Aidiyet, Mülkiyet, Faşizm

Toplumsal formasyonu oluşturan üç ana düzey ekonomi, siyaset ve ideolojidir. En genel tanımıyla ekonomik pratik, toplumsal ilişkiler içerisinde doğanın dönüştürülmesi; politik pratik, bu toplumsal ilişkilerin dönüştürülmesi; ideolojik pratik ise ekonomik ve politik varoluş koşullarının insan (veya toplum) tarafından kavranış biçiminin dönüştürülmesi, ya da yeniden üretilmesidir. Sınıflar mücadelesinde, ekonomik ve siyasal boyutların yanında ideolojik mücadele boyutu da ihmal edilemez bir önem taşımaktadır.

Türkiye kapitalistleşme sürecine görece geç girmiş, dünya kapitalist sisteminde zincirin zayıf bir halkası olarak yerini almıştır. Zayıf halkada ekonomik istikrarsızlık bir yaşam biçimidir. Sömürülen sınıfı düzen içinde tutma işlevi gören ekonomik subaplar (işsizlik sigortası, sosyal hizmetler, ücretlerin görece iyileştirilmesi) ise zayıf halkanın egemen sınıfı için dayanılmaz ağırlıkta yüklerdir.

Böyle bir ortamda siyaset bıçak sırtındadır. Ekonomik temelin zayıflığı, siyasetin sınıfsal egemenlik ilişkilerinin yeniden üretiminde çok daha kritik bir rol oynamasına yol açar. Ama aynı zayıflık, siyasal kurumların ve siyasetçilerin yıpranma süreçlerini de hızlandırır.

Türkiye’de yönetememe krizlerinin sıkça yaşanması, burjuva siyasetinin sınıf mücadelelerinin yükünü taşımakta zorlanmasının ürünüdür.

Ülkemizde düzen kırılgandır. Burjuvazi kendisini sıkıştıracak olasılıklardan bile korkmaktadır. Düzenin çatlaklarını dolduracak, toplumu düzen içinde tutacak en önemli pratiklerden birisi ideolojik olandır. Ancak Türkiye’de egemen ideoloji burjuva siyasetine ayak uydurabilmek için, omurgasız eklektik bir yapıya sahiptir. Kemalist elitizm, köylücülük, islamcılık, milliyetçilik, hür teşebbüsçü köşe dönmecilik, devletçilik vb. ile her nabza şerbet veren bir yelpazede salınır. Bu yan yana gelmesi olanaksız gibi görünen motifler, duruma göre içleri boşaltılıp biçimsel kabuklara dönüştürülerek, burjuvazi açısından “hoş” bileşimler halinde piyasaya sunulur.

Türkiye burjuvazisinin bin türlü cambazlıkla idame ettirdiği düzen, son dönemde, hem ekonomik, hem siyasi, hem de ideolojik boyutları olan bir krizle taçlanmıştır. Sınıfı bireylere bölerek tahakküm altına almaya dönük köşe dönmeci-liberter ideoloji bu konjonktürde yetersiz kalmış, burjuva ideolojisinin içindeki uçların güçlenmesinin önü açılmıştır. Uçların birbiriyle çelişmesi durumu ortaya çıkmıştır. 12 Eylül’den sonra burjuvazinin elinden fazla dozda kaçan islami ideoloji düşünülenin ötesinde öne çıkmış, ayrı bir ideolojik cephe görüntüsüyle yaygınlaşmıştır. Asli olarak Kürt hareketine karşı yükseltilen milliyetçilik ideolojisi son dönemde Kemalistliğin altı çizilerek, çizmeyi aşan islami harekete de alternatif (gericilik) olarak pazarlanmaktadır. Ama bu arada AB ile entegrasyon ve özelleştirme politikalarını destekleyecek köşe dönmeci-liberter ideolojiye duyulan ihtiyaç da sürmektedir.

