Marksizm İnsanı İhmal Etti mi?

Bu başlık insanca yaşanacak bir dünya için mücadele eden komünistlere anlamsız ya da küfür gibi gelecektir. Hem insanca bir toplum kurmaya çalışacaksın hem de insanın ihmal edildiğini söyleyeceksin!

Bu yazıda Marksizm’in insanı ihmal edip etmediği sorusunu pratik mücadeleden çok Marksizm’in temellerinden ve toplumsal dinamiklerden kalkarak tartışmak tercih edilecektir.

Sorulduğunda herkes devrimcidir elbette iktidar perspektifi vardır ama sorulduğunda. Sormazsak temel teorik bakıştaki eksik kavrayışla birlikte pratik mücadeleye yansıması da eksikli ya da reformist olacaktır. Bu yüzden “sözde” söylenenlerden çok “özde” olanlarla ilgilenmek bu yazının kavranması için daha doğru olacaktır.

Marksizm’in insanı ihmal edip etmediği tartışmaları pratik mücadeleden çok toplumsal dinamikleri açıklayışı ekseninde yoğunlaşmaktadır. Marksizm’e yöneltilen suçlamaların sahipleri ile Marksizm teoride ayrışmıştır zaten. Suçlamaların temelleri bu teorik bakış açılarında olduğu için yazı daha çok teorik temeller üzerinden yazılmıştır.

Marksizm önünde sonunda tüm toplumsal gelişimi ekonomik temele dayandırmaktadır. Bu yüzden Marksizm her şeyi ekonomiye indirgemekle suçlanmıştır. Suçlayanların kendileri indirgemeci bakmakla yanılmışlardır. Eklektizm ne kadar tehlikeli ve yanlışsa indirgemecilik de o kadar tehlikeli ve yanlıştır. Eğer Marksizm’i Marx’ın “Bilinç toplumu değil toplum bilinci belirliyor” sözüne indirgeseydik hiçbir gelecek kurgusu yapamaz mücadeleyi gereksiz görürdük. Oysa Marx bu sözün hemen arkasından “Öyleyse toplumu insanca biçimlendirmek gerekir” tavrını koymuştur. İlk cümle ne kadar kaderciliğe açıksa ikinci cümle insanın öznel müdahalesine o kadar açıktır. Topluma ve insana Marksist bakışta bu diyalektiği görmek ve indirgemecilikten kaçınmak gerekmektedir. Aksi takdirde ustaların her cümlesinden yeni akımlar doğurabiliriz -doğmuyor değil hani ama onaylamıyoruz!…

Bugün de “Nasılsa bu tarihsel bir zorunluluk sosyalizm öyle ya da böyle gelecek mücadeleye gerek yok” kaderciliğine düşenler vardır. En kötüsü her şeyi devrim sonrasına bırakma ve mücadeleyi devrimci duruma kadar askıda tutma ve siyasetsiz kalmadır. Ama bu kaderciliği de yine Marksizm mahkum etmektedir. Çünkü ortam ve koşullar insanları yarattığı kadar insanlar da ortam ve koşuları yaratırlar.

Aslında bu yazıda baştan sona kadar Marksizm’in temel teorik kitaplarından yola çıkarak bütünsel bakış içinde ortaya koyduğu diyalektik bakış anlatılmaya çalışılıyor. Marksizm’in temeli bilimsel sosyalizmse diyalektik materyalizmi kavramadan Marksist olamayız.

Marksizm’in diyalektik materyalist bakışını anlamayanların ya da anlayıp da saptıranların yönelttiği saldırıları mücadele edenleri geriletebilecek bir etken olarak görmek ve karşısında durmak gerekmektedir. Bu saldırılar sınıf düşmanlarımız tarafından ideolojik alanda sıklıkla kullanılmaktadır. Bizleri sadece zamanı belli olmayan bir gün devrim yapacak bir avuç ütopist olarak göstermek isteyenlere ciddi bir cevap vermek gerekmektedir.

Hızla değişen dünyamızdaki bu hızlı değişimleri “gereksizleşen ideolojiler ve devrimler” olarak sunmaya çalışanlar Marksizm’i kadercilikle suçlayıp dinsel bir yaklaşım olarak lanse ediyorlar. Artık her şey değiştiğine göre hele de Marksistler bugünden hiçbir şey beklemediğine göre yıllar sonraya atılan bir hedef de anlamsızlaşacaktır.

