Politik sonuçları açısından üretken emek ve üretken olmayan emek kategorileri

Giriş

“Üretken emek” ve “üretken olmayan emek” kategorileri, işçi sınıfının emek gücünün burjuvazi tarafından nasıl sömürüldüğünü çözümleyen Marksist artı değer teorisinin en önemli sonuçlarından birisidir. Marx’ın Kapital’in birini cildinde kısaca değindiği, detaylı analizini ise (ancak Engels’in de ölümünden sonra, Artı Değer Teorileri adıyla yayınlanabilecek olan) dördüncü cilde bıraktığı bu kategori, mücadeleyi politik açıdan “zorlaştıracağı” düşünülen sonuçlarından dolayı genelde göz ardı edilmiş, hatta kimi tartışmalarda açıkça “teoriden çıkartılması gerektiği” iddia edilmiştir.

Ne var ki işçi sınıfının yekpare ve her gün hep birlikte sömürülen homojen bir toplam olduğu savı politik açıdan çekici görünse de, politikayı gerçekten uzaklaştırdığı ölçüde devrimci değildir. İşçi sınıfının yekpareliği ancak çok basit görünen ama aslında çok karmaşık olan “iki sınıf var: burjuvazi ve proletarya” soyutlama düzeyinde anlamlıdır. Artı değer sömürüsüne dayalı, genişleyen bir döngü niteliğindeki sermaye birikim sürecinin herhangi bir anında işçi sınıfı, burjuvazinin ona dayattığı birkaç temel işbölümü nedeniyle parçalı durumdadır ve bu parçalılık hali, işçilerin gündelik/ekonomik çıkarlarının da parçalı, hatta çelişkili olmasına sebep olmaktadır.1 Sınıf hareketinin devrimci bir nitelik taşımasını arzulayan komünistler açısından, işçi sınıfının tekil tarihsel çıkarının, çelişkili gündelik çıkarlarına baskın biçimde harekette belirleyici hale getirilmesi; sınıfın gündelik anlamda parçalı halinin umursanmaması ya da böyle bir hal yokmuş gibi yapılmasıyla değil, ancak somut bir koşul niteliği taşıyan bu gerçeğin bilgisinin devrimci biçimde değerlendirilmesiyle mümkündür.

Konuya bir giriş niteliğindeki bu yazıda teorinin bu kısmını özet halinde sunacak ve politik sonuçları incelemeye çalışacağız.

1. ‘Üretken emek’ ve ‘üretken olmayan emek’ ayrımı

Tartışmanın en başında vurgulanması gereken, emeğin üretkenliğinin ancak tarihsel bağlamda, yani içinde faaliyet gösterdiği üretim biçimi bağlamında ele alınmasının mümkün olduğudur. Herhangi bir emek sarfının mutlak anlamda üretken olması, yani bir kullanım değeri, bir fayda üretmesi yeterli değildir; zira bu şekilde sonuçlanmayan, yani en iyi ihtimalle bir sonuçsuz çaba olan faaliyet zaten emek olarak da tanımlanamaz. Bu yüzden, Marksist çerçevede üretken emek, aslında tam olarak “kapitalist üretim biçimi açısından üretken emek”tir ve Marx tarafından şu şekilde tanımlanmaktadır:

Kapitalist üretim anlamında üretken emek, değişen sermaye parçasına (sermayenin ücrete harcanan parçasına) karşılık değiştirilen ve sermayenin yalnızca bu parçasını (ya da kendi emek gücünün değerini) değil, ayrıca ona ek olarak kapitalist için bir artı-değer üreten ücretli-emektir. Meta ya da para, ancak bu yolla sermayeye dönüştürülür, meta, sermaye olarak üretilir. Yalnızca sermaye üreten ücretli-emek üretkendir.2

Bunu, sermayenin yeniden üretim şeması üzerinden inceleyelim.

Sermayenin basit (I) ve genişletilmiş (II) yeniden üretimi

Bir miktar para, sermaye döngüsüne sokulduğunda, birikmeye devam edebilmek için canlı emekle ilişkiye girmek zorundadır. Bu ilişki, işçinin emek gücünün ücret karşılığı satın alınmasıyla olur. Para-sermayenin meta-sermayeye dönüştüğü bu birinci aşamada aynı zamanda üretimde kullanılacak geri kalan her şey de (üretim araçları) sermaye sahibi tarafından satın alınır. Bu aşama, satın alınan metalardan yalnızca emek gücü, değişken sermaye (d) olarak tanımlanır zira onun dışındaki her şey, zaten o ana kadar başka üretim süreçlerinde canlı emek tarafından üretilmiş, bu anlamda “sabitlenmiş”tir. İşçi, ikinci aşama olan üretim sürecinde sabitlenmiş bu değeri (s) üretilecek olan yeni metalara aktaracak, bunu yaparken kendi emek gücünü de ekleyerek sabitlenmiş değere dönüştürecektir. Ardından üretilen yeni meta-sermaye piyasada dolaşıma çıkacak, fiyatı üzerinden satılacak ve tekrar para-sermayeye dönüşecektir. Tüm bu döngünün sonucunda eğer yalnızca sermayedarın başlangıçta yatırdığı sermaye yerine konmuş ise (bu, şemadaki “I” durumudur) o zaman ortaya artı-değer çıkmamış, yalnızca basit yeniden üretim gerçekleştirilebilmiş, yeni sermaye üretilememiş ve dolayısıyla biriktirilememiştir. Ancak eğer başlangıçta yatırılan sermaye yerine konduktan sonra bir fazla söz konusuysa, o zaman işçiden satın alınan emek gücü kendi emek gücünü ve sermayenin değişmeyen kısmını yeniden üretmekten fazlasını yapmış, işverene karşılığını ücret olarak vermediği bir artı-değer (a) sunmuştur (bu, şemadaki “II” durumudur). Sömürü, bu artı-değere karşılıksız olarak el koyuluyor olmasıdır ve sermaye bu sayede birikmektedir.

