Che Guevara Anısına Düzenlenen “21. Yüzyıla Doğru Sosyalizm” Başlıklı Uluslararası Toplantıya Sunulan Makale, Havana, 21-23 Ekim 1997 Lenin’in Emperyalizmi ve Sosyalizmdeki Ayrışma

Kapitalizm insanlığın büyük çoğunluğu için bir hayal kırıklığıdır. Dünya nüfusunun 1.3 milyarı mutlak bir yoksulluk içindedir. Zengin ve yoksul ülkeler arasındaki eşitsizlikler ve zengin veya yoksul olsun olmasın bütün ülkelerdeki iç eşitsizlikler hızla artmaktadır. İngiltere’de, istatistiklerin başladığı 1886 yılından bu yana ücret düzeylerindeki eşitsizlikler en yüksek oranlara ulaşmıştır. Buna rağmen İngiltere gibi emperyalist ülkelerde şimdiye kadar hiçbir siyasi parti gittikçe artan sayıdaki yoksul işçi sınıfının çıkarlarını temsil etme noktasına gelememiştir. Şu ana kadar sosyalist hareketin yeniden canlandığına dair göstergeler oldukça zayıftır.

Bu nasıl açıklanabilir ve bunu değiştirme olanakları nelerdir? İngiltere gibi emperyalist ülkelerde sosyalizm nasıl yeniden canlandırılır? Bu amaca hizmet edecek örgütlenme biçimleri neler olabilir? Varolan emek örgütleri bu amaca uygun mudur? Komünistlerin bu örgütlere karşı tavrı ne olmalıdır? Bu makalede, bu noktaların tartışılmasına temel oluşturabilecek bazı öneriler geliştirilecektir.

1. Dünyanın emperyalist olan ve olmayan ülkeler olarak bölünmesi

Lenin’in emperyalizme ve sosyalizmdeki ayrışmalara bakışı, bütün temel noktalar bakımından, bugün de geçerliliğini sürdürmektedir. Dünya, emperyalist olan ve olmayan ülkeler olarak, zulmeden ve zulme uğrayan uluslara bölünmüştür. Yüzyıl başında Lenin, az sayıda emperyalist ülkenin İngiltere ile birlik olarak bütün dünyayı sömürdüğünü vurgulamıştır:

‘Bir avuç dolusu zengin ülke. İngiltere, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya büyük boyutlarda tekeller geliştirdiler, aşırı karlar elde eltiler…, diğer ülkelerdeki yüzmilyonlarca insanın “sırtına bindiler” ve kendi aralarında, görece zengin, görece semirmiş, görece kolay yağmalanabilecekleri bölüşmek için savaştılar…’ 1 [LENİN Vladimir İlyiç]

Küreselleşmenin bugünkü anlamı şudur: birbirleriyle rekabet halinde olan emperyalist iktidar bloklarının dünyasında yaşıyoruz; ABD, Japonya ve Avrupa Birliği ve onlarla ittifak halindeki diğer ülkeler, çokuluslu şirketleri, bankaları ve finans kuruluşlarını itici güç olarak kullanarak, dünyayı ekonomik güçlerine göre bölüşmüş durumdalar. Aslen bu çokuluslular ya belli emperyalist ülkelere bağlılar ve onlar tarafından destekleniyorlar ya da üç iktidar bloğundan birinin parçası durumundalar. İngiltere en başta gelen emperyalist güç olup, dış yatırımların üçte ikisinden ve dünyaya yayılan ölümlerden, yıkımlardan ve yoksulluktan sorumlu olan beş ülkeden biridir. İngiltere’deki iç yatırımlar durgunluk döneminde olduğu halde, dış yatırımlarda patlama yaşanmaktadır. 1990-92 krizinin ertesinde, 1993’te İngiltere’nin denizaşırı yatırımları (doğrudan ve hisse senedi olarak) 101.9 milyar sterlin civarında olup 94.2 milyar sterlin olan İngiltere içindeki toplam mali yatırımlardan fazla ve aynı zamanda imalat sanayisine yapılan yatırımların sekiz katıydı. İngiltere dışında ve içinde yapılan yatırımlar arasında buna benzer bir ilişki en son Birinci Paylaşım Savaşı’ndan önceki dönemde görülmüştür. Lenin’in, emperyalizmin asalak ve çürük bir kapitalizm olduğu yönündeki değerlendirmesi hiçbir zaman bu kadar yerinde olmamıştır. İngiliz devleti, son tahlilde, İngiliz emperyalist yayılma ve sömürüsünün savunucusudur. Kapitalizm koşullarında başka türlü olamaz.

