ABD Emperyalizmi Kendi Adına Sorun mu Çözüyor, Sorun mu Yaratıyor? Yemen: Bir Savaşın Arka Planı

ABD’nin yeni Afganistan’ı olarak Yemen’in anılmaya başlanması, özellikle Noel gecesi bir ABD uçağına dönük başarısız bombalama girişiminin ardından saldırganın Yemen bağlantıları üzerinden bu ülkeye yapılan doğrudan ABD askeri müdahaleleriyle birlikte gündeme oturdu. Bu yazıda bugünlerde Yemen’de yaşananlara dair tam bir anlatım yapmaktan ziyade, ülkenin geçmişiyle bağlantısı içinde olayın belli yönlerine ışık tutarak üç temel noktayı göstermeye çalışacağım. Birincisi, 11 Eylül, olayın arkasından tüm dünyayı “teröre karşı küresel savaş” bağlamında emperyalist merkezle, yani ABD’yle ilişkisini yeniden tarif etmeye zorlayacak bir politik müdahaleydi. İkincisi, emperyalizm bölgesel müdahalelerini belirli bölgelerdeki sorunları çözmeye, dolayısıyla bir çeşit istikrar sağlamaya dönük olarak değil, bölgesel hegemonyasını artırmasını sağlayacak yerel sorunlar yaratmaya dönük olarak tasarlıyor. Üçüncüsü, Yemen örneğinde bu müdahale tek bir nedenle -Afrika’nın silahlandırılması, Hint Okyanusu’nda askeri egemenlik, uluslararası deniz yollarını denetim altına alma, Çin’in alanını kapatma ya da petrol- değil, bir bütün olarak ABD emperyalizminin küresel hegemonyasını sağlamaya dönük, çok sayıda siyasi hedefi gözeten bir müdahale olarak gerçekleştiriliyor.

Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ve Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından kapitalist ideologlar “tarihin sonunu” ilan ederek düşünsel tahakkümlerini bir zafer tacıyla tahkim etmeye çabaladıkları sırada, emperyalist stratejistler, baş düşmanın ortadan kalktığı bir ortamda istikrar aramak bir yana, derhal dünyanın birçok yerinde yeni müdahalelerin düğmesine basmışlardı. Aslında bunun basit bir nedeni vardı: Sosyalizmin varlığında oluşan uluslararası durum, emperyalizm açısından her bakımdan sona erdirilmeliydi. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan 1990’a kadar dünyada sosyalizmin açtığı alanda elde edilenlerden kurtulmak gerekiyordu. En tipik örneği olarak Yugoslavya’da gördüğümüz planlar, hemen uygulamaya konulmuştu. Emperyalizm, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün ardından dünyaya baktığında, kimi ufak yerel sıkıntıları gidererek artık rahat edeceği bir tablo değil, bir an önce bütünlüklü olarak değiştirmesi gereken bir tablo görüyordu. Bu köklü dönüşüm süreci bitmiş değil.

Başarısızlığa uğramış bir ilerici kalkışma deneyimi

Türkiyeli okur için, Yemen’de bugün olup bitenler üzerine konuşmadan önce, ülkenin tarihine değinmek zorunlu. Aslında Yemen, kuzeyi ve güneyi oldukça farklı tarihlere sahip iki ülkenin birleşmesinden oluşuyor. Yaklaşık bin yıl önce Zeydilerin gelmesiyle kurulan devlet, uzun süre Osmanlı İmparatorluğu’nun denetiminde olsa da, bu denetim sadece ülkenin kıyı kesimlerinde hüküm sürüyor, iç bölgeleri Zeydi liderler kontrol ediyordu. Ancak İngilizler, 1832’de Hindistan’a giden deniz yolunun denetimini sağlamak için Aden’i işgal ettiler ve ülkenin güneyini sömürgeleştirdiler. Kuzey Yemen, 1918’de savaşın ardından bağımsız oldu. 1962’de Kuzey Yemen’de krala karşı bir halk ayaklanması gerçekleşti ve kral Suudi Arabistan’a kaçtı. Cumhuriyet ilan eden bu unsurlar, Nasır etkisi altındaydı. ABD, İngiltere, Suudi Arabistan ve İran, ülke içinde Mısır çizgisindeki ilericilere karşı savaşı körükledi. Yıllarca süren ve on binlerce insanın ölümüne neden olan savaş sonunda Kral iktidarı geri alamasa da, ilerici güçler ülkeyi dönüştürecek adımları atamadıkları için cumhuriyet gücünden çok şey yitirdi.