Burjuvazi her zaman çok sayıda ata birden oynar. Ama içinde bulunduğumuz dönemde atlar birbirlerinin yolunu kesiyor. Bu yazıda atlardan birisi üzerinde, nalıyla dört kıtayı damgalama eğilimi taşıyan Türk milliyetçiliği üzerinde kısaca duracağız.

FAŞİST İDEOLOJİ

Toplum üzerindeki ideolojik hegemonyasını restore etmeye çalışan burjuvazi, restorasyon hamlesini tek bir sesle, sınıflar üstü bir müdahaleymişçesine yapmalıdır. Kendi alternatifi yönünde yükselebilecek muhalefeti bölmek ancak sınıf olgusunu mistikleştirerek mümkündür. Sınıflar üstü bir ideal yaratılmalı, bu ideal içerisinde sınıfsal hiyerarşi korunmalıdır. Konjonktüre en uygun sınıflar üstü motif seçilerek (ulus, din, ırk…) onu kalkındırma temasıyla sınıf uzlaşması sağlanmalıdır.

Milliyetçilik milleti, sosyal varlığın tarih dışı, sınıf dışı en yüksek biçimi olarak tanımlar. Buna göre birey de toplumsal yaşamda ait olduğu millet ve onun ülküsü ile tanımlanır. Kapitalizmin doğuş döneminde, ulusal pazarların oluşum süreci içinde ortaya çıkan milliyetçiliğin sermaye ilişkilerinin uluslararasılaşma düzeyinin çok daha yüksek olduğu bugün de varlığını ve etkinliğini koruyabilmesinde, özellikle kriz dönemlerinde sınıf hareketine karşı burjuvazinin en önemli silahları arasında yer alabilmesinde şaşırtıcı bir yan bulunmuyor.

Otoriter bir rejim tasarımıyla bütünleştirilmiş bir milliyetçiliği temel alan faşizm, sermaye düzeninin devrim tehdidine verdiği yanıttır. Sınıf mücadelelerinde mutlak kesintilere yer yoktur; faşist ideoloji, işçi sınıfının görece hareketsiz olduğu dönemlerde de, geri planda kalmakla birlikte, egemen ideolojinin bileşenleri arasında yer almaya devam eder. Ancak temel misyonu anti-komünizm olan faşizm kriz dönemlerinde ve sınıf hareketine karşı güçlen(diril)ir ve bir kitle tabanına oturur.

Türkiye’de henüz devrim tehdidinin yeterince güçlenmemiş olmasına rağmen burjuvazi, faşist hareketi sola açılan dinamiklere karşı kullanma hesapları yapmaktadır. Ayrıca “milli” kalkınma uğruna özelleştirmeden yana sendikacılar, “Türkiye için çalışıyorum” şarkısı eşliğinde makinesini öpüp işinden ayrılan işçiler türetmek de bu hesapların ikramiyeler hanesinde yer almaktadır.

Peki kimdir faşist ideolojinin alıcıları? Faşizan bir ülkü nasıl somutlaşır beyinlerde bir bakalım…

ERGENEKON’DAN İRRASYONALİTEYE…

“Tam atımızın nalıyla dört kıtayı damgalamışız, Çin prensesleri sarayda entrika peşinde koşuyor. Tam milli bütünlüğümüzü pekiştirecek kanun-i nizamlar çıkarmışız, dış mihraklar kasten savaş çıkarıveriyorlar. Veya yıl 1923 sağda koyunda beslenen yılan Rum çeteleri, solda namert Yunan orduları…”