2. İşçi sınıfının ayrışması

Emperyalizm sadece dünyayı zulmeden ve zulme uğrayan uluslar olarak bölmekle kalmaz, aynı zamanda işçi sınıfını da ayrıcalıklı azınlık olan “işçi aristokratları” ve işçi sınıfı kitlesi olarak böler. İşçi sınıfının bu ayrıcalıklı tabakaları, işçi sınıfı hareketindeki oportünizmin ve şovenizmin de toplumsal temelini oluşturur. Lenin işçi sınıfının ayrışması karşısındaki kendi konumlanışını, Marx ve Engels’in 19. yüzyılın ikinci yarısında, İngiltere’deki işçi sınıfına dönük konumlanışlarının geliştirilmiş ve genelleştirilmiş bir hali olarak görmüştür.

İngiltere’nin tehdit altında olmayan tekeli döneminde (“1848-1868, ve bir dereceye kadar sonrasında da”), emperyalizmin sağladığı aşırı karlar sayesinde, bir ülkenin işçi sınıfını onyıllar boyunca rüşvetle yozlaştırmak mümkün olmuştu. 1916’da emperyalistler arası rekabet emperyalist savaşa dönüştüğünde, Lenin bunun olanaksız değilse bile olasılık dışı bir şey haline geldiğini düşünmüştü. Öte yandan, ‘her’ emperyalist “Büyük” güç, “işçi aristokrasisinin” (1848-1868 döneminde İngiltere’de olandan) daha küçük bir katmanını rüşvetle besleyebilir ve besler. Öyle ki, (Engels’in deyimiyle) burjuva işçi partileri şu anda “tüm emperyalist ülkelerde ‘kaçınılmaz’ ve tipiktir.” Lenin, bu partilerin birçok ülkede uzun süre hakim durumda kalmalarını muhtemelen görmedi. Zira tröstlerin, mali oligarşilerin ve yüksek tekel fiyatlarının vb., kısacası emperyalizmin varlığı, işçi sınıfının üst katmanlarına rüşvet verilmesini mümkün kılarken, aynı zamanda “proleter ve yarı-proleter yığınlara zulmediyor, onları baskı altında eziyor, yıkıyordu”. Yine de, işçi hareketlerinin tarihini, bu iki zıt eğilim arasındaki, yani, emperyalizmin işçi sınıfının burjuva işçi partilerince temsil edilen üst katmanlarına siyasi ayrıcalıklar ve sus payları sağlamadaki etkinliği ile emperyalizmin ve emperyalist savaşın asıl yükünü taşıyan ve giderek artan bir.zulme maruz kalan yığınların direnci arasındaki çatışmanın sonucu belirleyecektir 2 .

Önemli olan nokta, ekonomik olarak, işçi aristokrasisinin burjuvaziye terk edilmesinin bir gerçeklik olmasıdır. İşçi sınıfında bir ayrışma meydana gelmiştir ve “oportünist eğilim ne yok olabilir, ne de devrimci proletaryaya ‘dönebilir’ 3 .” İşçi sınıfındaki bölünme geri dönüşsüzdür.

Lenin’in burjuva emek partilerinin yok olacağına ilişkin iyimserliği tabii ki doğrulanmadı ve kapitalizm, burjuva işçi partileriyle birlikte iki dünya savaşı ve faşizmden varlığını koruyarak çıktı. Bu, işçi sınıfının ayrıcalıklı kesiminin yapısında son 100 yıldır (İngiltere’de 150 yıldır) sürekli yaşanan değişikliklerle birlikte gerçekleşti. Önceleri yetenekli kol işçilerinden oluşurken, şimdi asıl olarak hizmet ve kamu sektöründeki, yüksek ücretli, beyaz-yakalı işçilerden oluşuyor. Ekonomi sermaye birikiminin doymak bilmez ihtiyaçlarını karşılamak için yeniden yapılandırılırken, önceleri işçi sınıfının en ayrıcalıklı katmanı içinde yer alanlar, örneğin mühendisler, madenciler, çelik işçileri, işsizler arasına itildi. Yeni ayrıcalıklı işçiler, işçi sınıfının ayrıcalıklı azınlığının siyasi etkisini desteklemek ve işçi sınıfının kapitalizme karşı kendiliğinden muhalefetinin altını oymak amacıyla yaratılan işçi örgütlenmelerinde yerlerini aldılar.

