Güncel bir Örgütlenme Tartışması

Sınıflar mücadelesinin kapitalizmdeki değişmeyen kuralı, emek sermaye çelişkisinin patron ile işçiyi karşı karşıya getirmek zorunda olmasıdır. Değer yaratıcısı olan sınıf, yarattığı değerin sahibi de olmadıkça, değere el koyan sınıfla karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz. Bu çelişki kapitalizmde ortadan kaldırılamaz, sermaye düzeni bunun üzerine kurulu zaten.

“Nasıl ki doğa, boşluktan nefret ederse, sermaye de kârsızlıktan ya da az kârdan nefret eder. Kâr elverişli oldu mu, sermaye yürekli olur: yüzde 10 garantili kârla her yerde kullanılabilir; yüzde 20'de kızışır; yüzde 50'de delice bir cesarete gelir; yüzde 100'de bütün insani yasaları ayaklar altına alır; yüzde 300'de işlemeyeceği cinayet yoktur, darağacı pahasına da olsa”1

Bir İngiliz sendikacının sanayi devriminin başında henüz yola çıkmış genç burjuvazi için yaptığı bu değerlendirmenin bugün de geçerli olmadığını söyleyebilir miyiz? Sermayenin iştahı giderek artıyor ve arttıkça emek ile sermaye arasındaki uçurumun kapitalizm içinde “makul” bir mesafeye inmesi imkânsız hale geliyor. Artık “reform” bile bu arsız sınıfa çok uzak bir kavram.

Sömürü derinleşti, çalışma koşulları ağırlaştı; gelişen teknoloji emekçi yığınların yaşam koşullarının iyileşmesine değil patronların zenginliğinin artmasına yarıyor. Üstelik yirminci yüzyıla damga vuran Ekim devriminin dünya işçi sınıfına getirdiği muazzam kazanımlar neredeyse sıfırlanmış durumda. Bu koşullarda iki sınıfı karşı karşıya getirecek düne göre çok daha fazla neden var.

Doğru ama o kadar basit değil. Karşı karşıya gelişlerin mutlaka tarihsel arka planı da var. Yöneten sınıf olarak sermaye sınıfı hiç şüphesiz bu çatışmanın dersleriyle dolu.

Sermaye sınıfının aldığı en büyük dersin örgütlenme üzerine olduğunu söyleyebiliriz. Karşısındaki sınıfı örgütsüz kılmanın esas olduğunu, bunu başardıkça kendisinin örgütlü hale geldiğini çok iyi bilen bir sınıf artık burjuvazi.

Kapitalist sömürünün merkezi mekanı olarak işyerleri bu paradigmanın kendini en güçlü var ettiği yerlerdir. Sömürünün devamlılığını sağlayan kapitalist devlet gücünü en çok da sermaye sınıfının bu mekanlardaki hakimiyetinden alıyor. İşçi sınıfı kendine yol açacaksa buna işyerlerinden başlamak zorunda. Patronların işyerlerindeki örgütlülüğü geriletilmek zorunda. 

Üstelik bunun kendi başına ekonomik bir işlem olduğu iddiası da sınıflar mücadelesi tarafından defalarca yanlışlandı. Tarih, iktidarı hedeflemeyen sınıfın daha azı için girdiği büyük kavgalardaki yenilgilerle dolu. 1918 Alman devriminin burjuvazi tarafından boğulmasında sosyal demokrasinin ihaneti kadar, işçi sınıfını işyerlerinde örgütlü kılacak ve bunu ülkeye yayacak devrimci bir siyasi önderliğin yoksunluğu da rol oynadı. Fransa’da 1919 sanayi grevleri, İngiltere’de 1921 büyük madenci grevleri, İtalya’da 1920 fabrika işgalleri, yine aynı yıl sadece altı ay yaşayan işçi asker sovyetleriyle Macaristan devrimi ve 1921 ile 23’te birer kez daha Almanya’da işçilerin kalkışması benzer yenilgilerle sonuçlandı. Kapitalizmin anavatanında, işçi sınıfının burjuvaziyi alaşağı edebilmesi için sadece Ekim devriminin rüzgarı yetmedi. Avrupa’da bir devrim için başka ihtiyaçlar olduğu ortadaydı: 

