Yeni Görevlere Doğru…
“Bunlar iyi teori yaparlar; ama işte o kadar.”
Bu; övgü müydü, sövgü müydü kestirememiştik. Sonra yıllar geçti, bize yaşamın başka alanlarında şans tanımayanlar dost meclislerinde yine bizim için “eskiden ne güzel yazıp çizerlerdi” demeye başladılar. Buna da üzülmek mi gerekiyordu?
Gelenek yakında 8. yaşına basacak. Aradan geçen süre içinde, bu kitap dizisine katkıda bulunanlar giderek yükselen bir siyasal tempoya girdiler; Türkiye sosyalist hareketi açısından çok önemli bir hamle olan STP’ye omuz verdiler. Ama teorik çalışma ile siyasal mücadeleyi, birbirini kompanse eden iki faaliyet alanı olarak hiç görmediler. Gelenek de bu nedenle hiçbir zaman sahiplenicileri açısından bir “üvey evlat” olmadı, olamazdı.
Bu, Gelenek’te iniş çıkışlar olmadı anlamına gelmiyor. Kendisini bir teori dergisi değil de teorik bakabilen bir yayın olarak nitelendiren Gelenek, kimi kitaplarda Türkiye sosyalist hareketinin gündeminin ve kendisinin hakkını veremedi.
Ancak, teorik bakabilen bir yayın olarak Gelenek’in önemi şimdi eskisine göre daha fazla. Gelenek’in temsil ettiği tarihsel zemin, siyasal ve örgütsel olarak tahkim edildikçe bu önemin eksilmesinden değil, ancak artmasından sözedebiliriz.
Uzun bir süredir teorik üretkenlik ile ideolojik siyasal mücadele arasındaki ilişki üzerine yazmaktayız. Aynı zamanda, her birimiz bir siyasal öznede kolektif sorumluluğun bir parçası olarak kavga veriyoruz. Teorik sorumluluklarımızı mistifike etmeden, siyasal çalışmamıza bir alternatif veya rakip durumuna getirmeden, en önemlisi onu “başka şeyler”i önceleyecek bir “baba teori” biçiminde algılamadan ne yapacağımızı, ne yapmamız gerektiğini iyice açık hâle getirmeliyiz.
Grand teori veya baba teori… Teorik üretkenliğin karşısında bir konumlanıştır bu; her türden siyasal proje, pratik etkinlik için kepçeyi daldırıp uygun bir bölümünün kullanılacağı bitmiş mükemmel bir teori arayışı…
Türkiye’de başlarına gelen felaketlerin kaynağını teorik alanın küçümsenmesinde gören (bunlar arasında gerçekten teorik düşünebilme ayrıcalığına hiç sahip olmayanlar bulunabilir) çok sayıda devrimci ve bir çok devrimci grup, “baba teori”nin peşinde koştu. Onca koşuşturmanın sonucu açıktır: “Baba teori”ye ulaşmak mümkün olmamıştır; oysa çokça teori babasına sahip durumdayız!
Bir kez elde edilince siyaset yaparken huzurlu ve tutarlı olunabilecek bir teori arayışı, Gelenek’e başından beri sevimsiz geldi. Bizim için tarihsel materyalizm dışında her özgüllüğü kapsayan, sosyalist mücadelenin her kompartımanına istenildiği gibi yüklenebilen hazır bir teori yoktur. Varolan, tarihsel materyalizmin kılavuzluğunda, kendine has teorik temellerde yeniden üretilecek olan teorik alanlardır ve bu üretim örgütlü mücadeleden, siyasal projelerden ve ideolojik zenginliklerden kopartılamaz.
Yapmamız gereken, tarihsel materyalizmden kalkan sınıf mücadeleleri, devlet, proletarya diktatörlüğü, leninist örgüt ve öncülük teorilerinden mülhem; ama onları yanyana dizmeyip daha spesifik bir devrim teorisi içinde kullanan, özgül, bağlamlı bir Türkiye sosyalist devrim teorisinin önemini vurgulamak; bunu ön plana çıkarmaktır.
