Uluslararası Mali Sistem Dikiş Tutar mı?
ABD ekonomisinden başlayarak tüm dünyaya yayılan ekonomik bunalım, popülerliğini yitirmiş gibi görünüyor. Emekçi sınıflar bunalımın sonuçlarıyla, işsizlik ve fiyat artışlarıyla sessiz sedasız baş etmeye çalışırken, uluslararası finans çevreleri de fazla gürültü patırtı yapmadan finansal sistemi yeniden inşa etmenin yollarını arıyorlar.
Bunalımın hissedilmeye başladığı ilk zamanlarda oldukça uç noktalara götürülen, Keynesci politikalardan sosyalizme kadar birçok fikri popüler basına taşıyan tartışmalar, yavaş yavaş normalleşmeye başladı. Normalleşmeden kasıt, sistem dahiline çekilmedir. Finansal alanda köklü reformlar yapmaktan bahsedenlerin bugün neler konuştuklarına baktığımızda, karşımıza daha çok “teknik” konular çıkmakta. Evet, bunalımın büyüklüğünü hâlâ herkes kabul ediyor, ama bunalımın sebebi olarak sistemi değil, sistemin bazı hatalarını görenlerin sayısı, en azından etkisi, giderek arttı.
Aslında bu tahmin edilmeliydi, edilmişti de… Bankaları devralan, ardarda kurtarma paketleri hazırlayan devletler, elbette bir revizyon yapacaklardı. Ancak bu revizyonun sistemin mantığını değil, tekniğini sorgulayacak şekilde yapılacağını anlamak güç değildi.
ABD: Daha fazla regülasyon, daha sıkı kurallar
Bunalımın büyüklüğüne bağlı olarak, finansal sektörde yapılacak revizyonun da kapsamlı olması kaçınılmaz. ABD kurumlarının bunalıma bulduğu çözüm, finansal sistemi ilgilendiren daha fazla kural koymak ve denetlemeleri arttırmak. Zaten ABD Başkanı Obama’nın konuşmalarından da anlaşıldığı gibi, bunalımın denetim eksikliğinden ve çeşitli yanlışlıklardan kaynaklandığı görüşü hakim kılınıyor.
ABD Hazinesi’nin hazırladığı, Haziran 2009 tarihli bir raporda1 sunulan öneriler, büyük oranda teknik meselerle ilgili. Örneğin, bütün finansal kuruluşlarla ilgili bilgi toplayacak ve bunların yaratabileceği olası risklere karşı ABD Merkez Bankası’nı uyaracak bir kurum oluşturulması bu önerilerin arasında. Özellikle geniş ölçekli finansal kuruluşların yakından takip edilmesi, bankaların sermaye kaynakları ve diğer yükümlülüklerinin denetlenmesi, bu konuyla ilgili de yeni kurumlar, gruplar oluşturulması gündeme alınıyor. Bankaların denetlenmesinde yasal boşluklar olduğu kabul ediliyor ve bunların kapatılması; ayrıca, bunalımın temel sebepleri arasında gösterilen koruma fonlarının kayıt altına alınması şartının getirilmesi isteniyor.
Oluşturulması istenen yeni kuruluşlardan biri de tüketicilerin korunması ile ilgili. Tüketicileri, krediler ve diğer finansal hizmetlerle ilgili olarak bilgilendirecek, finansal işlemleri basit ve açık hale getirecek, ‘bağımsız’ tek bir kurum oluşturulması öneriliyor.
Bu raporda oluşturulması önerilen sayısız grup işe yarar mı bilinmez, ama bu ve benzeri raporlarda göze çarpan güvensizlik çok açık. Piyasanın tüketicileri aldatmaya olan yatkınlığına aydınlatıcı kurumlarla, devleti yanıltmaya olan yatkınlığına ise daha fazla denetleme ile cevap verilmek isteniyor. Başka raporlarda da rastladığımız rastladığımız “standardizasyon” çağrısı burada da oldukça yoğun. Krizin sorumlusu olarak görülen kredi kuruluşlarına güvenilmemesi, devletin kendi kayıtlarını tutması ve riskli kuruluşlara müdahele etmesi de güvensizliğin sonucu. ABD, finansal aktörler hakkında tutulan kayıtların standardizasyonu ile ilgili bu önerileri sadece kendisi için değil, tüm dünyadaki finansal kuruluşlar için gündeme getiriyor ve bunları çeşitli yollarla dikte etmeye hazırlanıyor.