“Savaş sonrası devrimci hareketin ilk dönemi büyük ölçüde sona erdi. Devrim ilerliyor ancak düz çizgide değil. Güncel görev devrimin temel hazırlığını sürdürmektir.”2

Lenin, Komintern’in 1921 yılında toplanan üçüncü dünya kongresinde komünist partilere böyle sesleniyor, devrime hazırlığın altını çiziyordu. Komintern aynı kongrede bu hazırlığın nasıl olacağını da ortaya koydu. Tüm komünist partilere bolşevikleşme çağırısı yapıldı ve bolşevikleşmenin unsurlarından biri olarak partilerin kendilerini işyeri hücreleri temelinde yeniden örgütlemesi istendi.

Sendikalizm değil Bolşevizm! Rusya’da başından bu yana, Avrupa’da ise devrimin geri çekilmeye başlamasından hemen sonra komünistlerin, işyerlerindeki örgütlenme sorununa verdikleri yanıt bu netliktedir. 

Sendikalizm ise burjuvazinin ürettiği yanıt oldu. Bu yanıt II.Enternasyonal’de cisimleşti.

Lenin ve arkadaşlarının, sendikaları, kooperatifleri, işçi partilerini devasa kitle örgütleri haline getiren II.Enternasyonal’den daha 1900’lerin başlarında kopuşu tesadüf değildir. II.Enternasyonal sermaye sınıfıyla her düzlemde uzlaşarak yozlaştı ve patronların elinde işçi sınıfına karşı bir silaha dönüştü, 1914’te burjuva hükümetlerin savaş bütçelerine onay vererek kendini yok etti. Ta ki Ekim Devrimi ile beraber Avrupa devriminin ayak sesleri yükseldiğinde burjuvazi onu göreve çağırana kadar…

Burjuvazi bolşevizmden ölümüne korktu. Ona çözüm bulamadı. Üstelik ölüm korkusu sadece Rus topraklarına değil, tüm Avrupa coğrafyasına ve hatta dünyaya yayıldı. Bolşevizm, bir dünya komünist partisi olarak III.Enternasyonal’de (Komintern) somutlandı.

 

BOLŞEVİKLER VE BOLŞEVİZM

Komintern’in bolşevizmine ve onun bir unsuru olan işyeri örgütlenmesi konudaki ısrarına dönmek kaydıyla merkeze, yani Rusya’ya kısaca bakmakta yarar var. Rusya’da Bolşeviklerin işçi sınıfı içindeki örgütlülüğünde işyerleri hep önemli oldu. Bütün dönemlerde Bolşevikler temel örgütlenmelerini işyerlerinde kurmaya çalıştılar. Fabrikalarda, atölyelerde, çiftliklerde, donanmadaki gemilerde… Bolşevik parti küçük olmasına rağmen bu sayede proletarya ile Menşeviklere göre daha doğrudan bağ, daha yakın ilişki kurabildi. 

“Çarlık Rusyası’nda hücreler, fabrika tezgahında sözlü ajitasyon yapmak, bildiri dağıtmak, fabrika kapılarında ya da fabrika avlularında miting yapmak, daha sınıf bilinçli ve devrimci işçilerle ayrı toplantılar düzenlemek için fabrikalarda şikayete sebep olan her şeyden yararlandılar. Ustabaşının sertliğinden, ücretlerin azaltılmasından, para cezalarından, iş kazalarında tıbbi yardım sağlanamamasından…”3

Bolşeviklerin, işyerindeki her türlü sorunu, işçilerin işyerinde örgütlenmesi için değerlendirmeye çalıştığı anlaşılıyor. Düşük ücret, cezalar, iş kazaları gibi işyeri sorunları Bolşevikler için işçilerle ilişki kurmanın ve onları örgütlemenin birer aracı olarak kullanılıyor. 

Peki ne için örgütlenme?

“Bolşevikler daima fabrikalardaki kötü muamele ile otokrasinin yönetimi arasındaki bağlantıyı gösterdiler. Aynı zamanda parti hücrelerinin ajitasyonunda otokrasi, kapitalist sistemle birlikte ele alındı. Öyle ki, işçi hareketinin gelişmesinin daha başlangıcında Bolşevikler ekonomik mücadele ile politik mücadele arasında bir bağlantı kurdular.”4

Yapabildiler, çünkü orada varlardı. Kurabildiler, çünkü işçi sınıfının var olduğu mekanları politik mücadelenin ve birebir ya da kitlesel örgütlenmenin alanı olarak kullandılar. 

