2013 Yılı Başında İşçi Sınıfı: Biriken ve Örgütlenmeyi Bekleyen Büyük Hoşnutsuzluk

Son aylarda parça parça işçi eylemlerine tanık oluyoruz. Çoğu küçük sayılabilecek bu eylemler, bu ölçeklerine rağmen kimi örneklerde gündemi işgal etmeyi başardı.

Topkapı Şişecam işçilerinin işyerlerinin kapanmasına, havayolu emekçilerinin işten çıkarmalara ve grev yasağına, maden işçilerinin iş cinayetlerine, sağlık emekçilerinin taşerona, metal işçilerinin sarı sendikaya, kargo işçilerinin sendikasızlaştırmaya, kamu emekçilerinin haklarını tehdit eden kanun hükmünde kararnameye karşı verdikleri mücadele bunlardan sadece birkaçı.

Yazıda bir envanter çıkarmayı denemeyeceğiz; ancak, son dönemin işçi eylem ve direnişlerini, bunların ortak özelliklerini, güçlü ve zayıf yanlarını, AKP’nin işçi sınıfına saldırı başlıklarının bu eylem ve direnişlere etkisini anlamaya çalışacağız.

Bunu yapmadan önce ortama bir göz atalım. Zira ülkede her alanda olduğu gibi çalışma yaşamında da son on yılda ortam değişti.

AKP’nin İkinci Cumhuriyeti:
Güvencesizlikten geleceksiz çalışma rejimine geçiş

Çalışma yaşamına ilişkin düzenlemeler, AKP’nin iktidardaki ilk icraatları içerisinde yer alır.

Bu düzenlemeler, esnek çalışma süre ve biçimlerinin mevzuat kapsamına alınması, taşeron çalışmanın düzenlenmesi, kamu istihdamının gevşetilmesi gibi sermaye kesiminin gündeminden hiç düşmeyen önemli konularla ilgili olmuştur.

AKP, üçüncü dönemi için onay aldığında artık işçi sınıfı için güvencesiz çalışma önemli ölçüde tesis edilmişti.

Sadece çalışma ve ücret koşullarına ilişkin yasal düzenlemeler değil bunu sağlayan. Örneğin 1945 yılından itibaren devletin sorumluluğunda olan iş ve işçi bulma hizmetlerinin, özel istihdam büroları eliyle özel sektöre açılması gibi güvencesizliği değişik düzlemlere taşıyan yapısal düzenleme örnekleri de var.

AKP bu dönüşümü, dönemin ikinci yarısında yaşanan büyük krizde test etme şansı yakaladı.

“Çağdaş çalışma biçimleri ve esnek çalışma modelleri, işgücü arzı ile talebini dengelemenin ve işsizlikle mücadelenin en önemli araçlarından biridir. Özellikle, ekonomik kriz ve durgunluk dönemlerinde yoğunlaşan işsizlik tehdidine karşı konulmasında, çalışma hayatında güvenceli esneklik uygulamaları önemli bir yere sahiptir.” 1 Patronlar bu tespiti yaparken Türkiye ekonomisi 2008-2009 krizinin tam göbeğinde idi. İşçiler için her türlü kuralsız çalışma alabildiğine uygulamadaydı. Ücretsiz izinler, eksik çalışmalar, girdi-çıktılar, kısa çalışmalar… Akla gelebilecek her türlü esneklik modelini bu dönem işçilere uyguladılar. Yüzbinlerce işçiyi işten çıkardılar. Çıkarmadıklarını da bu uygulamalarla çıkarmaktan beter ettiler. Bunun da adına “güvenceli esneklik” dediler. Kısacası patronlar, krizi fırsata güvenceli esneklikle, yani güvencesizlikle çevirdi.