Kapitalist anlamda üretken emek, yalnızca bu artı-değeri üreten emektir. Artı-değer üretimiyle sonuçlanmayan, yani yeni sermaye üretmeyen tüm emek üretken olmayan emektir.

Marx, Adam Smith’e referansla, üretken emeğin bir başka doğru tanımının “sermayeyle doğrudan değişilen emek” olduğunu ifade eder.3 Bu bağlamda üretken emeğin ücreti (d) sermaye kullanılarak ödenir, üretken olmayan emek ise kendisi değer üretmiyor olduğu için olsa olsa artı değerden yani sermayedarın gelirinden finanse ediliyor olmalıdır. Adam Smith kendi dönemindeki sermayedarların toprak sahibi soylulara özenerek, işçilerin emek gücünü sömürerek elde ettikleri kârı yeniden yatırıp sermayelerini büyütmek yerine uşaklar ve metresler gibi emeği üretken olmayan hizmetçilerin ücretlerine harcamalarından rahatsızlık duymaktadır.4 Ne var ki burada iki hata vardır. Birincisi, üretken olmayan emek yalnızca sermayedarların şirket bağlamı dışında, hayatlarındaki kişisel konforları için satın aldıkları hizmetçi emeği değildir. Birazdan inceleneceği üzere, modern kapitalist düzende şirketlerin işlemeye devam edebilmesi için yerine getirilmesi gereken kimi işlevler üretken değildir ve bunlar için de emek gücü satın alınması zorunludur. İkincisi, ücret karşılığı satın alınan emek gücü hizmet üretiminde çalıştırıldığında sermaye birikimi ile sonuçlanıyorsa üretkendir. Smith şunu fark edememektedir: Bir sermayedar işletmesinde üretilen artı-değerin bir kısmını ödenmiş kâr payı olarak kişisel gelirine dönüştürüp, şirketten çıkartıp hizmet satın almak için harcadığında; bu hizmet doğrudan doğruya bir emekçi olan hizmetçiden değil de o emekçiyi istihdam eden başka bir sermayedardan, örneğin bir temizlik şirketinden satın alınıyorsa; bunun sonucunda bir meta (temizlik hizmeti) üretilmekte ve bu üretimde de bir artı-değer sömürüsü gerçekleşmektedir. Bu şekilde, üretken emek somut, elle tutulabilir, tezgâha konulabilir, depolanabilir bir metada kristalize olmak zorunda değildir; en uçuşkan görünen hizmetlerin ortaya çıkış süreci dahi üretken olabilir:

Örneğin bir aktör, hatta bir palyaço, ücret olarak aldığından daha fazla emeği geri döndürdüğü bir kapitalistin (girişimcinin) hizmetinde çalışıyorsa, bu tanıma göre, üretken bir emekçidir; ama buna karşılık kapitalistin evine giden ve pantolonunu onaran gündelikçi bir terzi, kapitalist için yalnızca basit bir kullanım-değeri ürettiği için üretken-olmayan bir emektir. Birincinin emeği sermayeyle değişilmiştir, ikincininki gelirle. Birincinin emeği bir artı-değer üretir; ikincisinde gelir harcanır.5

Şimdi, bu çerçeveden yola çıkarak, günümüz toplumsal işleyişinde üretken emek ve üretken olmayan emek biçimlerine bakabiliriz.

2. Kapitalist üretim biçimi altında üretken emeğin ve üretken olmayan emeğin biçimleri

2.1. Sermaye tarafından satın alınan emek gücü

En genel anlamda, emeğin üretken olabilmesi için, sermayenin yeniden üretim döngüsünün üretim aşamasında işlev üstleniyor olması gerekir. Dolayısıyla, piyasaya sürülen metaların üretiminde rol üstlenen ve artı değer sömürüsüne tabi olan tüm emek üretkendir. Bu, üretim sürecine giren vasıflı ve vasıfsız tüm emeği içerir; yani üretilecek malı fiilen ortaya çıkartan ya da hizmeti fiilen icra eden işçilerin yanı sıra, bu işçileri sevk ve idare eden şef ve formenlerin ve ürünün ortaya çıkış sürecinde kafa emeğini bu sürece katan, ürünleri ya da üretim süreçlerini tasarlayan mühendis, mimar, tasarımcı vb. uzmanların tamamının emeği üretkendir.6 Ürün ancak pazarda dolaşıma çıktığı andan itibaren meta olarak tanımlanabileceği için, ürünün pazara ulaştırılma işi, yani nakliye de üretim aşamasının bir parçası sayılır, dolayısıyla nakliye/lojistik süreçlerinde işlev üstlenen emek de üretkendir.7

Bunun dışında, sermayenin dolaşım faaliyetinde istihdam edilen emek, üretken değildir. En genel anlamda ticaret ve pazarlama faaliyetlerini kapsayan bu aşamada istihdam edilen insan sayısının giderek genişliyor olması, kapitalist üretim biçimi geliştikçe zorunlu biçimde ortaya çıkan aşırı üretim çelişkisinin yarattığı rekabet basıncının bir yansımasıdır. Sermayedarlar açısından iş tanımı kabaca “müşterileri satın almaya ikna etmek” olan işçilerin istihdam edilmesi, birbirlerine karşı fiyat kırmaya benzeyen bir rekabet faaliyetidir ve fiyat kırma durumunda sermayedar nasıl artı değerin bir kısmından fiyatı düşürmek suretiyle vaz geçiyorsa, pazarlama faaliyetlerinde istihdam edilen işçilerin ücretleri de üretim sürecinde yaratılan artı değerin bir kısmından vaz geçilerek ödenir.8    