Bunun karşısında ısrarla üzerinde durmamız gereken en önemli nokta siyasettir. Siyasetsizlik ne bugün ne de yarın devrime götürür. Tersine Marksizm’in tüm bakışı sınıf savaşımlarına yoğunlaşmışsa sınıf savaşımları da siyasetle yapılıyorsa içinde bulunduğumuz şartlar ne olursa olsun mücadelemizin merkezinde duran tarihsel materyalist yaklaşımı ve siyasetini devam ettirmek zorundayız.

Aslında her ne kadar indirgemecilikle de suçlansa Marksizm’in en güçlü olduğu yön tarihsel materyalist anlayışıdır. Bu bakış sayesindedir ki biz sınıf savaşımlarını analiz ediyor ve kendi savaşımızı biçimlendiriyoruz. Marksizm’i sırf teorik bir yığın olarak görenler bu teorik mirasın içinde barındırdığı siyaseti fark edemedikçe ve bugünü yeniden sınıf siyasetiyle üretemedikçe kendi kaderciliklerini Marksizm’e yansıtacaklardır.

İdealizm ve materyalizm

İnsanın ihmali tarihsel süreç içinde insanın nesne olarak görülmesi durumundan kaynaklanmaktadır. Çünkü toplumda sınıflar vardır ve insan sınıfının belirleyiciliği altındadır. Tarihsel bir süreç vardır ve insan bu süreç içinde bir nesnedir müdahale edemez. İnsanı ve bilincini belirleyen toplumsa insan toplumu değiştiremez.

Herkes filin bir tarafını tutunca yanlış anlamamak mümkün değil.

Marx önce insanı aptal yerine koyan idealizmle çatışmıştır. Maddenin önce gelişi insanı ihmal etmez tersine düşüncesiyle her şeyi değiştirebileceğini sanan bir insan insanlığına sahip çıkamaz. Buna göre materyalizmin yerli yerine oturuşu insanlığın geleceğine umutla bakmasını sağlamıştır.

Materyalizmle birlikte maddi temelin belirleyici olduğunu gören Marksistler bu maddi temeli insanca yaşamak için değiştirmeyi hedeflemişlerdir. Marx’ın da tüm çabası “dönüştürmektir” dönüştürecek olan insandır. Nesnelliğe müdahale edebilecek tek öznel varlık.

Kadercilik bilinemezcilikte vardır. Nesneyi bilemeyiz ve kaderimize razı oluruz. Halbuki Marksistler nesnenin bilgisine varmak için onu dönüştürmek gerektiğini bilirler.

Mutlak bir bilgiden çok nesneyi değiştirirken bilinir hale getiren Marksistler bildikçe de dönüştürürler. Çünkü bilmek istemenin tek sebebi değiştirme hedefidir. Tam da bu sebeple Marksistlerin geleceği beklemek gibi bir lüksleri yoktur.

Dünyayı bilip bilememek sorunu yine yaşamın içinde çözülmektedir:

“Eğer biz doğal bir süreç hakkındaki anlayışımızın doğruluğunu bu süreci biz kendimiz yaratarak onu koşullarından çıkarıp varlık haline getirerek ve onu kendi amaçlarımıza hizmet ettirerek tanıtlayabiliyorsak Kant’ın bilinemez ‘kendinde-şey’inin işi biter.”1

Dünyayı bilebilen düşüncesinin doğruluğunu pratikte ispatlayan insan bulunduğu koşulları doğru tarif ettikçe müdahale etme şansına da sahip olmuştur. Madem nesneyi değiştirirken tanıyoruz ve mutlak bir bilgi yok o zaman mücadele etmek yerine (değiştirmek olarak okunmalı) beklersek nesne değişmeyecek mi Tam tersine değişen nesne karşısında biz asıl o zaman bilinemezle karşılaşmış oluruz. Yani bir gün geleceği “garanti” olan devrimci günü oturup beklersek o gün geldiğinde biz karşımızdaki düşmanı yıkmaya çalıştığımız nesneyi tanımıyor olacağız. Tanımadığımız bir şeyi yenemeyiz. Marx’ın “Kapital”i yazmasının sebebi işte budur! Kapitalizmi tanımak onu yıkma hedefinin bir sonucudur.

Marksist bakışa göre insan sadece toplum tarafından biçimlendirilen zavallı bir nesne değil diyalektiğin öteki yüzünde toplumu dönüştüren bir varlık olur. Marksizmin Hegel’in materyalizmi eksik diyalektiği ve Feuerbach’ın diyalektiği eksik materyalizmiyle hesaplaşırken de eleştirdiği en önemli nokta sürecin durum olarak kavranmış olması insan pratiğinin görmezlikten gelinmesidir.

