“Yeni Düşünce Tarzı” Kavramıyla bir “Deneme” Denemesi

İçeriği henüz belirlenmemiş bir “Yeni Düşünce Tarzı” kavramı var. Bilimcisinden politikacısına kadar, apayrı konuları ve nesneleri olan insanlar, karşılarına çıkan ve çözmekte zorluk çektikleri sorunları ancak “yeni bir düşünce ya da yaklaşım tarzı” olursa çözebileceklerini, giderek daha yoğun biçimde ifade ediyorlar. Bu aynı zamanda, insanların nitelikçe farklı ve eski yaklaşım biçimleriyle çözemeyecekleri yepyeni sorunlarla karşılaştıkları anlamına da gelir. Bugünkü aşamada hemen herkes, ileri sürdüğü yeni bir tezi bu “Yeni Düşünce Tarzı” kapsamı içine sokma şansına sahip bulunuyor. Besbelli ki kavram, toplumsal yaşamın herhangi bir detayına yaklaşım biçimlerini kapsadığı gibi, bir bütün olarak yeryüzüne ve insanlığa, hatta kainata “yeni bir açıdan bakmayı” da öneriyor gibidir.

Bu düşünce tarzının, “eski” bir düşünce tarzının alternatifi olmaktan dolayı “yeni” olduğunu düşünmeye hakkımız var. “Eski” ve eğer aşamamışsak hâlâ içinde bulunduğumuz düşünce tarzının temel karakteri, ola ki sınıfsallığıdır. Her sınıf kendi ideolojisinin gerektirdiği tarz içinde düşündüğüne göre “Eski Düşünce Tarzı” yerine “tarzları” demek daha doğru olabilir. O zaman da, “Yeni Düşünce Tarzı” kavramını sınıf üstü veya sınıf dışı bir düşünce olarak anlama eğilimi haklılık kazanır. Aslında böyle anlamaktan korkmamak gerekiyor. Sınıf dışı olan bir kavram kimsenin ideolojik namusuna halel getirme kabiliyetinde değildir. Böyle bir kavram olsa olsa, insanın bugünkü en genel sınıfsallığı demek olan kapitalist-sosyalist sistem ayrımını aşarak, doğrudan insanın kendisine ait olma iddiası taşır. Çünkü sınıfsallığın dışındaki genel zemin birey-insan-insanlıktır. “Yeni Düşünce Tarzı” bütün insanlar tarafından ama elbette tek tek her birinin ve tamamının yararına olabildiği ölçüde benimsenebilir bir açıdır. Bütün insanlığa ortak bir bakış açısı önermek kadar güzel ve bunun mümkün olabileceği bir tarihsel momenti yaşıyor olmaktan daha heyecan verici bir şey olabilir mi?

“Yeni Düşünce Tarzı” kavramına herkesin aynı anlamı yüklemesi şimdilik mümkün gözükmüyor. Çünkü, bu aşamada kavramın “eski düşünce tarzları nezdinde” yorumlanması çok mümkün. İnsanlık, ancak topyekün birlikte davranabildiği zaman çözmekten umutlu olabileceği büyük sorunları yeni yeni keşfediyor. Elektronik alanındaki baş-döndürücü gelişme, kontrol edilemez sonuçlar yaratacağını bugünden hissettiriyor. Uzaydan dünya, evrenin bizce bilinen kesimi içinde, üzerinde “düşünebilen canlıyı” taşıyan tek gezegen olarak ve “bunca hır-gür”ü anlamsız kılan bir nadide güzellik biçiminde gözüküyor. Ufku genişleyen gen teknolojisi insan denilen canlının bundan sonraki evrimine ilişkin akıl almaz projeler hazırlıyor. Kirlilik ve nükleer enerji-den dolayı canlılık sorunu var. Kapitalizm kendinde olağanüstü bir zenginlik ve somut bir açlık biriktiriyor. Mutlaka çözmek zorunda olduğu sorunları olması sosyalizmi, kendi kısa tarihini yeniden gözden geçirmeye zorluyor. Ve bütün bu sorunların bilinci ve bilgisi, “eski düşünce tarzları” yaşarken oluşuyor. Bundan ötürü “yeni düşünce tarzının” kavranışına herkes hala “eski konumundan” yaklaşıyor.