Bir de güvencesizliğin kamu istihdamında ulaştığı boyutu gösteren rakamlar var. Bahsedilen dönemde kamu idarelerindeki kurumlarda güvencesiz çalışanlardaki artış, güvenceli çalışanlara göre tam 25 kat daha fazla oldu. 2 Kamu iktisadi teşekküllerinde çalışan işçi sayısındaki değişimin boyutları da oldukça çarpıcı. KİT’lerde işçi istihdamı, seksenli ve doksanlı yıllarda sırasıyla yüzde 6,7 ve yüzde 34,4 oranında erirken bu oran AKP’li yıllarda özelleştirmelerin de etkisiyle yüzde 68,4’lere vardı. [/efn_note]

Şimdi şu tespiti yapabiliriz: AKP’nin çalışma yaşamına ilişkin gerçekleştirdiği dönüşümler ve patronların 2008-2009 krizindeki pratikler sonucu, Türkiye’de güvencesiz çalışma istisnai durum olmaktan çıkıp asli çalışma biçimi haline gelmiştir.

Peki ya sonrası?

Bütün bu yıkıcı dönüşüme rağmen, birincisi, elde hâlâ en önemlisi kıdem tazminatı olan bir dizi kazanım duruyor; ikincisi, daha fazla esneklik, taşeron çalıştırmanın kısıtlarından arındırılması, bölgesel asgari ücret, kamu personel rejiminin yenilenmesi gibi başlıklar tamamlanmayı bekliyor.

“Strateji dört temel politika ekseni üzerine inşa edilmiştir. Temel politika eksenleri belirlenirken, makroekonomik politikaların istihdamı teşvik edecek biçimde sürdürülmesi, işgücünün verimliliğinin artırılması, işgücü piyasalarının katılıktan arındırılması, …güvenceli esneklik anlayışı temel yaklaşım olarak kabul edilmiştir.” 3 Alıntının üstündeki paragrafta sıralanan saldırı başlıkları, 2012 yılında bu ifadelerle program haline getirildi ve adına Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) dendi.

İşte sonrası bu.

İşçi çıkarmanın patrona maliyetinin sıfırlandığı, işsiz kalanın daha iyi ya da iyi kötü bir iş bulabilmek için zaman kazanmasına yarayan kıdem tazminatının artık olmadığı, çalışma süresinin, çalışmanın devamlılığının ve ücretlerin, üretim/hizmet önceliklerine göre belirlendiği bir çalışma yaşamından bahsediyoruz.

Bunu “güvencesiz çalışma” kavramı ile tanımlayabilme şansımız bulunmuyor. İkinci cumhuriyet işçi sınıfına güvencesizlikten daha ötesini, “geleceksiz çalışmayı” vaat ediyor.

İkinci Cumhuriyet’in geleceksiz sendikaları

Sendika parantezi açmak durumundayız. Çünkü ikinci cumhuriyet, “geleceksiz çalışma rejimi” için daha UİS’deki saldırı başlıklarında harekete geçmeden sendikal alanı düzenleyecek önemli bir adım attı. 12 Eylül’den bu yana devam eden sendika, ve grev ve toplu iş sözleşmelerini belirleyen yasaları değiştirdi.

Yeni yasanın muhteviyatı 4 bu yazının konusu değil. Ancak yeni mevzuatın, ikinci cumhuriyetin çalışma yaşamına uygun olarak sendikaları da “geleceksizleştirdiğinin” burada altını çizmekle yetinelim.

Geleceksizleştirmek, yok etmek/ortadan kaldırmak anlamı taşımıyor. 12 Eylül döneminin toplu iş sözleşmesi ve grev konularındaki yasak ve sınırlamaları koruyan, üzerine ağırlaştırılmış işkolu barajı getiren yeni sistem ile sendikalara, “varlığınızı bir sivil toplum örgütü misyonuyla sürdürün” deniyor.

Peki nasıl?

Sendikaların birer sivil toplum örgütüne dönüşmesi asli görevlerini ne şekilde yerine getirecekleri ile ilgilidir.

Örneğin toplu iş sözleşmesi… Onlarca sendika işkolu barajı altında kalacağı için, artık bu sendikaların herhangi bir işyerinde toplu iş sözleşmesi bağıtlayabilmesi için işverenin rızası dışında bir yol yoktur.

Grev; yeni sistem çatışmayı değil uzlaşmayı dayattığı için gerek yoktur.