Güney’de ise sömürge karşıtı direniş, 1967’de İngilizler’i kovmayı başardı ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni kurdu. İktidardaki Yemen Sosyalist Partisi, komünistlerden milliyetçilere, liberallerden Baasçılar’a geniş bir yelpazedeki siyasi eğilimlerin bir koalisyonuydu. Ülkede kısa sürede kamulaştırma, toprak reformu, kadın-erkek eşitliği gibi önemli adımlar atıldı. Ancak partideki temel güç komünistler olsa da, diğer unsurların birçok başlıkta yan çizmeleri, parti içinde ayrılıkları gündeme getiriyordu. Zamanla bu ayrılıklar açık çelişkilere, hatta silahlı çatışmalara dönüştü ve Arap coğrafyasının en ilerici ülkesinde işler hızla kötüye gitmeye başladı. Silahlı çatışmaların ardından parti içinde liberal kanat güç kazandı.

Sovyetler Birliği’nin çözülüş sürecinin partideki devrimci unsurların tasfiyesiyle çakışması, 1990’da ülkenin Kuzey’le birleşmesine yol açtı. 1978’den beri Kuzey’de iktidarda olan Ali Abdullah Salih, birleşme sonrasında da iktidarını korudu. 1993’teki seçimlerde Salih’in partisi birinci olurken, ikinci sırada İslamcı Yemen Reform Grubu, üçüncü sırada ise Yemen Sosyalist Partisi geldi.

Kuzey Yemen’in aşiret yapısının yanı sıra ABD ve Suudi Arabistan’ın etkisi, özellikle de Afganistan işgali sonrası ABD’nin Yemen’den çok sayıda mücahit devşirmesi ve ülkede dinci ideolojiyi pompalaması, kuzeyin toplumsal dokusundaki gericiliğin temelleri arasında sayılabilir.

Yemen Soğuk Savaş sonrası dünyada yerini arıyor

Birleşmenin hemen ertesinde Yemen, yeni devletin ilk ciddi uluslararası ilişkiler sınavıyla karşı karşıya kaldı. O sırada -bugün Türkiye’nin olduğu gibi- BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi olan Yemen, Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında bir tercih yapmak zorundaydı. Yemen Sosyalist Partisi’nden gelen kadroların devlet yönetiminde tuttukları yerin etkisiyle Yemen, Küba dışında Irak’ın işgaline karşı çıkan tek ülke oldu. Güvenlik Konseyi toplantısı sırasında ABD temsilcisi, Yemen temsilcisine herkesin duyacağı şekilde “Bu kullandığınız, size en pahalıya mal olacak olan hayır oyudur” dediğinde, olacakları tahmin etmek kolaydı. ABD ve destekçileri, ülkeye yaptıkları her türlü yardımı büyük oranda kestiler. Suudi Arabistan’ın, bu ülkede özel bir izinle çalışan bir milyon Yemenlinin çalışma iznini iptal etmesi, Yemen ekonomisine çok büyük bir darbe vurdu. Ülke hızla ekonomik bir batağa sürüklendi.

Bu olay Salih’e on yıl sonrası için ders olur.

11 Eylül’de yaşanan saldırı, ABD’nin dünya politikasını yeniden şekillendirmeye dönük kapsamlı müdahalesinin en önemli ayağını oluşturdu. Oğul Bush’un “teröre karşı küresel savaşı”, gerçekten dünya düzenini tehdit eden bir düşmana karşı mücadelenin başlangıç anı değil, ABD emperyalizminin dünyanın geri kalanına “safını seçme” çağrısıydı aslında. İş, ABD’nin yarattığı terörist unsurlara karşı Afganistan ve Irak’taki mücadeleye destek vermekle kalmadı; bazı ülkeler, fırsatın kokusunu derhal alarak, emperyalizmin desteğini sağlamak adına kendi terörist tehditlerini yarattılar. 1 

1978’den bugüne dek Yemen’de iktidarı kimseye kaptırmamış olan Ali Abdullah Salih, Birinci Körfez Savaşı’ndan on yıl sonra aynı “hataya” düşmez. Salih, ABD’nin 11 Eylül jestine hemen uyum gösterirken, ABD de Yemen’e yardımlarını yavaş yavaş artırmaya başlar. 2002 Mart ayında Bush, Yemen’e “ülkenin askerlerini teröristlere karşı savaş konusunda eğitmek üzere” 100 ABD askeri gönderilmesine karar verir. 2 

