23 Haziran notları
“İmamoğlu doğal olduğunu söylemişti. Gerçekte, muhalefetin İstanbul örgütünün, kendisinde İstanbul seçmenin en geniş kesimlerine seslenmek için en uygun niteliksel karışımın ve minimum siyasal bagajın olduğunu fark eden dış ekibinin özenli tasarımının ürünüydü.”
New York Times’da 26 Haziran’da yayınlanan bir makalede aynen böyle yazıyordu. DW ve BBC gibi “resmi” sıfatı taşıyanlar dahil olmak üzere, emperyalist dünyanın etkili yayın organlarının rahatladığı apaçıktı. Oldukça uzun bir süredir peşine düşülen “alternatif”e nihayet ulaşılmıştı. Bundan neredeyse 20 yıl önce AKP ve onun lideri Erdoğan’ın önünü açıp Türkiye’de istedikleri türden bir dönüşüm için uygun aktör ve zemini yaratanlar için son 7-8 yıla sığan başarısızlık dönemi nihayet bitiyordu. Erdoğan’ın yarattığı sıkıntılardan kurtulmak için yapılan denemeler şimdiye kadar bir türlü istenen sonucu vermemiş, daha etkisiz bir Erdoğan, Erdoğansız AKP, AKP’siz AKP gibi modeller ya çalışmamış ya da Erdoğan ve onu taktik nedenlerle destekleyenler tarafından boşa çıkarılmıştı. Şimdiyse, maya tutmuşa benziyordu. Toplumun geniş bir kesiminin AKP Türkiyesi’ni kabullenmeyişini Erdoğan’ın bazı özelliklerine bağlıyorlardı. Arzuları AKP Türkiyesi’nin toplumun sineye çekeceği yeni bir sürümünü geliştirmekti.
Evet, dün AKP’yi iktidara taşıyan güçlerin neredeyse tamamı bugün bu yeni sürüm üzerinde çalışmakta. Aralarındaki ve içlerideki çelişkilere rağmen…
Her geçen gün Türkiye siyasetine daha az dolayımla, kendini sakınmaksızın müdahale etme ihtiyacı duyan Koç grubunun başını çektiği geleneksel tekelci sermayemiz burada… Almanya, Fransa, İngiltere burada… ABD burada… İşin ilginci AKP sayesinde hızla semiren ve birinci lige çıkan “yandaş sermaye”nin de bir bölümü burada. “Reis”çilik bir yere kadar, sonuçta sınıf çıkarları ne gerektiriyorsa, o!
Erdoğan’ın elindeyse, Türkiye burjuvazisinin bütün kesimlerini ihya eden pervasız piyasacılığı, aynı kesimlerin dizginlenemez açgözlülüğü ile örtüşen ama aynı zamanda onlar adına giderek daha riskli hale gelen bölgesel yayılmacılığı ve emperyalist sistem içi rekabette elde ettiği hareket alanı durmaya devam ediyor.
Bu yetmeyecektir. Erdoğan ya uzlaşıp daha yetkisiz bir “lider” olmayı kabul edecek ve söz konusu yeni sürüme yardımcı olacak ya da şimdiye kadar onu kurtarmış olan manevra yeteneğine güvenerek yeni bir oyun kurmayı deneyecek, belki biraz daha süre kazanacak ama bu kez daha ağır sonuçlarla yüzleşecektir. Berlin ve Vaşington ile Türkiye burjuvazisine, istedikleri her şeyi bizzat vererek bir kez daha “tek tabanca” durumuna gelmesi ise pek mümkün gözükmüyor. Badireleri atlattıktan sonra daha geniş bir özerklik alanını kullanma alışkanlığı olan Erdoğan’ı bu kadar kıstırmışken ona bir kez daha aynı gücü bahşetmeyecek bir akıl var sermaye dünyasında.