Üye; bu sistemde sendika gücünü üyeden değil, sosyal diyalogtan alacağı için önemi yoktur.

Aidat; sendika maliyesi AB fonlarından döndürüldüğü için ihtiyaç yoktur.

Siyasi iktidarın sermaye ile birlikte 2013 yılı başında sendikalara gösterdiği yol budur.

Sendikaların bu yola mı gireceği ya da işçiyle buluşacak yeni bir yol mu bulacağı önümüzdeki birkaç yıl içinde yanıtlanacaktır. 5

Böylesi bir müdahaleye ihtiyaç olup olmadığı bir başka tartışma konusudur. AKP iktidarında sendikalar büyük ölçüde kontrol altında tutuldukları gibi sermaye açısından kayda değer bir tehdit de oluşturmadılar. Hal böyleyken bu kadar sert bir müdahaleye gerek duyulmasının bir nedeni olmalıdır.

Nedeni, sermayenin “sıfır sorun” ihtiyacıdır. Geçtiğimiz dönem sendikalar bu açıdan tehdit yaratmamıştır belki ama bazı yol kazalarına neden olmuşlardır. Lastik, cam, metal, havayolu, telekomünikasyon sektörlerinde alınan ve bazıları uygulanan bir dizi grev kararı bunların başındadır. 6 Tekel direnişi unutulmamıştır. Ayrıca direnişteki sendikal temsiliyetin zayıflığının, daha büyük sorunların önüne geçmiş olması da sermayenin ve siyasi iktidarın belleğine kazınmıştır.

İçeride ve dışarıda rekabeti tamamen ucuz işgücü üzerine kuran sermaye sıfır risk istemektedir, sıfır risk için de sıfır sorun ihtiyacındadır.

Son dönemin işçi eylemlerine bakış

AKP iktidarının emekçi sınıflar için yarattığı ortama ve sendikalara dair aldığı tedbirlere rağmen son dönemde kamuoyunun gündemine girmeyi başaran işçi eylemleri yaşandı. Bunların bir kısmı halen davam ediyor.

Önce onları bir hatırlayalım;

Türk Hava Yolları’nda grev yasağına karşı yapılan bir günlük iş bırakma eyleminin sonucu atılan 305 işçinin işe geri dönmesi için 30 Mayıs 2012 tarihinden itibaren süren direniş;

Şişecam işçilerinin Topkapı fabrikasının kapanma kararına karşı 29 Aralık günü başlattıkları ve 13 gün süren fabrika işgali;

Metal işçilerinin önce, 2010-2012 dönemi grup toplu iş sözleşmesinde 21 yıl sonra ilk kez greve gitmeleri ve sınırlı sayıda fabrikada da olsa ücretlerini iyileştirmeleri, ardından Bursa’da Bosch işletmelerinde yaklaşık 5 bin işçinin sarı sendika Türk Metal’den kitlesel olarak istifa ederek Birleşik Metal’e geçmesi, bu değişimin tetiklemesiyle Renault ve Arçelik’te işçilerin sarı sendikaya tepki eylemleri;

Süren tek yasal grev olan Çorlu’daki Daiyang SK Metal’de işçilerin sendika düşmanlığı tescilli Güney Kore sermayesine, bölgedeki patronlara ve polisin sert tutumuna karşı açlık grevine dönüştürdükleri mücadeleleri;

Kozlu’da meydana gelen kömür ocağı göçüğünde 8 işçinin ölmesi üzerine bölgede maden işçilerinin tepkileri, ocaklara inmeme eylemleri ve 27 Ocak 2013 günü yapılan madenci mitingi;

Yatağan Termik Santrali’nde bazı bölümlerin özelleştirilmek suretiyle taşeronlaştırılmasına karşı işçilerin sürdürdüğü eylemler;

İstanbul Teknik Üniversitesi araştırma görevlilerinin işten çıkarılan arkadaşları için kurdukları direniş çadırı;

Büro hizmet kolunda çalışan kamu emekçilerinin ücret kayıplarına ve güvencesiz çalışmaya karşı çeşitli biçimlerde sürdürdükleri eylemler ve 27 Şubat’ta yapılan bir günlük iş bırakma eylemi…

Listeyi uzatmak mümkün ancak burada duralım.