“Yeni Düşünce Tarzı” kavramının Marksist bir muhtevası var ve zaten insanlığın gündemine Marksizmin uzantısı olarak geldi. İdeolojilerini aynen koruyarak kavrama yaklaşanların, ona farklı içerikler biçmesi bundan ötürü doğaldır. Yıldız Savaşları projesinde çalışan ABD’li bir fizikçi, uzayın militarizasyonu fikrinden tümüyle bağımsız olarak ve karşılaştığı yeni bir olgudan dolayı “Yeni Düşünce Tarzı” ihtiyacını ileriye sürebilir. Çünkü onun, “insanlığın kollektif aklı olmaksızın” uzaya yayılmanın imkansız olacağını kavraması muhtemeldir. Ya da bir burjuva hümanisti, sosyalizmin olumsuz tarihsel bir anını mutlak sayarak, ama kapitalizmin “mutlaka bir alternatifi bulunduğu” düşüncesinden de vazgeçmeyerek ve tabii “konverjans” teorisine de uğramadan, “Yeni Düşünce Tarzı” noktasına, belki de farkında olmaksızın gelebilir.

Kapitalist dünyanın hoşnutsuzlarını bu tür varsayımlarda aramaya da gerek yoktur. En gürbüzünden kapitalist sivil toplum koşul-larında bile işçi sınıfı, fiili sosyal durumunun bire bir sonucu olan bir ideolojiyle, “olayın” dışında olduğunu kavramaktadır. “Sivil toplumun” sosyal alternatifini arayan başka emekçi ve orta katman hareketleriyle birlikte öğrenciler ve aydınlar, barış hareketinin kimi unsurları çevreciler ve değişik motivasyonları bulunan “özgürlükçü hareketler” topluca öyle bir kategori oluşturmaktadırlar ki, bilimsel-teknik devrimden beslenen hiçbir ideoloji onları yeniden kapitalizme kazanma şansına sahip değildir. “Yeni Düşünce Tarzı”nın kapsamı içinde bütün bu katmanlarla marksizm arasında bir diyalog, bir “ilişkiler kültürü” oluşturmak gerekli ve mümkündür.

Lakin bütün bunlar “Yeni Düşünce Tarzı” kavramına bir ön yaklaşım sağlamdan uzaktırlar. Kavramı daha iyi anlayabilmek için sanırız onun “kendi dışına dönük” çağrısından çok “kendi kendinde bulduğu” şeyi kavramaya çalışmaktan başlamak daha isabetli olacaktır. Bunu anlayamamışsak ve mutabık kalmamışsak, daha şimdiden örneklerine rastladığımız gibi her birimiz “yeni” bir şey düşünecek ve bu da “yeni düşünce tarzı” olacak! Marksizmi tek bir cümleyle özetlemek cezasına çarptırılsaydım şunu söylerdim: “Marksizm, insanı insanın en yüce özü ilan eden teoridir.” Bu tanım kime ne anlatırdı bilemem ama ben bundan şunu anladım: Durumu “insanın tastamam yitirilişi” olan bir sınıf var; bu işçi sınıfıdır. “Belirli bir hakkın davasını gütmeden” kendi davasını ortaya koyabilen, belli bir durumdaki kendi çıkarlarından aldığı yetkiyle değil, insanlığından aldığı yetkiyle hareket edebilen, insanlığı kurtarmadıkça kendini, kendini kurtaramadıkça da insanlığı kurtaramayacak kadar “iki ayağı bir pabuçta” bulunan, “insanın yeniden tastamam kazanılacağı” zamana kadar kendini bulmamaya mahkûm kılınan, kendi varlığının sırrını ilan etmekle gelecek dünya düzeninin sırrını da açığa çıkaran bu sınıfın, hikayesi, insanlığın da hikayesidir.

Reel Sosyalizm ve “Tarihle Oynamak”

İnsanlığın, işçi sınıfının şahsındaki hikayesi, somut biçimiyle 1917 yılının 7 Kasımı’nda başlar. Evrensel çapta yükselen sosyal kurtuluş dalgası, hiç bir ürün veremeden geri çekilip tarihin koyu karanlığına gömülmek üzereyken bir tek, cılız, ayakları üzerinde durmakta zorluk çeken ilk ürün Leningrad sahilinde karaya düşer. “Nedir bu?”, “canlı mı doğmuştur?”, “yaşar mı, yaşamaz mı?” soruları arasında bir ulus kendini insanlık için gerçekleştirmenin ahlaki ilkesine sahip saygın bir ulus, bütün insanlık adına, kesin ve nihai kurtuluşun bu küçük peygamberine, üstelik son derece mütevazi, “arkadan başka ulusların işçileri de gelir ve bizim geçici olarak yüklendiğimiz bu ağır yüke omuz verir” düşüncesiyle sahip çıkar. Sonrasını hepimiz biliyoruz; “Reel Sosyalizm” çıkar ortaya.