Marx Hegel’in çemberini mutlaklıktan kurtarıp ileriye doğru yönlendirdiğinde bu sarmal hareketin toplumsal yaşamın tarihsel sürecinde insanın ve toplumsal dinamiklerin karşılıklı etkileşimiyle ilerlediğini söylemiştir.

İnsan hem nesne hem de özne olma özelliğine sahiptir. Bunlardan sadece birine vurgu yapmak insanın müdahale şansını da yok eder.

Marksist bakış diyalektiğin yasalarından olan yadsınmanın yadsınmasını geçmiş olan aşamaları adeta yineleyen ama onları farklı bir yoldan daha yüksek bir temel üzerinde yineleyen bir gelişme ve bu gelişmenin düz bir çizgi boyunca değil sarmal bir yolda sıçramalarla altüst oluşlarla devrimlerle olan bir gelişme diye tanımlar. Bu tanım kendi içinde devrimci müdahaleyi olumlar ve en önemlisi olmazsa olmaz kılar. Tarihsel materyalizmi düz bir çizgide ilerleyen mutlak bir süreç olarak tanımlamaz.

Sınıf savaşımları sıçramalarla altüst oluşlarla ilerler. Devrimler ise tarihin akışını ileri doğru çeken insanın en güzel müdahalesidir. Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi ifadesi ise Marksizm’in değiştirme hedefinin en somutlaşmış ifadesidir.

Önce maddenin geliyor oluşu tam da maddenin değiştirilebileceği sonucuna varır Marksizm’de. Madde temeldir düşünce madenin sonucudur. Madde değişirse düşünce de değişir. Maddenin değişebileceğinden söz ediliyorsa değiştirecek olandan da söz edilir. Değiştirecek olan insanın kendisinden başkası değildir. Elbet bizim algımız dışında belli yasalar olduğu ve maddenin bu yasalara uygun değiştiği bilinmekte ancak bu değişim karşılıklı olmaktadır.

Maddenin önce gelişi biz kabul etsek de etmesek de varolan bir gerçekliktir. Bu yasaların zorunluluğu bize özgürlüğü kazandıracaktır. Özgürlüğün zorunluluğundan ileride bahsedilecek.

Doğada geçerli olan materyalizm aynı zamanda toplumsal ilişkiler için de geçerlidir. Marksizm’in sadece doğaya bakarak açıklamalar yapmadığı aksine insan toplumunun tarihini ve biliminin temellerini de incelediğini en devrimci teorilerini bu temelden çıkardığını biliyoruz.

Tarih üretim ilişkileri ve insan

İnsan özünün tek tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama olarak değil gerçekliği içinde toplumsal ilişkilerin bütünü olarak tarif edilmesi insan tanımlamasında çok ileri bir kesittir.2 İnsanı kaba materyalistlerden farklı olarak somutlaştıran Marksizm’in bu tarifiyle birlikte insan içinde bulunduğu ve bir parçası olduğu toplumsal ilişkiden bağımsı olmadığını tersine bir etken olduğunu kavramış her etken gibi kendisinin de sürece müdahale edebileceğinin devrimci teorisine Marksizm’le ulaşmıştır.

Marksizm’in dönüştürücü gücünü sadece 11. Tez ile öğrenen sol eksik kavrayışıyla dönüştürmekten uzaklaşmıştır. Bütünsel kavrama yeteneği tam da bu konuda önemlidir. Çünkü hiçbir şekilde Marx’ın yapıtlarında sadece bu konuya dair açıkça “bu böyledir şu da şöyledir” cümlesine rastlayamazsınız. En açık ifade 11. Tez’dedir.

Ama aynı zamanda Marx’ın yoğun metinlerinden kafanızı kaldırıp tüm yazılanlara bütünsel baktığınızda aslında söylenecek her şey söylenmiştir. İndirgemecilik yaparak bütünsel kavranamayacağı gibi yanlış teorilere de kayılmıştır.