Bunların dışında, kargo işçilerinin DHL ve Yurtiçi Kargo’da sürdürdükleri sendikalaşma mücadelesi, taşeron sağlık emekçilerinin kimi hastanelerde sürdürdükleri sendikalaşma ve işten çıkarmalara karşı mücadeleleri, inşaat işçilerinin dernekleşmesi ve dernekleri üzerinden ücret alacaklarına yönelik mücadeleleri gibi daha birçok hak arama mücadelesini de ekleyelim.

Bu mücadelelerde Şişecam direnişiyle işçiler diğer fabrikalara nakillerini cam tekeline kabul ettirmeyi başardılar. Kozlu’da göçüğün gerçekleştiği madende çalışan işçiler, koşullar düzelene kadar madene inmediler ve talepleri arasında olan sendikalı çalışmayı kabul ettirdiler. Yatağan Termik Santrali işçileri özelleştirme ihalesini basarak ihaleyi yaptırmadılar ve taşeron çalıştırmayı önlediler. İTÜ’de asistanlar, işten çıkarılan arkadaşlarının üniversiteye dönüşünü sağladılar. Ada Tersanesi, Teknopark ve Simpaş inşaat işçileri ödenmeyen ücret ve diğer alacaklarını yaptıkları eylemlerle aldılar.

Bir kısmı ise devam ediyor. Devam ederken kısmi kazanımlar ve başarılar elde eden mücadeleler var. Örneğin işten atılan 105 THY emekçisi mahkemeden işe iade kararı aldı. Hava-İş Sendikası ile kurum arasında devam eden toplu iş sözleşmesinde uyuşmazlık tutulmuş ve grev aşamasına gelinmiş durumda. Sendika grev maddesi olarak atılan işçilerin geri alınmasını daha yüksek sesle söylüyor. Metal işçileri için sözleşme süreci devam ediyor ve Bosch’ta her türlü baskıya, Bakanlığın da yerel mahkemenin de yetkiyi sarı sendikaya vermiş olmasına rağmen işçiler teslim olmadan örgütlü tavırlarını sürdürüyor. 7

Zorlama sonuçlar çıkarmak yerine daha fazlasını zorlamak

İşçi eylemlerinden zorlama sonuçlar çıkarmamakta yarar var. İşçi sınıfının örgütsüzlüğü sürerken ve kitleselleşecek bir dalga uzunca bir süredir yaşanmamışken, sınıfın en ufak kıpırtısına, ona da haksızlık edecek ölçüde anlamlar yüklemek hatasına düşülebilmektedir.

Oysa her biri o kadar çok zaaf ve yetersizlikler barındırıyor ki…

Örneğin çoğunun soluğu sürecin uzamasına yetecek kadar güçlü değil. Sendikal gündemi olanlarda sendikaların bıraktığı devasa boşluklar var. Aralarında neredeyse hiçbir bağ kurulmuş değil. Aynı sektörde, hatta aynı sendika bünyesinde olanlar bile birbirinden güç alıp, birbirine güç veremiyor. Siyasi bağları oldukça zayıf…

Uzatmak mümkün, ancak maalesef genel görünüm böyle. Bunun için zorlama sonuçlar aramak, hamaset ve kuyrukçuluğa varır ki, bunun örnekleri de yaşanmaktadır. 8 Biriken büyük hoşnutsuzluk

İşçi sınıfında, özellikle son on yılda büyük bir hoşnutsuzluk birikti. Biriken bu hoşnutsuzluğa yakından bakmakta yarar var:

Bir; 2002-2008 dönemi sağlanan ekonomik büyüme ile ihracat, üretim ve kârlar alabildiğine artmış, ücretler düşük enflasyonun baskısı altında kalmıştır. İmalat sanayiinde işçi sayısı artmıştır. Buna paralel ortalama ücretler düşmüştür. Oysa bu bir “bolluk dönemi”dir. Dönem boyunca işçiler patronlarına çok fazla kazandırmışlar ancak bunun kendilerine dönüşü neredeyse hiç olmamıştır. Bu durum hoşnutsuzluğu arttırmıştır.