Peki, piyasa mantığı ile bu şekilde başa çıkılabilir mi? Yeni kurulacak olan ve kurulması önerilen kuruluşların varolanlardan daha güvenilir olacağını bir garantisi yok. Sermayenin kısa dönemli kâr etmesini sağlamak, bütün piyasa aktörleri için kaçınılmaz bir durum zira. Bunalımdan birinci dereceden sorumlu tutulan kredi derecelendirme kuruluşları, saygınlıkları pahasına, piyasayı yanlış bilgilendirmişti; bunun sebebinin herhangi bir hatadan çok bahsettiğimiz zorunluluk olduğunu söyleyebiliriz. Zaten bunalımın adım adım gelmesine göz yumanlar sadece kredi derecelendirme kuruluşları da değildi. Federal ya da özerk kurumlarda çalışanların çoğunun sermaye ve kağıt sahibi insanlar olduğu ABD’de, bu kişilerin, kendileri de para kazandıkları sürece gidişata göz yummaları doğal. Yeni kurulacak kurumların piyasayı daha objektif yorumlayacaklarına inanmak için bir sebep yok.
AB: Biz güçlüyüz
Avrupa Birliği içinde yapılan tartışmaların ekseni, ABD’den etkilenmiş görünüyor. Bunalımın ABD kaynaklı olduğu ortak bir kabul. Ancak Avrupa’nın, ABD’de başlayan bir bunalıma bu kadar duyarlı ve dirençsiz olmasının önüne geçmek için sunulan çözümler biraz farklı. Nispeten radikal bir kesim, ABD’nin ve ABD dolarının dünya ekonomisi içindeki rolünü sorgularken, diğer bir kesim, ABD’nin kendi içinde yaptığı gibi, kurumsal düzenlemeler yapmanın yeteceği görüşünde.
ABD piyasalarında başlayan bunalımın Avrupa ülkerine çok hızlı bir şekilde etki etmesinin nedeni, Avrupa bankalarının ABD doları üzerinden yaptıkları işlemlerin son yıllarda oldukça artmış olması. Birden fazla ülkede işlem yapan uluslararası bankaların bilançolarını kontrol etmek giderk zorlaştı. Getirisi yüksek olan dolar bazlı varlıkları, özellikle koruma fonu ve ipotekli kredi varlıklarını ellerinde tutan Avrupa bankaları, bunalımın baş göstermesi ile birlikte, bunları ellerinden çıkarmak istediklerinde, büyük bir likidite sorunu ortaya çıktı. Sorunu bu şekilde tarifledikten sonra, vurguyu nereye yaptığınız önemli hale geliyor: Sorun Avrupa bankaların dolar bazlı kağıtlara çok yatırım yapması mıdır, yoksa uluslararası finans işlemlerinde rezerv para olan ABD dolarının arkasında duran ekonominin sağlam olmaması mı? Yeni bir mali sistem yaratmayı tartışırken bu soruya verilen yanıt önem kazanıyor.
Yanlış anlaşılmasın, soruya iki şekilde yanıt verenler de, ABD’nin prestjinin sarsıldığının farkındalar ve bu sarsılmadan bir şekilde faydalanmaya çalışıyorlar. AB Komisyonu Başkanı Barroso, 2008 Kasım’ında Avrupa Ekonomik Canlanma Planı’nı sunarken, Avrupalı olmanın ayrıcalığından, AB’nin vatandaşlarına sunduğu üstün hizmetten, AB’nin gücünden dem vurmuştu.2 Bu vurgunun ardından gelense, AB üyesi ülkelerin kendi içlerinde alım gücünü arttırmak, yatırımları arttırmak ve yönledirmek, bütçe durumlarını düzeltmek için alınacak önlemler. AB’nin kendi içini canlandırmaya yetecek olan gücünden bahsedilirken ABD’nin konumunun fazla sorgulanmaması ise önemli bir nokta. Merkez Avrupa ülkelerinin başkanlarının konumu bu şekilde tarif edilebilir. Elbette mali sisteme dair önlemler alınmasını onlar da savunuyorlar. Zor durumdaki bankaların devlet kontrolüne geçirilmesi ve yeniden yapılandırıldıktan sonra tekrar özel sektöre devredilmesi, banka borçlarının ve mevduatlarını (hem mevcut olanlar hem de gelecekte alınacak olanlar) devlet garantisi altına alınması, Avrupa Merkez Bankası ve diğer merkez bankaların finansal sistemi desteklemesi bu önlemler arasında. Bunun karşılığında finansal sektörün reel ekonomiyi desteklemesine yönelik önlemler alınarak, finans sektörünün şişmesi önlenmeye çalışılıyor. Uluslararsı ticaretin sınırlandığı bir dönemde, birlik içi yatırım çalışmalarına önem vermek akıllıca bir seçim gibi görünüyor. Bankaların önüne koyulan hedef, yatırımcılara normal koşullarda olduğu gibi kredi vermeleri. Ekonomik Canlanma Paketi’nde altyapı ve Ar-Ge yatırımlarına, enerji verimliliği konusuna, hatta herkese yüksek hızda internet erişimi sağlamanın önemine değinilmesinin nedeni, Barroso’nun deyimiyle “krizi fırsata çevirmenin” çekiciliği. Böylece bunalımın neden kaynaklanmış olduğu pek tartışılmadan bir ‘sinerji’ yaratılacak ve AB kendi gözünde, ABD’ye karşı bir puan öne geçecek.