11. Tez kadar önemli olan bir başka tez ise 3. Tez’dir:

“Koşulların ve eğitimin değişiminin materyalist öğretisi ortamı değiştirmek için insanlar gerektiğini ve eğiticinin kendisinin de eğitilmeye gereksinmesi olduğunu unutur. Bu nedenle o toplumu iki kısma bölmesi gerekir -ki biri toplumun üstünde yükselmiştir. Koşulların ve insan faaliyetinin değiştirilmesinin ya da kendi kendine değişmesinin üst üste çakışması ancak ussal olarak ve devrimci pratikle kavranabilir ve anlaşılabilir.”3

Marx Feuerbach özelinde kaba materyalistleri eleştirirken toplumu dönüştürmenin öneminden önce bunun olabilirliğini göstermiştir. Hatta bu değişimin ancak devrimci pratikle olması bilinçli insan faaliyetiyle sağlanacaktır. Toplumun dönüştürülmesi için belli tarihsel basamakların beklenmesi gibi bir “bönlük” yoktur Marksizm’de.

Ortamı değiştirmek için “insanlar” gerektiği açıktır. Fransa’daki sınıf savaşımlarına bakışında Marx Paris Komünü’nün kaybedilmesini ekonomik temelin gelişmemişliği açıklamasıyla değil proletarya diktatörlüğünü kuranların gereksiz demokratlığını eleştirerek değerlendirmiştir.

Marksizm dünyaya yayıldıkça birçok önermesi tartışılmıştır. Marksizm’in doğru kavranamayışı yanlış yorumlara ve yöntemlere yol açmıştır. Marksizm’in ekonomiyi toplumun maddi temeli olarak ele alması tarihsel materyalizmle birlikte bir kısım Marksisti kaderciliğe düşürmüştür.

Marksizm’in Rusça’ya çevrilmesiyle Marksizm’i tartışanlardan legal Marksistler sosyalizmi kurmak için önce tarihsel olarak zorunlu olan kapitalizmin Rusya’da olgunlaşmasını beklemek gerektiğine inanmışlardı. Tıpkı bugün Türkiye’de devrim yapmanın koşulunu Avrupa Birliği’ne bağlayan solcular gibi. Oysa “Alman İdeolojisi”nde Marx çoktan bunun açıklamasını yapmıştı: Bir toprakta birden çok üretim ilişkisi var olabilir. Ancak dikkate alınması gereken en ileri biçimde olanıdır. Çünkü bu en ileri üretim ilişkisi diğerlerini en kısa zamanda silip süpürecektir. Yani en ileri üretim biçimi egemen olan olacaktır. Egemen olan kapitalizmse görev sosyalizmi kurmaya bir an önce girişmektir. Marksizm tek başına bilimsel sosyalizmin teorik temeli değil aynı zamanda proletaryanın sınıf savaşımının devrimci bir silahıdır da.

Carr “Tarih Nedir?” kitabında Marksizm’i nihai hedefin fetişleştirilmesiyle suçlamıştır. İlk bakışta devrimci birinin anında karşıt bir tepki verdiği bu suçlama her şeyi devrimden sonraya atan solcular akla geldiğinde çok da yanlış bir suçlama değildir.

Nihai hedefin devrimcileri siyasetsiz bırakması yine Marksizm’in eksik kavranışıyla ilgilidir. Bugün kendine yabancı olan her gündemi “suni gündem” diye değerlendirenler Marx’ın yaşamı boyunca teorisini bu “suni gündem”lerle geliştirdiğini unutmakta ya da en kötüsü hiç bilmemektedirler.

Marksizm’in üç kaynağı olduğu bilinir: Alman felsefesi Fransız sosyalizmi ve İngiliz ekonomi politiği. Bu üçünün hiçbiri Marx’tan önce devrimci olarak nitelendirilemez. Marx ise bunları aşarak devrimcileşmiş sınıf mücadelelerinin teorisini de pratiğini de bu “suni” tartışma ve olaylardan çıkarmıştır. Bu sayede Marksizm’in siyasetsiz kalması imkansızdır siyasetsiz sınıf savaşımı olmaz. Üstelik Marx eserlerini yazarken mevcut savaşımlardan uzak durmamış mümkün olduğu kadar içinde yer almış eksiklikleri sahiplenerek eleştirmiştir.

Marx’ın devrimi gelişmiş kapitalist ülkelerde beklemesi sorunu ise Marx’ın yaşadığı dönemle ilgilidir. Lenin Marx’ı aştığı için değil onu çok iyi kavradığı için en geri mujikler ülkesinde sosyalist iktidarı ele geçirebilmiştir. Tarihsel ve ekonomik gelişmeleri Marksist’çe ele alan Lenin eşitsiz gelişimi görebilmiştir devrimi Rusya’da öngörebilmiştir. Marx Lenin’in yaşadığı dönemde yaşıyor olsaydı o da muhakkak bu diyalektik dönüşümü kavrardı. Marx’ın devrimi Avrupa’da bekleyişi “en gelişkin kapitalizm” tanımlamasından kaynaklanıyordu.

