmüşler ve tepki göstermişlerdir. Bu sırada ortaya çıkan rejim yanlısı aşiretlerin rakipleri, bu nedenle karşı tarafa yönelmişlerdir.

Bu durum, bazı Kürt ulusalcılarının Kürt ulusal hareketinde “feodal önderlik” dönemi dediği bir döneme yol vermiştir. Bu noktadan sonraki gelişmeler öğretici teori ve politika dersleri ile yüklüdür.

Bu dönemde, hareket içinde feodal unsurların yönlendirici olmasının önemli sonuçları oluyor. Bir kere böylesi bir durumda, burjuva ulusalcılığının geride bir motif olarak kalması kaçınılmaz. Ekonomik dinamikleri farklılaştıracak bir kurumlaşma olarak aydın dinamiğinin de zayıf olması bu durumu güçlendiriyor. Yine buna bağlı olarak, Kürt etnikliği, ulusal bir bütünlük içinde harekete katılamamış ve devletten yana aşiretler sorunu Kürt hareketi için bu dönemde çözülemeyen bir düğüm de oluyor.

Dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Bütün bunların anlamı “ilerici” Kemalist burjuvazi ile Kürt feodalitesinin kıran kırana bir karşılaşması olmamıştır. Feodallerin karşısında ilerici Türkiye burjuvazisi rüyaları burada da boş çıkmıştır. Türkiye kapitalizminin eşitsiz gelişmesi burada da süreci tanımlayan kavramlaştırmadır.

Türkiye burjuvazisinin, cumhuriyet rejiminde ifade bulan egemenliğini sürekli kılmak için izlediği yolun, Türkiye solu tarafından uzunca bir dönem yanlış şekillerde değerlendirildiği biliniyor. Türkiyeli marksistler, ulusal kurtuluşçuluk ve pozitivizmin damgasını vurduğu bir düşünsel-politik gelişim sürecini yaşadıkları bir dönemde, Türkiye burjuvazisinin diğer mülk sahibi sınıflar karşısındaki konumuna eşitsiz gelişme yasasının kavramsal araçlarıyla bakamadılar. Oysa dönem burjuvazinin kendi egemenliğini sürekli kılarken, farklı tarihsellikleri ifade etmesi gereken gerici sınıflarla uzlaşmasını zorunlu kılan bir dönem. Kürt feodallerinin durumuna geri dönersek, Türkiye burjuvazisinin bu çerçevede, Kürt feodallerini kazanmasının ve Kürdistan’daki mülk sahibi sınıfların egemen sınıflar bloğu içindeki yerini almasının Kürt hareketinde “feodal önderlik” dönemini de kapattığını söyleyebiliriz.

Evet, Kürdistan’da burjuva kaynaklı bir Kürt milliyetçiliğinin toplumsal gelişmelerde söz sahibi olamaması ve bölgedeki mülk sahibi gerici sınıfların yarattığı hareketin Türkiye burjuvazisiyle uyum sağlamakta ancak bir süre zorluk çekmesi Cumhuriyet’in ilk döneminin Kürt hareketi açısından önemli bir özelliği olmuştur.

Bu noktada, bölgede kapitalizmin gelişmesi sürecinin özgün yönlerine ve Türkiye burjuvazisinin bu süreci nasıl yönlendirdiği üzerinde durmak gerekiyor.

Bölgedeki geri (feodal) tarımsal yapının Türkiye burjuvazisi için başından beri bir sorun olduğu söylenebilir. Sözkonusu yapı tarımsal üretimin verimliliğinin artmasının önünde önemli bir engeldir. Bunun yanında yine sözkonusu yapının kırılamaması kapitalizmin önemli bir pazardan yoksun kalması durumunu ifade eder. Bu yönüyle bakıldığında, Türkiye burjuvazisinin uygulaması beklenen politika, büyük toprak sahibi ağaları, toprak feodalitesini ileri tarım tekniklerini uygulamaya zorlayacak ve kırsal alanın pazara bağlanmasını sağlayacak bir toprak reformunun yapılması ve tarımda kapitalistleşmenin önünün açılmasıdır. Ancak Türkiye burjuvazisinin gecikmişlikten ve başka nedenlerden kaynaklanan zaafları, böylesi bir uygulamanın yaratacağı dinamizmin yıkıcı sonuçlar doğurma potansiyeli olması anlamına gelmektedir. Türkiye burjuvazisi sağlam yolu seçmiş, Kürt egemenleriyle ittifakını sağlamlaştıracak politikaları benimsemiş, müttefiklerini güçlendirmeyi bir görev bilmiştir.