Ancak, işçi aristokrasisinin yapısındaki değişim hiçbir şekilde onu işlevsiz hale getirmez:

“Bunu bir son olarak görmek işçi aristokrasinin asıl niteliğini gözden kaçırmak demektir; yalnızca tek bir biçimi içinde ve yalnızca tanımsal olarak görmek ve işçi sınıfı örgütlerinin anti-kapitalist öğelerden temizlendiği ve ekonomizm ve kendiliğindenlik için daha güvenli hale getirildiği aktif bir süreç olarak tarihsel rolünü ve gelişimini gözardı etmektir”4 . [FOSTER John]

İşçi sınıfının yeni kesimlerini daha önceleri usta işçiler tarafından sahip olunan ayrıcalıklı konuma yükseltme “aktif süreç”inin etkinliği, emperyalizmin ekonomik olarak bu ayrıcalıklı katmanları ve onların işçi sınıfı üzerindeki etkisini, sermaye birikim sürecindeki kendini tekrarlayan krizler aracılığıyla sürdürebilme yeteneğine bağlıdır.

3. Burjuva demokrasisi ve emperyalizm

Emperyalist bir ülkede, egemen sınıf, işçi sınıfının bir kesiminin bağlılığını kazanmadan iktidarda kalamaz ve burjuva demokrasisi görüntüsünü sağlayamaz. Ama herhangi bir kesim değil: bu kesim, işçi sınıfının temel örgütlerini kontrol edebilen ve bu örgütlerden her türlü devrimci öğeyi sürekli olarak dışlayabilen ve onları “ekonomizm ve kendiliğindenlik için daha güvenli hale getirebilen” kesim olmalıdır. Yani, “sermayenin işçi teğmenleri” olarak davranan kesim.

Bu kesimin bağlılığını kazanmak ve korumak için, kapitalizm ona kapitalizmin bekasından hem siyasi hem de ekonomik pay sunabilmek zorundadır. Bu kesimin desteği ve işçi sınıfı örgütleri üzerindeki nüfuzu olmadan, emperyalizm kurallarını ancak zor yoluyla, kapitalist devlet aygıtının kontrolüyle, askeri idare veya faşizmle uygulayabilir.

Bu oportünist akımın işçi sınıfı hareketinin gelişimi için önemi ve “işçi” örgütleri aracılığıyla işçi sınıfının çıkarlarına verdiği zarar Lenin tarafından Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresinde (1920), çok güçlü bir şekilde şöyle ifade edilmiştir:

“Oportünizm bizim en önde gelen düşmanımızdır. İşçi sınıfının üst kesimlerinde yaşanan oportünizm, proleter sosyalizmi değil burjuva sosyalizmidir. Pratik göstermiştir ki, işçi sınıfının bu oportünist akıma kapılan aktif üyeleri burjuvaziyi, burjuvazinin kendisinden daha iyi savunmaktadır. Onların işçiler üzerindeki önderliği olmasaydı burjuvazi iktidarda kalamazdı” 5 . [LENİN Vladimir İlyiç]

İşçi aristokrasisinin ayrıcalıklarının ciddi baskı altında bulunduğu veya işçi aristokrasisinin etkisinin adamakıllı itibar kaybettiği durumlarda, emperyalist devletin sınıf karakteri işçilerin gözleri önüne açıkça serilir. Bu İngiltere’de 1926 Genel-Grevi’nde ve daha küçük çapta olmakla birlikte 1984-85 madenci grevlerinde gerçekleşmiştir. Oportünistlerin iktidar sınıfıyla doğrudan işbirliği yaparak yoğun sınıf çatışmalarının yaşandığı bu süreç zarfında İngiliz işçi sınıfı üzerinde kontrolü elde tutması, sadece işçi sınıfının her iki grevde yenilgiye uğramasına sebep olmakla kalmamış, aynı zamanda izleyen on yıl boyunca işçi sınıfı hareketinin gerilemesine yol açmıştır.

Komünistler oportünizmle nasıl mücadele eder?

Marksizmin işçi aristokrasisine bakışının temelinde, işçi sınıfının kapitalist toplumdaki konumu nedeniyle devrimci bir sınıf olduğu kavrayışı yer alır. İşçi sınıfının kapitalizme devrimci karşı çıkışı, ifadesini ilk önce eylemlerinde, daha sonra bilincinde bulur. Baskı ve zulme hedef olan işçi sınıfının kitlesel mücadele ve ayaklanmaları, kapitalizme devrimci karşı çıkış için gerekli önkoşullardır. Ama bunun varlığı toplumun devrimci dönüşümünü güvence altına almaz. Bu ancak, bu tür kendiliğinden mücadelelerin varolan düzeni yerle bir etmeyi amaçlayan siyasi bilinçli mücadelelere dönüştürülmesiyle mümkün olur. Lenin bunu açıklarken, “kitlelerin temel yıkıcı gücü ile devrimcilerin bilinçli yıkıcı gücünü yakınlaştıran ve tek bir bütün halinde birleştiren” çok yönlü ve kapsayıcı siyasi ajitasyonun öneminden söz etmiştir6 . İşçi sınıfının popüler, kendiliğinden hareketinin devrimci sosyalist bir hareketle birleşmesi, kapitalizme karşı etkili bir işçi sınıfı isyanı için son derece yaşamsaldır.