Nitekim onun alternatifi bundan böyle tek kişi değildir. Herkes İmamoğlu’na odaklandı, oysa bu çok yanıltıcı. 2023 ya da daha öncesinde Cumhurbaşkanlığına aday olacak isimden bağımsız olarak Türkiye’de önümüzdeki dönem birden fazla isim parlatılacaktır. Biri ötekine bağımlı, gerektiğinde önem sırasında yer değiştirecek, Erdoğan’ın yıpratıcı karşı hamlelerinde hedef şaşırtacak ve farklı kesimleri bir arada tutacak isimler… Kılıçdaroğlu döneminin kapandığını ileri sürmek için oldukça erkendir örneğin. Bu tabloda ona birinci dereceden yer ve ihtiyaç var. Sonra İmamoğlu, Babacan ve Demirtaş olmadan yoluna devam edemez. Abdullah Gül’ün gündemden düşeceğini sananlar da aldanır. Siyasi partilerin önemsizleştirildiği, şahısların etrafında çekim ve etki alanlarının yaratıldığı bir mühendislik çalışması ile karşı karşıyayız. Bu çalışmanın bütün sermayesini İmamoğlu için kullanacağını sanmak akılsızlıktır. Yeni figürler bile çıkacaktır karşımıza.
İmamoğlu’nun önemi teorik bir modelin pratik karşılığının olacağını kısa sürede kanıtlamasındadır. Bu anlamda bir referans noktası, bir standarttır, diğerlerine ilham ve cesaret vereceği açıktır. Bu referans noktası, her şeyden önce, laik duyarlılıkların kafaya takılmaması gerektiğine işaret etmektedir. Batılı yayın organlarında sokağın sesi adı altında yayınlanan haber ve yorumlarda CHP’in geleneksel seküler duruşuna mesafenin korunması gerektiğini söylüyor vatandaş!
Vatandaşa söyletiyorlar. “Solcumuz” da arkadan “amin” diyor. Türkiye siyaseti TKP dışında İslamcılaşmayı bütünüyle kabullenmiştir. İslamcılaşma “aşırı” değildir ve bunun için de hep birlikte “şükürler olsun” denmektedir.
Memur kılıklılardan da kurtuldular…
CHP geleneğinde halkta heyecan yaratan bütün isimler “memur” karakterliydi; İsmet Paşa, onun oğlu Erdal, Ecevit, şimdilerde Kılıçdaroğlu… Diğerlerinden Baykal hiç heyecan yaratmadı, Mustafa Sarıgül’ün ise bir yerden sonra önünün kesilmesinde fazlasıyla tüccar karakterli olmasının elbette payı vardı. İmamoğlu CHP’yi bu “sıkıntı”dan da kurtardı. Mal varlığı göz kamaştıran bir iş insanının “halk kahramanı” ilan edilmesinde bir engel olmadığı görüldü.
Evet sokak röportajlarında “biz bu CHP’yi çok sevdik” deniyor. AKP’siz AKP, Erdoğansız AKP, her nasılsa artık; bunun Türkiye toplumuna kabulünde CHP’ye büyük iş düşüyordu, Kılıçdaroğlu bu anlamda büyük başarı sağlamış ne ki yaranamamıştır. Sermaye medyası sokağa Kılıçdaroğlu için “kutuplaştırıcı, biz onu sevmedik” notunu da verdirmektedir. Şu sıralar mikrofonlara hep aynı tür vatandaş konuşmaktadır: “Uzlaşma zamanıdır”, “gerginlik istemiyoruz”, “katı laiklikten bıktık”… Görüyoruz ki, hiç doymuyor, hiç yetinmiyorlar. 2000’ler Türkiyesi’nde bir muhalefet partisinin başına gelebilecek en mülayim tiplerden birini kavgacı diye yaftalamak dönemin ruhunu özetlemektedir: Erdoğan toplumu gerdi, düzen için büyük risk yaratacak bir öfke biriktirdi, şimdi o öfkeyi derhal yok etme zamanıdır.
Kırmızı çizgileri elden çıkarırsanız öfke çıkış yolu bulamaz.
Erdoğan rejimini karakterize eden üç olgu; piyasacılık, işbirlikçilik, dincilik karşısında göstermelik de olsa hiçbir engel kalmamıştır ve ülkeye bayram havası gelmiştir!
“Bunların onda birini biz yapsak, laiklik elden gidiyor diye dünyayı başımıza yıkarlardı” diye yakınmakta AKP’liler… Dünyayı başlarına yıkamadığımız için bunlar yapılıyor zaten.
Sonuçta AKP’nin referansları ve dili kabullenildi. Türkiye bu referans ve dili kabullenmiyordu oysa. Zaten meselenin özü buydu. Gezi, Haziran Direnişi bu nedenle patlamıştı. Şimdi Gezi’nin devamı olduğu iddia edilen “İmamoğlu patlaması” tam da bu dilin kabullenilişini müjdeliyor!