Bu durum mutlak bir durgunluğu ifade etmez. Eşitsiz gelişmenin damgasını vurduğu bir süreç içinde bölgede kapitalistleşme mümkün olmuştur. Şöyle: 1950’lerle birlikte, Kürt egemenlerinin egemen sınıflar bloğu içindeki yeri de sağlamlaşıyor. Ticaretin gelişimi ve Türkiye kapitalizmine pazar yoluyla eklemlenme de bu dönemde hız kazanıyor. Bu dönemde, giderek önem kazanan ticaret büyük toprak ağalarının eline geçiyor. Toprak ağaları büyük şehirlere yerleşip oluşmakta olan pazar içinde de egemen olurlarken, bu gelişmelerle birlikte feodal toprak ağalarının kapitalist sermaye birikimi sürecine girmeleri de yaşanıyor. Kredi olanaklarından da yararlanan Kürt egemenleri mali sermaye ile bu dönemde bütünleşiyor.

Tarımda kapitalistleşme de benzeri bir tedrici gelişme çizgisi izliyor. Büyük toprak ağaları, Cumhuriyet burjuvazisinin de teşvikleriyle, fazla hızlı davranmamakla birlikte, ileri tarım tekniklerini uygulamaya koyuyor.

Bu süreç bölgenin kapitalistleşmenin, daha doğrusu Türkiye kapitalizminin bölgedeki gelişiminin önemli bir niteliğini ifade ediyor: Tarımda ileri tarım tekniklerinin uygulanması büyük toprak mülkiyeti ile birlikte gerçekleşmiştir. Yoksul köylülüğün büyük bir niceliğe ulaşması ve durumunun giderek kötüleşmesi bu durumun ve uygulanan tarım tekniklerinin belli nitelikleriyle ilgilidir. 2

İsmail Beşikçi 1969’da yazdığı Doğu Anadolu’nun Düzeni adlı kitapta önemli bir noktaya dikkat çekiyor. Beşikçi tarımda ileri tekniklerin uygulanması ile feodal ilişkilerin çözüldüğünü, toprak sahiplerinin daha az emek gücü istihdam edebilir hale gelmeleri ile büyük kalabalıkların işsiz kaldığını ve bu durumun artarak sürdüğünü söylüyor. Beşikçi hızlı nüfus artışının süreci hızlandırdığına dikkat çekiyor. Bu durumu “gelecekteki” devrimci dinamizmin kaynağı olarak gösteriyor.

Uzun zamandır yaşanan göç olgusu tarımda istihdam edilemeyen emek gücünün şehirlere akışını ifade ediyor. Bu noktada sorunu çözümsüz kılan bir başka durum bu işgücü fazlasının şehirlerde de istihdam edilememesi oluyor.

Yukarıda tarif ettiğimiz durum bölgedeki toplumsal muhalefetin temelini tanımlıyor. Bu temel, Kürt ulusal kurtuluş hareketinin tabanı da oluyor: Kürt yoksul köylülüğü.

Kürt yoksul köylülüğü ve Kürt aydın hareketi

Bugün Kürt devrimci demokrasisini tanımlayan alanın ikili bir yapısı olduğunu düşünüyoruz. Bir bileşeni yukarıda andığımız yoksul köylülük, bir diğer bileşeni de Kürt aydın hareketi diyebileceğimiz politik harekettir.

Kürt aydın hareketinin gelişimini bütün somut zenginliği ile aktarmak gibi bir amacımız yok, bir bakıma kısa bir parantez açıp, Kürt hareketinin ayrı, hatta bağımsız bir yönünün (bugün Kürt hareketini kendi etkinliği ile belirleyen üstelik bu belirlenimi aydın karakteri ile değil kullandığı politik araçlarla başaran bir kesim) geçmişini taramaya çalışacağız.