Bunun istisnası gibi görünecek bir durum, metanın fiyatının yükselmesiyle sonuçlanan faaliyetlerdir. Bilhassa lüks tüketim pazarlarında sıkça görülen bu durumda kimi ürünler, yalnızca taşıdıkları marka etiketinden dolayı markasız ürünlerin mislince yüksek fiyatlara satılır. Ama önemli olan, yaşananın bir “sıfır toplamlı” süreç olmamasıdır. Yani yüksek fiyata satılan markalı ürünler, bu yüksek fiyatı rekabet sonucunda markasız ürünlere üstün gelerek ve onları daha düşük fiyat düzeylerine zorlayarak elde etmemektedir. Aksine bu ürünlerin taşıdığı markalar, ayrı bir tasarım sürecinin sonucu olarak oluşmakta ve ürünün fiyatını yükselten bir “marka rantı” yaratmaktadır. Büyük ölçekli sermayenin, kâr oranlarının düşme eğilimiyle mücadele etmek için yürüttüğü bu “markalaşma” faaliyetinde istihdam edilen emek, artı değeri büyüttüğü ölçüde, üretken emektir.9

Bunların dışında, şirketlerde, özellikler de ölçek büyüdükçe, kayıt tutma, hukuki temsiliyet, diğer şirketlerle ilişkilerin yürütülmesi, iç iletişimin sağlanması, temizlik, güvenlik gibi pek çok iş profesyonelleşir. Bu işler (bir kısmı yapılmadığı durumda üretim sürecini ya da şirketin işleyişini imkânsız hale getirecek nitelikte olsa da) üretim sürecinin parçası değildir; aksine sermayenin bir kısmı bu işler yapılabilsin diye üretimden çekilmekte ve emek gücünün yanı sıra kırtasiye malzemesi, temizlik ve güvenlik ekipmanları gibi nesnelere harcanmaktadır.10Dolayısıyla, bu işlerde istihdam edilen emek de üretken değildir.

Üretken sermayenin doğal bir eğilimi, üretken olmayan bu tip faaliyetler için satın alınan emek gücünün olabildiğince azaltılması, azaltılamadığı durumda da olabildiğince şirkete dışsallaştırılması, yani bu işlerin dışarıdan “hizmet” olarak alınmasıdır. Şirket lügatında bunun adı “dış kaynak kullanımı” ya da “outsourcing”dir. Örneğin pek çok şirketin güvenlik elemanları kendi işçisi değil profesyonel güvenlik şirketlerinin işçileridir. Ancak böyle olduğu durumda dahi, söz konusu faaliyet ek bir değer yaratımı anlamına gelmemekte, aksine asal üretken faaliyette ortaya çıkan artı değerin bir kısmı harcanarak karşılanmaktadır. Marx bu durumu, “yeniden-üretimin gerekli bir öğesi olmakla birlikte kendisi üretken olmayan bir işlev, birçok kimsenin arızi bir işi iken, işbölümü ile, birkaç kişinin özel işi, bir tek uğraşı haline gelirse, bu işlevin niteliği değişmiş olmaz” şeklinde ifade etmektedir.11

Şu ana dek somut ya da soyut, mal ya da hizmet olarak meta üreten sermayenin satın aldığı emek gücü ele alındı, zira sermayenin yalnızca bu faaliyeti üretkendir. Meta üretimi ile ilgilenmeyen ve yalnızca dolaşım alanında faaliyet gösteren ticari sermaye ve faaliyeti sermaye dolaşımıyla sınırlı olan finansal sermayenin faaliyetleri, bir bütün olarak üretken değildir. Marx, ticari ve finansal sermayenin üretken sermayenin türevi olduklarını ve artı değerin dolaşım alanında yaratılamayacağını ifade eder.12 Öte yandan, bu kategorilerden birincisi için Amazon, Walmart ve Ali Baba, ikincisi için tüm çok uluslu yatırım bankaları gibi dev şirketlerin örnek olarak sayılabilmesi, kapitalist üretim biçiminin son aşaması olan emperyalizmin insanlığa dayattığı tekelci çürümenin boyutlarını göstermektedir.

Sermaye tarafından satın alınan emek gücünün üretken ve üretken olmayan biçimlerine dair incelemeyi bitirirken not etmemiz gereken bir nokta, bu kategorizasyonun gerçek hayatta somut olarak yapılmasının kolay olmadığıdır. En temek zorluk ise, pek çok durumda istihdam edilen işçinin çalışma pratiğinin her iki kategorideki emeği içeriyor olmasıdır.13 Örneğin bir işçi günün bir kısmında üretim bandında çalışabilir ve sarf ettiği emek üretken olacaktır, günün geri kalanında ise depodaki malın sayımını yapabilir ve bu kez sarf ettiği emek üretken olmayacaktır. Bu nedenle, üretken emek ve üretken olmayan emek ayrımında esas önemli olan, tek tek işçilerin ya da tek tek şirketlerin bu ayrıma göre kategorize edilmesinden çok; sermaye düzeninin her iki kategorideki işlere ihtiyaç duyuyor ve bu işbölümünü insanlığa dayatıyor olmasıdır.

2.2. Diğer emek gücü

Sermaye tarafından ücret karşılığı satın alınan emek dışında, üretkenlik tartışması açısından ele alınması gereken iki büyük emek öbeği vardır.

Bunlardan ilki, kamudaki istihdamdır. Burada kabaca üç gruptan söz etmek mümkündür.