“Reel Sosyalizm” insanı kendinin özü olarak ilan etmiş teori değildir; fakat ondan başka da değildir. Reel sosyalist düzenin ne olup ne olmadığının anlaşılması, onun kendini anlamasına bağlıdır ve her halde “Yeni Düşünce Tarzı”nın boyutlarından biri de budur. Kendi potansiyelinin ne olduğunun bilgisi, reel sosyalizmin, bugünkü konumuna alternatif arayan herkese bir yol gösterip gösteremeyeceğinin de bilgisidir. Bundan ötürü “Yeni Düşünce Tarzı” nın bir boyutu da, kendini tarihsel bir derinlik içinde yeniden kavramaktır.

Bu “kendini kavrayış” çabasının fikri ilk ürünlerinde şöyle bir yaklaşım ağır basıyor: “Özü itibarıyla kökenleri 1917 Ekimi’ne uzanan son derece derin bir devrim sürüyor. Ama süresi, yeniliği, düzensizliği ilerici değişimlerin ve geri çekilmelerin bir araya gelmesi ve bir arada varolması, devrimci ve evrimci süreçlerin birbirinin yerini alması ve karşılıklı ilişkileri tüm mantıki, eski elkitaplarında çizilen şemaları cansız bir iskelet haline getiriyor.” 1

Bu nasıl ve neden şimdi anlaşılıyor? Çünkü, “çağın sosyal hareketinin mantığı artan ölçüde bugün açığa çıkıyor”. Bu mantık, kesinlikle, eski dünya düzenine alternatif arayışıdır ve eğer sosyalizm biricik alternatifse, “reel sosyalizm” de bu olmak zorundadır. Değil midir? Bu sorunun cevabı da şöyle veriliyor: “Elbette, tarihsel olarak bakınca, uygarlığın gelişiminde ortaya çıkan kritik anların aşılmasında tayin edici katkıyı sosyalizm yapacaktır, bundan eminiz. Sadece bu toplumsal düzen insanlığın ilkesel olarak başka, onu kurtaracak olan kıyıya ulaşmasını mümkün kılacak o Hegelci ‘ölçüyü’, o çıkarlar dengesini aramayı sonuç alıcı biçimde etkileyecek potansiyel güce sahiptir. Sosyalizmin potansiyeli henüz büyük ölçüde tam anlamıyla açığa çıkmadı.” 2

“Komüncü imanın” tazelenmesi değil, ihtiyatlı bir lisandır bu. İnsanın özgürleşme isteğinin ve kendini bulma çabasının kaçınılmaz mantıki sonucunu, felsefi düzeyde kesin koymakta, nerede, ne zaman ve nasıl sorularını ise ancak bundan sonra özgür kılmaktadır. Bu demek ki, “Yeni Düşünce Tarzı” tarihsel gelişmenin herhangi bir aşamasında oluşan “beklenmedik bir durumu” değil, felsefi olarak saptanmış doğru ile, bugünkü dünya durumu arasındaki “sapma açısını” görmeye çalışıyor. Bu “açı”nın sosyalizm ile reel sosyalizm arasındaki açı olduğunu ileri sürenler hep varoldular. Bunlara katılmak ve reel sosyalizmin, “sosyalizm ile arasında açıyı” kapatmaya çalışırken bunlarlaa sosyalizm arasında varolan “açının” da doğal olarak küçüleceğini düşünmek kolay değil. Bu konu ayrıca açılmaya muhtaç bir konudur. “Reel sosyalizmin” bulunduğu tarihsel konum ile bulunması gerekli ve mümkün muhayyel konum arasında bir “açı” gerçekten var, ama oluşması, sadece. “Stalinizm” gibi doğrudan saptanabilen faktörlere bağlanamaz. “Yeni Düşünce Tarzı” bu soruna çok daha kapsamlı ve sadece “reel sosyalizmin” çözebileceği sorunlar dışında bir sorun olarak da bakıyor: “…gelişimin değişkenliği sürmektedir. Eski dünyanın güçleri tarihi helezonun her kıvrımında, ilgili anın mevcut en tehlikeli çelişkileriyle başedebilme ve hükümranlıklarını uzatma imkanını buluyorlar. Bu örneğin, bilimsel-teknik devrimin kapitalizm tarafından kullanılmasıyla olmaktadır.” 3

Burjuva ideolojisinin Marksizme ve reel sosyalizme dönük eleştirisi zaten hiçbir zaman parlak olmadı, hep tıkanık kaldı ve bu yüzden politikaya ilkellikler olarak yansıdı. Marksizmin kapitalizm eleştirisi ise en görkemli aşamasında bıçakla kesilmiş gibi tıkanıverdi; daha doğrusu “eski dünyanın güçlerini tarihsel helezonun son kıvrımın-daki” konumlarıyla kavrayıp eleştirmekte gecikti. Çünkü; “Yaşayan sosyalizmin teknolojik gelişme düzeyi bakımından kapitalizmin hala gerisinde kalması bu süreçlerle ilgili yeni bir bilgi seviyesine erişmeyi engelledi.” 4