İki; bütün bu “bolluk dönemi”, aynı zamanda ilk bölümde değinilen güvencesiz çalışmayı asli çalışma haline getiren dönüşümler ile birlikte yaşanmıştır. “Siyasi istikrar” basıncı, bu dönüşümün patlamalar yaratmasını önemli ölçüde engellemiştir. Ancak hoşnutsuzluğun kendisini ortadan kaldırmamıştır.

Üç; tüm bu “bolluk döneminin” ardından kriz gelmiştir. Bir önceki dönemden payını alamayan sınıfın eline, kriz döneminde oldukça yüklü bir fatura tutuşturulmuştur. İşçi sınıfı iyi günde görmezden gelinmiş, kötü günden ise sorumlu tutulmuştur. Bu, hoşnutsuzluğu bir kat daha arttırmıştır.

Dört; sermayenin bu denli pervasızlaştığı bir konjonktürde işçi sınıfının genel olarak içinde bulunduğu durumdan hoşnut olması elbette beklenemez. Doğrusu işçi sınıfı için hoşnutsuzluk bakidir. Bir başka doğru ise, hoşnutsuzluğun her zaman harekete geçirmeye neden olmamasıdır. Oysa bugünkü hoşnutsuzluk, işçi sınıfında örgütlenmeye son derece uygun bir zemin yaratmaktadır.

Buraya kadar söylenenler ekonomidir. Reel ücretler erimiş, gelir dağılımı bozulmuş, borçlanma artmış, kriz yükü hâlâ atılamamış… Bunlar önemli.

Ancak bir de siyaset var. En az ekonomi kadar önemlidir ve istendiği kadar “apolitik” tespiti yapılsın, işçiler siyaseti izlemektedir. Burada ise işler AKP açısından sanıldığı kadar iyi gitmemektedir. Suriye politikasının alıcısı olmamış, Kürt sorununda “İmralı süreci” tereddütle karşılanmış ve inandırıcı bulunmamış, kadın, çocuk, aile, eğitim gibi insanların doğrudan yaşamına müdahale eden başlıklarda yapılanlar/yapılmak istenilenler tepki toplamıştır.

AKP’nin sermaye için gemiyi yürütmedeki başarısı her şeyden önce siyasetteki başarısıdır. İşçi sınıfının bütün bölmelerinin güvencesiz çalışmadan geleceksiz çalışmaya “terfi” ettirileceği bir program hayata geçirilecekken en fazla ihtiyaç duyulacak olan emekçi kesimlerin “siyasi rızasıdır.”

Şu açıktır ki, vatandaşını, düşürülen uçaklara, sınır köylerine düşen bombalarla ölen insanlara ve çeşitli manipülasyonlara rağmen bir Suriye iç savaşına “taraf” hale getiremeyen bir siyasi iktidarın kıdem tazminatı, kiralık işçilik, esneklik gibi “geleceksizleştirme” başlıklarında “rıza” alması mümkün değildir.

Dolayısıyla AKP’nin sermaye için işçi sınıfına yapacağı her yeni saldırının, bir önceki dönemdeki gibi sorunsuz atlatılma şansı yoktur.

Ama tek bir koşulla; işçi sınıfında biriken hoşnutsuzluğun örgütlenmeye yarattığı uygun zemin değerlendirilebilirse.

Bu zemin değerlendirilemediği durumda işçi sınıfının kendiliğinden harekete geçme olasılığı neredeyse bulunmamaktadır. Çünkü bunu engelleyen faktörler hâlâ güçlü bir şekilde devrededir. 9 Bu faktörlerden en etkili olanı-işçi sınıfının içindeki cemaat örgütlenmesi- başka bir yazının konusu olabilecek boyutlara varmıştır ve adlı adınca bir örgütlenme konusudur. 10 Birikenlere ve hoşnutsuzluğa dönecek olursak…

İşçi sınıfının hoşnutsuzluğunu harekete geçirmeye yönelik her türlü örgütlü müdahale ve örgütlü çabanın, öncesine göre çok daha fazla sonuç alıcı olacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz.

