Venezuela: Bolivarcılığın Ötesine Geçmek

Venezuela’da geçtiğimiz ay yapılan parlamento seçimlerini ezici bir çoğunlukla gerici muhalefet kazandı. Seçim sonuçları on yedi yıllık Bolivarcı devrim sürecinin ardından ülkenin kaderini belirleyecek yeni bir döneme girildiğine işaret ediyor.

Şimdiye dek darbe dahil her yolu deneyen gericilik, elde ettiği meclis çoğunluğu sayesinde devlet başkanı Maduro’yu devirmek için referandumu zorlamak, gensoru önergeleriyle başkan yardımcılarını ve bakanları görevden almak, yüksek mahkemeye ve diğer yüksek kurullara yeni üyeler atamak, ülkenin en önemli gelir kaynağını oluşturan devlet petrollerine el atmak, stratejik kamu kuruluşlarını özelleştirmek ve komşu ilerici hükümetlerle inşa edilen bölgesel entegrasyon projelerinden çekilmek gibi kritik saldırılar için elini güçlendirdi.

Ağır bedelleri beraberinde getireceği aşikar olan bu yenilginin nedenlerini gündelik yaşama bakarak sıralamak nispeten kolay. Beli kırılamayan sermaye sınıfının spekülasyonları temel ihtiyaç maddelerinde kıtlığa, emekçi halkı yıldıran uzun kuyruklara, karaborsaya ve yüksek enflasyona yol açtı. Petrol fiyatlarının dibe vurması ve ABD yaptırımlarının yoğunlaşmasıyla birlikte ülke ekonomisi emekçiler için savaş alanına döndü. Yoksul halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak için devlet tarafından sübvanse edilen ürünler spekülatörlerin elinde yeni vurgunların konusu haline geldi. Yolsuzlukla mücadelede tayin edici sonuçlar alınamadığı gibi sokağı esir alan şiddet ve suç olayları da gündelik yaşamın can alıcı sorun başlıklarına dönüştü.

Ne var ki bunların hiçbiri Venezuela halkı için yeni değil. Venezuela’nın özgün devrim deneyimi boyunca deyim yerindeyse ülke hep yangın yeriydi. Diğer yandan, gerici muhalefet, seçimi önceleyen süreçte ne daha refah bir toplum, ne daha adil bir bölüşüm, ne de daha ileri bir demokrasi vaadinde bulundu. Zaten yıllardır süren kıyasıya mücadelede saflaşmış olan emekçi halkın gözünde muhalefetin ipliği çoktan pazara çıkmıştı. Venezuelalı emekçilerin kayda değer çoğunluğu için muhalefet, kendi çıkarlarının peşinde koşan gözü dönmüş soytarılardan oluşuyordu.

Venezuela’da sermaye
sınıfının emekçileri ye-
ni bir toplumsal projeye örgütleme çabasına dahi girişmeden, “bilindik” yöntemlerle teslim alması yeni bir sıçramanın zorunluluğuna işaret ediyor. Sıçramanın biricik kaynağı sosyalist devrim perspektifi olduğuna göre solun bu özgün devrim deneyimiyle kurduğu ilişkiyi yeniden tayin etmesi belirleyici önemde olacak.

Bolivarcı devrimin özgün niteliği

Başlangıcı için Chavez’in ister büyük bir seçim galibiyetiyle başkanlık koltuğuna oturduğu 1998 yılını, ister ABD güdümlü darbe girişimini boşa çıkardığı 2002 yılını temel alalım… Bolivarcı devrim süreci reel sosyalizmin yenilgiye uğradığı, uluslararası komünist hareketin hem teorik, hem de ideolojik olarak büyük dağınıklık yaşadığı ve emperyalist hiyerarşinin yeniden biçimlendirildiği derin bir gericilik döneminde ortaya çıktı. Devrime önderlik eden işçi sınıfı hareketi değil, kurulu düzenin yurtseverlik ideolojisini bayrak edinen belirli fraksiyonlarıydı.

Latin Amerika’nın sömürgeci geçmişi, egemen sınıfların emperyalizmle derin bir “işbirliği” içinde serpilmesi sonucunu doğurmuştu. Venezuela örneğinde devasa petrol rezervlerine sahip olunması, ekonominin hammadde ihracatına dayalı politikalar çerçevesinde örgütlenmesini beraberinde getirerek egemen sınıfların emperyalizmle olan bağımlılık ilişkisini pekiştirdi.