Türkiye sosyalist devrim teorisinin önemini vurgulamak Gelenek’in içeriğini nasıl etkileyecek ve genel olarak teorik çalışmada nasıl kanallar yaratacak? Bu soru’nun cevabını verirken, yukarıda eleştirdiğimiz türden bir “teori” beklentisinin tersinden de işleyebileceği; yani teorik üretkenliğin, siyasal ve ideolojik gündemin yüzeyini bütünüyle örten, onu kapsayan ve hiçbir uzvunu açıkta bırakmayan bir tekabüliyete mahkum edilmesi gibi bir tehlikenin de hesaba katılması zorunludur. Teorik üretkenlik mutlaka kendisine has bir zenginlik içermeli, sosyalist devrim mücadelesinin kesintili ve sıçramalı yanını zorunlu olarak hesaba katan marksist teorinin aynı zamanda süreklileşmiş bir entellektüel uğraşı da temsil ettiği unutulmamalıdır.Bu nedenle, Türkiye sosyalist devrim teorisine hizmet edecek, onun siyasal, ideolojik, örgütsel görevleriyle iç içe yürüyecek olan bir üretkenliğin bütünüyle pratik bir kreditible taşıması gerekmemektedir. Ancak, burada koşul; bir şeyin kesinlikle unutulmamasıdır:
Her türden teorik çalışma eğer siyasal bir sorumluluğun parçasıysa, doğrudan ya da dolaylı olarak kendisini sınıf mücadelesinin gündemine tutunduracak ögelere sahip olmalıdır. Teorik çalışmaya bir anlamda kulp takılmalıdır. Burada teorik üretkenlik, bir marksist siyasetçi için ve elbette öncü özne için, verili nesnelliğin ve hareketin merkez sorunlarının basıncıyla karşı karşıyadır. Bir başkası için kısıtlayıcı ve kısırlaştırıcı olabilen bu basınç, marksist-leninist üretkenlik açısından yaratıcılığın temelini oluşturur.
Son iki paragrafta dillendirdiklerimizin siyaset-teori ilişkilerinde saklı bir başka özellik ile ilişkilendirilmesi gerekir.
Teorik gündem ile siyasetin, yüzeyin her noktasında değil de büyük ölçüde siyasal mücadelenin seyrinin öne çıkardığı noktalarda örtüşmeleri, sanıldığı gibi tek başına, teorinin siyasal olanın bütününe uzanabilecek tamlıkta olamayacağı ile açıklanamaz. Yani sorun, teorinin siyasal mücadele açısından eksiklik taşıması değildir yalnızca. Bu eksikliği yadsımak elbette hareketi yadsımaktır. Ancak, bu eksikliğin hakkı yalnız başına teorinin griliğini, yaşamın yeşilliğini kabullenmekle verilemez. Teorik olan ile siyasal olan arasında birebir ve bütün bir yüzeyde çakışma beklemek siyasal yaratıcılığı kurutur; ama aynı biçimde teorik üretkenliğin sürekliliğini ve ağırlığını da ortadan kaldırır. Leninistlerin, bu defacık olsun, Lenin’e rağmen teorinin de yeşilliğinde ısrarlı olmaları gerekir. Mutlak çakışma beklentisi bu anlamda teoriyi de bitirir.
En genel hatlarıyla teorik çalışmanın, siyasal pratik ile olan bağlantısı üzerine düşünürken, kolektif yapıların ve bu yapılardaki marksist-leninistlerin nesnel ve hatta öznel belirlenimlerinin yol açtığı gündem farklılaşmalarına anında yanıt verebileceklerini düşünmek saçmadır. Bu, belirlenimler karşısında daha duyarlı olan ve dolayısıyla daha çabuk revizyona tabi tutulabilen haliyle siyasal pratiktir. Buna “önce teori”ciler şaşıracaklardır. Ancak, “önce teori” derken teorinin kapsamında, birincisi; tarihsel materyalizm, ikincisi; tarihsel materyalizmin sunduğu bilimsel bütün ve araçlardan verili ya da muhtemel bir özgüllük için bu bilimsel bütüne tamamen bağlanmış zorunlu ögeler, üçüncüsü; önceki ikisinden kalkarak nasıl bir tarzda devrimci misyonu yerine getireceğimizin sezgi ve bilgisinden bahsetmekteyiz.
Yoksa gündem farklılaşmaları, bir genel eğilim olarak, önce siyasal pratiğin ayarlanmasına ve sonrasında teorik üretkenlikteki yeni düzenlemelere olanak tanır. Zaten, bir öncü öznenin kendisi de, akademik anlamda değil, leninist anlamda bir teorik etkinlikte, nesnelliğin değiştirici ögesi olarak yer almak durumundadır. Leninist kolektif, kendi siyasal pratiğinden özgürleşmiş bir teorik üretkenliğin mekanı değildir.
Böylelikle Gelenek’in önümüzdeki dönem gündemi de şekillenmiş oluyor. Gelenek, Leninist öncülüğün kimliğini ortaya koyduğu bütün araçların siyasal gündemi ile iç içe; ama bu siyasi gündemi aşan bir entellektüel zenginlikle yoluna devam edecek. Bu yolculuk, ne batılı Yeni Sol’un atomize olmuş ve siyasallıktan uzaklaşmış üretimine, ne de kokuşan erokomünizmi teorik ve siyasal sonuçlarıyla birlikte mezara göndermekte ürkek davranan KP’ler bünyesindeki kısırlıklara benzeyecektir. Siyasal açıdan ikincisinden çok daha iddialı ve reel, teorik açıdan ilkinden çok daha tutarlı ve nihayet marksizmle ilişkisinde her ikisinden çok daha samimi…
Gelenek, 8 yıl önce mütevaziliği elden bırakmadan önemli hedeflere kilitlendi. Aradan geçen sürenin sonunda, bizi ancak daha iddialı hedefler bekleyebilir. Bu hedeflere doğru yoldaşça…