Adanalı İşçi Önderi Rasih Nuri İleri “1946 Sendikacılığı” Makalesine Sunuş

Gelenek Rasih Nuri İleri’yi ölümünün birinci yılında 1946 sendikacılığı üstüne bir yazısıyla anıyor. İleri’nin bu makalesi 1946 komünist işçi hareketi çıkışı üstüne erken değerlendirmelerden biridir ve Türkiye emek tarihi çalışmalarının vazgeçilmez kaynaklarından biri olduğu gibi işçi sınıfı mücadelemizin de temel belgelerinden biri sayılmalıdır.

Emek tarihinin kaynak ve belge sorunları dramatiktir Türkiye’de. Kuşkusuz tarihçiliğin ve özel olarak emek tarihçiliğinin zaafları, kurumsallaşmamışlığı, aşılmaz erişim sorunları gibi akademik engellerden söz etmek yersiz olmaz. Ancak bunları da kuşatan asıl sorun politiktir ve Türkiye’de sol ve komünist hareketin politik süreksizliğiyle doğrudan ilintilidir. Sol tarihimizin bir dizi dilimi veya momenti üstüne elde yeterince güvenilir belge bulunmaması, rivayetlerin baskınlığı politik bir sorundur. Söz konusu dilimi veya momenti, zamanında sınıflar mücadelesindeki önemiyle orantılı bir yere oturtmamış bir hareketin elindeki belgeler, veriler, bilgiler çöpe dönüşür.

Bugün hâlâ 1946 sendikalarının sayısı, örgütlenen işçilerin sayısı, öncü işçilerin politik kimlikleri, formasyonlarını nereden edindikleri, ilerleyen yıllarda sınıf mücadelesinde veya sendikal harekette nasıl konumlandıkları hakkında veriler pek sınırlıdır.

Rasih Nuri İleri’nin makalesi, “belgesiz konuşmam” titizliğinde bir tarihçinin kaleminden çıkmışlığı ve içeriden tanıklığıyla benzersiz bir emek tarihi belgesi. İleri, sayı ve isim vermektedir, verebildiği ölçüde. Bu sayılar ve isimler 1946 hakkında güvenilirlik derecesi en yüksek verilerdir. Sık sık referans gösterilmesine karşın ulaşılması güç olmaya devam etmiş bir makaledir bu aynı zamanda. Gelenek bu açıdan araştırmacılara anlamlı bir katkıda bulunmuş olmaktadır.

Ancak daha önemlisi İleri’nin bu çalışmasının 1946 hamlesini asıl hak ettiği yere taşımayı denemesidir. Yerden pıtrak gibi çıkan ve binlerce işçiyi örgütlü hale getiren altı aylık sendikal yükseliş, Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi arasındaki örgütsel çatışma merceğinden kırılarak yansıdı literatüre. Birçok yazı, tartışma ve yorumdan süzülüp gelen özet, TKP inisiyatifiyle kurulan ilk parti olarak TSP’nin, TKP ile örgütsel (ve Şefik Hüsnü ile kişisel) mesafeyi açma işaretleri göstermesi üzerine, Parti’nin bu kez doğrudan Şefik Hüsnü’nün başkanlığında bir ikinci legal parti kurmasıdır. Mesafe nedir, tartışma nedir? Bunlar gölgededir ve olayın bir liderlik çekişmesi olarak algılanması çok kolaylaşmıştır.

Oysa 1946 yılı Türkiye Komünist Partisi’nin Şefik Hüsnü liderliğinde gerçekleştirdiği son derece önemli bir çıkışa sahne olmuştur. Bu çıkışın iki temel ayağı vardı. Birinci ve belirleyici olan demokratik cephe taktiğidir. TKP liderliği İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda oluşan genel demokratikleşme ortamının süreklilik taşıyacağını ummuş ve daha önemlisi, uluslararası dengeler çerçevesinde kaçınılmaz olan bu demokratikleşmenin işçi sınıfını ve komünist hareketi de kapsayacağını beklemiştir. TKP’nin –Rasih Nuri İleri’nin de tabiriyle- “tarihsel önderi” Şefik Hüsnü’nün doğrudan genel başkanı olduğu bir legal parti kurulması, aslında bir bakıma TKP’nin legale çıkması olarak da okunabilir.

İleri’nin bu satırların yazarının kendisine sorduğu soruya cevaben anlattıkları da Parti’nin kardeş partiler, yani uluslararası komünist hareketle bağlarının dışında önemli bir illegal aparatının kalmadığı yönündeydi. Bu birinci ayağın somut karşılığı TKP ile DP hareketleri arasındaki dirsek teması olmuş, daha ziyade aydın hareketinde kimi göstergeler oluşmuştur.

Çıkışın ikinci ayağıysa “kızıl sendikalar” olarak lanse edilmemekle birlikte işçi sınıfının sendikalarda Parti eliyle örgütlenmesidir. Bu çalışma büyük ve yaygın bir kampanyadır. TKP’nin Kurtuluş Savaşı yıllarında, anti-emperyalist ve kurtuluşçu bir çekim merkezi karakteri kazanmasından sonraki en önemli toplumsal hamlesidir. İleri’nin aktardığı verilere hiç girmeksizin burada kimi yönlerine ilişkin saptamalar sıralayabilirim.