Kürt aydınının etkin bir politik kimlik ile ortaya çıkması ve bir aydın hareketi olarak kurumlaşması ’60’larla başlıyor. Kürt aydınları Türkiye solunun oluşturduğu etkinlik alanının bir parçası olarak ortaya çıkıyor. Diğer Türkiyeli sol aydınların beslendikleri kanallardan besleniyorlar. Kalkınmacılık ve üçüncü dünyacılık ana yönelimlerini teşkil ediyor. Böylesi bir temelden ulusalcılığın türetilmesi mümkündür. Yine de bu dönemde Kürt aydınlarının ulusalcılığı temel almadıkları söylenebilir. Bu dönemde Türkiye solu farklı motifleri bünyesinde taşıyan dağınık bir toplumsal hareketlilik olarak görünüyor. Bu dağınıklığın üzerinde yer alan ve böylesi bir toplumsal hareketliliği derleyip kendi kanallarına akıtacak politik güç olarak bir öncülüğün yokluğunda dağılma dinamikleri her zaman çok güçlü oluyor. Bu noktada şunu söyleyebiliriz; Kürt aydınının Türkiye solundan kopuşu esasen ideolojik-teorik bir ayrışmadan çok Türkiye solunun etkinliğinin kırılması ile sözkonusu olmuştur. 12 Mart ve 12 Eylül, Kürt aydın hareketinin kendi özgün yanlarını ulusalcılık temelinde sivrilterek geliştiği dönemeçler oluyor.

Kürt hareketini ikili bir yapı olarak tanımlamıştık. Bu ikilik aynı zamanda kesin bir ayrışmayı ifade ediyor. Kısaca şöyle anlatılabilir: Sosyalist hareket ve işçi hareketini ayrı kanallardan geliştiği fakat aralarında tarihsel bir bağlantı olduğu söylenebiliyor. Bu tarihsel bağlantı en başta işçi sınıfının tarihsel çıkarlarının sosyalizmde olmasından kaynaklanmaktadır. Diğer yandan Kürt aydın hareketi ile Kürt yoksul köylülüğü arasındaki bağ tarihsel olarak varolan bir bağdan çok politik olarak kurulan bir bağ olmuştur. Böyle olması da çok doğaldır. Yoksul köylülük mülkiyetten hızla arınmakla birlikte, proleterleşememiş bir katmandır. Bu durum onun yıkımını hazırlayan mülkiyet ideolojisinden kopmasının önünde bir engel olmaktadır. Bütün bunlar yoksul köylülüğün tarihsel çıkarlar ve perspektifler açısından bağımsız bir kimliğe sahip olamamasını ve fakat politik dolayımlarla belirlenmesini açıklar. Kürt aydın hareketi bugün için Kürt yoksul köylülüğünü böylesi politik dolayımlarla belirlemeyi başarmış bir politik önderlik olarak ve buna ek olarak ulusalcılığın ideolojik merkezini oluşturan aydın kesimi olarak tanımlanabilir.

PKK’nın yoksul köylülüğünün yaygın desteğini sağlamış olduğu açıktır. PKK çıplak zorun devletin tek ve geçerli “aygıt”ı olduğu koşullarda devlet zorunun karşısına gerilla gücünü çıkarmış ve “suni denge”yi konjonktürel olarak bozmuştur. PKK, Kürt yoksul köylülüğünü tarihsel bir perspektifin ya da bir toplumsal ideolojinin araçları ile değil, politik araçlarla kazanmıştır.

Bu durumun uzantıları üzerinde durmak gerekiyor. Öncelikle şu: PKK yoksul köylülüğün politik temsilcisi olarak ortaya çıkmıştır. Diğer yandan bu temsil durumunun ideolojik içeriği net olarak tanımlanmamıştır. Bunun esas nedeni yoksul köylülüğün sınıfsal konumudur. Bu sınıfsal konum tutarlı bir ideolojik içerik ve tarihsel bir hedefi üretemez. PKK’nın da kendi içinde çok çeşitli yönelimleri barındırabilmesi, islami motiflerden marksizm-leninizme kadar pek çok sloganı, unsuru öne çıkartabilmesi de bunun ürünüdür.