İşçi sınıfının güncel çıkarlarıyla tarihsel çıkarı arasındaki açının nasıl doldurulacağı sorusuna Leninizmin verdiği yanıtı biliyoruz. Öncülük… Partinin öncülüğü! Bolşeviklerin işyeri örgütlenmesi bu teorik yanıtın pratik karşılığıdır.

İşte bu devrim için muazzam bir hazırlıktı. Bolşevik parti hazırlık döneminde büyük bir sabırla çalıştı. Toplantılar, buluşmalar, yemek molalarında konuşmalar, tezgâh aralarında elden ele dolaştırılan Iskra’lar… 

Lenin’in çağın en büyük siyaset dehası olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Ancak o aynı zamanda gelmiş geçmiş en büyük örgütçülerden biridir. Bolşevizm örgütlenmektir.

“Rusya’da biz bir (dar) partiydik ve fakat bizimle beraber, tüm ülkenin köylü ve işçi Sovyetlerinin çoğunluğuna sahiptik. Ya siz? O zaman, en aşağı on milyon insan olan ordunun yaklaşık yarısı bizimleydi. Ordunun yarısına sahip misiniz? Bana böyle bir ülke gösterin! …Eğer küçük bir partiye sahip olmamıza rağmen Rusya’da galip geldiğimiz söylenirse, Rus devrimi de bir devrimi nasıl hazırlamak gerektiği de mutlak olarak anlaşılmamış demektir.”5

Lenin, Bolşevizmden anlaşılması gereken en son şeyle, kitlelerden kopuk küçük parti algısıyla böyle savaşıyor. “Güncel görev devrimin hazırlığıdır” tespitini yaptığı Komintern’in üçüncü kongresinde komünist partilere, kastedilen hazırlığın “örgütlenmek” olduğunu söylüyor. Üstelik bunu kendisine yakışan bir siyasi şiddetle yapıyor. Komintern Lenin’in bu çağrısını aynı kongrede “kitlelere” sloganıyla karar haline getiriyor.

Kararın aynı şiddette uygulamaya geçtiğini söyleyemiyoruz. Komintern, kararı ancak beşinci kongrede temel gündem haline getirebildiğinde aradan üç yıl geçmiş oluyor.

1920’lerin başında üç yıl, harekete geçmek için oldukça uzun bir süre. Sınıflar mücadelesi çok çetin ve gecikmenin geciken tarafa maliyeti başka zamanlara göre çok büyük oluyor. Çünkü sermaye sınıfı Avrupa coğrafyası başta olmak üzere her tarafta Ekim devrimine karşı hızla tedbir alıyor. 

 

***

 

Komintern’in 1924 tarihli beşinci kongresi bolşevizasyonu, onun bir unsuru olarak komünist partilerin işyeri hücreleri temelinde örgütsel dönüşümünü ve “kitlelere” sloganıyla yaygın örgütlenme politikasını vakit kaybetmeksizin uygulamaları için tüm komünist partilerin gündemine bir kez daha getirdi. Ancak sınıflar mücadelesindeki verili durum artık Ekim devriminin hemen sonrasına göre oldukça farklıydı. 

Lenin dönemin koşulları için kapitalizmin genel krizinin ortadan kalkmadığını ancak bununla birlikte devrimci dalganın durgunluğunu işaret ediyor. Komünist partilerin taktik açılımlarını da belirleyecek bu tespiti doğrulayan birden fazla gelişme yaşanıyor. Savaş sonrası ilk şoktan çıkan kapitalist ekonomiler büyümeye başlıyor. “Sanayide rasyonelleşme” kampanyasıyla büyümeye, sermaye sınıfının ideolojik saldırısı eşlik ediyor. Kitlesel üretim yöntemlerinin hızla gelişmesi bu kampanyanın sadece teknik ayağını güçlendirmekle kalmıyor, kapitalist gelişimin işçi sınıfının yaşam standardını otomatik olarak yükselteceğine dair propagandayı da şiddetlendiriyor. ABD merkezli burjuva ideologları kapitalist propagandayı Ford’un Marx’ı yendiğini söyleyecek kadar ileriye götürüyorlar. Kapitalistler sendikalardan da büyük destek görüyor. Amerikan Emek Federasyonu (AFL), sanayide rasyonelleşme kampanyasını “Yüksek Emek Stratejisi” isimli paralel bir kampanya ile selamlıyor. AFL’ye bağlı sendikalar bu strateji doğrultusunda birçok fabrikada verimlilik mühendisleri çalıştırmaya, işçi bankaları kurmaya başlıyor. Avrupalı sosyal demokratlar da Amerikalı hempalarından aşağı kalmıyor. Alman Sosyal Demokrat Parti  (SPD) 1927 tarihli kongresinde, kapitalizmin serbest rekabet çağını geride bıraktığı, şimdi ekonominin kapitalist örgütlenmesine, örgütlü ekonomiye geçildiği tezini ileri sürüyor.6