Ama dediğimiz gibi nesnenin bilgisi mutlak değildir. Nesnenin bilgisinin nasıl değiştiğini onu dönüştürmek isteğinden dolayı anlıyor ve ona göre müdahale ediyorsak Marx’ın yaşadığı dönemin bilgisinden dolayı Marx’ı suçlayamayız. Marx “Komünist Manifesto”yu yazdıktan sonraki tüm tarihsel gelişmelerden yeni şeyler öğrenmiş ve teorisini geliştirmiştir.

Buradan çıkan sonuç Marx’ın dedikleriyle kalırsak değişen nesnenin diyalektiğini hiçbir zaman kavrayamayacağımızdır. Nihai hedefin bizi siyasetsiz bırakması kaybetmek anlamına gelecektir.

Engels “Tarihte Zorun Rolü” yapıtında önceleri insan emeğine dayandığı sanılan mülkiyet hakkının Marksist tahlil sonunda; kapitalist yönünden başkalarına ait karşılığı ödenmemiş emek ya da ürüne el koyma hakkı emekçi yönünden kendi ürününe sahip çıkma olanaksızlığı olarak ortaya çıktığını belirtmiştir.4 Bu gerçeği ortaya çıkaran bir tahlil sonucunda yapılacak tek şey bu durumu değiştirmektir. Marx’ın tüm araştırmalarının amacı da zaten budur. Marksist teori de bu temel üzerinden gelişmiştir.

Engels “Kutsal Aile”de tarihin hiçbir şey yapmadığını bütün bunları yapanın gerçek ve yaşayan insan olduğunu söyler.5 Yine aynı kitapta Marx “Fikirleri iyi bir sonuca vardırmak için pratik bir güç kullanan insanlar gerekir” demektedir.6

İnsanı biçimlendiren toplumsal koşullarsa “Toplumsal koşulların insanca biçimlendirilmesi gerekir” diyen bir ideolojinin insanı ihmal etmesi pek olası değildir. Tarihsel materyalizmin toplumsal ilişkileri ve dolayısıyla insan ilişkilerini “sözde” ekonomik temele indirgemesi insanın ihmal edildiğinin bir göstergesi midir Yoksa tam tersine insanı insan yapan koşulların doğru tespit edilmesi insanın kurtuluşu için insanca yaşamak için gerekli midir

Günümüzde insanı bireycileştirmenin kendisi insanı ihmal etmekken insanın kurtuluşunu tarihsel materyalizmle ekonomik ilişkilerin değişiminde göstermek kapitalist düzende yaşayan dünyalılar için tek umuttur. Çünkü maddi temel değiştiğinde kurtulma şansı olduğunu bilmek artık sadece sosyalizme özgüdür.

İnsanlığa akıp giden ekonomik ve tarihsel yasaların karşısında kendi kurtuluşlarının umudunu veren Marksizm adı üstünde Marx tarafından oluşturulmuşsa kaderciliğe dair hiçbir vurgu göremezsiniz. Tabi yıllar sonra Marx ve Engels’in eserlerini ele alıp kendi güvensizlik ve umutsuzluğunuza teori üretmek için kaba bir bakış ve cımbızlamayla ustalardan örnekler vererek yeni bakışlar koyabilirsiniz. Ama bilimsel sosyalizm devrimcilik konusunda o kadar nettir ki siz artık bu yeni teorinizle Marksist olmaktan çıkarsınız. Dolayısıyla Marksist olmayanların Marx yorumları da bizi pek etkilemez. Ama Marksistler olarak bu çarpıtmaların asılsızlığını göstermek son yılların bulanıklığında berraklaşmak için önemlidir.

Marksizm kendini ne bir din olarak ne de bir kadercilik olarak ortaya koymuştur. Tersine mutlak usa ve kaba materyalizme karşı özgür düşünceyi savunmuş her düşünceye özgürlük tanımamıştır. Nesnelliği doğru tarif ederken Marksizm nesnelliği dönüştürecek olan özneyi de unutmamış işçi sınıfına dünyayı değiştirme görevini vermiştir. İşçi sınıfı her koşulda ister burjuva devrimi üzerinden 100 yıl geçsin (Paris Komünü) ister 8 ay geçsin (Ekim Devrimi) ister 78 yıl geçsin en kısa zamanda iktidarı almayı hedeflemiştir hedeflemektedir.

