Yirmi birinci uluslararası toplantının ardından

Geçtiğimiz Ekim ayında, TKP ve kardeş partisi YKP’nin ev sahipliğinde komünist ve işçi partilerinin yirmi birinci uluslararası toplantısı gerçekleştirildi. Çeşitli zorluklara ve toplantıdan birkaç gün önce Türkiye’nin Suriye içinde başlattığı harekâtın yaratacağı olası güvenlik sorunlarına rağmen, beş kıtadan onlarca partinin temsilcisi bir araya geldi.

Bu yıl yapılan yirmi birincisi ile birlikte, bu toplantıların üzerine düşünmek için epey bir örnek, gidişatına dair tahminlerde bulunmak için de bir birikim oluştu denebilir.

1999 20 Mayıs’ında, ikinci toplantıya dair yapılan haberde, YKP’nin asırlık çınarı Rizospastis gazetesi şu notları düşüyor: “1998 Mayıs’ında Atina’da Yunanistan Komünist Partisi’nin kuruluşunun sekseninci yıldönümü ve Komünist Manifesto’nun yazılışının yüz ellinci yıldönümü vesilesiyle gerçekleştirilen uluslararası toplantıda, yeni bir toplantıya olan ihtiyacın dile getirildiğini hatırlıyoruz. Orada bir sonraki toplantının kapitalizmin krizinin, küreselleşme denen olgunun, emperyalistler tarafından şişirilen Çokuluslu Yatırım Anlaşması’na emek hareketinin vereceği yanıtın tartışılacağı bir toplantı olması kararlaştırılmıştı.”

Aramızda dağlar ve denizler var;

ama zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok

Haberin ve toplantının yapıldığı yıl, üç milyar insanın günde 2 dolardan az bir parayla geçinmek zorunda olduğu, 1.3 milyar insanın temiz içme suyu bulamamaktan ötürü ölümcül hastalıklara yakalandığı, 130 milyon çocuğun temel eğitimden mahrum kaldığı, her gün 40 bin çocuğun yaşamını yitirdiği… ve NATO’nun Yugoslavya’yı bombaladığı… 1999 yılıydı. Kapitalist dünyanın yirminci yüzyılın sonunda ulaştığı, bu karanlık tablo idi ve “değiştirmek için her çabaya değer”di. “Aramızda dağlar ve denizler var”dı; fakat kapitalizme karşı mücadele yakınlaştırıyordu.

Birkaç yıl daha geriye gidebiliriz. Mayıs 1996’da, karşıdevrimci saldırıdan diri çıkmayı başarmış partilerden biri olan Yunanistan Komünist Partisi’nin 15. Kongresi’nde alınan temel kararlardan biri, partinin uluslararası antiemperyalist hareketi geliştirmek adına, komünist partilerinin işçi sınıfının ve halkların öncüsü olarak mücadeleleri örgütlediği bir cepheyi kurma çabalarını güçlendirmesi olarak belirtiliyor. 1998’deki ilk toplantı bu inisiyatif üzerine Atina’da, YKP’nin daveti üzerine gerçekleştiriliyor. 90’lar sonrası dünyayı karakterize eden en önemli parametre, reel sosyalizmin ve kamu mülkiyetine dayalı pratiklerin, bir sonraki kuruluşa kadar geri çekilişi. Tüm dünya bu parametreye göre yeniden hizalanıyor. Karşıdevrim sonrası komünist partileri bekleyen görevler ise yeni ve büyük: Uluslararası komünist hareketi yeniden inşa etme ve devrimci hedefleri yeniden işçi sınıfının gündemine yerleştirme. YKP’nin çağrısına çok sayıda parti olumlu yanıt veriyor. Bu şekilde 1998-2005 arası Atina’da yıllık olarak gerçekleştirilen toplantılara devam eden yıllarda Portekiz, Brezilya, Lübnan, Suriye, Güney Afrika, Belarus, Hindistan, Ekvador, Vietnam, Rusya ve iki defa olmak üzere Türkiye ev sahipliği yapıyor.

Burada bir parantez açıp, Komintern sonrası dönemde, komünist partiler arasındaki ilişkilerin, tek bir merkezden ya da ona bağlı kolektif bir liderlikten yönetilmeye olanak vermeyecek kadar karmaşıklaştığını, partilerin siyasi ve örgütsel olarak son derece heterojenleştiğini ve bunun 90lı yıllardan günümüze gelen süreç için de geçerli olduğunu belirtmek gerek. Görece daha aktif, öne çıkan, sözü ağır basan partiler olsa da böyle bir ağırlık merkezi yok. İleride herhangi bir merkeze ağırlığı kazandıracak olan da zaten uluslararası alanda yürütülen çalışmalar, ya da kâğıt üstünde kalan bir ortak çerçeve olmayacak. Parantezi kapatırken bu toplantıların bir konsolidasyonu hedeflese de hiçbir zaman böyle bir merkez yaratma amacı gütmediğini eklemeliyiz.