Daha radikal olan bir kesim ise, sistem içinde doların konumunu sorgulayarak işe başlıyor. Avro bölgesi içinde avronun temel para birimi olması, ya da AB’nin gücünü arkasına alan yeni bir varlık yaratılması tartışılıyor. Doların ve ABD’nin küresel gücünü hiçe saydıkları için değil, bölgesel para birimi ya da varlık yaratmanın, sistemin geneline fayda sağlayacağını düşündükleri için. Benzer öneriler Asya ve Latin Amerika için de dile getiriliyor. Ticaretin genel olarak düştüğü durumda, küresel düzenlemeler yerine bölgesel düzenlemeler yapılmasına yönelik ilgi arttı. Bazı ülkeler arasında belirli piyasaların dolar dışındaki para birimleri temelinde şekillenmesi çalışmalarının yaygın bir uygulama olması, yine de pek mümkün gözükmüyor; doların arkasında duran gücün, ABD’nin ekonomik yapısı değil, dünya politikasındaki egemen gücü olduğu gerçeği değişmiş değil. Aslında bu tartışmanın temelinde, uluslararası finans kuruluşlarının ve küreselleşme aktörlerinin kriz sırasında yaşadıkları prestij kaybı yatıyor. Bölgeselleşme önerilerinin ve yöneliminin temelinde bu var.
IMF’yi ne yapmalı?
Bunalıma karşı uluslararası işbirliği yapılması çağrısı tartışmalarda çokça yer aldı. Ancak, bunalımın belli bir oranda bölgeselleşme ile sonuçlandığı söylenebilir. Bunun en önemli nedeni, uluslararası kuruluşların bunalım öncesinde ve sırasında etkisiz kalmış olmaları.
Ne ABD ne de AB tarafından yapılan yorumlarda, bunalımın aşılması sürecinde IMF ve DB’ye önemli roller veriliyor. ABD Hazinesi’nin raporunda, eskiden görmeye çok alıştığımız “uluslararası kuruluşlar” vurgusu yok. Daha çok G20 kararlarından, bunların uygulanmasından ve ABD ekonomisi için bahsedilen standartların bu yolla genelleştirilmesinden bahsediliyor. AB de, benzer şekilde, projelerini genellikle üye ülkelere yönelik olarak sürdürüyor.
Uluslararası kuruluşların geleceği ile ilgili olarak farklı bir öneri BM’den geldi. BM Uzmanlar Komisyonu’nun Uluslararası Para ve Finans Sistemi Reformu ile ilgili raporunda,3 uluslararası kuruluşların etkisizliğinin sebebinin, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin buralarda yeterince söz sahibi olmaması olduğu görüşü ileri sürülüyor. Kurum içi şeffaflığın arttırılması, oylama ve karar mekanizmalarında değişime gidilmesi, ayrıca kredi dağıtım mekanizmalarının yenilenmesi de öneriliyor. Dolar yerine, hiçbir ülke ekonomisine dayanmayan yeni bir para birimi kullanılmasının, likidite sorununu bertaraf edeceği belirtiliyor. Aslında BM’nin son raporunun havası, krize ilişkin daha farklı bir bakış içeriyor: Bunalımı yaratan hataların sistemin kendisinden kaynaklandığı söyleniyor ve doların konumu üzerine daha radikal tartışmalar yapılıyor. BM’nin birleşiminin daha “demokratik” olduğu düşünüldüğünde normal bir durum bu; ama daha önemlisi bu tavrın ülke ekonomileri üzerinde bir yaptırım gücü yok.
Zaten görüldüğü kadarıyla ne ABD’nin ne de AB’nin, uluslararası kuruluşlarda yakın zamanda böyle bir yeniden yapılanmaya gitme planı yok. İki odağın da öncelikle kendi içlerinde bir yeniden yapılanmaya gitmeleri ve bunları daha sonra küresel aktörler aracılığıyla diğer ülkelere dikte etmelerini beklemek daha gerçekçi olacaktır. IMF’nin şu anki pasif bekleme hali bu durumla açıklanabilir. Bölgesel arayışlar ise radikal bir noktaya gitmemeleri durumunda, kısa vadeli olmaya mahkum görünüyorlar.
Dipnotlar
- Financial Regulatory Reform: A New Foundation (Finansal Düzenleme Reformu: Yeni Bir Altyapı); ABD Hazine Departmanı, 17 Haziran 2009.
- “The Time to Act is Now”(Harekete Geçme Zamanı), Durao Barroso, Communication from the Commision to the European Council, A European Economic Recovery Plan.
- Report of the Commision of Experts of the President of the United Nations General Assembly on Reforms of the International Monetary and Financial System, 21 Eylül 2009.