Ancak kolonyal dönemden hiç kuşkusuz sömürge karşıtı mücadele mirasını da devralan Venezuela’da, devasa kaynaklara sahip olma ayrıcalığının ulusal bağımsızlıkçı ideolojilere de ilham vermemesi düşünülemezdi. İşçi sınıfı hareketinin yenilgiye uğradığı yirmi birinci yüzyıl dönemecinde bu ideolojilerin taşıyıcıları devlet bürokrasisinin orta kademelerinden çıktı.

Asker kökenli Chavez önderliğinde şekillenen Bolivarcı hareket, on dokuzuncu yüzyılda kıtayı kasıp kavuran sömürge karşıtı mücadelelerin bağımsızlıkçı mirasını rehber edindi. Kökeni itibariyle marksizmle teması olmayan hareketin marksistlerin gündemine girmesi ise mülk sahibi sınıflara sırtını dayamak yerine eni konu yoksul halk kitlelerine yönelmesiyle oldu.

İşe halkçı bir anayasa hazırlayarak başlayan Chavez liderliği kamu kaynaklarının önemli bir kısmını yoksullukla mücadele programlarına yönlendirdi ve yoksul halkın bu kazanımlar etrafında mobilize edilmesi için katılım mekanizmaları inşa etmeye girişti. Yeni yatırımlar ve yoksullukla mücadele programlarına kaynak yaratmak için devlet petrollerinin yönetimine müdahale etti ve bu girişimlere sabotajla yanıt veren burjuvazinin direncini kırmak için stratejik önemdeki bir dizi işletmeyi kamulaştırdı.

Bolivarcı devrim liderliğini kurulu düzenin fraksiyonu olmaktan uzaklaştıran bir diğer kritik başlık ise dış politikada izlediği radikal çizgi oldu. Küba ile kurulan ittifak sosyalist adaya nefes aldırmakla kalmadı, emperyalizmle mesafenin kıta ölçeğinde açılmasını sağlayan bölgesel entegrasyon projelerine öncülük etti.

Emperyalizmin  “tahammül sınırları”

Tüm bu radikal adımları barındırmasına karşın kapitalist üretim ilişkilerinin tam boy sorgulanmasından ve dolayısıyla sosyalist iktidar programından söz edemeyeceğimiz Venezuela’da yaşanan sürecin devrim hanesine yazılmasında, bugünkü konjonktür itibariyle emperyalizmin sınırlarında yaşanan daralmanın da kuşkusuz büyük payı oldu.

Reel sosyalizmin çözülüşü sonrasında ortaya çıkan yeni dünya düzeninin her türlü halkçı aranışı karşısına alması ve düzen dışına itmesi kural haline geldi:

Farklı bağımlılık derecelerinde, dolayısıyla çeşitli etkenlerle belirlenen bir egemenlik hakkına ve yerel özerk hareket alanına sahip üyelerden oluşan kulüp kapatılmak istenmektedir. (…) Sosyalizmin güncel bir seçenek olarak capcanlı ayakta olduğu bir dünyada kapitalist sistemin üyelerinin de kendi ayakları üzerinde durabilmeleri, kalkın(dırıl)maları, sanayileşmeleri, iç dinamiklerinin gözetildiği siyasal-hukuksal rejimler geliştirmeleri gerekliydi. İşçi sınıfı ve komünizm “tehdidi” böyle önlenebilirdi. 1990 sonrası durum değişmiş; emperyalizm dünya çapındaki egemenliğin, hiyerarşinin kademelerine paylaştırılmasını lüks addettirmiştir.”1

Bolivarcı devrimin gerek iktisadi kalkınma stratejisi, gerek sosyal politikaları bakımından geçtiğimiz yüzyılda yaşanan demokratik devrim programlarının bile gerisinde kaldığı rahatlıkla iddia edilebilir. Ancak söz konusu gerilik yalnızca devrim liderliğinin vizyon sorunuyla açıklanamaz. Bugünün devrimci atılımları, reel sosyalizmin yıkılışı sonrasında yürütülen karşı devrimci saldırının yarattığı büyük yıkım nedeniyle de ayağını daha geri bir zemine basmak zorunda. Kapitalist ekonomilerin sanayileşmeden uzaklaştığı, işçi sınıfının hem iktisadi, hem de siyasi alanda parçalanarak örgütsüzleştiği, sendikal hakların ve sosyal kazanımların ilga edildiği, toplumların gerici ideolojilerle kuşatma altına alındığı daha zorlu bir dünyada yaşıyoruz artık.