Marksizm insanlara ve işçi sınıfına cennetteki gibi huriler veya bu düzendeki gibi zenginlik vaat etmez. Tersine savaşımı ve emek harcamayı iktidardan sonra çok daha fazla çalışmayı şart koşmuştur. Proletarya diktatörlüğü kutsal dualarla varılacak gül dökülmüş yol değil zorlu ve zorunlu bir savaşımla gerçekleşecek bir hedeftir. Hedefi olan hedefe ulaşmak için yol alır. Çünkü Marksistler sadece mücadeleyi hayatlarının merkezine değil kendilerini de mücadelenin merkezine koyarlar.

İşte bu yüzden proletarya diktatörlüğü tanımını korkutucu ve sert bulanlar bu ifadeyi bıraktıkları anda hedefsiz kalmışlar bu hedefsizlikle ve perspektifsizlikle birlikte nesnellikten dem vurmuşlardır. En kötüsü artık karşı devrimci saflarda yer almaktadırlar. Proletaryanın iktidarı ele geçirmek zorunda olduğunu Marx yüzyıllar önce hem teorik anlamda hem de siyasal anlamda ispatlamıştır. Kadercilik ve insanın kendi müdahalesini önemsizleştirmek hedefsizlerin işidir.

Özgürlük ve zorunluluk diyalektiği

Kurtuluşumuz ekonomik ilişkilerin değişimindeyse bu zorunluluğu bilmek bizi dönüştürmek yolunda özgürleştirecektir. Bu yazı Engels’in “Özgürlük zorunluluğun kavranmasıdır” sözüyle çok ilgili. Bunu sadece bir aforizma olarak düşünmekse çok yetersiz. Daha ayrıntılı incelemek ve kavramak gerekiyor.

“Engels insanın bilgi ve iradesini bir yanda doğa zorunluluğunu bir yanda olmak üzere ele alıyor. Sözü dolandırmadan doğal zorunluluğun birincil öğe insan bilgi ve iradesinin ise ikincil öğe olduğunu saptıyor.”7

Lenin Engels’in bu tanımından sonra kadercilik türetmemiştir. Bu bir gerçekliktir. Materyalizmin en temel özelliğidir. Madde önce gelir. Beynimiz olmadan düşünemiyorsak düşünmeyelim mi Beynimiz var o zaman düşünüyoruz işte! Kim engel olabilir ki Beyniniz olmadan düşünebiliyorsanız buyurun deneyin. Ekonomik temeli değiştirmeden de bir şeyler yapabileceklerini sananların ne durumda olduğunu görüyoruz.

Engels “İnsan irade ve bilgisi zorunlu ve kaçınılmaz olarak doğa zorunluluğuna kendilerini uyarlamalıdır” diyor. İşte en sonunda ortaya çıktı. Biz doğaya bağımlıyız ve kendimizi ona göre ayarlamalıyız. Ondan bağımsız hiçbir şey yapamayız. Depremin fay hattının nereden geçtiğini bilip evlerimizi ve hayatımızı ona göre belirlemek bizi özgürleştirir mi köleleştirir mi Cevap: İrade ve bilgi doğa zorunluluğunu reddederse sonu kölelik bile değil ölüm olur. Siyasetin kurallarını bilmeden siyaset yapabilir misiniz Yıldırım düşse tutar mısınız

“Tek tek her insandaki bilincin gelişmesi ve bütün insanlığın kolektif bilgisinin gelişmesi her adımda bize bilinmeyen ‘kendinde-şey’in bilinen ‘bizim-için-şey’e dönüşmesinin kör bilinemeyen zorunluluğun ‘kendinde zorunluluğun’ bilinen ‘bizim için zorunluluğa’ dönüşmesinin örneklerini sunar… Engels’te ise insanın bütün canlı pratiği gerçeğin nesnel bir ölçütünü sağlayarak bilgi teorisinin kendi içine giriverir: Biz bizim zihnimizde ve onun dışında bağımsız olarak varolan ve etki yapan bir doğa yasasını bilmediğimiz sürece bu yasa bizi ‘kör zorunluluğun’ kölesi yapar. Biz bu yasayı tanıdığımız anda (Marx’ın binlerce kez yinelediği gibi) bizim irademizden ve bilincimizden bağımsız olarak işleyen bu yasa bizi doğanın efendisi kılar.”8

Özgürlük zorunluluğun kavranmasıdır sözünün derinlikleri işte burada aranmalıdır. Bilgisine ulaşılan nesne dönüştürülür dönüştürülen nesne bilinir. Dönüştürülebilen bir nesne ise insanı köle yapmaz. Bilinç gerçek bir şeyi temsil etmeksizin bir şeyi gerçek olarak temsil ettiğini sanabilmektedir. Bu gerçek dışı sanış kurtuluştan uzaklaştırmaktadır. Çünkü kurtuluş zihinsel değil tarihseldir gerçek yaşamın dışında bulunamaz.