Birincisi, düzenin bekası için çalışan ve/ya devletin kendi kendisini sürdürmesi için faaliyette bulunan kamu personelidir: Silahlı kuvvetler, polis teşkilatı, yargı, diyanet, maliye, nüfus vb. Bu istihdamın tamamı üretken olmayan emektir zira üstlendikleri işlev kısırdır.14

İkincisi, ortaya bir meta çıkmasıyla sonuçlanmayan eğitim, sağlık, bilimsel araştırmalar, çevre düzenlemeleri, hıfzıssıhha vb. toplumsal hizmetlerdir. Bu ikinci gruptaki faaliyetler birincisinden farklıdır zira bu hizmetler bir özel girişim tarafından meta olarak üretilmiş ve satılmış olsaydı, üretimlerinde istihdam edilen emek üretken olurdu. Nitekim bir öğretmen kamuda çalışırken ve halka ücretsiz olarak sunulan kamusal eğitim hizmetini icra ederken emeği üretken değildir ama aynı öğretmen kamudan ayrılıp bir özel okulda çalışmaya başladığında, artı değer üreteceği ve hesabına çalıştığı özel okul patronunun sermayesinin birikmesine katkıda bulanacağı için emeği üretken hale gelecektir.15 Bu ikinci kategori metalaşma tartışmaları açısından özel bir öneme sahiptir.

Kamudaki istihdamın üçüncü kategorisi ise, meta üretip satan devlet işletmelerinde istihdam edilen emektir. Burada tek fark patronun devlet olmasıdır ve istihdam edilen emek gücü eğer üretken bir işlev üstleniyorsa üretken emek, üretken olmayan bir işlev üstleniyorsa üretken olmayan emek olacaktır.

İkinci önemli öbek ise ev içi emektir. Burada da, eğer söz konusu olan bir şirket tarafından eve parça başı iş verilmesiyse, durum herhangi bir işçininkinden yalnızca mekânsal olarak farklıdır: Ortada bir meta üretimi ve emek sömürüsü vardır, dolayısıyla sarf edilen emek üretkendir. Ancak ev içi emek ailenin yeniden üretimi için harcanıyor; temizlik, yemek pişirme, çocuk ve yaşlı bakımı gibi faaliyetler için sarf ediliyorsa, ortaya kimi faydalar çıkıyor olmasına kendi başına bu emeği üretken kılmaz. Ortaya satılacak bir meta çıkmıyor, dolayısıyla artı değer oluşmuyor ve emek, sermaye birikimi yaratmıyordur, dolayısıyla üretken değildir.

Üretim biçiminin tarihselliği göz ardı edilirse, bu bakışın üretken emeği fazlasıyla daralttığı savlanabilir; ne var ki herhangi bir üretim biçiminin hâkimiyeti altında tüm toplumsal yeniden üretim o üretim biçiminin dolayımında gerçekleşir. Kapitalist üretim biçimi söz konusu olduğunda, sermaye birikiminin sürdürülemediği bir durum ekonomik krizdir ve krizin şiddetine göre bu, meta üretiminde ve istihdamda yaratacağı daralma ile geri kalan tüm yeniden üretimin de sekteye uğraması anlamına gelir. Böyle bir sistemik sıkışma olmadığı durumda dahi, kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerinin hâkim olduğu bir toplumda üretken olmayan emeğin yaygın biçimde ve üretken emeğe eklemlenmeden kendi kendisini yeniden üretebilmesi mümkün değildir.16 Dolayısıyla ev içi emek, ancak haneden bir miktar emek gücü ücret karşılığı satılır ve bu ücretle geçim araçları satın alınırsa, bu araçları kullanarak yeni kullanım değerleri üretebilir; kendisi, kendi koşullarında geçim araçlarına erişme becerisine sahip değildir. Bunun en açık delili, normal koşullarda yalnızca erkeğin çalıştığı işçi hanelerinde erkeğin işini kaybetmesi ya da tek gelirin yetersiz hale gelmesi durumunda kadının da iş aramaya başlamasıdır; bu yüzden kriz dönemlerinde işsizlik oranları yalnızca işten çıkartılan erkekler nedeniyle değil, iş aramaya başlayan ev kadınları yüzünden hızla artmakta, böylelikle yedek işgücünün eve ve aileye hapsedilip saklanan kısmı “görünür hale gelmektedir.”

3. Marx’ın üretken emek ve üretken olmayan emek ayrımına soldan itirazlar

Marx’ın üretken emek ve üretken olmayan emek ayrımına soldan birbiriyle yakın akraba niteliğinde iki itiraz getirilmektedir:

Birinci itiraza göre bu ayrım işçi sınıfını üretken olanlar ve üretken olmayanlar diye böldüğü için politik olarak zararlıdır, dolayısıyla teoriden dışlanmalıdır. Sonuçta üretken olmayan işlerde istihdam edilen işçiler de hemen her zaman kapitalizm açısından zaruri işlevler üstlenmekte ve sermaye birikiminin sürmesine katkıda bulunmaktadır.

İkinci itiraza göre ise bu ayrım işçi sınıfını tek üretken sınıf ilan ederek bir ortak mücadele cephesi kurulmasını engellemektedir. Sonuçta sermaye tarafından tüm emek “sömürülüyor veya üzerinde egemenlik kuruluyor”17olduğuna göre bu ayrım ekonomi-politik açıdan işlevsiz, hatta zararlıdır.

İkincisini ele alarak başlayalım.

3.1. Ayrım, mücadele cephesini daraltıyor mu?

Bu itirazı en sert biçimde ifade eden Antonio Negri, Marx’ı “işçicilikle” suçlamakta ve teorinin bu kısmında ısrarın teori fetişizmi olacağını18söylemektedir. Bu, kuşkusuz, dikkate alınması gereken bir itirazdır; zira teori ile siyaset arasındaki ilişkide teorinin siyaseti mutlak düzeyde belirlemesi gerektiğini savunmak gerçekten de teori fetişizmidir. O halde, Marx’ın teorisinin sonuçları ile Marksizmin siyasi hedefleri arasında bir çelişki mi vardır? Negri, az önce alıntılanan itirazı getirdikten sonra emek ve sermaye çelişkisini hayli karmaşık bir soyutlama düzeyine taşıyarak (ve bunu Marx’ın ötesindeki Marx olarak niteleyerek19) emeği sermaye olmayan her şey olarak tanımlamakta ve sömürüyü de üretim alanıyla sınırlamayıp sermaye döngüsünün tamamına, dolayısıyla dolaşım alanına da yaymaktadır.