İlk toplantıda hızlı ve çok dilli bir iletişim platformu olarak SolidNet (Dayanışma Ağı)’in  kurulması, bazı başka yayınların çıkarılması ve yıllık toplantıların sürdürülmesi de karara bağlanmıştı. Nitekim 2000’lerin ilk yıllarındaki toplantılarda, öne çıkan dileklerden birinin bu toplantıların kalıcı olması olduğunu okuyabiliyoruz. Aradan geçen zamanda bu dileğin karşılandığını söyleyebiliriz. Toplantıya katılan veya fiziken katılamasa da katkı koyan parti sayısının arttığını görebiliyoruz. Uluslararası iletişimin ve ortak eylemlerin çoğalmasının bir sebebi somut olarak iletişim olanaklarının gelişmesi ise, diğer bir sebebi de bu olanakları uygulamaya dökmeye hazır bir platformun varlığı oldu. Bir ortak çatı inşa edildi, koordinasyonun artırılması için zaman içinde bir Çalışma Grubu da oluşturuldu. Toplantıya ev sahipliği yapan partiler çeşitlendikçe, ülkelerin ve partilerin güncel durumunu daha yakından inceleme fırsatı yakalandı. Bugüne kadar görece işleyen ve üretken bir düzenin böylelikle kurulduğu söylenebilir.

Kazanımlar, zorluklar ve yeni olanaklar

Öncelikle Sovyet sosyalizminin çözülüşüne dair görece ortak bir kavrayışın gerçekleştirilmesi, SolidNet vesilesiyle bir ara gelen partilerin yaptığı pek çok tartışma ile sağlandı. Ayrıca aradan geçen yirmi yılda, burjuvazinin tüm ideolojik müdahalelerine ya da başka yollarla satın alma girişimlerine karşı direnen, devrimci yeni partilerin kurulması ya da revizyonizmden başarılı kopuşlar gerçekleştirmesi mümkün oldu1 . Yalnızca Batı Marksizminin ve parlamentarizmin kitlesel KP’leri komünistlikten çıkardığı Avrupa’da değil, örneğin Latin Amerika’da da bunun örnekleri gerçekleşti. Ve bu yeni, devrimci KP’lerden bazıları kısa zamanda etkili kadrolar yetiştirebilecek, yeni militanlar örgütleyebilecek, okullarda, grevlerde, sendikal oluşumlarda veya yerel seçimlerde somut kazanımlar elde edebilecek şekilde geliştiler.

SolidNet zemininin üzerine2 bazı dar kapsamlı ya da bölgesel inisiyatiflerin yola çıktığını, hatta kalıcılık kazanmaya başladığını da söyleyebiliriz.

Yirmi yıl boyunca yürütülen tartışmalarda, emperyalist sistemin kaçınılmaz olarak bir kriz içinde olduğunu doğrulayan pek çok olay yaşandı. Sınıf çelişkileri büyüdü. Süregiden bölgesel savaşların yanında krizin bir dünya savaşına yol açma ihtimali güçleniyor. Tüm bunlar yaşanırken, KP’ler orta sınıf çıkışlarına, sosyal demokrasi enternasyonallerine ya da “Occupy” türü hareketlere temkinle yaklaşılması gerektiğine dair ideolojik tespitler yapabildi. Latin Amerika’da 2000’li yıllarda yaşanan “dalga”dan sonra sağcı hükümetlerin nasıl olup da iktidara gelebildiği gibi sorular, BRICS türü kapitalist devletler arası ittifakların hem bu ülkelerin kendi içlerindeki hem birbirleri arasındaki eşitsizliği derinleştirdiği gibi gerçekler, daha büyük bir açıklıkla dile getiriliyor.

Bugün elimizde daha çok olanak var. Üstelik İzmir’de beyan edildiği üzere yaratıcı bir çalışma sergilemek için birbirini desteklemeye hazır daha çok komünist parti var.

90’lı yıllardaki hüznün aksine, toplantılara bir gerçeklik duygusunun hâkim olduğunu da söyleyebiliriz. Birçok parti her şeyden önce kendi saflarını güçlendirmesi gerektiğinin, kitlelerle bağlarını artırması gerektiğinin farkında ve bunu deniyor. Bağımsız işçi sınıfı mücadelesi için cephe girişimleri, ittifaklar deneniyor. Buna kafa yoran, diğer partilerle de işin bu yanını paylaşanların öne çıktıklarını görüyoruz.