11 Eylül sonrasında yaşanan süreç, emperyalizmin mutlak egemen olduğu bir dünyada, birtakım yerel sorunlara yapılan müdahaleler olarak okunmamalı. Emperyalizmin egemenliğinin mutlak olmaması bir yana, söz konusu edilen ve “teröristler veya teröre destek veren ülkeler” olarak kodlanan yerel sorunların bazıları çok abartılıyordu, bazıları ise düpedüz yoktan var ediliyordu. 11 Eylül saldırısı, tek kutuplu dünyada yeni ortaya çıkan bir düşmanın istikrarı bozmasını temsil etmiyordu; emperyalizmin istikrar bir yana, verili dengeleri kendi lehine daha da fazla değiştirmek için yaptığı bir müdahalenin, “artık her şey farklı olacak” duygusu verecek görsel etkiye sahip bir işaret fişeğiydi. Bu anlamda, 11 Eylül saldırısını ABD’nin kendi elleriyle mi gerçekleştirdiği sorusunun yanıtı, bir yerden sonra önemini yitirmektedir. Sürecin bütünlüğü içerisinde 11 Eylül’ün tuttuğu yer ortadadır.

Yemen’de bugün var olan tehdit nedir?

11 Eylül sonrası “teröre karşı savaş”ta Bush’tan yana saf tutan, içeride ise baskıcı, yozlaşmış bir yönetim sergileyen Ali Abdullah Salih hükümetine karşı Yemen’in içinde önemli bir mücadele veriliyor. Aslında iki farklı direniş var: Güneyde, ülkenin ilerici geçmişinden unsurları da miras alan, bugünkü ekonomik ve toplumsal eşitsizlikten öfke duyan, ayrılıkçı bir silahlı hareket var. Ülkenin durumuna kuzeyde oluşan tepki ise, dini referansları kuvvetli, Sünniler’e tepki duyan, Zeydi kimlikli, adını 4 sene önce ölen liderleri Hüseyin Bedreddin El Huthi’den alan Huthiler tarafından temsil ediliyor. Huthi gerillaları, dağlık bir bölge olan bu kuzey kesiminde, Suudi Arabistan sınırında Salih hükümetine karşı silahlı mücadele veriyorlar.

Ülkede eskiden beri bir El Kaide varlığı da var. Usame Bin Ladin’in babasının Yemenli bir aşirete mensup olması nedeniyle El Kaide’nin burada bağları ve etkisi var. Ayrıca Suudi Arabistan’ın ülke içinde tasfiye etme operasyonu yürüttüğü El Kaide unsurlarının bazıları Yemen’in kuzeyine geçtiler. Suudi Arabistan’daki El Kaide teşkilatlanmasıyla Yemen’deki ağ 2009 Ocak ayında birleşerek Arap Yarımadası El Kaidesi’ni ilan ettiler. Örgütün adı, 5 Kasım 2009’da ABD’nin Teksas’taki Fort Hood askeri üssünde Nidal Malik Hasan adlı askerin, diğer askerlere ateş açarak 13 kişiyi öldürmesi ve 30 kişiyi yaralaması olayında geçmişti. Ancak asıl bomba, bu sene Noel günü Amsterdam’dan Detroit’e gitmekte olan uçakta, pantolonunun altına gizlediği bombayı patlatmaya çalışan ancak başarısız olarak yakalanan Nijeryalı Omar Faruk Abdülmuttalib’in, Yemen’de eğitim aldığının açığa çıkarılmasıyla patladı. 3 Olayın ardından medya, ABD ve dünya kamuoyunu Yemen’de ABD’nin inisiyatif alması fikrine hazırladı. ABD insansız casus uçakları ve Cruise füzeleriyle Yemen’de “terörist hedeflere karşı” saldırılar düzenledi. Yemen, birden dünyaya “teröre karşı savaş verilen yeni Afganistan” olarak sunuldu. Obama, teröre karşı savaşın bu yeni cephesini açarken ne ABD halkından, ne de Kongre’den onay aldı.