Tanıdık geliyor değil mi? Bir yandan “Yüce Türk Milleti”ni yok etmek için gizli veya açık anlaşmalarla birleşmiş yabancı milletler, bir yandan satılmış vatan hainleri. Tarih durmuyor: Cumhuriyetin kuruluşu, çok partili deneyimler, Kıbrıs harekatı, darbeler, ekonomik krizler ve hayatın her anında aynı şemanın tebdil-i kıyafet yorumları karşınızda. Resmen böyle, okulda böyle, TV’de böyle, bir bilginin kolay elde edileceği her yerde böyle. Sebep sonuç ilişkisi ise bir kere kurulmuş, yeni analizlere gerek yok. Ayrıca Türkün yapısal biricikliği dışında konjonktürel durumlar da (ki bunlar genellikle coğrafyaya bağlı stratejik konumlardır) tahrik ve kıskançlık sebebi olabiliyor. İşte Türk faşistinin Asena anası ve Börteçine atası ile başlayan serüveninin “mantığı” kısaca bu şekilde tarif edilebilir. Bu irrasyonelliği ilk bakışta görülebilen ideolojiye insanlar nasıl bağlanıyor? Faşizm nasıl yaygınlaşıyor?

Popülarite, öncelikle kolaylığa bağlı (kolay bir şarkı nakaratını herkes söyleyip sahiplenebilirken zor bir solfeji okuyabilenler pek az oluyor)… Bir şey zorlaştıkça, getirdiği yükümlülükler arttıkça, o şeyin varolduğu alan daralır. Faşist ideolojiyi sahiplenmek kolaydır: Dünyayı algılamaya yarayan değer yargıları olarak ideolojileri sahiplenmek, bunların gerektirdiği pratiklerle gerçekleşiyor. Son moda bir örnekle bir İslamcının bile, beş vakit namaz kılması, oruç tutması, dini bilgileri öğrenmesi gerekir.

Faşizmin değer yargılarını ararken, siyasal konumlanışını hatırlamakta fayda var. Anti-komünizmle birlikte anti-emperyalizmi (ve hatta kimi anti-kapitalist öğeleri) de içeren politik söylemlerine rağmen faşistler düzen değişikliği istemez. Tam tersine iç ve dış mihraklardan milleti koruma, milletin düzenini ve dolayısıyla düzenin efendilerini koruma eğilimi taşırlar. Faşizm burjuvazinin tüfek sorununu kendi yararına çözme biçimidir, kitlelere karşı açık yıldırma yöntemidir. Ancak faşizm yalnızca bu değildir; kitle tabanını kendi nesnel çıkarlarına aykırı biçimde harekete geçiren bir değerler dizge-sidir aynı zamanda. 1 Anadolu’da mülksüzleşme tehdidiyle yaşayan tüccar ye küçük sanayici, büyük kentte biriken taşra kökenli esnaf, işsizler ve düzensiz işlerde çalışanların çoğunluğunu oluşturduğu “milliyetçi cephe”nin gerici, ırkçı, otoriter bir temel üzerinde radikalleşmesidir faşistleşme süreci. Milliyetçi taban bir tür gönüllü jandarma psikolojisiyle davranır. Faşizmin işi öncelikle bu açıdan kolaydır. Kapitalist devletin baskı ve zor aygıtları karşısında değil arkasında ve yanındadır.

Faşist düşünce öğrenilmek ve bilinmek bakımından da basittir. Yukarıda değinildiği gibi her nevi yaygın ve örgün eğitim kurumu bu düşünceyi zaten öğretmektedir. Lise sona kadar yalnızca ders kitabı okuyan bir öğrenci için tarihin motoru Türkler ve diğerlerinin çekişmesidir. Ders kitaplarında, “yüce tanrının Türk burçlarında doğurmuş olduğunu ve onların yurtları üzerinde dünyanın bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne hâkim kıldı” 2 türünden ifadelere sıkça rastlayabiliyoruz. İşin kuramsal yanıyla ilgili olan bu ikinci basitliği göz önüne alarak, faşizmin gereksinim duyduğu ortamın ciddi bir cehalet ortamı olduğunu söyleyebiliriz. Cehalet, bilincin oluşmadığı bir durum değildir, yanlış biçim aldığı, bilimsel bilgi ve yöntemden yoksunluğun ürünü olan bir durumdur. Bilimsel bakışın eksikliği tutuculuğa, kendi dışına karşı tepkiselliğe ve septikliğe yol açar. Bunlar da faşist dendiğinde ilk çağrışım olan şiddeti besler. “Irkçı bir devlet, mektepte beden çalışmalarına daha çok zaman ayırmalıdır. Genç dimağları lüzumsuz bir yükle ve faydasız bilgiyle doldurmak çok büyük hatadır… Ortaokullarda haftada iki saat beden eğitimi bir hatadır. Okullarda genç bir adam en az sabah akşam birer saat bedenini çalıştırmalıdır. Bilhassa boksu ihmal etmek olmaz.” 3

