Altı da bir üstü de birdir yerin, hatta denizlerin

“Vatan şairi” Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre adlı oyunu 1 Nisan 1873’de İstanbul’da ilk kez sahnelendiğinde, seyirciler coşmuş ve taşkın gösteriler yapmışlardı. Sonuç, 8 gün sonra vatan şairimizin taa Kıbrıs’a, Magosa’ya sürülerek orada 38 aylık bir mahpusluk hayatı yaşaması oldu. Şairimiz bu oyununda saldırıya uğramış vatanı savunmaya çağırdığı yiğitlere “altı da bir üstü de birdir yerin” diyerek onlardan ölümle yaşamı eşitleyebilme cesaretini göstermelerini istiyordu.

Ondan 60 yıl kadar sonra yerin altı ile üstünü farksızlaştıran bambaşka insanlar çıktılar çok da uzak olmayan bir coğrafyada. Ama onların farksızlaştırma çağrısı ile bu çağrıya uyan eylemi, ölüm ile yaşam arasında ilkinden yana bir seçme yapmak yerine, yaşamayı, üstelik yepyeni ve daha önce var edilememiş bir dünyada sürdürülecek olanını öneriyordu.

Yerin hem altında hem üstünde çalışıp üreten emekçi insanlardı onlar. Üretip yaşamakta oldukları toplumda suyun başına geçmeyi başarmışlar; her türlü gecikmeyi, eksikliği, yoksunluğu aşarak ileri atılıyorlardı.

Bu yazı, o insanların yerin altında ve üstünde çalışırken daha çok, daha hızlı, daha iyi üretmeye uğraşmalarından söz edecek önce; daha sonra da denizlerin üstünde aynı işi yapmalarına sıra gelecek.

Sosyalist kuruluş için yarışanlar

Çok da uzak olmayan bir coğrafya dediğimizin yeni adı, kısaca, Sovyetler Birliği idi. Ayrıca, bunun sosyalist cumhuriyetlerden oluşan bir birlik olduğu da, kısaltılmadan söylendiğinde, aynı adın içinde belirtiliyordu.

O cumhuriyetlerden biri olan Ukrayna’daki bir kömür madeninde yer altında çalışan bir işçi, bir gece, kesin olarak söylendiğinde 1935 yılının Ağustos ayının 30’unu 31’ine bağlayan gece vardiyasında, o sırada uygulanmakta olan İkinci Pyatletka (Beş Yıllık Plan) çerçevesinde belirlenmiş verimlilik standardının görülmemiş ölçüde üstüne çıktı. Sıradan bir iktisat tarihi kitabında bu konuya ayrılan iki sayfa içinde sonradan klasikleşecek şu bilgiler veriliyordu:

“30 Ağustos 1935’te, Donbass bölgesinin Tsentral’naya İrmino madeninde, Aleksey Stahanov adlı madenci bir vardiyada 102 ton kömür kırarak verim normunu 14 kez aştı. Bu, Stahanov takımı (brigada) üyelerinin akıllıca bir iş örgütü kurmalarının sonucu idi.” 1

Devam etmeden, bu tarihten üç ay kadar önceye gitmek gerekiyor. Aynı yılın Mayıs ayının dördüncü günüdür, Kremlin’de Kızıl Ordu Akademisi’nden mezun olanlar için düzenlenen törende konuşan Stalin şunları söyler:

“Eskiden ‘teknik her şeyi belirler’ diyorduk. Bu slogan şu anlamda bize yardımcı oldu: Teknik kıtlığa çare bulduk ve insanlarımızı birinci sınıf bir teknikle silahlandırmak için tüm çalışma dallarında çok geniş bir temel yarattık. Bu çok iyi bir şey. Ama yeterli olmaktan uzak, çok uzak. Tekniği işletmek ve ondan tamıtamına yararlanmak için tekniğin efendisi olan insanlar, bu tekniği özümleyebilecek, onu teknik sanatının bütün kurallarına göre kullanabilecek kadrolar gerekir. Onun ustası olma yeteneğini kazanmış insanlar olmadıkça, teknik ölü bir şeydir.  (…) İşte bu nedenle, en büyük çabamız, tekniğe hükmetmesini bilen insanlara, kadrolara, emekçilere yönelmelidir. İşte bu yüzden, ülkemizde teknik kıtlığın ortalığı kırıp geçirdiği artık günü geçmiş bir dönemi yansıtan, eski, ‘teknik her şeyi belirler’ sloganının yerini şimdi yeni bir sloganın, ‘kadrolar her şeyi belirler’ sloganının alması gerekir.” 2

Stahanovizm, hemen başlangıcında ve çok daha sonraları, emekçilerin çalışma hayatındaki bir akımın adı olarak biliniyor; tarihe geçişi de öyle oluyor. Buna “Stahanovculuk” diyebiliriz; bu akıma katılan emekçiler için de “Stahanovcu” adı uygun düşüyor. Batı dillerinde “Stakhanovist” deniliyor; Rusçada ise “Stahanovyets” olarak söyleniyor.