Bolivarcı devrim sürecinin, bugünkü emperyalist konjonktürün tahammül sınırları içinde yarattığı derin kontrast nedeniyle önem taşıdığını vurgulamıştık. Ancak, emperyalizmin yeni konfigürasyonu kapitalizmin çeperlerindeki salınımın sınırlarını da belirliyor. Topyekun teslimiyet dışında seçenek tanımayan emperyalizm, Venezuela’daki halkçı iktidarı ya yeni bir kopuşa ya da yeni bir kölelik dönemine zorluyor.

Hesaplaşma zorunluluğu

İdeolojik cephaneliğinde marksizmi değil yurtseverliği taşıyan Chavez liderliği, burjuvaziyi mülksüzleştirmeyi hedefleyen bir programla iktidara gelmedi.

İktisadi kalkınma ve halkçı politikaların uygulamaya sokulması için ekonomik istikrar arayışını başa yazan Chavez liderliği, kamulaştırma tedbirini ekonomiyi sabote eden sermaye kesimleriyle sınırlı tutarken “ihanete ortak olmayan” kesimlerle anlaşma yolunu zorladı. Henüz 1998 yılı başkanlık seçimleri öncesinde öne sürdüğü dış borçların tek taraflı askıya alınması argümanını daha sonra terk ederken de kaygısı altından kalkamayacağı radikal adımlardan uzak durmaktı.

Halkçı politikalarda ısrar ederken emperyalizmle denge tutturulamayacağını darbeler ve ekonomiyi felç eden sermaye boykotlarıyla pek çok kez deneyimleyen Chavez’in pratikten ders çıkarmadığını iddia etmek haksızlık olur. Ancak Chavez, daha cüretkar bir hesaplaşma için Latin Amerika ölçeğindeki entegrasyonun ileriye taşınmasının tayin edici ön koşullardan biri olduğuna inanıyordu:

(…) IMF, sırf jeostratejik önemi diğer bazı ülkeler kadar önemli değil diye, Arjantin’i bariz biçimde buruşturup bir kenara atıyor. Ama Arjantin kriz yaşadığında hepimiz sorumluluk üstlenirsek, eğer savaşta olduğu gibi bir anlaşmamız olursa (…) işler farklı olur. (…) Şimdi borçlar gibi problemlerin çözümünde başarıyla uygulayabileceğimiz bir entegrasyon modeli geliştirmek için titizlikle tartışılması gereken birçok faktör var. Bu entegrasyonu başaramadığımız müddetçe, fırtınalı sularda tek başımıza ilerlemek zorunda kalacağız. Bunu yapmaktan korktuğumuz için değil, siyasi kararlar statükoyu değiştirmede çok daha büyük bir kapasiteye sahip olduğu, daha fazla gelecek vaat ettiği için.”2

Bolivarcı devrimin verili konjonktürde yol almak için yüklendiği temel strateji, kurulu düzenin zayıf karnını oluşturan burjuva siyaset mekanizmasını hedef aldı. Halkçı politikaların meşruiyetini arkasına alan bu stratejinin başarılı olduğu inkar edilemez; yoksul kesimleri kapsama yeteneğinden uzak düşen yoz siyasetin karşısına etkileyici seçim zaferleriyle çıkıldı. İktisadi alanda egemenliğini koruyan mülk sahibi sınıflar, siyasi iktidar mekanizmasının dışına itildi.

Bir süreliğine…

Uluslararası konjonktürün ve sınıf hareketinin sosyalizmi davet etmekten uzak olduğu koşullarda yola çıkan Bolivarcı devrim için bu sürenin hesaplaşmaya hazırlık bakımından büyük değer taşıdığı açık.