Bu zırvalıklar 1929’a kadar devam ediyor. Yani çağın en büyük ekonomik krizine, büyük bunalıma kadar.

Sovyet iktidarının ve uluslararası komünist hareketin başında başka belalar da var. Avrupa’da merkezcilerin kurduğu İkibuçukuncu Enternasyonal7 ile sağ sosyal demokratların İkinci Enternasyonali birleşiyor. Böylece anti-komünist cephe kendini işçi sınıfının içinde güçlendirecek önemli bir adım atmış oluyor. Öte yandan Avrupa’da faşizm hızla yayılıyor. Balkanlar’da, Almanya’da, İtalya’da, Polonya’da faşist partiler etkili birer siyasi güç haline gelmeye başlıyor. Ve bu cepheye Sovyetlerin içinden güç verenler çıkıyor. Troçki hizbi 1923 sonunda meşhur Kırkaltılar Deklarasyonu ile kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlıyor. Bu hizbe birkaç yıl içerisinde Komintern liderlerinin önemli isimlerinin de yer aldığı yeni hizipler ekleniyor. 

“1920’lerin ortalarında, başta Avrupa’da olmak üzere geri çekilen devrimin ortaya çıkardığı yeni koşullar vardı. Rusya dışında işçi iktidarları teker teker yenilmişti. Kapitalist dünya savaş bunalımından çıkıyor, kendini teknik ve ekonomik olarak yeniden organize ediyordu. Kapitalist ülkelerde Sovyetler Birliği’ne karşı pozisyon güçleniyordu. Şimdi sosyalist devrimin temel aracı komünist partiler bu koşullara göre yeniden silahlanmak zorundaydı.”8

1920’lerin ikinci yarısında dünyada sınıflar mücadelesinin ortaya çıkardığı tablo böyle. Komintern beşinci kongre durumu “Kapitalizmin kısmi, göreli ve geçici istikrarı” olarak tanımlıyor. Nitekim tespit çok kısa bir sürede doğrulanıyor. Beşer yıl arayla önce tüm dünyayı saran ekonomik kriz, ardından dünya savaşıyla sonuçlanan siyasi kriz geliyor. Böylece Lenin’in işaret ettiği “hazırlık evresinin” ne kadar önemli olduğu da ortaya çıkıyor. Kapitalizmin büyük depremi yaklaşıyor ve tüm dünyada komünistler bir yandan partilerini donatıyor, diğer taraftan işçi sınıfının içine, işyerlerine yerleşmek için büyük bir atılım başlatıyor.

 

YENİDEN KURULUŞ

Komintern’in 1920’li yılların başlarından son kongresini topladığı 1936 yılına kadar geçen sürede, iki temel politikasından biri olan Bolşevikleşme ve bolşevikleşmenin bir unsuru olarak işyeri hücreleri temelinde örgütlenme politikasındaki ısrarından hiç vazgeçmedi.9 Bu konu üzerinde gerek yazılı gerekse pratik birçok çalışma yapıldı.

Konunun merkezileştiği beşinci kongreden birkaç ay önce toplanan Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nin (KEYK) hazırladığı “fabrika hücrelerinin10 örgütlenmesi konulu karar önerisi” kongre tarafından onaylandı.