Üzerinden bir buçuk ay geçtikten sonra, 25 Aralık’ta yaşanan başarısız uçak bombalama girişiminin, önceden planlanmış bir ABD provokasyonu olduğuna dair çok ciddi işaretlerin olduğunu söylemek mümkün. Bunları sıralamayı yazımızın hacmi gereği bir kenara bırakıyoruz, ancak artık ABD’nin, Nijeryalı saldırganın niyetlerine dair, saldırganın babasının bizzat ihbarı da dahil çok sayıda istihbaratı olduğu, buna rağmen ülkeye gelmeye çalışan her Müslüman, doğulu, Afrikalı, Latin Amerikalı kişiyi hayattan bezdirircesine arayan ABD güvenlik görevlilerinin, nasıl olduysa, haberdar oldukları bu saldırıyı önceden önleyemedikleri biliniyor. 4 Ama bu başarısız terörist saldırı, her şeyi başlatan bir adım değildi zaten. ABD Kasım’daki Fort Hood olayından beridir Yemen topraklarına birkaç defa füze saldırısı düzenlemiş, Yemen ordusunun kuzeydeki Huthiler’e karşı savaş başlattığı 17 Aralık günü iki ayrı kampı bombalayarak 49 sivilin ölümüne sebep olmuştu. Bir süredir Yemen’e yapılacak müdahaleyi meşrulaştırmak için El Kaide’nin etkisini abartmaya dönük yoğun bir çaba var. Uçak bombalama girişimini de bu çerçevede okumalı.

ABD’nin ve işbirlikçi Salih hükümetinin çıkarlarını asıl tehdit eden ise El Kaide değil, güneydeki ayrılıkçı hareket ve kuzeydeki Huthiler. ABD, Yemen’deki El Kaide militanı sayısının 200’den az olduğunu düşünüyor. 5 Ancak Etiyopyalı Kuzey Afrika ve Ortadoğu uzmanı Muhammed Hassan’ın da belirttiği gibi, “ne zaman Vaşington’un desteklediği bir rejim tehdit altına girse, hemen teröristler sahneye çıkıyor”. 6 Yemen Merkezi Güvenlik Güçleri şefi Tuğgeneral Yehia Muhammed Abdullah Salih de El Kaide varlığının sınırlarının farkında olarak, “Yemen’in yüz yüze olduğu sorun El Kaide’nin kendisinden ziyade, El Kaide sempatizanları” diyerek, aslında gerçek hedef olan Huthiler’e işaret ediyor. 7

Yemen hükümeti, kendini güney ve kuzeydeki direniş hareketlerinin tehdidi altında hissediyor. El Kaide varlığı, bir bahane olarak öne sürülüyor. Sadece bu yetmeyeceği için önce Suudi medyası, ardından Batı medyası, Şiiliğin bir kolu olan (ancak aslında Şiilikten çok Sünniliğe yakın olduğu bilinen) Zeydilerin İran tarafından desteklendiği propagandası yapıyor. ABD’den mali ve askeri destek sağlanıyor. Kendi Yemen sınırında yaşayan Zeydilerin de Huthilerden etkilenerek krallığa karşı mücadeleye başlamasından ölesiye korkan Suudi Arabistan da Huthilere saldırıyor; ABD’nin taşeronu olarak Yemen’e 2 milyar dolar yardımda bulunuyor.

28 Ocak’ta Londra’da toplanan Yemen konulu bir uluslararası konferansta ülkeye Batı desteği yineleniyor. 8 28 Şubat’ta Suudi Arabistan’da bu defa Yemen’e ekonomik yardım konulu bir başka konferans daha düzenlenecek. Böylece Salih hükümeti, emperyalizmin desteğiyle direniş hareketleriyle savaşırken, iktidarını pekiştiriyor.

ABD’nin Yemen’den beklentisi ne?

Emperyalizmin Yemen ve benzeri müdahalelere, istikrarı bozan yerel sorunlara müdahale etmek için değil, aksine verili durumu kendi açısından iyileştirmek için başvurduğunu söylemiştim. Elbette ABD’nin, diğer örneklerde olduğu gibi Yemen’de de çeşitli beklenti ve çıkarları var. “Bu beklenti nedir?” sorusuna tek yönlü bir cevap vermek ise her halükârda eksikli olacaktır. Irak ve Afganistan savaşının sebebi de yalnızca petrol, başka doğal kaynaklar ya da çeşitli ekonomik çıkarlara indirgenerek açıklanamaz. Emperyalist hiyerarşi içinde egemenliği elinde tutan ABD, tüm dünyada tam bir hegemonya arayışında ve bu hegemonyaya direnç gösteren, tehdit oluşturan tüm unsurlara bir biçimde müdahale etmeye çalışıyor. Bush’tan Obama’ya değişen, bu müdahalede kullanılacak stratejilerin farklılaşması ve kullanılacak araçlara dair bir ağırlık kaymasıdır.