Bu ifade biçimiyle sorun çok daha karmaşık hale geliyor gibidir. Şeyin bilgisinde olmak, düzeyinde olmakla koşullanıyor. Tarihin volontarist öğesine belli bir şans tanımak kaydıyla “Yeni Düşünce Tarzı”nın bu saptamasına hak vermemek olamaz. Zaten “reel sosyalizm”, “reel olmadan önce, yahut reelleşirken” durumun farkındadır. Farkında olarak “başlamış” olmasını, sırf bu yüzden “Bolşevik Blanquizm” olarak yorumlama eğilimi doğmuştur. Bu tartışma bizatihi Ekim Devrimi’nin içindedir. İnsanlık, bu yüzyılın başında, teorik olarak saptanmış ve Ekim Devrimi ile ipucu vermiş hedeflerine elini tutsa uzanacağı kadar yakın olduğunu hissettiği bir dalga yaşamıştır. Ne ki, bu hedeflere ulaşmanın oldukça karmaşık bir sorun olduğunu kavramakta geç kalmamıştır. Devrimci düşüncenin ve devrime ilişkin düşüncelerin bizzat Lenin tarafından, “başlangıçta bulundukları tümüyle siyasi, hatta diplomatik alandan, çağın temel kanunlarının alanına taşınması” 5 çok şey anlatır.

Sosyalizmi tarihi kanuniyetlerin zorunlu sonuçlarından biri olarak kavramak, ama bu “kanuniyet”in kendisini de kavramak önemlidir. Bolşevizmin “tarihle oynamak olduğunu” ileri sürenler yanıldılar; bolşevizmin kendisini daha sonra “tarihle oynama teşebbüsünde” bulunmadı değil. Sosyal-tarihsel evrimin genelinden zaten, devinimin trendiyle “açısı” olmayan tek bir “dönem” çıkmamıştır, çıkması da olanaksızdır. Ancak “açının”, yahut nesnel kaçınılmaz sapmanın kendini trendin yerine koyarak kavraması “tarihle oynamaya teşebbüs etmekten” başka bir şey değildir. Hareketin çıkış noktasını olandan seçmekle, olması istenenden seçmek arasındaki fark, galiba “Yeni Düşünce Tarzı”dır. Eğer gerçekten “Yeni Düşünce Tarzı” bu ise Marksist çözümlemenin temel taşlarından hiç birini yerinden oynatmaksızın da bu “tarz” içinde olunabilir. “Yeni Düşünce Tarzı”na “içerden” bakanların sorunu böyle anlamış olmaları şarttır. Aksi halde “Yeni Düşünce Tarzı”nın şu yorumu mesnetsiz kalır: ‘Sosyalizmin hakiki değerlerinden zerre kadar vazgeçmeyeceğiz. Aksine onları zenginleştirip geliştirirken, sistemimizin insani muhtevasını tahrif eden her şeyden kurtulacağız. Sınıf düşmanımızın bize “aşık” olması için asla çaba göstermeyeceğiz. Buna hiç ihtiyacımız yok…’ 6 Görülüyor ki, ya da ben öyle anlıyorum ki, “Yeni Düşünce Tarzı” bize oldukça “klasik” bir “sosyal kurtuluş felsefesi”ni iletmek istiyor. Elbette burada, değişmeyen marksist özünden dolayı, bir sınıfın kurtuluşuyla aynı şey demek olan, insanın sosyal kurtuluşudur. Bu sosyal kurtuluşun, herhangi bir ülkede veya bütün dünyada gerçekleşebilmesi için izlenmesi gereken istikametin saptanması her safhada, geçmişten gelen teorik mirasın yeni bir yorumuna, gerçeğin yeni durumunun analizine ve bunlardan çıkarılan, “optimal en doğru siyasi sonuçlara götüren” yaklaşıma ihtiyaç gösterir. Buna göre “klasik sosyal kurtuluş felsefesi” bütün temel varsayımlarıyla “Yeni Düşünce Tarzı”nın içindedir; belki de tamıtamına bunun tersi doğrudur; “Yeni Düşünce Tarzı” bir sınıfın sosyal kurtuluş felsefesinin günümüz dünya gerçeğindeki zenginliğidir.