AKP en azından siyaset alanına bu referans ve dili dayattı ve sonuç aldı. İslamcılığın tarihi bir darbe aldığı ve geniş halk kesimlerinin İslamcılaşma ile zenginleşme arasında bağ kurmaya başladığı bir sırada başarıya giden yolun AKP’nin dilini konuşmak olduğunun kabullenilmesi kabul etmek gerekiyor ki, çok kötü bir gelişmedir. CHP, İYİP, HDP, SP, sosyalistler, ulusalcılar, liberaller, AKP muhalifleri AKP ile aynı referansları ve dili kullanıyor. Taktiktir, değildir bir önemi yok; bu tür şeylerin toplumsal etkisi taktik düzeyinde kalmaz. Örnek mi? İran’da bütün “çağdaş” akımların karşılığı var. Liberaller, milliyetçiler, muhafazakarlar, modernistler, solcular… Hepsi mollalar rejiminin dilini ve referanslarını kabullendi. O rejim hepsini içine aldı, olan karanlığa ve sömürüye mahkum olan İran halkına oldu.
Buradan çıkış mevcut paradigmanın tamamen çökmesiyle olur.
Türkiye’de AKP’in referans ve dilini kabullenmeyen toplumsal kesimler artık tamamen sahipsizdir. Açık konuşmak gerekirse, “başka bir Türkiye mümkün” diyerek çıkış yolunu gösteren TKP’nin bu toplumsal kesimlerin tamamını kapsamak gibi bir hedefi yok. Zaten mümkün de değil. Ancak emekçi halk içinde kökleri kuvvetlenen ve hızla büyüyen bir TKP’nin toplumun geniş bir kesimi için kurtuluş yolunu açması olasıdır.
Siyaset tamamen teslim oldu. Beğenirsiniz beğenmezsiniz, AKP referanslarına ve diline yıllarca itiraz eden bir Soner Yalçın’ın önce “Türkiye ittifakı” ile AKP’yle uzlaşı arayışına girmesi sonra 23 Haziran’da “kazandık” demesi rastlantı değildir. Aynı yayın organında kendine özgü referansları ve dili terk etmemekte direnen Nihat Genç Soner Yalçın’ı anlamadığını söylemektedir. Oysa anlaşılmayacak bir şey bulunmuyor. Türkiye’de toplumu AKP Türkiyesi’ne ikna etmek için şimdiye kadarki en etkili siyasal hamle gerçekleştirildi. Ahmet Hakan’a da “AKP bu CHP ile baş edemiyor” diye yazmak düştü. AKP kazanırken kaybediyor, bunu Ahmet Hakan’ın kavramasını bekleyemeyiz. Öte yanda Hakan sevinmekte haklıdır. Bu tuhaf siyasi iklimi en iyi özetleyendir.
Ve öte yandan kriz derinleşmektedir. Sermaye sınıfı, toplumu 2023’e odaklayarak günü kurtarma derdindedir. Kemer sıkılacak, emekçi halkın sırtına daha fazla yük bindirilecek milyonlarca yoksulsa dişini sıkıp sabredecek: Nasılsa “çözüm” kapıda! Bir de emperyalist kamp içindeki çekişmelerde oradan oraya sürüklenen ve son olarak Doğu Akdeniz’de çok karmaşık bir oyuna giren Türk dış politikası yeniden NATO-ABD çapasına kazasız belasız bağlanırsa…
Bu da olursa, çok uğraştılar, emek verdiler ama sonuçta istediklerini elde ettilere ulaşılacak.
Lakin üç mesele var.
Bir, siyaset alanındaki kabullenişi toplumsal alana yaymak sanıldığı kadar sorunsuz gerçekleşmeyebilir. İki, kriz dinamikleri öngörülmedik siyasal-ekonomik kırılmalara yol açabilir, dış politikada bu kırılmalar daha şiddetli yaşanabilir. Üç, siyaset alanındaki tektipleşmeye boyun eğmeyen aktör hesaplanmayan mevziler elde edebilir.
Üçü iç içedir. İlk ikisi kapitalizmin kaderidir dikensiz gül bahçesi yaratamaz bu berbat düzen. Üçüncüsü ise kader değil, çıkış yoludur ve kolektif bir akıl ve irade ile açılmak zorundadır. Ve her şey elbette güzel olacaktır!