ABD’nin Yemen’den ne beklediği sorusuna verilen yanıtlardan biri, petrol. Uluslararası petrol şirketlerinin Yemen’deki Masila ve Şabva havzalarında büyük miktarda ve yüksek kalitede petrol bulunduğuna dair raporları var. 9 Ancak Yemen’in halihazırdaki petrol kaynakları büyük oranda tükenmiş olduğu için, petrolün tek başına emperyalistler açısından büyük bir çekiciliği olduğunu söylemek zor.

Fakat Yemen’in petrolle başka türlü bir ilişkisi var. Haritaya ilk bakışta fark edileceği üzere Yemen, Akdeniz’i Kızıldeniz üzerinden Hint Okyanusu’na bağlayan Babü’l Mendep Boğazı’nın bir ayağında oturuyor. Yemen, Cibuti ve Eritre arasındaki bu boğaz, dünya deniz trafiğinin en kilit noktalarından birisi. Boğaz, Hint Okyanusu’na Aden Körfezi üzerinden açılıyor. Bu boğazdan günde 3,5 milyon varil petrol geçiyor. Aden Körfezi, körfeze kıyısı olan Somalili korsanların faaliyetleri nedeniyle önce ABD ve NATO, ardından Rusya, Çin, Hindistan ve İran gibi birçok başka güç tarafından savaş gemileriyle doldurulduğunda birçok kişi bunun, bu kilit önemdeki deniz yolunu denetim altına alma mücadelesi olduğunu söylemişti.

ABD, bu bölgeyi kontrol etmek istiyor. Halihazırda ABD’nin Cibuti’de 2000 asker barındıran bir üssü bulunuyor. Korsanlara müdahale adına Somali’ye kara operasyonu düzenleme seçeneğini de sürekli gündemde tutan ABD’nin asıl büyük hedefi ise Sukutra Adaları. Aden Körfezi’nin çıkışındaki takımadalar Yemen’e ait. Eskiden Güney Yemen’e ait olan bu adalarda Sovyetler Birliği’nin askeri bulunuyordu.

2 Ocak’ta ABD Merkez Ordusu (CENTCOM) Komutanı General David Petraeus, Yemen’de Ali Abdullah Salih’le görüştü. Görüşmenin ardından birçok haber kaynağı, iki tarafın Sukutra Adası’na ABD askeri yerleştirilmesi konusunda anlaşmaya vardıklarını iddia etti. 10 İddialar, 18 Ocak’ta Newsweek’te de yer aldı: “ABD yetkilileri, Yemen kıyısının 321 km açığındaki Sukutra Adası’nda şu an var olan uçak iniş pistinin, ABD’nin yardım planı doğrultusunda ve Somalili korsanlara karşı mücadele için [Yemen ordusu denetimi altında] tam bir hava üssüne dönüştürüleceğini söyledi.” 11 Hava üssünün dışında, adada bir ABD deniz üssünün kurulacağı da konuşuluyor. Yemen hükümeti, Kuveyt Arap İktisadi Gelişme Fonu’ndan adada bir deniz üssü kurulması için 14 milyon dolarlık bir finansman sağlamasını onayladı. 12

ABD’nin bu stratejik deniz yollarının denetimini elinde tutması, elbette diğer önemli oyunculara karşı da birer adım. Geçtiğimiz sene Somali korsanları haberlerinin gündeme oturduğu sıralarda Yemen ve Somali Rusya’dan yardım istemiş, Rusya Federasyonu Konseyi Sözcüsü Sergey Mitronov, Yemen’de deniz üssü kurma niyetlerini açıklamıştı. 13 Yeni gelişmeler, Yemen’de ABD’nin avantajlı pozisyona geçtiğini gösteriyor. Enerji ihtiyacının büyük bölümünü kömürle karşılamasına rağmen, muazzam şekilde artan miktarlarda petrole gereksinim duyan Çin devinin petrol ithalatının yüzde 6’sı da bu boğazdan geçiyor. Çin, Afrika’da, özellikle Angola ve Sudan’da yeni petrol ithalat olanaklarını da zorluyor. Ve Avrupa ülkeleri, Basra, İran ve Suudi petrolünü bu yoldan, Babü’l Mendep’ten taşıyor.