“Partinin örgütlenmesi koşullara ve faaliyet amaçlarına uyarlanmalıdır. (…) Partimizin nihai hedefi burjuva iktidarının devrilmesi, gücün işçi sınıfının eline geçmesi, komünizme ulaşılmasıdır. Partinin hemen yerine getirmesi gereken görev, çalışan kitlelerin günlük mücadelesine aktif biçimde katılarak işçi sınıfının çoğunluğunu ve o mücadelenin önderliğini kazanmaktır. Bu ancak parti örgütümüzün fabrikalarda çalışan kitlelerle en yakın ilişkisi yoluyla sağlanabilir.”11

Hedef çok açık. Partinin işçi sınıfı ile kurabileceği en yakın bağı oluşturabilmesi, yaygınlaşması ve sınıf içinde etkisini arttırabilmesi. Komintern aslında bir model tartışması yürütmüyor, örgütlerin kendini bu hedefe göre yeniden kurmasını öneriyor.

Nitekim aynı karar önerisinde fabrika hücrelerinin komünist partilerin temel yapısı olması kararının aslında üçüncü kongrede alındığı ancak çoğu seksiyonda yürürlüğe konmadığı da ifade ediliyor. Üstelik Alman devriminin 1918 yenilgisinden sonra bu kez 1923 yılında aynı akıbete uğramasının nedeni de önemli ölçüde buna bağlanıyor:

“Alman Devrimi’nin deneyimi çok açık bir biçimde göstermiştir ki, fabrikaları temel alan hücrelerin ve çalışan kitlelerle yakın bağlantıların yokluğunda, çalışan kitleler mücadele içine çekilemez ve yönetilemez, onların ruh halleri doğru biçimde değerlendirilemez, bizim için en uygun andan yararlanılamaz ve burjuvaziye karşı zafer kazanılamaz.”12

Bolşevikler için söylemiştik. Oradaydılar. Öncülük yapacakları sınıfın içinde. Orada olmasalardı, öncülük yapamayacaklardı. Komintern, bir model dayattıysa komünist partilere, bundan daha fazlası değildi.

Ayrıntıya elbette girdiler. İşyeri hücrelerinin kimlerden oluşması gerektiği, sayıca az parti üyesinin bulunduğu işyerlerinde hücre çalışmasının nasıl yürütüleceği, hiç parti üyesinin olmadığı işyerlerine yönelik nasıl bir çalışma yürütüleceği, herhangi bir işyerinde çalışmayan parti üyelerinin yer alacağı birimlerin nasıl çalışacağı, işyeri hücrelerinin dışında sokak hücrelerinin nasıl kurulacağı, hücreler arasında ilişkinin nasıl olacağı kadar birçok detay üzerinde durdular, tüzükler yazdılar, genelgeler çıkardılar, kararlar aldılar. Komintern, işçi sınıfını iktidara taşıyacak temel araç olan partinin, işçi sınıfı içine nasıl yerleşeceğini en ince ayrıntısına kadar tartıştı. Tartışmakla kalmadı, tüm ülkelerde örgütlenme pratiğinin kılavuzu oldu.13

 

***

 

Komintern, beşinci kongreden sonra çeşitli defalar komünist partilerin işyeri hücreleri örgütlenmesini masaya yatıran değerlendirmeler yaptı. Yapılanlar, eksikler ve ihtiyaçlar tespit edilmeye çalışıldı. Bu konuda en kapsamlı değerlendirmelerden biri 1929 yılında toplanan onuncu KEYK toplantısında yapıldı. Komintern’in geçmiş kongrelerindeki öngörülerinin doğrulanarak kapitalizmin ekonomik ve siyasi derin bir krizin içine girdiği bu dönemde komünist partilerin işyeri hücreleri konusunda geldiği nokta çarpıcı bulgular taşıyordu. Bulgular, yapılması gerekenleri de içeren önerilerle birlikte bir genelgeye dönüştürüldü ve 1930 yılının Aralık ayında yayınlandı. Genelgede komünist partilerin işyeri hücresi çalışmasındaki en ciddi eksiklikler şöyle sıralanıyordu:

“1. Hâlâ az sayıda işyeri hücresi bulunmaktadır.

2. Var olan işyeri hücrelerinin çoğunluğu küçük ölçekli işletmelerdedir. Büyük işletmelerde çok az işyeri hücresi bulunmaktadır. Bunlar genellikle sayısal olarak zayıf ve siyasi etkisi düşük olan hücrelerdir.