Bu çok değerlidir.

Biriken hoşnutsuzluk işçilerin örgütlü refleks gösterme özelliğini artırmıştır. Bursa’da metal işçilerinde sarı sendikaya, Şişecam’da cam tekeline, Yatağan’da ihaleye gelenlere, Zonguldak’ta AKP’nin bürokratı genel müdüre, THY’de doğrudan iktidara karşı örgütlü harekete dönüşmüştür.

Ölçekleri küçük olabilir. Daha önce sıraladığımız zaafları fazlasıyla taşıyor olabilir. Ama her biri örgütlü davranmanın sonuç alabileceğini gösteren örnekler verebilmektedir.

Bu da çok değerlidir.

Son olarak, şunu söyleyelim: Bu eylemlerde işçilerin yakaladığı örgütlü hareket etme refleksi, mücadelenin sonuçlandığı noktanın sonrasına tek bir yolla, siyasi örgütlülük ile taşınabilir.

Örnek olsun, Şişecam direnişi kazanımla sona ermiştir. 13 gün direnen işçiler, aileleri ile birlikte örgütlü davranmışlardır. Şimdi her biri farklı illere dağılan işçilerin içinde, direnişteki örgütlü tutumun sendika üzerinden devam ettirilebilmesi mümkün müdür? Bu soruya olumlu yanıt verebilmemize, yazının başlarında açtığımız sendika parantezinde yazdıklarımız engel olmaktadır. Bunun tek koşulu, işçilerin direnişte elde ettikleri örgütlü davranma refleksinin bir başka düzleme taşınmasıdır. O düzlem de doğrudan partili mücadeledir.

Metal işçileri için de, madenciler için de ve diğerleri için de aynı şeyi söyleyebiliyoruz.

Yolu açmak elimizdedir. 11

 