Tabii her şey bu kadar basit değil. Yeni Düşünce Tarzı çok şeyden, bu arada işçi sınıfı siyasal hareketlerinden de, niteliksel değişimler istemektedir. “Günümüz dünyasındaki pek çok şey gibi komünist hareket de yenilenmeye ve niteliksel değişikliklere ihtiyaç duymaktadır.” 7 Dünyanın somut gerçeği niteliksel bir değişme gösteriyorsa, bunun en doğru çözümlemesi olarak sosyalist teorinin de niteliksel değişime uğraması kaçınılmazdır. Bu noktada marksizm açısından herhangi bir sorun yoktur; çünkü o, değişmenin gerisinde kaldığı sürece kendi kendini tutucu ilan edebilen bir teoridir. Marksizm bugünküne benzer bir durumu bu yüzyılın başlarında, üstelik evrensel planda yaşamış ve göğüslemiştir. Emperyalizmin niteliksel bir değişim olarak saptanması Marksizm’in o güne kadarki varsayımlarını da sınava sokmuştur. “Dinamik Marksizm” o evrensel teorik buhran içinden çağın sosyal gerçekliğini yakalayabildiği için çıkmış, “ölü Marksizm” ise, içi boş bir fosil olarak kalmıştır. Bugün de kimilerini benzer risklerin beklediği görünür hale gelmiştir. Marksizmin hayli zamandır boşandığı “hissedilen” zembereği yeniden kurulurken “geç” kalanlar olacaktır; bu ayrı bir kategoridir. Gerçeğin, kendini daha belirgin ve karşı konulamaz kesinlikte ortaya koyması durumu, “geç kalmış olma” durumuna kendiliğinden son verir. “Geç kalmış olma” durumundan yeni niteliksel duruma geçmek marksizm içi bir süreçtir. Değişmenin “niteliksel” olması ayrıca bir ek yorum gerektirmez. Değişen Marksizm değil, gerçekliktir, gerçekliğin belli bir durumunun bilgisi olarak değişen Marksizm, kendi bir önceki durumunun “dolambaçsız ve dolaysız devamı” (Lenin) olduğundan daima kendisi olarak kalır. Buna göre, iyimser bir yorumla, “Yeni Düşünce Tarzı”nın şafağında değişimin Marksist dirençlerini, kendi bugünkü durumlarının “dolaysız” devamı olan “Yeni Düşünce Tarzı”na aday görmek mümkündür.

“Yeni Düşünce Tarzı” ve İki Yorum

“Yeni Düşünce Tarzı” karşısında, onu “anlamaya” çalışanlardan farklı konumda olanlar da var. Bunlardan bir kesim, reel sosyalizm karşısında öteden beri varolagelen “muhalif” konumlarını “Yeni Düşünce Tarzı” olarak tarif etme eğilimi taşıyorlar. Yani bunlar evrensel devinim trendine en yakın bir çizgiyi arşınlayarak ilerlemekteyken reel sosyalizm şimdi “Yeni Düşünce Tarzı” açılımıyla bunlara yaklaşmaktadır! “Biz demiştik, dememiş miydik” güveni, bugün en çok bu kesimdedir. Tamamı değil ve mutlak olarak değil ama, “antikomünist solcu” (!) üreten bu mümbit konum, “Yeni Düşünce Tarzı”nı anlamaya herkesten daha çok muhtaç bir konumdur. “Yeni Düşünce Tarzı” çağımızın sosyal gerçekliğinin üstüne oturdukça, başka bir ifadeyle, Marksizm, kendi özünü yeni dünya gerçeği üzerinde açığa vurdukça, marksizm ile onun teorik cazibesinin bu “üvey müritleri” arasındaki sapma açısı büyüyecektir. “Yeni Düşünce Tarzı” elbet daha geniş, daha kapsamlı ve kucaklayıcıdır, Marksizm temelinde oluşan bir açılımdır ama asla marksizmin “içten” genişlemesi, böylece “kenarında” oynayanları da kapsamı içine alması anlamına gelmemektedir. Bundan ötürü, “Yeni Düşünce Tarzı”na ulaşabilmek için herhangi bir çaba göstermeyip mevcut konumlarına yapışanların marksizm karşısındaki durumları değişmemiş olacaktır.

Bir başka kesim de, işçi sınıfı siyasal hareketi içinde olup “Yeni Düşünce Tarzı”nı herkesten önce anladığını ileri sürmekte, “anlamak” da ne, pratiğe dökmektedir. Türkiye bağlamında bu eğilimi genişçe tartışmak gerekmektedir. Bu eğilim önemlidir, çünkü henüz herkes “Yeni Düşünce Tarzı”nı anlamaya çalışırken o, “ben anladım” diye herkesten önde gitmektedir. Gider elbette “Yeni Düşünce Tarzı”nı kavramış olduktan sonra, bunu somuta geçirmek ve bir “yeni politik ilişkiler kültürü” kurmak çok doğaldır. “Yeni Düşünce Tarzı”nı henüz anladığını ilan etme cesaretinden yoksun olanların, bu eğilimle gerçekleştirecekleri “yapıcı polemikler” içinde anlama yavaşlığından kurtulabilmeleri mümkün olacaktır!