Bütün bunlardan çıkartılacak siyasal görevler vardır.

Sonuç olarak

Bugün Kürdistan kırlarında mevcut tarımsal yapının istihdam edemeyeceği bir işgücü fazlası oluşmuş durumdadır. İklim koşulları ve toprak verimliliği de düşünüldüğünde ileri tarım tekniklerinin uygulanması ve sanayileşme tek çıkar yol olarak görülmektedir. Bir: Türkiye kapitalizmi, piyasa anarşisi ve kapitalistlerin kâr hırsının olağan boyutlarda olduğu “sıradan” bir kapitalist ekonomi olmanın ötesinde krizde bir ekonomidir. Kapitalistleri iyice sıkıştıran bu durum, Kürt yoksul köylülüğünün kapitalizm içinde sindirilip, eritilmesini kısa vadede imkansız kılmaktadır. Bu bir olanaktır, sosyalizmin yakalayacağı bir olanak. İki: Yukarda andığımız nitelikleri, sorunun küçük mülkiyetin ufukları içinde çözülememesini getirmektedir. Bugün iyice bilinmeli, kim yaparsa yapsın, bir toprak reformu yoksul köylü sorununu çözemez. Sorun küçük mülkiyet sınırları içinde çözülemez ama yoksul köylülüğün ufku tam da küçük mülkiyet ile sınırlıdır. Ulusal hareketin sınıfsal belirsizliği bu durumun ürünüdür.

Kürdistan’da bugün önü alınamayan bir toplumsal basınç vardır ve bugün bu toplumsal basıncın geleceği açısından hayati sorun, burjuva bir temeli olmayan ulusal hareketin yaşadığı sınıfsal belirsizliktir.

Bu belirsizlik Kürt hareketinin ana çelişkisidir. Kürdistanlı devrimcilerin çözmeleri gereken sorun bu belirsizliktedir. Bugün için gündemlerini ulusal kurtuluş olarak ayrıştırmış ve bu gündem üzerinde ilerlemekte olan Kürt devrimcileri hareketin kendi gelişimi içinde bu çelişkiyi çözmeye zorlanacaktır.

Bugün ulusal hareketin tabanını oluşturan yoksul köylülüğün devrimci süreçler içinde nereye kanalize edileceği Kürt devrimcilerinin yaşayacağı bu ayrışma süreçleri içinde ortaya çıkabilecektir.

Bu süreç içinde sosyalist hareketin etkinliği de belirleyici öneme sahip olacaktır. Kürt hareketinin politik ayrışma dinamiklerini beslemek Türkiye sosyalist hareketi için yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Türkiye sosyalist hareketi bu görevi yerine getirebilmek için kendi gücünün ana dayanağını sosyalizm mücadelesine kanalize etmeli, işçi hareketini politize etmek için atılması gereken adımları almalıdır. Sosyalizmin ve Türkiye işçi sınıfının Kürt yoksul köylülüğü için yapacağı çok şey vardır.

Dipnotlar

  1. [BU DİPNOT ORİJİNAL GELENEK’TE DE BULUNMUYOR.]
  2. Bu noktada kısa bir ek yapmakla yarar var. Bölgede kuru tarımın egemen olduğu biliniyor. Tarımda ileri tekniklerin uygulanması dediğimiz süreç bu durumda herhangi bir değişiklik yaratmıyor. Bunun iki ürünü var. İleri teknikler daha çok mekanizasyonla sınırlı kalıyor. Sulu tarıma dayalı tekniklerin ürün verimliliğini arttırmanın yanısıra istihdam edilen emek gücünün de belli bir düzeyin üstünde olmasını sağlamasına karşın, kuru tarımda mekanizasyon, alan başına ürün verimliliğini yükseltirken, alan başına istihdam edilen emek gücünü de büyük ölçüde düşürüyor. Bu durum Kürdistan tarımında teknik gelişmelerin çok daha yıkıcı olmasına neden oluyor.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×