Dipnotlar

  1.  TİSK, TOBB VE TÜSİAD’ın Esneklik Konusundaki Ortak Görüş ve Önerileri (Gözden Geçirilmiş Metin), TS/SKD/İS/09-07, 23 Temmuz 2009, s. 2. Patron örgütleri burada “güvencesizlik” kavramı yerine “güvenceli esneklik” kavramını kullanıyorlar. Kavramın kaynağı yine Avrupa Birliği. AB Komisyonu 2007 yılında “Ortak Güvenceli Esneklik İlkelerine Doğru: Esneklik ve Güvence Yoluyla Daha Çok ve Daha İyi İstihdam” başlıklı bir bildiri yayınladı. Ardından AB’nin işçi ve işveren örgütlerinin birlikte hazırladıkları “Ortak Analiz Belgesi”nde bu bildiride ifade edilen “güvenceli esneklik” kavramı üzerinde taraflar anlaşmaya vardı.
  2.  http://www.dpb.gov.tr; Kamu İdarelerindeki Kadro ve Pozisyonların Yıllara Göre Dolu Kadro Dağılımı; 2004 yılından 2011 yılının sonuna kadar kamu kurumlarında 657 sayılı yasaya tabi olarak çalışan devlet memurlarının istihdamındaki artış %9,1 olarak gerçekleşti. Aynı dönem bu kurumlarda sözleşmeli personel sayısı %233 oranında arttı. Bu kurumlarda sürekli işçi statüsünde çalışanların sayısı ise %50 azaldı.
  3.  “Ulusal İstihdam Stratejisi Taslağı, 2012-2023, Şubat/2012, sf:2
  4. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası ve bu yasa uyarınca yayınlanan Ocak 2013 işkolu istatistikleri ile ilgili detaylı değerlendirmeler için bkz; soL gazetesi Solbakış eki, 23 Şubat 2013; DİSK-AR, “Sendikalar ve Yetki Sorunu Raporu, I-II-III, Şubat/2012 , Ekim/2012, Ocak/2013,
  5.  Yeni yasaya göre işkolu barajı 2016 yılı Temmuz ayına kadar yüzde 1, bu tarihten itibaren 2018 yılının Temmuz ayına kadar yüzde 2 ve sonrasında yüzde 3 olarak kademelendirildi. Mevcut yirmi işkolunun 6’sında hiçbir sendika barajı geçemiyor. 8’inde ise sadece birer sendika yüzde 3 barajını geçiyor.
  6. AKP, sermayeyi bu yol kazalarında genellikle Bakanlar Kurulu’nun grev erteleme kararlarıyla rahatlattı. Petlas grevi 25 Haziran 2003, Şişecam grevi 8 Aralık 2003, Prelli-Goodyear-Brisa Lastik fabrikaları grevi 21 Mart 2003, Erdemir Madencilik grevi 29 Ağustos 2003 tarihinde henüz grev uygulaması başlatılmadan alınan Bakanlar Kurulu kararları ile 60 gün ertelendi. THY’de havayolu emekçileri 7 Ağustos 2007’de grev oylamasında “greve evet” kararı çıkmasının ardından THY yönetimi talepleri karşılamak zorunda kaldı. Türk Telekom ise özelleştirmenin hemen ardından 16 Ekim 2007 tarihinde başlayan grev 44 gün sürdü.
  7.  İşçi eylem ve hareketlerinde kamuoyunun dikkatini çekecek ölçüde artış Tekel direnişi döneminde yaşanmıştı. 2009 yılının son aylarından Tekel direnişinin sona erdiği günlere kadar çeşitli sektör ve işletmelerde eylemler yaşandı. Demiryolcuların birer ay arayla iki kez greve gitmeleri, itfaiyecilerin, Esenyurt Belediye işçilerinin, metrobüs zamlarına karşı İstanbullular’ın eylemleri, eczacıların kepenk kapama eylemleri bu dönemde gerçekleşti. Bu hareketliliğin hemen ardından demiryolcular ve belediye işçileri işe geri döndü, metrobüs zamları geri çekildi, ilaç alım protokolünün feshi Danıştay tarafından durduruldu, 4-C uygulamasında iyileştirme yapıldı, Meclis gündemine getirilen kiralık işçilik ile ilgili düzenleme gündemden çıkarıldı.
  8.  BMC işçilerinin İstanbul yürüyüşü üzerinden yapılan sendikal hesaplar ve kuyrukçuluk-hamaset tanıklığı için bkz: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/alpaslan-savas/bmc-iscileri-ve-turk-is-hesaplari-69236
  9. Bu faktörlerin başında işçi sınıfının içinde yaygınlaşan gerici ideoloji, cemaat örgütlenmesi ve büyük işletmelerdeki şirket aidiyeti gelmektedir. Her üçü de fren vazifesi görmektedir. Milliyetçi-muhafazakar ideoloji yapısı gereği teslimiyetçi ve işbirlikçidir. Bu ideolojiyi taşıyan işçi son kertede sermaye ile çabuk uzlaşmaktadır. Bu ideoloji, cemaat örgütlenmesi ile sınıfın içinde yerleşik hale gelmiştir. Şirket aidiyeti ise işçi sınıfının patronlarla büyük ölçeklerde karşı karşıya gelmesini güçleştirmektedir.
  10.  Cemaat örgütlenmesinin özellikle büyük fabrikalardaki etkinliğinin boyutlarını gösteren şu iki örneğe bakılabilir: http://forum.islamiyet.gen.tr/boykot/90770-bosch-ta-namaz-yasagi.html ve http://www.risalehaber.com/toyotada-namaz-yasagi-sorulari-suruyor-145542h.htm. İlki Bursa Bosch, ikincisi Adapazarı Toyota örneğidir. İkisinde de cemaat aynı yöntemi kullanmış, fabrikada işçilerin ibadet özgürlüğünün kısıtlanmasını gündeme getirerek etkinliklerini arttırmıştır.
  11.  Yol açma girişimleri için bkz: “Metal işçisi direnmekte kararlı”, “Şişecam işçisi mücadele etti ve kazandı”, “Maden işçisi yıllar sonra ayakta”; Komünist Dergisi, Şubat 2013, Sayı 375, sf:16-17-18-19.