Ancak hesaplaşmaya ilişkin sarih bir perspektif geliştirilmediği takdirde, sürekli yeni seçim zaferlerini hedef göstermekle yetinilmek zorunda kalınması kaçınılmaz; yeni seçim zaferlerini temel alan bir stratejinin ise ihtiyaç duyulan uzun soluklu devrimci enerjiyi üretebilmesi mümkün değil.

Son seçimlerde ortaya çıkan yenilgi, soluğun tükenmekte olduğunu gösteriyor.

Sosyalist devrim perspektifi

Bolivarcı liderliğin devrimi bugüne taşıyan iradesi ne denli göz kamaştırıcı olursa olsun, devrimi sıçratacak olan hesaplaşmanın anahtarı marksizmin tekelinde.

Bolivarcı devrim liderliğinin bugün yaşadığı sıkışma, bu yazıda bahsi geçen büyük hesaplaşmaya ilişkin sağlam ve açık bir perspektife sahip olmamasıyla yakından bağlantılı. Meseleyi Başkan Maduro’nun kapasitesine bağlayanlar yanılıyor; Bolivarcı devrimin yola koyulmasını mümkün kılan siyasi öncüller, sıçrama için ihtiyaç duyulan cephaneliği barındırmıyor.

Hesaplaşma için sermaye kesimleriyle mücadelenin ötesinde sermaye ilişkilerinin tümden tasfiyesini hedefleyen bir perspektife, sosyalist devrim perspektifine ihtiyaç var.

Sosyalist devrim perspektifi, eşitsiz gelişmeyle malul kapitalist toplumların söz konusu eşitsiz gelişmeye rağmen bütünlüğünü nasıl koruyabildiğine ilişkin açık bir kavrayışa sahip olunması anlamına geliyor. Bütünlük bilinci, eşitsiz gelişmenin derinleştiği devrimci süreçlerde kısmi kazanımlara bel bağlanmamasının biricik güvencesini oluşturuyor.

Sosyalist devrim perspektifi, devrimin bugünden yarına gerçekleşeceği hayalperestliğiyle hareket edilmesi anlamına gelmiyor; nesnelliğin yol açtığı çelişki ve zaafların tespit edilmesiyle birlikte temel eksene öznel olanın yerleştirilmesi, sermayeden bağımsız bir siyasi ve ideolojik hattın ve örgütlenme stratejisinin geliştirilmesi anlamına geliyor.

Bu söylenenlerden basitçe Maduro liderliğinin sola kucak açması gerektiği sonucu çıkartılabilir mi? Devrimin solla ilişkisini yeniden tarif etmesi gerektiği aşikar olmakla birlikte meselenin ilişkilenme sorunundan ibaret sayılması mümkün değil. İlişkilenmenin ne şekilde yaşanacağı, solun bu deneyime sosyalist devrim perspektifinden yaklaşıp yaklaşamayacağı önem taşıyor.

Hepimiz Bolivarcıyız!”

Venezuela’daki devrim süreci, dünya sosyalist hareketinin yenilgiye uğradığı karşı devrim dönemecinde ortaya çıktı. Sosyalist hareketin referans noktaları dağılmış, marksizmin özünü teşkil eden sosyalist devrim perspektifiyle olan bağı zayıflamıştı.

Bolivarcı devrimin ortaya çıkışı bu bakımdan yalnızca kıta solu için değil tüm dünya solu için yeni olanakları beraberinde getirdi. Söz konusu olanaklar, reel sosyalizmin yıkılışıyla birlikte öz güvenini yitiren solun yeni bir meşruiyet kaynağına sahip olmasına indirgenemez. Asıl imkan, solun bu somut deneyim vesilesiyle sosyalist devrim perspektifiyle yeniden bağ kurmasıydı.

Söz konusu bağın kurulması, Bolivarcı ideolojinin sınırlarının kavranması ve sıçramanın hem nesnel, hem de öznel olanaklarını arayan bağımsız bir hattın inşa edilmesi anlamına geliyordu. Özetle sol, Bolivarcı devrimle değil ama devrimin yaşadığı güncel sıkışmalarla mesafesini açmak zorundaydı.

Gelinen nokta itibariyle solun bu bakımdan sınıfta kaldığını itiraf etmek zorundayız. Dünya solunun ağırlıklı bölmesi, Bolivarcı devrim süreciyle ilişkisinde bağımsız bir hat inşa etmek yerine onunla “özdeşleşme” yoluna gitti.