3. Var olan işyeri hücreleri genellikle yeteri kadar aktif değildir ve de işyerinin gündelik hayatıyla ilişkisi zayıftır.

4. Parti üyesi işçiler arasında, işyeri hücresi çalışmasından kaçınma yönünde güçlü bir eğilim bulunmaktadır. Ayrıca bu üyelerin tamamı bir işyeri hücresi kapsamında değildir. Örneğin Çekoslovakya Komünist Partisi’nin 1 Temmuz 1930’da bildirdiğine göre, üyelerinin  %57’si sanayi işçilerinden oluşmaktadır ve bunların sadece %14’ü işyeri hücrelerinde örgütlenmiştir.

5. İşyeri hücrelerinin çalışmaları genellikle partinin genel çalışmalarından kopuktur. Bu da partinin yönetici kadrolarının, işyeri hücresi çalışmasına gösterdikleri ilginin yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.”14

Sadece bunlar değil, Komintern işyeri hücrelerinin partinin merkezi siyasi gündemleriyle yeterince ilişkilenemediğini de tespit ediyor. Bunun yaratacağı sorunlara dikkat çekiyor:

“İşyeri hücreleri, partinin düzenlediği siyasi kampanyalarda genellikle çok az görev üstleniyor, bazen de hiç. Genellikle siyasi kampanyalar eski metotla yani genel ajitasyon, popüler toplantılar, parti üyelerinin çalıştıkları yerlere değil yaşadıkları bölgelere göre yapılan toplantılar şeklinde yürütülüyor… Kampanyanın yürütücü gücü ise halen merkezi parti yayını ve parti merkezi tarafından gönderilen ajitatörler… Deniliyor ki, işyeri hücrelerinin zayıflığı bu kampanyaları onların çevrelerinde örmeyi imkânsız hale getiriyor. Bu şu anlama gelmektedir; pratikte partiyi işyeri hücreleri temelinde örgütleme konusunda hiçbir şey yapılmamıştır ve parti sloganlarımızı işçi kitlelerine ulaştırabilecek bir pozisyonda değildir. Ve de işçi kitlelerini hainlerin, sosyal demokratların, reformistlerin ve faşistlerin karşı devrimci çalışmalarının etkisine maruz bırakmaktadır.”15 

Komintern, sadece işyeri hücrelerinin kurulmasını değil, kurulan hücrelerin parti siyasetini taşıyabilmesinin de son derece önemli olduğunun altını çiziyor. Üstelik karşı cephe boş durmuyor. Faşizm tüm Avrupa’da işçi sınıfının içinde bir ur gibi yayılıyor. Aslında Komintern basit bir kuralı hatırlatıyor: “Sen örgütlü değilsen, karşı taraf örgütlüdür”. 

Zamanın daraldığı belli ve Komintern parti merkez komitelerinin tedbir almasını istiyor:

“Komünist partilerin merkez komiteleri, partinin tüm liderliğinin yüzünü işyerlerine dönmesi için gerekli her türlü önlemi almalıdır. Partinin tüm yayınları da bu amaca yönelik olarak yeniden biçimlendirilmelidir. Makaleler basit bir dille yazılmalı, böylece ortalama bir işçi hatta temel siyasi söylemleri yadırgayan apolitik işçi bile onları anlayabilmelidir… Genel karakterdeki makalelere ek olarak parti gazeteleri farklı bölge ve işyerlerinden mektupları da içermelidir.”16

Hücrelerin, bulunduğu işyerlerinde arzu edilen etki alanına ulaşabilmesi için aynı zamanda beslenmesi gerektiğinin de altı çiziliyor. Komintern bu konuda parti komitelerine içe doğru önderlik yapmaları çağrısında bulunuyor:

“İşyeri hücreleri ancak onlara önderlik eden parti komitelerinin düzenli bir biçimde günlük olarak onları beslemesi ile güçlü bir biçimde büyüyebilir ve kararlı parti birimleri haline gelebilir… Genelgelerle sağlanan mevcut bürokratik iletişimle yetinmeyip, parti komiteleri işyerleriyle ve işyeri hücreleriyle doğrudan ve canlı bir bağ oluşturmalıdır.”17