İlki, bu sendikalaşma Selanik sendikaları ve 1908 grevleriyle beraber Türkiye işçi sınıfı hareketinin en önemli köşe taşlarından birini oluşturur.

Bu hareket maddi, nesnel bir zemine oturur. TKP işçi sınıfı sendikalarını ve tabanda örgütlenme dalgasını yoktan var etmemiş, mutlak bir boşluğa ve olanağa yönelik cesur politika geliştirmiş, sınıfın partisi olduğunu bir kez daha kanıtlamış, görevini yapmıştır.

Uygun bir konjonktürün ortaya çıkmasıyla Parti’nin görevinin altına girmesi ve etkili bir çıkış örgütlemesi arasında özel bir hazırlık dönemi, buna elverecek bir süre bulunmamaktadır. Bu durum Parti’nin geçmişten bu yana, ne kadar kuşatılmış, zayıflatılmış ve izole edilmiş olursa olsun işçi sınıfı saflarında tutamak noktalarını elinde tutabildiğini, birikimini sürdürdüğünü, alanın asla acemisi olmadığını gösterir.

Ve işçi sınıfı hamlesi belki de demokratikleşme bahsinde düşülebilecek olası bir yanılgının emniyet supabıdır. Burjuva demokrasisinin solu bir kez daha dışlaması ve ezmesi halinde, selden sonra kalacak olan, kumdan çok daha fazlası, bir işçi hareketi olacaktır.

Aslında öyle de olmuştur. Türkiye egemen güçleri bir yıl içinde burjuva sendikacılığını örgütleme kararı almışlar, ama 1947 sendikacılığı diye adlandırdıkları –ve daha adıyla bile komünistler karşısındaki komplekslerini ele verdikleri- bu hareketi kontrol etmekte çok zorlanmışlardır. 1961 Türkiye İşçi Partisi kurucuları 1946’nın ateşlediği kızıl bir sendikalaşmanın kolay kolay sarartılamayacağının canlı kanıtlarıdır.

Düşünsenize, sola önlem diye icat edilen 1947 Sendikacılığı’nın İstanbul İşçi Sendikaları Birliği başkanlığına tırmanan Avni Erakalın ve arkadaşları 27 Mayıs’ı bir sınıf partisi kurma imkanı olarak görecek ve kuracaklardı. Ne 1961 TİP’i ne 1967 DİSK’iyle 1946 arasında somut ve doğrudan bağlar aramaya kalkışılmamalı ve ihtiyaç duymadığımız yeni efsaneler uydurulmamalıdır. Ancak toplumsal mirasın madde madde sıralanan ve noter huzurunda kayıt altına alınan bir mal mülk listesi olmadığı da bilinmelidir. Öte yandan 1946’da 20’li yaşlardaki işçiler 1961-62’de 40 bile değillerdir.

Bana sorarsanız, TKP’nin 1946 demokratikleşme tasarımının aydın ayağı yanlıştan da öte çok zararlı olmuş, komünist birikim demokratlaşmıştır. TKP çıkışının aydın ve işçi ayaklarını tek bir bütünün içinde buluşturan dönem analizi yanlış çıkmış ve Parti 1951 tevkifatı ve onu izleyen dağılmaya karşı dayanıksızlaşmıştır. Ancak, bu parçalar ve başkaları ister böyle tasarlanmış olsunlar ister başka türlü, Parti işçi sınıfı çalışmasında tam da gerekeni yapmıştır. 1946 sendikacılığı ele alınırken örgütsel ve kişisel çekişmelerden çok daha değerli olan, geçmişi anlamanın anahtarını barındıran ve geleceğe sözü olan budur.

Hakkında pek az şey bildiğimiz Ferit Kalmuk bu işçi örgütlenmesinin yöneticisi, merkezi sorumlusuydu. Rasih Nuri İleri, kendisini partileyen kişinin Ferit Kalmuk olmasıyla gurur duyardı.

İleri 1946’da Adana sendikalar örgütlenmesinden sorumlu kılınmıştır. Aristokrat bir ailenin çocuğunun “sınıfına ihaneti” Adana Sendikalar Birliği’nin oluşturulmasıyla sonuçlanır. Rasih Nuri İleri Adana’da önce TSP’ye bağlı olarak çalışmaya başlar, örgütsel düzlemde yaşanan sorundan haberdar olduktan sonra işçi örgütlenmesini TSEKP çatısı altına taşır. Yirmi altı yaşındadır henüz.

Aralık ayında burjuva demokrasisinin sınırları kendilerini şiddetle gösterir! Sendikalar kapatılır. Egemen güçler demokratik esnemeye son vermekte, demokratikleşme zapturapt altına alınmakta ve komünistlere yasak geleneği yeniden canlanmaktadır…

Rasih Nuri İleri’yi ölümünün birinci, 1946 işçi hareketinin baskılanmasının altmış dokuzuncu yıldönümünde saygıyla anıyoruz.

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×