 

Yemen Aden Körfezi’nin silahlandırılmasının bir başka yönü ise, bu sürecin Afrika kıtasının silahlandırılmasıyla kol kola gitmesi… 2002 yılında Cezayir’in kendi istihbaratı eliyle kurduğu ve bir takım terörist eylemler yaptırdığı sözde Arap Mağribi El Kaidesi, ABD’nin teröre karşı savaş bahanesiyle Afrika’yı silahlandırma çabalarının temel dayanağı oldu. 14 O dönem ABD’nin Avrupa ordusunun (EUCOM) komutanı, bugün Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Jim Jones’un başlattığı süreç sonunda ABD, AFRICOM’u, yani Afrika ordusu karargâhını kurdu. ABD, şimdilik Stuttgart’tan yönetilen AFRICOM için Afrika’da yer arıyor, ancak özellikle kıtanın güneyindeki, Güney Afrika Gelişme Topluluğu üyesi 15 ülkenin direnciyle karşı karşıya.15 Yemen ve Aden Körfezi’nin silahlandırılması, kıtaya dönük bu müdahalenin de bir parçası.

Emperyalizm, küresel hegemonyasını kurmaya çalışıyor. Başka sebepler bir yana, engel çıkaran, direniş sergilenen her coğrafya, emperyalizmin hedefinde. Yemen bunun son örneği.

 

 

 