Komintern, işyeri hücrelerinin kuruluşunda yaşanan zorluklara da dikkat çekiyor. Pratikte yaşanan en büyük zorluğun hiç parti üyesinin olmadığı ya da bir iki parti üyesinin olduğu yerlerde işyeri hücresinin kurulmasında yaşandığını belirtiyor. Çeşitli öneriler yapıyor:

“İlgili işyerinin çevresinde bulunan sokak hücreleri işyeri hücrelerinin oluşturulmasına mutlaka yardımcı olmalıdır. Sokak hücresi üyeleri işçilerin işten çıkışında onları bekleyerek, onları işe giderken yolda yakalayarak, yerel sosyal mekanlarda onlarla ahbaplık kurarak veya onları evlerinde ziyaret ederek ilişki kurmalıdır.

Öyle ya da böyle, belli sayıda işçiyle bu ilişki kurulduktan sonra onlar hızla işyeri hücresine örgütlenmelidir. Ancak bu sayısal olarak zayıf bir hücre olabilir, bu hücre yeni ilişkiler kurmak, yeni üyeleri parti çeperine dahil etmek ve parti üyelerinin bulunmadığı departmanlarla ilişki kurmak için çok enerjik bir biçimde çalışması gerekir. Parti komitesi bu çalışmaya en dikkatli bir biçimde ilgi göstermeli ve yoldaşlarının hatalarını düzeltmeleri için durmaksızın oraya yardım etmelidir. Gerekirse bazı profesyonelleri de bu çalışmada yardım etmek için oraya göndermelidir.”18

İşyerinde yayılmak için de çeşitli yöntemler gündeme getiriliyor. Komintern’in bu konudaki önerileri gerçekte birer örgütlenme dersi niteliği de taşıyor:

“Parti üyesi bir işyerinin genelinde aktif olamaz. Ama bir atölyedeki/bölümdeki bir vardiyada olabilir. Öncelikle kendi vardiyasındaki işçilerden herhangi birinin parti üyesi ya da sempatizanı olup olmadığını öğrenmelidir. Eğer ki varsa onlarla atölyede/birimde parti çalışmasının çekirdeğini yaratmalıdır. Oluşan bu temelle birlikte iş arkadaşlarının politik duruşunu öğrenmeliler. Örneğin hangileri reformist sendikaların üyesi, ya da sosyal demokrat partinin, ya da faşist örgütlenmelerin vb. Parti üyeleri, bölümünde parti çalışması yaparken öncelikle elbette parti üyesi olmayan devrimci görüşlü işçilerle ilişki kurmalıdır. Ve aynı zamanda reformist sendikaların ve sosyal demokrat partinin devrimci görüşe sahip üyelerine yaklaşmayı denemelidir ve aynı zamanda tekil faşist işçilerle de…”19

Çalışma yapılırken doğacak risklere dikkat çekiliyor. Örgütlenmenin kalıcılığı ve güvenlik için konspirasyona işaret ediliyor:

“Kapitalist ülkelerde, işyeri hücresi ancak konspiratif biçimde işletilebilir. Sonuçta onun çalışmaları ve her bir üyenin çalışması komünist partinin pratik işlerine, fabrika işçilerine yönelik siyasi propaganda ve ajitasyonuna ve bunun etkisine ilişkin örgütsel konsolidasyona ilişkin bilgi edinemeyecekleri biçimde yürütülmelidir. Dolayısıyla, işyeri hücresi, çalışmalarında temel konspirasyon kurallarını katı biçimde gözetmelidir.  Bu hem legal hem de illegal komünist partiler için geçerlidir…”20

Ancak konspirasyonun hiçbir koşulda işyerindeki işçilerden kopmaya neden olmaması gerektiği hatırlatılıyor. 

“Bu kurallar (konspirasyon) hiçbir koşulda hücreyi işyerindeki işçi kitlelerinden koparacak şekilde kurgulanmamalıdır. Öyle ki, bir yandan konspirasyon yöntemleri kullanılırken diğer yandan işçilerin broşürlerle, işyeri bültenleriyle, toplantılarla işyeri hücrelerinin varlığından haberdar olması sağlanmalıdır. İşyeri hücrelerinin en önemli görevi işyerindeki ve ülkedeki her olaya ilişkin hızla reaksiyon göstermek, örgütlenmek için parti adıyla uygun sloganları ortaya çıkarmak ve işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda bir mücadeleyi yürütmektir.”21

1930 yılında yayınlanan bu genelgenin ardından 1931 yılında toplanan on birinci KEYK toplantısında da işyeri hücreleri çalışması merkezi gündemlerden biriydi. Orada da sadece öneriler değil, yaşanan sorunların çözümü için yöntemler üzerinde tartışıldı, ortaya çıkan pratikler değerlendirildi. 