“Yeni Düşünce Tarzı”nın, sözünü ettiğimiz eğilim tarzında kavranmasının tipik özelliği, işçi sınıfının misyonuna yeniden bakmaktır. “Toplumsal gelişmenin çıkarlarının işçi sınıfının çıkarlarından önde geldiği” unutulmamalıdır! “Yeni” bir “politik ilişkiler kültürüne” ve buna ulaşmak için “yeni bir politik stratejiye” ihtiyaç vardır. “İşçi sınıfı siyasal hareketi, kime ve neye karşı olduğunu değil, kimden ve neden yana olduğunu” açıklamalıdır. “Yıkıcı değil, yapıcı” olunmalıdır. “Eskiden strateji anlayışı doğrudan doğruya toplumsal güçler oranında bir değişikliği amaçlamayı içerirdi. Bu genellikle köklü bir değişiklik anlamındaki devrim amacıyla ifade edilirdi. Gerçekte stratejik olarak bir devrimin amaçlanmadığı, amacın yalnızca dogmatizmin etkisiyle eski şemalarla ifade edildiği durumda da doğrudan toplumsal güçler oranında niceliksel bir değişiklik amaçlanmaya devam ediyordu. Günümüzde komünistlerin politik stratejisi, doğrudan değil dolaylı bir strateji olmak durumundadır. Politik strateji politik güçler oranında bir değişikliği amaçlamalı, ancak dolaylı bir biçimde toplumsal güçler oranında bir değişikliği öngörmelidir.” 8 “Toplumda egemen politik kültürü değiştirerek, yeni bir politik kültürü, değerleri, normları düşünce ve davranış biçimleri ile barış ve demokrasi kültürünü yaygınlaştırarak politik güçler oranının değişmesinin ortamını hazırlamak olanaklı ve gerekli oluyor” 9 “Demokrasi için ulusal bir mutabakat sağlanabilir.” 10 Günümüzde “bağlaşıklık ilişkilerinde… akılcı, demokratik, yurtsever ve hümanist görüş ve değerlerin ağırlık taşıdığı yeni bir sol politik kültürün yaygınlaşması” esas olmalıdır. “Yeni dünya ortamının özelliklerinden yeni bir enternasyonalizm anlayışının gerekli olduğu kolaylıkla anlaşılabilir.” 11 “…devrimin barışçı yoldan geliştirilmesi için her türlü çabayı göstermenin yalnızca elverişli bir seçenek olmaktan çıkıp vazgeçilmez bir gereklilik durumuna gelmesi” sözkonusudur. “İşçi sınıfının tarihsel görevindeki değişiklik… aynı zamanda komünistlerin politik düşünce tarzında, politik kültüründe, çağdaş gerçekliği analiz etmek için kullandıkları kavram ve kategorilerde ve Marksist teoride bir dizi değişikliğe kadar uzanmaktadır.” 12

Bu görüşlerin hiç birine “itiraz” edilemez: Singapur için olduğu kadar Türkiye için de geçerlidirler. Kaldı ki, “yeni bir düşünce tarzıdır” bu; eleştirisi ancak “eski” düşünce tarzına göre yapılabilir. Bu görüşlere “aykırı” görüşler ileri sürmek de “eleştiri” olamaz. Ya ne yapmalı? Tutulacak tek bir nokta var. Kullanılan bütün kavram ve kategoriler “kanıtlanmış” oldukları için değil, “hissedildikleri” için kullanılmışlardır. Bu eğer “yeni bir politik kültürün” ilk belirtisi ise, şunu söylemek mümkün: Sağlam bir marksist kavrayış temelinin üzerine gelmiyorsa, “Yeni Düşünce Tarzı” denemelerinin her biri böyle “ilginç” sonuçlar verecektir. “İlginç” olacağını kanıtlamak gerekmez bunu “hissediyor” olmak kafidir.

Yukarıda yan yana getirdiğimiz alıntılar ortaya belli bir bütünlük koyuyorlar; bir “sancıyı” ifade ediyorlar. “Yeni Düşünce Tarzı” yeni düşünceler üretmeyi gerekli kılıyor; halbuki örneğimiz, yeni bir düşünce üretmeksizin, “yeni şeyler” söylemeye kendini mecbur hissediyor. Bu nedenle içeriği ve sistemdeki yeri bizce bilinen kavramları alıp yeniden “istihdam” ediyor. Soldan sağa doğru okuduğumuz şeyleri, bu kez sağdan sola doğru okumuş oluyoruz.