Yine bu başlığın altında kısaca hümanizm meselesine değinmek istiyorum. Ne de olsa “insanın ihmali” olup olmadığını tartışıyoruz. İnsancıl bir akım olan hümanizmle Marksizm’in hiçbir ilgisi yoktur. Bu ilgisizlik sayesindedir ki insanlığın özgürleşmesini sağlayacak tek şey/teori Marksizm’dir. Feuerbach’ın hümanizminin çiçek-böcek edebiyatına takıldığını Bakunin’in hümanizminin proletarya diktatörlüğünü reddettiğini görüyoruz. Hümanizm de zihinsel kurtuluş iddialarından biridir; gerçek dışı uygulanamaz ve insana düşman hale gelebilen bir bakıştır. İnsanın insanı sömürdüğü bir topluma karşı mücadele ederken hümanist olunamaz. Herkese ve her düşünceye saygı ve anlayış göstermek ilerletici değil geriletici bir bakıştır. Marx’ın da vurguladığı gibi üretim araçları özel mülkiyetini kaldırmaya yönelen toplumsal emeğin uyumlu bir biçimde örgütlendirilmesini bireylerin özgürce açılıp gelişmesini amaçlayan bir hümanizmden daha gerçekçi bir hümanizm yoktur. İnsanlığın kurtuluşu yolunda proletarya diktatörlüğü için savaşmak düşmanına nazik yaklaşmaktan daha insancadır. Doğru olan gerçekliğin kendisidir zihnimiz değil. Gerçek her zaman somuttur soyut gerçek yoktur. Marksizm’in hümanist olmaması tam da insanca yaşamak içindir insanı ihmal ettiği için değil.

İnsan doğası ve komünist toplum

Sosyalizmi ütopik bir hayal olarak görenler var. Komünist bir toplumun asla kurulamayacağını insanın doğasının buna müsait olmadığını söylüyorlar. Kimler İnsanın doğasını kapitalist toplum içinde görerek tahlil edip insanın toplumsal ilişkilerin bir bütünü olduğunu göremeyenler. Toplumsal ilişkiler değiştikçe değişecek olan insan ancak sosyalist toplumda değişime başlayacaktır. Yeni insanı yaratma düşüncesi kuşkusuz kapitalizmin bencil bireyiyle komünist bir toplum kurulamayacağı öngörüsünden dolayı ortaya çıkmıştır. Burada gözden kaçırılan en önemli nokta müdahaleciliktir. Nasıl sosyalist toplumun nüveleri kapitalist toplumun içinde yeşermeyecek ve biz devrimle toplumsal temeli değiştireceksek aynı şekilde komünizme giderken insanları kendi hallerine bırakamayız. Yeni insana verilen önem başattır. Eğiticilerin de eğitime ihtiyacı varsa komünist bir toplumu komünist bireyler kuracaktır.

Elbette komünist maddi temelle birlikte şekillenecektir insanların yaşamları. Verilen tüm örneklerde aslında kaderciliğe düşen onlar olmaktadır. Her bir şeye meydan okuyan değiştirmeye kalkan kendi kendine değişmeyeceğini bilip girdilerde bulunan hep Marksistler olmuştur. Yüzyıllardır süren özel mülkiyete ve sınıf savaşımlarına dayalı bir toplumdan hop diye sınıfsız bir topluma geçiş mümkün değildir. Bu geçişte toplumun dönüşümü kadar insanın da dönüşümü söz konusudur. Bu dönüşüm de yıllara asırlara tekabül eder.

Marx dahil hiçbir Marksist komünist toplumla ilgili çok fazla spekülasyon üretmez. Sadece en temel bazı öngörüler vardır. Refah toplumu olacağından herkesin ihtiyacını karşılayabileceği bir toplumsal zenginlik düzeyinden bahsedilir. Sınıfların ve dolayısıyla devletin ortadan kalkmış olduğu bir toplumdur. Böyle bir toplumun insanını bugünün insanıyla karşılaştırmaya bile gerek yoktur. İşleri oluruna bırakmak Marksistlere göre değildir. “Yeni insanı yaratacağız” demek büyük ama gerçekçi bir iddiadır.