Faşist kolay yoldan, sorgulamadan ve “sorgulanmadan”, düzenini onun bütünlüğünü ve o bütünlüğün dışını düz bir mantıkla tanımlar (bütünün içinde doğrular ve iyiler, dışında yanlışlar ve kötüler somutlanır). Ait olduğu bütünün dışına tepki verir, lanetler, bu bütünü sakınır ve bütün dışındaki her varlıktan şüphelenir. Kendisinin sandığı ideal bütünün düzeninden ise asla… Faşist, bu düzenin tepesine oturduğunu varsaydığı milli devleti “kadife eldiven giymiş demir yumruk” 4 olarak tanımlar. “Bir sofu her an için karşısında bir öç alıcı veya bağışlayıcı tanrı görmekte, ya korku ile titremekte, ya da sevgi ile tutuşmaktadır. Bu titreten ve ter döktüren nöbetleriyle sanki bir sıtmadır.” 5

Faşist idealisttir çünkü irrasyonalite kabul edilebilir olmak için madde ötesine dayanmalıdır. Faşizmde ari ırklara, seçilmiş milletlere, vaat edilen topraklara üç yaşında ata binip kımız içen atalara ihtiyaç vardır. Çünkü madde yalnızca maddi ayrımları kabul eder, yaşananı, fiilen olanı, üretimle olanı kabul eder. Madde kötü beslenmeyi yansıtan, maden ocaklarında zehirlenmiş kanı ayırt eder. Ama idealizm bu kanla, bu kanı içeni birleştirir. Birleştirirken de madde ötesine ihtiyaç duyar (balkabağını at arabasına çevirmek için hep sihirli bir değnek gerekmiştir) .

FARKLILAR

Düzen bütününün içine sığmayanlar, faşizan bakışla bölücü odaklar kimler?

Ekonominin kapitalist büyümesi, sistemin mantığı ve üretimin örgütlenme biçimi gereği, toplumda eşitsizlik uçurumlarının artmasıyla bileşik gelişir. Eşitsizliklerin üstünün örtülemediği, işçi sınıfının maddi olanaklarının kendini yeniden üretebilmesine bile imkan vermeyecek ölçüde daraltıldığı kriz koşullarında düzenin ideolojik mistifikasyon perdesinde delikler açılmaya başlar. Ayrıca sermayenin yeniden üretimindeki tıkanıklıklar, burjuva sınıfının kendi içindeki gerilimleri ve konumunu kaybetme tehdidiyle karşılaşan küçük burjuvazi ile arasındaki sorunların yarattığı sancıları besler. Burjuva ideolojik kuşatmanın zayıflamasında bunlar da rol oynar.

Üst yapının göreli özerkliğine rağmen üretim koşullarının yeniden üretimi doğaldır ki temel belirleyendir. Ücretler, işçi sınıfının kendini yeniden üretmesine yetmelidir. Aksi takdirde açlık sınırındaki birine aç değilim dedirtecek tek ideolojik aygıt herhalde hipnotizma olabilir. Altyapının dayatmasıyla, ideolojinin gerçeklikle örtüşmeyen tarafları onu işlevsizleştirmeye, hatta bu kavrandıkça, kendi alternatifini maddileştir-meye başlar. Artık işçiler işten çıkarmalara, düşük ücrete, kötü çalışma ve yaşama standartlarına karşı tepki üretmeye başlarlar. Ekonomik amaçlı muhalefet ve düzenin siyasal temsilcilerine duyulan güvensizliğin artmasıyla, işçi sınıfı burjuva ideolojisinden kendi payına düşen kabukları inceltmektedir. Ama eşitsizliklerin kavranması ve bunlara karşı mücadeleye girişmek, işçi sınıfının siyasal-sosyalist bilinç kazanması anlamına gelmemektedir. Bu sonuncusu için sınıfın öncüsü ile buluşması gerekir.