Bu, “iki sınıf var, burjuvazi ve proletarya” soyutlamasının baş aşağı çevirilmiş biçimidir. Zira kapitalist üretim biçiminde toplum, tek tek insanlar olarak kesinkes iki sınıfa ayrılmış değildir ve kapitalist üretim biçiminin gelişimi asla “tam” olamayacağı (bunun olabileceğini iddia etmek tarihin bir sonu olabileceğini iddia etmek kadar idealist olurdu), sermaye asla tüm emeği ücretli emek olarak boyunduruğuna alacak yaygınlığa varamayacağı için toplum da asla iki sınıftan ibaret olamayacaktır. Ama Marksist çerçeveye göre proletarya (ve sadece proletarya) devrimci sınıftır ve diyalektik gereği burjuvazi de karşı-devrimci sınıftır. Devrim, bu iki sınıfın mücadelesinde gerçekleşecek, diğer sınıflar devrimci durumun şiddetinde bu mücadelede taraf olmaya zorlanacaklardır.

Devrimci işçi sınıfı yerine “çoğunluk” kavramını geçirmeye çalışan Negri’nin itirazı bunadır. İtiraz, artı değer sömürüsü olmadan sermayenin birikemeyeceği ve dolayısıyla yalnızca artı değer üreten sınıfın sermaye birikimini durdurabileceği gerçeğinedir. Görülmek istenmeyen şudur: Artı değer sömürüsü dışında, el koyma yoluyla sermaye artışı, sermaye birikiminin asal unsuru olamaz. Bu, ya burjuvaların burjuvalardan çalması (finansal ve ticari sermayenin üretken sermayeye asalakça yapışması) ya da burjuvazinin ilkel birikim yöntemleriyle toplumsal zenginlikleri yağmalamasıdır (doğa talanı, kent talanı vb.). Oysa kâr oranlarının alabildiğine düştüğü bir ortamda, neredeyse sürekli bir hal almış kriz karşısında burjuvazi sermayesine iki kuruş daha ekleyebilmek için her türlü alçaklığı göze alsa da, artı değerin çok büyük bir bölümü her gün işçiler tarafından sanayide üretilmektedir.

Bu yüzden Türkiye’de medya ve inşaat gibi alanlardaki nevzuhur patronlar istedikleri kadar medyatik ve istedikleri kadar yandaş olsunlar, günün sonunda Türkiye kapitalizminin gidişatını TÜSİAD’da kümelenen (ve gerekmedikçe konuşmayan) sanayi sermayesi belirlemektedir.

Dolayısıyla, üretken emek ve üretken olmayan emek ayrımına itirazın bu kısmı Marksizmin özüne itirazdır; zaten yapanlar da Marksist değil, Marx’ın teorik analizinden işlerine gelen kısımları kullanıp, bunların üzerine sosyalist devrimci olmayan bir politik hareket kurmaya çalışanlardır. Söz konusu itiraz, esasen, sınıfların maddi varlığının öznel hareketi koşulladığı yönündeki temel Marksist argümanı yadsıyan postmodern direniş anlatısının; Marx’tan dilediğini alıp dilediğini reddederek kendi anlatısına uygun bir Marx referansı oluşturma çabası olarak okunmalıdır. Nitekim Negri’nin de, Harvie’nin de sermayenin iki edimi olan “sömürme” ve “egemenlik altına alma” fiillerini (exploit ve dominate) artı değer sömürüsünün tarihsel açıdan spesifik karakterini önemsizleştirecek biçimde eşanlamlı gibi kullanması, bu yaklaşımın alametifarikasıdır. Bu bir “sınıftan kaçış” çabasıdır ve doğal olarak teoriden kaçış ile sonuçlanmaktadır.

İşçi sınıfı sosyalist devrimi yaparken kuşkusuz bunu kendi yanına çektiği orta sınıflarla kurduğu bir ittifak politikası çerçevesinde yapacaktır; ama bu ittifak politikası, farklı sınıfların çıkarlarının az ya da çok çelişkili olmasının bir tarihsel zorunluluk olduğunu asla göz ardı edemez. Ettiği anda devrimin proleter, dolayısıyla sosyalist karakteri silikleşmeye başlar. “Çoğunluk”çuların istediği de, zaten, budur.

3.2. Ayrım, sınıfı bölüyor mu?

Daha önemli olan diğer itiraz ise tüm ücretli emeğin şu ya da bu biçimde sermaye birikimi açısından işlevli olduğu, dolayısıyla üretken kabul edilmesi gerektiğine dayanır.20Bu itiraza göre üretken emek ve üretken olmayan emek ayrımı işçi sınıfını gereksiz biçimde bölmekte ve sınıf hareketini zayıflatmaktadır.