Partimizin özel bir rolünün olduğunu görmezden gelemeyeceğimiz çabaların sonucunda yapıcı bir tartışma kültürünün yerleşmesi sağlandı. Fakat yirmi yılın sonunda toplantılar ile alınacak yolun belli sınırları olduğunu da söyleyebilecek kadar deneyim sanıyorum geride bırakıldı. Son toplantıya damga vuran, bir sonuç bildirgesinin oluşturulmasındaki zorluk oldu. Her partinin haklı olarak kendi gündemine öncelik verilmesini talep etmesi ile yirmi bir yılı geride bırakmış bir platformun bir ortak bildirge oluşturma kapasitesi arasındaki çelişki, herhalde katılan tüm partilerin dikkatini çekti. Bu çelişki, toplantıya dışardan bakıldığında bir karamsarlık bile yaratabilir. Hiçbir partinin yürüttüğü mücadelenin bir başkası tarafından değersizleştirilmesine izin verilemez; enternasyonalist dayanışma desek, toplantının teması Komintern’in yüzüncü yılı… Fakat uluslararası komünist hareketin kendini bekleyen sorunları önceliklendirmekte zorlanıyor oluşu bir veri. Aşılması gerekiyor.

İttifaklar politikası, emperyalist düzende toplumların dönüşümü ve sosyalizm hedefinin bu koşullardaki güncelliği… Görünen o ki alınan yol bunlar üzerinde bir doğrultu ortaklığına3 yeterince hizmet etmedi.

2019’un dünyası

2019’un dünyası 99’da tarif edilen dünyadan çok daha geri bir durumda. Bugün yoksulluk, daha büyük ekonomilere sahip ülkeler içinde de yoksulların sayısı arttığı için, günde 2 dolardan az para ile yaşama zorunluluğu olarak ifade edilmiyor. Yeni eşik olarak ifade edilen günde 5.5 doların altında yaşamak zorunda olan insan sayısı ise nüfusun neredeyse yarısı4. İçme suyu? Dünya nüfusunun üçte biri, yani iki milyarın üzerinde kişi erişemiyor. Üç milyarın temel el yıkama hijyeninden mahrum olduğu belirtiliyor5. Hâlâ 60 milyon çocuk temel eğitimden yoksun6. 2010’lu yıllardaki büyük dalga ile birlikte bugün dünyada 70 milyon yerinden edilmiş insan bulunuyor. Beş gençten birinin geleceksizlikle karşı karşıya olduğu belirtiliyor, diğer yandan 150 milyon çocuk emek sömürüsüne tabi. NATO’nun genişlettiği sınırlarında yaptığı silah yığınağı, IMF’nin borçlandırdığı ülke sayısı ve bir bütün olarak emperyalizmin dünya halkları için yarattığı tehlikeler ise istatistiklerin ötesinde. Aradan geçen yıllarda birçok ülkede son kalan kamusal kaynaklar da tekellerin emrine verildi, uluslararası sermayenin kapsamadığı tek bir ülkede tek bir sektör kalmadı. Fakat yine aradan geçen yıllarda emperyalist sistem, hem siyasi olarak bir hegemonya krizine saplandı; hem de krizin, yoksulluğun, savaşların insan hayatında yarattığı yıkımın sonuçları ile baş etme, bunları kısmen de olsa onarma becerisini yitirdi. 90’lı yıllarda belki hâlâ geçerli olan ideolojilerin, liberal çözüm reçetelerinin ise barutunu tükettiği bir noktaya gelindi. Artık tekil ülkelerde de, uluslararası alanda da getirilecek her türlü kuralın, sözüm ona iyileştirmenin yalnızca daha fazla yıkıma hizmet edebileceğini, yaşam standardını bir bütün olarak yükseltmenin imkansızlığını bu düzenin sahipleri de görüyor. Dünyamızın ömrünün kısaldığını da…

Ve bu düzenin geniş halk kitleleri tarafından sorgulanmaya başlaması için daha fazla istatistiğe gerek yok. Sorgulanıyor da… Tek göstergesi “y kuşağı google’da sosyalizmi daha çok aratıyor” değil. Avrupa ülkelerinde yüzde yirmilere yaklaşan işsizlik oranları, mezarda emeklilik yasaları, çalışma sürelerini uzatmak için denenen çeşitli yollar, emperyalizmin gerici taşeronlarının yarattığı bıkkınlık da insanları bu arayışa itiyor.