Dipnotlar

  1.  Bu konuda en önemli kaynak, İngiliz antropolog Jeremy Keenan’ın, Cezayir’in 2002’de ABD’den mali ve askeri yardım koparabilmek için kendi istihbarat örgütü eliyle kurdurduğu “İslam Mağribi El Kaidesi” adlı örgütün hikâyesini anlattığı “The Dark Sahara: America’s War on Terror in Africa” adlı kitabıdır. Cezayir örneği de dahil, “El Kaide terörü tehdidi”nin birçok ülke için emperyalizmin desteğini sağlamak yolunda nasıl kullanıldığını anlatan bir haber için şu kaynağa bakılabilir: “Son zamanların en kârlı işi: El Kaide”, 11 Ocak 2010, www.haber.sol.org.tr. Aynı süreçte Türkiye’deki bazı kesimler, ABD’nin yeni söyleminin PKK’ye karşı mücadelede Türkiye’ye desteğe dönüştürülebileceğini düşündüklerinde ise yanılıyorlardı, çünkü ABD, terör bahanesini sadece kendi çıkarları adına yapacağı müdahaleler için kullanıyordu. AKP hükümeti, bu anlamda süreci daha doğru okudu ve ABD stratejisinde kendisine çok daha uygun bir rol buldu.
  2.  “A Nation Challenged: The Military; U.S. Boardens Terror Fight, Readying Troops for Yemen”, 2 Mart 2002, www.nytimes. com. Aynı haberde Gürcistan’a da Çeçenistan yakınlarındaki Pankisi Gorge’deki teröristlere karşı mücadelesinde 200 asker ve 50 milyon dolarlık askeri teçhizat gönderileceğinin duyurulması çok manidar. Artık biliyoruz ki 11 Eylül’ün arkasından gelen bu yardım, Kafkasya’ya emperyalist müdahalenin dönüm noktalarındandı. Gürcistan’ı teröristlere karşı değil, Rusya’ya karşı savaşa hazırlıyorlardı. Bu örnek, 11 Eylül sonrası “teröre karşı savaş” sürecini pek iyi yansıtıyor. Yine haberde Yemen’in ABD Büyükelçisi Abdülvahap El Haciri’nin “ABD’den ne bekliyorsunuz?” sorusuna verdiği yanıt da anlamlı: “ABD’den bize her türlü yardımı yapmasını bekliyoruz. Her şeye ihtiyacımız var, ne olursa. Aklınıza gelecek her şeyi istiyoruz.”
  3.  Saldırgan’ın pantolonunun altında bacağına bantladığı bombayı patlatmaya çalışırken kendini yaktığı ve yolcular tarafından etkisiz hale getirildiği aktarıldı. İlginç bir ayrıntı, Nijeryalı’nın hakkında iddianameyi hazırlayan savcının, genci “kitle imha silahı kullanmaya teşebbüs”le suçlaması oldu.
  4.  Ayrıca olayla ilgili olarak, olayın ardından artırılan güvenlik önlemleri ve vücudu çıplak gösteren arama cihazları kullanımıyla beraber önlerinde muazzam bir pazar açılan güvenlik şirketlerinden birine ortak olan, ABD’nin eski Ulusal Güvenlik şefi Michael Chertoff ve İsrailli şirketlerin dikkat çekici bağlarına dair bkz.: O Cathail, Maidhc, “The Merchants of Fear: Israel’s Profiting from Homeland Insecurity”, 21 Ocak 2010, www.foreignpolicy.com.
  5. Tabii ABD Savunma Bakanlığı’nın 100’den az El Kaide militanının kaldığını hesapladığı Afganistan’da Obama’nın 30 milyar dolar ek kaynak ayırdığı düşünülürse, ABD açısından 200 El Kaide militanının her türlü müdahaleye bahane olarak kullanılabileceği de söylenebilir. İlgili bir haber için bkz.: “Ya müsrif, ya sağlamcı, ya da…”, 4 Aralık 2009, www.haber.sol.org.tr.
  6. Lalieu, Gregoire ve Collon, Michel, Muhammed Hassan’la röportaj, “Yemen: USA are fighting against democracy, not against al-Qaeda”, 2 Şubat 2010, www.michelcollon.info.
  7.  BBC Arapça’nın Tuğgeneral’le röportajından aktaran Jawad, Ali, “Yemen and the Al-Qaeda Pretext: A Closer Look at the War on Terrorism’s ‘New Frontier’”, 9 Ocak 2010, www.globalresearch.ca. Yine yazarın aktarımına göre, Tuğgeneral’in bu yöndeki sözlerinin BBC’nin İngilizce haberinde “yok edilmesi” ve haberde Huthilerle El Kaide bağlantılarına dair analizlerin öne çıkarılması, yürürlükte olan medya kampanyasının bir örneğini sergiliyor.
  8. 21 ülke ve 5 uluslararası kurumun katıldığı konferansın yalnızca 2 saat (!) sürmüş olması, zaten belli olan Yemen’e Batı desteğinin dile getirilmesinden başka pek bir somut başlığın burada konuşulmadığı izlenimi doğuruyor. Bu ülkelerin kurduğu grubun adı ise “Yemen’in Dostları”! Bkz: Hafez, Mohamed, “First guns, then butter”, sayı 984, 4-10 Şubat 2010, www.weekly.ahram.org.rg.
  9. Adelphi Energy’nin raporunu aktaran Engdahl, F. William, “The Hidden Yemen Agenda: Behind the Al-Qaeda Scenarios, A Strategic Oil Transit Chokepoint”, 5 Ocak 2010, www.globalresearch.ca.
  10. Örneğin “Iran Slams Yemeni President”, 19 Ocak 2010, www.alsahwa-yemen.net.
  11. Aktaran Chossudovsky, Michel, “Yemen and the Militarization of Strategic Waterways”, 7 Şubat 2010, www.globalresearch.ca. Konuyla ilgili ayrıntılı anlatım için Chossudovsky’nin yazısının yanı sıra bkz. Engdahl, F. William, agy ve Escobar, Pepe, “Empire Reloaded”, 13 Ocak 2010, www.atimes.com.
  12.  Aktaran Michel Chossudovsky, agy.
  13. “Rusya ve NATO Yemen kıyılarında”, 18 Ekim 2008, www.haber.sol.org.tr.
  14.    Hem Cezayir’deki olay, hem de Afrika’da teröre karşı savaşın ABD tarafından kıtada hegemonya mücadelesinde nasıl kullanıldığı, Jeremy Keenan’ın andığımız kitabında anlatılıyor. Amy Goodman’ın Keenan’la yaptığı ve kitaptaki konuların kısaca özetlendiği bir röportaj için bkz: “British Anthropologist Jeremy Keenan on ‘The Dark Sahara: America’s War on Terror in Africa’”, 6 Ağustos 2009, www.democracynow.org.

  15. Nhamoyebonde, Tichaona, “Africom: Latest U.S. Bid to Recolonise Continent”, The Herald (Zimbabwe), 7 Ocak 2010. Makaleye http://allafrica.com/stories/201001070715.html adresinden ulaşmak mümkün.