Asıl bu konuda eleştirilecekler var. İnsanın doğasını olduğu gibi alıp varolan eşitsizlikleri de sömürü için kullananlar. İşte bu bakış açısının ürünüdür Marksizm’i ekonomistlikle suçlamak. Marksizm derslerde hep “İşte bi de böyle her şeyi ekonomizmle açıklayanlar var” şeklinde tanıtılır ve hep pas geçilir. Çünkü onların yorumuyla yazılmıştır “sözde” Marksist bakış. Diğerleri her şeyi tartışır şüphe eder ama Marksizm olayı bitirmiş sebep ve sonuçları mutlaklaştırmış çözümü koymuş “Ekonomi değişirse her şey çözülür” demiş başka da bir şey dememiştir. Ama kimse sınıf savaşımlarından sömürüden insanca yaşamaktan sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyadan insanı köleleştiren dinden diyalektik materyalizmin sonsuz örneklerinden bahsetmez…

Marksizm pas geçilir çünkü Marksizm varolan eşitsizlikleri tespit eder ama kabul etmez değiştirmekten bahseder. Oysa birilerinin geçim kaynağıdır bu eşitsizlikler.

Marksizm pas geçilir çünkü insanın özünü toplumsal bütünlük içinde açıklar ve insan doğasını hastalıklı görmek yerine toplumun değişimiyle “hastalıklı” davranışların değişeceğini savunur. Halbuki birileri için insan günahla doğar zaten. İnsan doğasında tüm kötülükler mevcuttur ve değişmez. Sen iyi olsan bile birileri hep kötü olacaktır ve her şeyi kötü emellerine alet edecektir.

Bu bakışlar Marksizm’le en başta dediğimiz gibi daha teoride ayrışmaktadırlar. En temelden dünyaya ve insana farklı yaklaşmaktadırlar.

İdealizm kurtuluşu öteki dünyada ararken kaba materyalizm bu düzeni olduğu gibi kabul eder ve değişmez görür. Bu iki felsefeyi eleştirerek tarihin çöplüğüne atan Marksizm ise bu felsefelerin bakışındaymış gibi eleştirilir.

Cahilce eleştiriler yine daha samimi geliyor da asıl önemli olan iki bakış açısı daha var: Biri samimi olup da solcuların içinde bulunduğu çıkışsızlık sonucu eleştirenler biri de her şeyi bilip işlerine geldiği gibi saptıranlar. Bu son iki başlıkta ikincilerin hainliğini ortaya koyarken birincilerin gördüklerini Marksist’çe değerlendirmek gerekiyor. Her ne kadar pratikten bahsetmeyeceğimiz söylense de teoriyi ancak pratikte olumlayacağımızı gösteren Marksizm bize pratik mücadele içinde de çok gerekli girdileri veriyor. Görebilenlere…

Göremeyenler kadercilikle kuyrukçulukla uvriyerizmle liberalizmle suçlanmayı hak ediyorlar doğrusu…

Bu yaklaşımlar çubuğun nesnellik belirlenimli olmaya kırıldığının kanıtıdır…

Değişen dünyayı ve koşulları değiştirmeye gücü ve umudu olmayanlar değişenlerle birlikte değişmek zorunda kalıyorlar. Değiştikçe içselleştiriyorlar…

Marksizm’i Marksist’çe kavrayanlar ise siyaset yapmaya ve dönüştürmeye devam ediyor dönüştürdükçe dönüşüyor ve devrimi gerçekleştirmenin bilgisine ve umuduna daha da yaklaşıyor.

 

Dipnotlar

  1. ENGELS Friedrich Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu Sol yay. Ankara Mayıs 1992 s.23.
  2. MARX Karl. – ENGELS F. Alman İdeolojisi (Feuerbach) Sol yay. Ankara Kasım 1987 s.21.
  3. a.g.e. s.20.
  4. ENGELS F. Tarihte Zorun Rolü Sol yay. Ankara Kasım 1992 s.27.
  5. MARX K. – ENGELS F. Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi Sol yay. Ankara Ekim 1976 s.144.
  6. MARX K. – ENGELS F. Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi Sol yay. Ankara Ekim 1976 s.144.
  7. LENIN V.I. Materyalizm ve Ampriyokritisizm Sol yay. Ankara Kasım 1993 s.205.
  8. a.g.e. s.205.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×