Lenin argümanının pratik siyasi sonuçlarını açıklar. “Engels,” der, “eski sendikaların ‘burjuva işçi partisi’ -ayrıcalıklı azınlık- ile en düşük düzeyli yığınlar, yani gerçek çoğunluk arasında bir ayrım yapar ve yüzünü ‘burjuva saygınlığı’nca bozulmamış olan sonunculara döner. Marksist taktiklerin özü budur!” Proletaryanın oportünistleri izleyen ve izleyecek olan kesimleri ancak mücadele sırasında açığa çıkacağı için, sosyalistlerin görevi, “daha derine ve aşağıya, gerçek kitleye erişmektir; oportünizme karşı mücadelenin bütün anlamı ve amacı budur.” Burjuva işçi partilerine veya bu türden grup ve eğilimlere karşı “azimli ve amansız” bir mücadele yürütülmedikçe, “emperyalizme karşı bir mücadeleden veya marksizmden ya da bir sosyalist işçi hareketinden söz edilemez.”7

Bu nedenle, emperyalist ülkelerdeki komünistler, çalışmalarını işçi sınıfının kapitalist sistemden hiçbir pay almamış katmanları içinde yoğunlaştırmalı, onların çıkarları uğruna savaşmalı ve “burjuva işçi partileri”ne ve “işçi aristokrasisi”nin çıkarlarını temsil eden resmi sendikal örgütlenmelere karşı amansız bir mücadele yürütmelidir. Komünist politikaların merkezinde ve bu mücadelenin yaşamsal bir parçası olarak, emperyalist devlete karşı duruş, ezilen ulusların halklarına uyguladığı zulme ve vahşi sömürüye, ırkçılığına ve militarizmine karşı savaşım, kısaca emperyalizme karşı mücadele yer almalıdır.

Lenin’in tutumunun günümüzde emperyalist ülkelerdeki geçerliliği

Bugünkü durumumuz için Lenin’in düşünceleri yaşamsal öneme sahiptir. İngiltere’de yeni seçilmiş bir burjuva İşçi Partisi ve işçi sınıfının ayrıcalıklı katmanlarını temsil eden oportünistlerin liderliğindeki bir sendikal hareket var.

İşçi Partisi, çokuluslu sermayenin önemli kesimlerinin desteği ve işçi aristokrasisi ve orta sınıfların oy desteğiyle iktidara geldi. İşçi Partisi, bu çokuluslulara, İngiltere’yi küreselleşmeden pay alan merkezi bir oyuncu yapmak üzere planlanmış esnek emek pazarı ve “rekabet gücü için cihat” sözü verdi. İşçi aristokrasisine ve orta sınıflara vergi yükünün artırılmayacağı sözü verildi. Bu taahhütlerin sonucu, milyonlarca işçinin daha, refah düzeyi, sağlık ve eğitimde ciddi kesintilerle ve ezici bir yoksullukla karşı karşıya kalmaları olacaktır.

Bütün bunlardan daha da vahimi İngiltere’nin üçüncü dünyada emperyalist sömürüsünü sürdürmesidir. İşçi Partisi hükümeti, bu sömürünün arkasındaki itici güçtür. British Petroleum’un (BP) başkanı İşçi Partisi hükümetinin üyesidir. BP, Kolombiya’daki petrolleri üzerindeki çıkarlarını, işçilere ve ailelerine zulüm uygulayarak korumak için polis ve paramiliter güçler beslemektedir. İşçi Partisi hükümeti silah endüstrisini korumak ve dünyadaki en baskıcı ve vahşi rejimlere silah ihraç etmek konusundaki kararlılığının bir parçası olarak, Endonezya’ya Doğu Timor özgürlük savaşçılarına karşı kullanılacak olan Hawk tipi jet uçakları ihraç edecektir.