Bu düşünce tarzında ters duran şey, sanıyorum Marksizmin insan ve insanlık vurgusuna kendi toplumu bazında “sınıfları atlayarak” ulaşabileceğini varsaymasıdır. Varsayımını kurmakta, fakat kurar kurmaz da onu gerçekleştirmiş olmaktadır. Bu nokta, şüphesiz kavramlar bakımından da boş bir noktadır; hemen doldurulması gerekir ki fikir yürüsün. “İstikrarlı, sağduyuyla yönetilen bir dünya düzeni…” böyle bir mantıksal hiyerarşinin insana bir zararı dokunmayacaktır; Erasmus da böyle istemiş ve kendisi istemiş olmakla klasikleşmiştir. “Akılcı yurtsever demokratik hümanist görüş ve değerlerin ağırlıkta olacağı yeni bir toplumsal politik kültür” öngörüsü, şimdi şu anda, yani hareket noktası üzerindeyken verili durumu nereye koymaktadır?

Günümüz İçin Bazı Sonuçlar

“Yeni Düşünce Tarzı” sadece dünyadaki değil, tek tek bütün ülkelerdeki nesnel değişmeleri de ifade edebilmeli, bu yapıda şekillenmelidir; verili durumun ürünü olmasından ve onun analizine dayanmasından ötürü böyle olmalıdır. Türkiye’nin verili şartlarında “Yeni Düşünce Tarzı”nı işçi sınıfı adına, onun kendi ideolojik konumundan gerçeğe doğru bir “kayma” olarak belirlemek, başka bir sınıfın gerçeğine teslim olmaktan başka bir şey değildir. Çünkü, “uzlaşma zemini olarak gerçeklik” Türkiye’de işçi sınıfının gerçeğini içermemektedir. İşçi sınıfı, kendi gerçeğinin kabul edilebilir olacağı bir uzlaşma noktası aramaktan daha geriye, ancak kendi ideolojisine ve gerçeğine tümüyle yabancılaştığı durumda razı olabilir. Bu da, “yeni bir düşünce tarzı” olur ama Marksizm’le irtibatın kesildiği bir aşamaya denk düşer.

Ama, “bu durumun yeni politik ilişkiler kültürü içinde ve bu kültür sayesinde değiştirilebileceği” söylenebilir, nitekim bu söylenmektedir. Bu öyle bir “yeni politik ilişkiler kültürü”dür ki, kendisi bir “özlemden” doğmaktadır, somut sınıfsal durumun politik düzeyde bir ifadesi değil, amaçlanan bir soyut sınıf ilişkileri durumunun ifadesidir; yani “amacın” bir yansımasıdır; bir öngörüden beslenmektedir; şimdiki somut durum karşısında edilgendir, fakat bu somutun bir sonraki dolaysız aşamasını “biçimlendirecek” kadar “aktiftir”!

Politika elbette her zaman verili “imkan ve düzeyin” ilerisinde duran bir perspektiftir aynı zamanda. Sadece “aynı zamanda” çünkü, öte yandan politika hiçbir zaman, “hayal kurmak” olmamıştır. Sınıfsal politika bu nedenle, sadece dayandığı sınıf adına hayal kurabilir ama başka sınıfların sadece somut tavrını görür. Ne söze, ne eğilime sadece somut olguya bakar. Kendi dışındaki her şeyi “değerlendirir” ama “esas” almaz. Politika esasen somutla bağlantısı anlamında “belirleyici” olabilir. Politikanın bu yönü ve böyle ifadesi “sıradanlaştırma” gibi görünür; ama dünya tarihi açısından bakıldığında, bir yasa gibi hep doğrulanır ve “politika sosyal yaşamda dengeleri, kendi düzeni içinde düzenleme gücünde olmadığı” için de tarihe aynı zamanda bir dram olarak geçer.