Solun bu tutumunda, Bolivarcı devrim liderliğinin soru işaretleri yaratan zaaflarına karşın özellikle iki düzlemde etkileyici bir performans sergilemesinin muhakkak büyük payı var. Devrimin uluslararası otoritesini güçlendiren unsurlardan biri muazzam bir kitle hareketliliğini arkasına alma başarısını göstermesiyse eğer, diğeri kıta üzerindeki diğer ilerici hükümetleri antiemperyalist bir odak etrafında örgütleyebilme becerisi oldu. Sosyalist Küba’nın Bolivarcı devrim sürecine ilişkin had safhada onaylayıcı tutumunun da “mesafe koymayı” güçleştiren etkenlerden biri olduğu söylenebilir.

Solun bağımsız bir hat geliştirememesinde devrimin içine doğduğu karşı devrimci konjonktürün de kuşkusuz payı var. Yenilgi dönemine doğan devrim, solu deyim yerindeyse hazırlıksız yakaladı. Uluslararası karşı devrimin reel sosyalizm deneyimleri hakkında kaynattığı cadı kazanının alevi kısa sürede sönümlenmiş olsa da solun geçmiş birikimiyle yeniden sağlıklı bir ilişki kurması için yeterli zamanı olmadı. Karşı devrimin depreştirdiği eski hastalıklar derli toplu bir değerlendirme çerçevesinde sağaltılamadan hortladı. Uluslararası solun Bolivarcı devrim sürecinde en çok ilgi gösterdiği kuramsal tartışma başlıklarından birinin “katılımcı demokrasi” olması, devrimin önünü açma gayretinin ötesinde tepeden inmecilikle yaftalanan yirminci yüzyıl reel sosyalizm örnekleriyle mesafe açma kaygısının da ürünüydü.

Ancak solun Bolivarcı devrim süreciyle kurduğu ilişkide etkisiz eleman haline gelmesinin gerekçeleri ne denli güçlü veya “anlaşılır” olursa olsun, sağlıklı bir ilişkinin imkanlarının bütünüyle tükendiği iddia edilemez.

Tıpkı Bolivarcı devrim sürecinin mutlak şekilde yenilgiye uğradığının iddia edilemeyeceği gibi.

Zaaflarla malul Bolivarcı devrim süreci yangınlar içinde yol almaya devam edecek. Devrimci öndeliğin tarihten ders çıkarma becerisinin ufuk çizgisine dair spekülasyonda bulunmak mümkün değilse bile Venezuelalı emekçilerin bunca yıllık mücadele birikiminin bir anda buharlaşmayacağı aşikar.

Ancak halkayı tamamlayacak olan solun sürece özdeşleşme halinde değil, sosyalizm perspektifiyle müdahale etmesi olacak. Bolivarcı devrimin, solun topyekun Bolivarcılaşmasına değil, sosyalist devrim aşısına ihtiyacı var.

Zaman, sol için toparlanma ihtiyacını dayatıyor. Toparlanma sağlıklı bir geçmiş muhasebesini ama aynı zamanda büyük bir kurumsal titizliği gerektiriyor. Zaten solun bağımsız hattının yegane güvencesi de marksizmin kuramsal birikimi değil mi? Mesele sosyalist devrim perspektifiyle bağın yeniden kurulmasıysa eğer, kuramsal titizliğin konusunu işçi sınıfının tarihsel rolünün ve öncü örgütün sınıfla olan ilişkisinin belirginleştirilmesi oluşturmak zorunda.

Venezuela’ya baktığımızda amorf bir yurtseverliğin yerini sosyalist iktidar hedefinin, yoksul kitlelere beceriyle seslenen devrimci önderliğin yerine öncü partinin, yoksul halk kitleleri yerine işçi sınıfının örgütlü gücünün nüvelerini görmeye başladığımızda devrim, sermaye egemenliğine son verecek olan nihai hesaplaşma için uygun rotaya girmiş olacak.

Dipnotlar

  1.  Aydemir Güler, Ezber Bozan Kıta Ezber Bozan Devrim, Gelenek 92, Aralık 2006.
  2.  aktaran Aydemir Güler, agy.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×