İşçi Partisi’nin programının etkileri şimdiden hissedilmeye başlanmıştır. Ulusal Sağlık Servisi ve devlet eğitimi krizdedir ve milyonlarca işçi yoksulluk sınırında ücretlerle keyfi ve geçici işlere mahkum edilmiştir.

Bu keyfiyete karşı çıktıkları için işten atılan Liverpool liman işçileri ve özelleştirmenin sebep olduğu ücret kesintilerini kabul etmeyi reddettikleri için işlerini kaybeden Hillingdon hastane işçileri bunu yaşamışlardır. İşlerini tekrar kazanmak için iki yılı aşkın süredir mücadele eden bu işçiler sendikaları tarafından terk edilmiştir. İngiltere’de sendikaları oportünistlerin idare ettiği ve bu sendikaların öncelikle işçi sınıfının daha ayrıcalıklı kesimlerini örgütlediği ve temsil ettiği düşünülürse durum şaşırtıcı değildir.

Sendikalar kapitalist şirketler gibi idare edilmektedir. Sendika yöneticileri yılda 60-80,000 sterlin ücret almaktadır ve bu ücret ortalama ücretin dört katından fazladır. 600 milyon sterline ulaşan inanılmaz servete ve 700 milyon sterlini aşan brüt gelire sahiptirler. Üye sayılarındaki azalmaya rağmen gelirleri artmaya devam etmektedir. Sendikalar, borsaya, emeklilik fonlarına ve diğer finansal kurumlara yaptıkları yatırımlarla kapitalist sisteme ileri derecede entegre olmuşlardır. Sendikaların ve yöneticilerinin kapitalist/emperyalist sistemden önemli çıkarları vardır

İngiliz sendikal hareketi Malvinas’daki Arjantin’e karşı savaşı ve Körfezdeki emperyalist çatışmayı desteklemiştir. İngiltere’de her 10 işçiden biri “savunma” sanayisinde çalıştığı için sendikalar yasa dışı silah ticaretine karşı hiçbir eylemde bulunmamakta, hatta çoğunlukla işleri korumak adına bunu savunmaktadır. Sendikal hareketler, emperyalist bir ülkenin ırkçı bakışını yansıtan göçmen denetimini desteklemektedir.

Sendikaların siyasi rolü işçi sınıfını burjuva İşçi Partisi’ne ve onun ekonomik ve siyasi programına bağlamaktır. İşçi Partisi en ciddi sendika-karşıtı yasaları yürürlüğe koyacağını daha şimdiden ilan etmiştir.

Yoksulluğa itilmiş milyonlarca işçinin varolduğu şu günlerde, bizler Marx, Engels ve Lenin’in görüşlerini benimsemek ve “daha aşağıya ve derine, gerçek kitlelere inmek” zorundayız. Kitlelerin siyasi örgütlenmesi, İşçi Partisi’ne ve işçi sınıfını bu parti kanalıyla burjuvazinin çıkarlarına bağlamaya çalışan herkese karşı amansız bir mücadele gerektirmektedir.

Bizler yoksulluğa itilmiş, sendikaları tarafından terk edilmiş emekçiler arasında örgütlenmek zorundayız. İngiltere’de komünist hareketi yalnız ve yalnız işçi sınıfı kitlesinin bağımsız çıkarlarını temsil edecek bir program üzerinden yeniden inşa edeceğiz.

Küba’nın sosyalist bir ülke olarak süregelen varlığı, uluslararası işçi sınıfının bağımsız çıkarları için yaşamsaldır. Küba, marksizm-leninizm bayrağını yükselterek ve Che Guevara’nın düşüncelerini savunarak ve uygulayarak, bütün dünyadaki komünistlere ilham kaynağı, örnek ve okul olmaktadır. Küba, komünist hareketin uluslararası düzeyde tekrar kurulmasında bir kilometre taşı haline gelmiştir.

Yaşasın Küba!

Yaşasın Che!

Yaşasın Komünizm!

David Yaffe

Devrimci Komünist Grup

(RCG), İngiltere

 

Dipnotlar

  1. Imperialism and the Split in Socialism (Emperyalizm ve Sosyalizmdeki Bölünme), Collected Works, Volume 23, s. 115.
  2. a.g.e., s. 116.
  3. a.g.e., s. 117.
  4. FOSTER John, ‘Imperialism and the Labour Aristocracy’ (Emperyalizm ve İşçi Aristokrasisi) in ed. J. Skelley: The General Strike 1926 (1926 Genel Grevi) (1976), s.31
  5. Collected Works, vol 21, s.242.
  6. LENİN V.İ., Collected Works, volume 5, s.512.
  7. Imperialism and The Split in Socialism, s.120.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×