“Yeni Düşünce Tarzı”nın açtığı perspektifte “yeni politik ilişkiler kültürü”” gibi bir kategori de var. Ama bu, “anlaşıldığının” aksine “yeni bir enternasyonalizm anlayışı” ya da “yeni türden sınıfsal bağlaşıklar teorileri” öngörmüyor. “Yanlış anlamaya” karşı cevap olarak şu vurguya ihtiyaç duyuluyor: “…ama eğer sözkonusu olan marksizm-leninizmin devrimci özü ve reel sosyalizmin özü ve rolü ise, SBKP, gelecekte de ilkesel konumları kesin, kararlı biçimde savunacaktır. SBKP’nin, komünistlerin faaliyetinin sınıfsal içeriğini boşaltmak, amaçlarının devrimci karekterini ve bunların gerçekleştirilmesi için savaşım araçlarını çarpıtmak yolundaki her türlü çabaya karşı tutumu da böyle olacaktır. Deneyim, Marx, Engels ve Lenin’in öğretisinin ilkelerinden sapmaların komünist hareketin olanaklarını zayıflattığını gösteriyor.” 13

Buna göre, “yeni politik ilişkiler kültüründen” Marksizm’e karşı Marksizm uygulamasının bazı yanlışlarından dolayı oluşmuş önyargıları yıkmak için çaba göstermeye çalışmayı, marksizmin gerçek özünü gizleyen “çağın yorgunluğundan” sıyrılmak için atak olmayı, demokratik zeminlerde, demokrasi karşıtlarını, barış zemininde barış düşmanlarını yalnız koyacak kadar geniş durmayı, özgün çıkarları, işçi sınıfının çok boyutlu gelişip serpilmesinden zarar görmediği halde “karşı ideolojik safta” olanlara, ancak onların ağırlığını taşıyacak genişlikte “güven köprüleri” uzatmayı anlamak gerekir. Bunun için, marksizmin temel taşlarını ve sisteminin iç bağlantılarını yerinden oynatmaya gerek olmayıp, tersine, Marksizm’in özünde bulunmaya, onu her ne ise, öyle savunmaya ihtiyaç vardır.

“Yeni Düşünce Tarzı”nın ne olduğunu anlamak safhasındayken ne olmadığını anlatmak zorunda kalışımızdan dolayı ortaya çıkan güçlüğü daha bir süre yaşayacağız. Lakin Marksizm, Marksizm olarak kaldığı sürece kendine, örneklerine şimdiden rastladığımız ölçüde yabancılaştırılamaz. Bunun doğal engeli Marksizm’dir; kendi inkarına karşı güvenceleri kendindedir; burada dikkat göstermemiz gereken nokta, bu “güvenlik sisteminin” sadece Marksizm’in sınırları içinde geçerli olduğudur. “Yeni Düşünce Tarzı”nın ne olduğunu anlamak için, ne olmadığına ilişkin kültürü de beraberinde geliştirmek gerekiyor; bunun için daha pek çok “denemeye” ihtiyacımız olacaktır.

Dipnotlar

  1. Ekim Devriminin 70’inci yıldönümü sırasında ‘Partiler Platformunda’ Gorbaçov tarafından yapılan konuşma.
  2. Ekim Devriminin 70’inci yıldönümü sırasında ‘Partiler Platformunda’ Gorbaçov tarafından yapılan konuşma.
  3. Ekim Devriminin 70’inci yıldönümü sırasında ‘Partiler Platformunda’ Gorbaçov tarafından yapılan konuşma.
  4. Ekim Devriminin 70’inci yıldönümü sırasında ‘Partiler Platformunda’ Gorbaçov tarafından yapılan konuşma.
  5. Ekim Devriminin 70’inci yıldönümü sırasında ‘Partiler Platformunda’ Gorbaçov tarafından yapılan konuşma.
  6. Ekim Devriminin 70’inci yıldönümü sırasında ‘Partiler Platformunda’ Gorbaçov tarafından yapılan konuşma.
  7. Ekim Devriminin 70’inci yıldönümü sırasında ‘Partiler Platformunda’ Gorbaçov tarafından yapılan konuşma.
  8. Yeni Yol, Şubat 1988 sayı 7 (TKP ve TIP Merkez Komiteleri tarafından, TBKP Program tasarısı tartışmaları için ortak yayınlanmaktadır. Essen, F.Almanya)
  9. Yeni Yol, Şubat 1988 sayı 7 (TKP ve TIP Merkez Komiteleri tarafından, TBKP Program tasarısı tartışmaları için ortak yayınlanmaktadır. Essen, F.Almanya)
  10. Yeni Yol, Şubat 1988 sayı 7 (TKP ve TIP Merkez Komiteleri tarafından, TBKP Program tasarısı tartışmaları için ortak yayınlanmaktadır. Essen, F.Almanya)
  11. Yeni Yol, Şubat 1988 sayı 7 (TKP ve TIP Merkez Komiteleri tarafından, TBKP Program tasarısı tartışmaları için ortak yayınlanmaktadır. Essen, F.Almanya)
  12. Yeni Yol, Şubat 1988 sayı 7 (TKP ve TIP Merkez Komiteleri tarafından, TBKP Program tasarısı tartışmaları için ortak yayınlanmaktadır. Essen, F.Almanya)
  13. 27’inci Kongre’de kabul edilen program.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×