İlk farklılar, sömürüldüklerini hissedenlerdir. Kutsal ailede bazı çocuklar daha çok sevilmektedir, onlar salonda yemek yerken diğerleri daha çok çalışmalarına rağmen artıkları bile bulamamaktadır. Aç kalan çocukların bazıları ailenin kutsallığından şüphelenmeye başlamıştır. Farklılık şüphelenmekle, tecessüs sahibi olmakla başlamaktadır. Farklılık eşitsizliği kavramakla başlamaktadır. Eşitsizliğin varoluş koşullarını kavramak ise düzene kendi farklılıklarını dayatma zaruretiyle sonuçlanır. Farklılar kendi farklılıklarını düzene dayattıkları andan itibaren düzenin dışına düşerler. Düzen dışına düşen farklıların farklı bir aidiyet tanımlaması yapmaları gerekmektedir. Sınıflı sistemlerde üretim mülkiyet esasıyla yapılır, üretilen mülk olur. Toplumsal katmanlar arası ilişkiler mülkiyet merkezli belirlenmiş, aidiyet de mülkiyet ideolojisi üzerinden tanımlanmıştır. Mülkiyetten farklı bir aidiyet arayışı karşısında mülk sahibi sınıfın siyasal bunalımı, saldırı stratejisine dönüşür.

Artık kutsal bütünlük filmini vizyona sokma zamanı gelmiştir. Burjuva demokrasisi karnında besleyip büyüttüğü faşist gericiliği mülkiyet düşmanlarının üzerine salar. Burjuva parlamentarizminin yapısal ve konjonktürel tıkanıklıklarında siyasal ve ideolojik lavabo aç olarak kullanılan faşizm, farklıları ezmeye çalışmaktadır. Farklıların birliği ise ortak ve en önemli olan noktada kurulabilir. O da farklı olunan bütüne, bütünün esas bağlayıcısı olan mülkiyete, mülkiyet düzenine karşı olmaktır.

Sosyalistlere kriz koşullarında çok iş düşmektedir. Faşizmin kitle tabanından bahsederken saydığımız unsurlardan bazıları bugün Türkiye’de sosyalizme evrilebilecek hareketlenmelerin tabanında da yer almaktadır. Burjuvazinin bu unsurların hareketlenmelerini düzen içinde (düzenin yanında) tutabilmesini engellemek, onun ideolojik hegemonyasını kırmakla mümkündür. Mülkiyet düzeninin biçimi burjuva parlamenterizmi olsun, ırkçı devlet modeli olsun islam cumhuriyeti olsun mülk sahibi sınıfların çıkarlarını gözeteceği doğrusu işçi sınıfının dünya kurgusunun bir parçası haline getirilmelidir.

Sosyalistler üzerlerine düşeni yapacak, kendi farklılıklarını düzene dayatacaklardır.

Dipnotlar

  1. Gramsci’den aktaran Macciochi; Faşizm Üzerine Yazılar, Payel yayınları
  2. Doç. Dr. Refik Turan-Nevin Ergezeri, Orta 1 için genel tarih kitabı, Kaşgarlı Mahmut’un sözleri.
  3. Adolf Hitler; Kavgam, Kağan Kitabevi, s. 27.
  4. Alparslan Türkeş; Dokuz Işık, Ötüken yayınları, s. 44.
  5. Diderot’nun sözü. (18. yy.)
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×