Sermaye açısından işlevli olan emeğin salt bu sayede üretken olacağı savını Marx Artı-Değer Teorileri’nde çeşitli pasajlarda yanıtlamaktadır:

Yalnızca, kapitalist üretim biçimini kesin biçim olarak -ve dolayısıyla, sonsuza dek doğal üretim biçimi olarak- gören burjuva darkafalılığı, sermaye açısından üretken emek nedir sorusunu, genelde hangi emeğin üretken olduğu ya da üretken emeğin genel olarak ne olduğu sorusuyla karıştırır; ve sonuçta, herhangi bir şey üreten, herhangi bir sonuç yaratan emeğin bu gerçek çerçevesinde üretken olduğu yanıtını vererek ne kadar akıllı olduğunu düşünür.21

Kendi maddi üretiminin temeli, giriştiği tüm öteki üretimlerin olduğu gibi, insanın kendisidir. Bu nedenle, insanı, üretimin öznesini etkileyen bütün koşullar onun işlevlerini ve edimlerini ve dolayısıyla da maddi zenginliğin, metaların yaratıcısı kimliğiyle işlevlerini ve edimlerini az ya da çok değiştirir. Bu açıdan, tüm insan ilişkilerinin ve işlevlerinin, her nasıl ve her ne tür biçimde ortaya çıkarlarsa çıksınlar, maddi üretimi etkiledikleri ve şöyle ya da böyle bu üretim üzerinde belirleyici oldukları gösterilebilir.22

Bunun ötesinde, bu itiraz bir başka önemli noktayı gözden kaçırmaktadır: İşçi sınıfının bir kısmını üretken olmayan işlevlerin yerine getirilmesi, yani sermaye birikiminin toplumsal fayda sağlamayan ihtiyaçları için istihdam eden, kapitalist üretim biçiminin ta kendisidir. Üretken ve üretken olmayan emek arasındaki, son tahlilde toplumsallaşmış emeğin bir kısmının toplumsal fayda açısından israf edilmesiyle sonuçlanan işbölümü, sermaye tarafından işçi sınıfına dayatılır ve tam da bu yüzden “sermayenin tüm üretimi ele geçirişi ölçüsünde (…) üretken emekle üretken-olmayan emek arasında, giderek daha fazla maddi farklılık ortaya çıkacaktır.”23Üretken emek ve üretken olmayan emek ayrımına itiraz eden ve bunu tüm ücretli emeğin sonuçta sermayenin çıkarına çalışıyor olmasıyla gerekçelendiren politik pozisyon; bu ayrımın tam da sermayenin toplumsallaşmış emek gücü üzerindeki egemenliğini giderek genişletmesinin bir sonucu olduğunu görememektedir.

Oysa yapılması gereken, işçi sınıfının içinde, onun burjuvaziyle olan diyalektik ilişkisi ve parçası olduğu kapitalist üretim biçiminin tarihsel gelişimi (ve aynı manaya gelmek üzere çürümesinden) sonucunda ortaya çıkan bu ayrımın bilgisinin yokmuş gibi yapılması değil, devrimci siyasette kullanılmasıdır.

Şimdi, bunun nasıl yapılabileceğini ele alacağız.

4. Sonuç

Bu makalenin yazılma sürecinde yürütülen tartışmalarda defalarca yöneltilen soru şuydu: İşçi sınıfının içerisinde üretken emek ve üretken olmayan emek sarf eden iki bölmenin varlığının teorik bilgisinin politik faydası nedir? Bu soruya, sıklıkla “bir faydası var mı ki?” kuşkusu eşlik ediyordu. Bu bölümde, hayli eksik kalacağını bilerek ve konunun üzerinde daha fazla çalışılması gerektiğini belirterek, bu soruyu yanıtlamaya çalışacağım.

Kapitalist üretim biçimi geliştikçe, egemen sınıf olan burjuvazinin, toplumun üretken gücü olan emek üzerindeki tahakkümü bir dizi çelişkiyi keskinleştirecek biçimde artar. Bir yanda, toplumun giderek daha büyük bir kesimi üretim araçlarına olan erişimini kaybederek işçileşir; böylelikle ücretli emek istihdam edilerek yapılan, artı değer sömürüsüne dayalı meta üretimi genişlerken, bunun dışındaki üretken faaliyetin (geçimlik üretim, kendi hesabına üretim vb.) alanı giderek daralır. Böylelikle toplumun giderek daha büyük bir bölümü emek gücünü burjuvaziye satmadan yaşayamaz hale gelir.

Ancak, buna paralel olarak burjuvazi, rekabet basıncı içerisinde hep emek gücünü daha yüksek oranda sömürmek (yani yukarıdaki şemaya göre [a/d] oranını yükseltmek), işçiye emek gücü karşılığında verdiği ücretten daha fazla bir artı değeri üretim sürecinden çıkartmak zorundadır. Bu, başlangıçta esasen çalışma saatlerinin uzatılması ve karşılığı ödenen çalışma için daha fazla karşılıksız çalışma ile yapılsa da, insan bedeninin bir iş günü içerisinde çalıştırılmasının maddi sınırı olduğu için, zaman içerisinde emek verimliliğini artırabilen (yani işçiye aynı sürelik emek gücü zarfında daha fazla nesne ürettirebilen) sermaye rekabette kazançlı çıkar. Ne var ki, bu yolla sömürü oranını [a/d] yükselten sermayedarlar, hem bunu yapabilmek için daha gelişkin üretim aletleri kullanmak zorunda oldukları, hem de bunu yaptıklarında her bir adet ürünün içine giren emek zamanını kısalttıkları için sermayenin organik bileşimini yani her sermaye çevriminde ölü emek ile canlı emeğin birleşme oranını da [s/d] yükseltirler.

Dolayısıyla kapitalist üretim biçimi geliştikçe bir eğilim olarak işçileşme oranı artmakta ancak birim sermayenin ilişkilendiği emek gücü miktarı azalmaktadır. Bu, kapitalist üretim biçiminin başat çelişkisi olan emek sermaye çelişkisinin en temel tezahürlerinden biri ve kapitalizmin krizlerinin temel sebebidir. Dahası, krizler rekabetin şiddetlenmesi ve tekelleşmenin hızlanmasıyla sonuçlanırlar; sermaye ise tekelleştikçe yine bir eğilim olarak, üretimi daha fazla modernize eder ve sermayenin organik bileşimini daha da artırır.