Komintern konuya ilgisini daha sonraki yıllarda da hiç kaybetmedi. Komünist partilerin işyeri hücreleri temelinde örgütlenmesi ısrarını hep sürdürdü. 1920’lerin sonu gelmeden birçok komünist parti bu ısrar sayesinde işçi sınıfı içerisinde önemli örgütlenme mevzileri elde ettiler. Tüm Avrupa’da binlerce işyerinde, madende, fabrikada, atölyede on binlerce işçi komünist partilerle buluştu. 

Bugün belki komünist harekete Kominternin öncülük ettiği bir dünya yok. Ama komünist partilerin işçi sınıfı içerisinde kök salmak, bunun için işyerlerinde örgütlenmek/örgüt kurmak için Komintern kadar ısrarlı olmaları gerekiyor. 1920’lerde dünya komünist hareketinin yürüttüğü tartışma ve sergilediği pratik bu nedenle güncelliğini koruyor.

Dipnotlar

  1. Kuznetsov Y.; “Kapitalist Toplum”, Sol yayınları, Nisan 1995, sf.17
  2. Foster, William Z.; “Üç Enternasyonal Tarihi”, Yazılama Yayınları, Kasım 2011, sf.296
  3. Molyneux, Jhon; “Marksizm ve Parti”, Belge yayınları, 1991, sf.83
  4. A.g.e; Sf.84
  5. Cogniot, Georges; “Komünist Enternasyonal”, Temel Yayınlar, Haziran 1975, sf.62-63
  6. Foster, William Z.; “Üç Enternasyonal Tarihi”, Yazılama Yayınevi, Kasım 2011, sf.325-326
  7. Esas olarak Viyana Enternasyonali ismiyle bilinen bu birlik II. Enternasyonal’den geçici olarak ayrılan ve III. Enternasyonal’e katılmamış olan sosyalist partilerin, 1921 yılının Şubat ayında aynı kentte yapılan konferansında kurulmuştu. Kautskyci çizgideki merkezci oportünist partilerden oluşuyordu.
  8. Foster, William Z.; “Üç Enternasyonal Tarihi”, Yazılama Yayınevi, Kasım 2011, sf.322
  9. Diğeri “Birleşik Cephe”dir. Lenin’in yaşarken katılabildiği son Komintern kongresi olan dördüncü kongrede birleşik işçi cephesi kararı alındı. Birleşik Cephe, karşı cephenin kendini tahkim etmesiyle komünistlerin yalnızlaşma ve etkisizleşme tehdidine karşıydı ve işçi sınıfının birliğine işaret ediyordu. Komintern komünist partilerin kendi tam bağımsızlıklarını büyük bir titizlikle korumaları şartıyla hangi partiye üye olursa olsun işçilerle işçi sınıfının yaşamsal çıkarlarını sağlama almak için eylem birliği öneriyordu.
  10. Komintern belgelerindeki “fabrika hücresi” tanımı, “işyeri hücresi” olarak da alınabilir. Çünkü belgelerde kastedilen sadece üretim alanları değildir. Makalenin ilerleyen bölümlerinde bu ikinci tanım tercih edilmiştir.
  11. Koç, Y.; “Fabrika hücreleri ve komünist partilerin bolşevizasyonu üzerine”, Çeviri ve sunuş. Sf:76. Gelenek’te yayınlanan bu çeviriler, Komintern’in Ocak 1924 ile Temmuz 1925 arasında, konuyla ilgili önemli belgelerini içeriyor.
  12. A.g.e; sf.76
  13. A.g.e; sf.74-85
  14. Degras j.; “The Communist International 1919-1943”, Volume III (1929-1943), sf.143-144
  15. A.g.e; sf:144
  16. A.g.e; sf:144.
  17. A.g.e; sf:145
  18. A.g.e; sf:145-146
  19. A.g.e; sf:146
  20. A.g.e; sf:146.
  21. A.g.e; sf:147
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×