Yoksa 2020’ye yaklaşırken Avrupalı emperyalistlerin gündeminde, otuz yıl önce gömdük, üzerine de afiyetle yağmaladık diye bakmaları gerekirken, komünizme saldırmak neden ilk sırada olsun? Avrupa Parlamentosu’nun Eylül ayındaki hamlesi yalnızca tarihi çarpıtma olarak görülmemeli; “Avrupa’nın Ortak Hafızası” adlı habis karar gelecekte tekrar karşılarına çıkacağını bildikleri komünizm hayaletine karşı çapsız bir önlem aynı zamanda. Evet, komünist partiler uzun yılları “saldırıda değil savunmada” geçirdi. Henüz hâlâ bu denklemin tersine çevrilebileceği somut bir andan söz edemiyoruz. Bahsi geçen kararı tüm gücümüzle protesto etmek, yalanlarını, maddi hatalarını yüzlerine vurmak 21. Toplantı’nın yakıcı gündemleri arasındaydı. Fakat belki de daha fazlası gerekiyor. Komünizmin tarihine yalnızca komünistlerin değil, bütünüyle emekçi halkın sahip çıkmasını sağlamak… Komünist gelecek idealine de… Savunmadan saldırıya geçme fikrini hep güncel tutmak gerekiyor.

Nasıl devam etmeli?

Bundan sonrası için ne söylenebilir? Şurası kesin ki, bu tür toplantılar bir biçime sahip olacaksa, mutlaka her partinin sözü olmalı. Yirmi yıllık deneyimin en önemli sonuçlarından biri bu. Sadece yoldaşça saygının, ayrımcılık yapmamanın bir gereği olarak da değil. Zira yalnız nesnel koşullar değil, bazı rastlantılar da beklenmedik bir anda, beklenmedik bir coğrafyada bir zayıf halkanın belirmesine yol açabiliyor. Yirmi yılda partilerin geçirdiği dönüşüm de, bütünlüğü korumanın ve sebat göstermenin sonuç verdiğine işaret ediyor. Fakat onca zorlukla bir araya gelindiğinde o değerli zamanı daha etkili değerlendirmek düşünülmeli. Toplantı biçimini güncellemek, güçlendirmek, öncesi ve sonrası ile hazırlanmak, çıktılarını daha iyi denetlemek…

Belki görüş alışverişini, pozisyon deklarasyonlarını başka yöntemlerle sürdürmeye, tekrarları azaltmaya, toplantılarda ise gerçek, güncel meseleler üzerine konuşmaya ihtiyaç var. Mevcut biçim kritik sorulara ortak yanıt üretimini gerçekleştirebilmemize yeterince izin vermiyor. Ortaklığın önünde duranın, yani partiler arasındaki, herkes tarafından hissedilen ayrımların ortaya net konması mümkün olmuyor. Öyle olunca bu ayrımların üzerine olgunlukla gidilmesi, derinleştirilmesi ve bir ortaklık kurmak üzere dönüştürülmesi de… 

Statikleşen biçimler verimi azaltıyor, bize ise bir dinamizm gerekiyor.  Daha samimi toplantılara, diplomatik olanın ötesine geçen diyaloglara, daha nitelikli tartışma ortamlarına ihtiyacımız var. Daha doğrusu, acelesi olan devrimcilerin buna ihtiyacı var!

Geçmişte yapılan hataları tekrarlamadan, yine, ve daha iyisini kurmak için.

Dipnotlar

  1. Oportünizme teslimiyet sonucu tersi örnekler yaşandıysa da tablonun bütününe bakıldığında KP’ler arasında bunun istisna olduğunu söyleyebiliriz.
  2. Elbette bu toplantıya paralel olarak geliştirilen inisiyatifler ve başka enternasyonaller de bulunuyor.
  3.  ‘Komünist hareketin doğrultu ortaklığına ihtiyacı var’ https://haber.sol.org.tr/emek-sermaye/komunist-hareketin-dogrultu-ortakligina-ihtiyaci-var-238008
  4.  https://blogs.worldbank.org/opendata/nearly-1-2-world-lives-under-550-day
  5.  Bu bilgilerin kaynağı olan kurumlar, örgütlerin bugünün hâkim devletleri ve güçlü tekelleriyle ilişkisi, rapor edilen bu sayılara küçültmeye yetmiyor. https://www.who.int/news-room/detail/18-06-2019-1-in-3-people-globally-do-not-have-access-to-safe-drinking-water-unicef-who
  6.  https://data.unicef.org/topic/education/primary-education/