Meta üreten şirketlerde istihdam edilen üretken olmayan emek, büyük ölçüde, sermayenin yeniden üretim döngüsünde dolaşım alanında istihdam edilen emektir. Buranın şişmesi, sistemik sıkışmanın üretimden ziyade dolaşım alanında yaşanıyor olmasının göstergesidir: Metalar üretiliyordur, ancak satılamıyordur. Yalnızca dolaşım işinde uzmanlaşan dev ticaret şirketlerinin ortaya çıkması, bu şirketlerin milyonlarca insan istihdam eder hale gelmesi aynı sıkışmanın göstergesidir. Aşırı üretimin kaçınılmaz bir diğer sonucu, aşırı sermaye birikimidir ve bu da esasen burjuvaların burjuvalara sermaye kiralamasına dayanan finans sektöründeki sermaye yığılmasının açıklayıcısıdır. Bu yığılma, doğal olarak bir istihdam yığılması da yaratmakta, yalnızca sermayenin dolaşımını için yüz binlerce emekçi istihdam edilmektedir.

Kapitalist üretim biçiminde zenginliğin temel biçimi metalardır.24Kapitalist toplum, meta üretimini artırarak zenginleşir. İnsanlığın tek gerçek üretken gücü olan canlı emeğin giderek yeni zenginlik üreten işlevlerden ziyade rakiplerle cebelleşmek, müşterileri ikna etmek, düşük riskli ticari ve finansal yatırımlarla üretken sermayenin kârından kupon kırpmak gibi işlevler için israf edilmesi, Lenin’in kapitalizmin emperyalist aşamasındaki asalaklaşması ve çürümesi25olarak tanımladığı sürecin en açık göstergelerinden biridir.

Bu, gerek kapitalist sistemin bütününün, gerekse Türkiye kapitalizminin güncel gelişkinlik düzeyi ve kırılganlığı konusunda görüş oluşturmak için başvurulması gereken, önemli bir bilgidir.

Yazıyı, tekrara düşme riskini göze alarak, konuya dair özet niteliğinde kimi tezleri not ederek bitirmek istiyorum:

(1) Üretken emek ve üretken olmayan emek ayrımı, kapitalizmin gelişim süreci içerisinde burjuvazi tarafından işçi sınıfına dayatılan bir işbölümüdür. Aynı vasıflı emek – vasıfsız emek ya da faal işgücü – yedek işgücü gibi.

(2) Bu durum, üretken emekçiler ve üretken olmayan emekçiler arasında gündelik çıkarlar açısından kimi farklılaşmalar yaratabilir ancak tarihsel çıkarların farklı olması mümkün değildir. Zaten emekçilerin önemli bölümü hayatlarının tamamını üretken ya da tamamını üretken olmayan işlerde geçirmemektedir.

(3) Yine de; üretken işlerde çalışan emekçiler ile üretken olmayan işlerde çalışan emekçiler arasında, sınıf bilincinin gelişimi, kendi emeğiyle kurdukları ilişki, patronlarıyla kurdukları ilişki vb. konularda nasıl farklılıklar olduğu, incelenmesi gereken bir konudur.

(4) Bu bağlamda üretken emek – üretken olmayan emek ayrımı, ideolojik açıdan beyaz yaka-mavi yaka ayrımından çok daha işlevseldir. Kendi adıma, el çabukluğuyla “beyaz yakalılığa” atfedilen kariyerizm, gösterişçi tüketim vb. lümpenleşme hallerinin kökeninde aslında üretken olmayan işlerde çalışma ve bu pratiğin benimsenip içselleştirilmesinin yatıyor olduğunu düşünüyorum.

(5) Bir diğer önemli konu da üretken olmayan işlerde çalışan emekçilerin, üretken işlerde çalışan emekçilere göre patronu sermaye birikim döngüsündeki pozisyonlarını kullanarak tehdit etmelerinin daha zor olmasıdır. Bu, kuşkusuz üretken olmayan emekçilerin sermayenin genişletilmiş yeniden üretim döngüsünde kritik pozisyonlarda bulunamayacağı ve kolektif eylemle sermaye birikim sürecini sekteye uğratamayacağı anlamına gelmez. Aksine, yalnızca tek bir bankanın dahi faaliyetlerinin durması sistemde büyük bir sarsıntıya yol açabilir. Yine de, üretken olmayan işçilerin elinde klasik anlamda “üretimden gelen güç” olmadığının, işçi sınıfının bu kesimine yönelik politika geliştirirken akılda tutulması önemlidir.

Dipnotlar

  1. Örneğin fabrika kapısında iş bekleyen işsiz bir emekçinin gündelik ekonomik çıkarı, o fabrikada çalışmakta olan bir işçinin işten çıkartılması yönündedir.
  2. Marx, Karl, Artı Değer Teorileri – Birinci Kitap, (Çev. Y. Fincancı), Ankara: Sol, 1998, s. 142-143.
  3. Marx, age, s.147.
  4. Smith tam olarak şunları söylemektedir: “Bir çeşit emek vardır ki, harcandığı nesnenin değerine değer katar. Bir başkası vardır, öyle bir etkisi olmaz. Birinciye, bir değer hasıl ettiği için, üretken emek; ötekine, üretken-olmayan emek denilebilir. Nitekim genel olarak, bir sanayi işçisinin emeği, üstünde çalıştığı gerecin değerine, kendi geçiminin ve ustasının kârının değerince değer katar. Tersine; sıradan bir hizmetçinin emeği, hiçbir şeyin değerine değer eklemez. Sanayi işçisinin ücretini, ustası peşin olarak vermekle birlikte, gerçekte, o, ustasına hiçbir şeye mal olmaz. Çünkü genel olarak, bu ücretlerin değeri, bu emeğin harcandığı nesnenin artan değeri içinde, bir kârla birlikte yeniden döner, geri gelir. Ama sıradan bir hizmetçinin bakım masrafı, bir daha geri gelmez. Yine de, bu berikilerin emeğinin değeri vardır; işçi emeği kadar ödüle lâyıktır. Yalnız; sanayi işçisinin emeği, o emek harcandıktan sonra, hiç değilse bir zaman sürüp giden belirli bir nesne ya da satılabilir bir mal üzerinde kökleşip maddeleşir. O sanki, depolanıp ambara konulmuş, gerekirse bir başka zamanda kullanılabilecek, şu kadar bir emektir. O nesne veya –hepsi bir kapıya çıkar– o nesnenin bedeli, gerekirse, onu ilkin üretmiş olan emek kadar bir emeği ileride harekete geçirebilir. Tersine; sıradan hizmetçinin emeği, herhangi bir nesne ya da satılır bir mal üzerinden kökleşip maddeleşmez. Onun hizmetleri, genel olarak, yapılır yapılmaz kaybolur gider; geride, sonradan karşılığına o miktar hizmet elde edilebilecek bir iz veya değer bıraktıkları olmaz.” Smith, Adam, Milletlerin Zenginliği, (Çev. H. Derin), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür, 2006, s. 357-358.
  5. Marx, agy.
  6. Marx, Karl, Kapital – Birinci Cilt, (Çev. A. Bilgi), Yedinci Baskı, Ankara: Sol, 2004, s.484.
  7. Marx, Karl, Kapital – İkinci Cilt, (Çev. A. Bilgi), Beşinci Baskı, Ankara: Sol, 2003, s.138.
  8. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Bir pazar yerindeki limon tezgâhları limonlarının tamamını gün içinde satamıyor ve satılamayan limonlar akşam pazarında maliyetine satılmak zorunda kalınıyor olsun. Limonculardan biri kendisine bir çığırtkan tutsun ve bu sayede önce kendi tezgâhındaki limonları bitirmeyi başarsın. Eğer bu limoncu çığırtkana, limonların tamamının gün içerisinde satılması sayesinde elde ettiği ekstra gelirden daha düşük bir gündelik veriyorsa, bu işten kârlı çıkacaktır. Hatta kârlı çıkmakla kalmayacak, toplam limon talebinde bir değişiklik olmayacağı için rakiplerinin daha fazla limonunun akşama kalmasına sebep olacaktır. Bu durumda rakip limoncular da çığırtkan tutmak zorunda kalacak, birkaç hafta içerisinde her tezgâhın bir çığırtkanı olacak, ancak toplam limon talebi değişmediği için günün sonunda, hiç çığırtkan çalıştırılmadığı zaman kalan kadar limon yine akşam pazarına kalacaktır. Zaten dikkat edilirse, tüm bu süre boyunca akşam pazarına kalan limon miktarı değişmemiş, yalnızca bu limonların çığırtkan çalıştıran ve çalıştırmayan tezgâhlar arasındaki dağılımı değişmiştir. Ne var ki, artık her tezgâhın bir çığırtkanı vardır ve hiçbir limoncu çığırtkan çalıştırmayan tek tezgâh olup akşam pazarına öncelikle kendi limonlarının kalmasını göze alamayacaktır. Tüm bu sürecin sonunda daha fazla limon satılmamış, limon fiyatında bir değişiklik olmamış, yalnızca artı değerin bir kısmından pazarlama faaliyeti için vaz geçilmiştir. Sermaye daha fazla değil, aksine daha az birikmektedir ve dolayısıyla çığırtkanların emeği de üretken olmayan emektir.
  9. Bir örnek için bkz. Önal, Nevzat Evrim, Bilmiyorlar, Ama Yapıyorlar: Beyaz Yakalı Varoluşa Dair Denemeler, İstanbul: Yazılama, 2017, s.35.
  10. Marx, Kapital – İkinci Cilt, s.124.
  11. Marx, Artı Değer Teorileri, s.122.
  12. Marx, Kapital – Birinci Cilt, s.167-168.
  13. Duménil, Gérard ve Dominique Lévy, “Unproductive Labor as Profit-Rate-Maximizing Labor”, Rethinking Marxism: A Journal of Economics, Culture & Society, 23(2), 2011, s.222.
  14. Marksizm öncesi klasik politik iktisattaki üretken ve üretken olmayan emek tartışmasının en önemli başlığı burası olmuştur: Toplumun çok saygın, önde gelen bireyleri olan rahipler, yargıçlar ve diğer üst düzey memurların emeği nasıl olur da üretken olmaz? Marx, bu dalkavukluğa benzerine az rastlanır bir tiksintiyle yaklaşır. Detaylar için bkz. Marx, Artı Değer Teorileri, s.266-276.
  15. Marx, age., s.384.
  16. Marx, age., s.155.
  17. Harvie, David, “All Labour Produces Value for Capital and We All Struggle Against Value“, https://shorturl.at/ekAQU (Erişim Tarihi: 18 Ağustos 2019), 2005.
  18. Negri, Antonio, Marx Beyond Marx, Lessons on the Grundrisse, (Çev. H. Cleaver, M. Ryan ve M. Viano), New York: Autonomedia, 1991, s.64-65.
  19. Negri, age, s.73.
  20. Harrison, John, “Productive and Unproductive Labour in Marx’s Political Economy”, Bulletin of the Conference of Socialist Economists, II(6), https://shorturl.at/AEOQ0 (Erişim Tarihi: 18 Ağustos 2019), 1973; Gough, Ian ve John Harrison, “Unproductive Labour and Housework Again”, Bulletin of the Conference of Socialist Economists, IV(10), https://shorturl.at/cmnH6 (Erişim Tarihi: 18 Ağustos 2019), 1975.
  21. Marx, age., s.368.
  22. Marx, age., s.273.
  23. Marx, age., s.150.
  24. Marx, Kapital – Birinci Cilt, s.47.
  25. Lenin, Vladimir İlyiç, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, (Çev. C. Süreya), 10.Baskı, Ankara: Sol, 1998, s.119.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×