Stalin’in yukarıda alıntıladığım Kızıl Ordu Akademisi konuşmasından yaklaşık 6 ay sonra,  Moskova’da ilk kez toplanan SSCB Stahanovcuları Birinci Konferansı gerçekleştiriliyor. Bunu yaratılma aşamasındaki sosyalist topluma bugünden bakıldığında müthiş, muhteşem, görkemli türü sözcükler kullanmayı gerektirecek bir hayranlık ya da şaşkınlıkla anlatmak mümkün. Kendi halinde bir kömür madeni işçisinin öncülüğünde ve birdenbire denebilecek biçimde ortaya çıkan bir durum var. Gerçekten “durum” demek en doğrusu gibi görünüyor, o derece kendiliğinden. Ama kimsenin ummadığı bir hızla yayılıyor, “hareket” sözcüğünü kullanmayı gerektiren bir süreklilik kazanıyor ve sadece iki üç aylık bir süre sonunda, ülkenin başkentinde, o hareketin temsilcilerinin katılıp konuştuğu, tartıştığı, gözden geçirerek sürdürmeye karar verdiği ülke çapında bir konferans düzenleniyor. İnsanlık tarihindeki toplumsal hareketliliklerde buna benzer bir hızın, bilinçliliğin ve örgütlülüğün birlikte sergilendiği örnekler kuşkusuz pek azdır.

Sözünü ettiğimiz konferansta Stalin’in yaptığı ve birçok bakımdan önem taşıyan bir konuşma var. Orada, “Stahanovcu hareketin önemi nedir?” diye sorduktan sonra, bu önemin, “sosyalist yarışmanın yeni bir atılımını, bu yarışmanın yeni, üstün bir aşamasını” göstermesinden ileri geldiğini söylüyor. 3

O konuşmaya yeniden döneceğiz. Ama önce, bu yarışma ya da sosyalist yarışma konusunun daha eskiye dayanan kökleri üzerinde biraz durmakta yarar var.

Aslında, bu yarışma konusu, hem kuramsal açıdan hem de sosyalist kuruluş ve üretimin örgütlenme pratiğinde çokça tartışılmıştır; hâlâ da tartışılmaktadır. Benzer tartışmaların, önümüzdeki zamanların sosyalist toplumunun kuruluş çabaları sırasında da sürmesi ve  onların da yardımıyla ortaya çıkacak yaratıcı çözümlere ulaşması beklenmelidir.

Şu kadarını belirterek başlayabiliriz: Ekim Devrimi’nin hemen sonrasındaki günlerde, devrimin önderinin bu konu üzerinde kafa yormayı sürdürdüğünü, yazılar ve notlar yazdığını biliyoruz. Ancak, onların yayımlanması sıcağı sıcağına olmuyor. En azından, burada sözünü edeceğimiz hazırlık için böyle olduğunu söyleyebiliriz.

Lenin, kaynaklara göre, 1918 yılı Ocak ayının ilk günlerinde tamamlanan bir hazırlık yapıyor. Epey sonra yayımlandığında “Yarışma nasıl örgütlenmeli?” başlığını almış bu yazıdan/notlardan özet bir aktarma yapmakta yarar var.

Devrimci önder, iktidarı alışlarının üzerinden sadece iki ay geçmişken, sosyalizmin, yarışmayı bastırıp dışlamak bir yana, tam tersine, tarihte ilk kez olmak üzere, gerçekten yaygın ve gerçekten kitlesel ölçekte bir yarışmanın imkânlarını yarattığını ileri sürüyor. Bunu yaparken, kitleleri, kapitalizmin baskı altında tutup kırdığı çok çeşitli yeteneklerini özgürce harekete geçirip geliştirebilecekleri bir çalışma alanının içine çektiğini ekliyor. Eklediği bir başka nokta ise bu yarışmanın biçimleri ve örgütlenmesi konusunda, emekçi kitlelerin gerçek bir inisiyatif almaları, tek tipleştirme ve bir örnekleştirme yönündeki tepeden inme her türlü yaklaşımla mücadele edilmesi gerektiği oluyor. Rusya’yı ve sosyalizm davasını kurtaracak tek şeyin, kitlelerdeki kapitalizmin engellediği yeteneğin harekete geçirilmesi olduğunu vurgulayarak, komünler, topluluklar, üretici-tüketici dernek ve birlikleri ve nihayet işçi, asker, köylü delegeleri sovyetleri arasındaki yarışmanın örgütlenip geliştirilmesi gerektiğini söylüyor.4

O tarihlerden başlayarak Sovyet deneyinde yarışmanın önemi üzerinde hep durulmuş; bu durum sözde kalmamış, gerçeklik de kazanmıştır. Ancak, baştan beri, “sorevrovanie” denilen sosyalist yarış ile “konkurentzia” sözcüğü ile karşılanan kapitalist rekabet arasındaki ayrılık vurgulanmaya çalışılmıştır. Buna göre, kapitalist rekabette kâr amacı güdülür ve akçalı yarar temel alınırken, sosyalist yarışta bunların söz konusu olamayacağı ileri sürülmüştür.

Buradan, Stalin’in az önce sözünü ettiğimiz Stahanovcular konferansındaki konuşmasına dönmek gerekiyor; çünkü, oradaki bazı vurgu noktaları şimdi daha iyi anlaşılır olacak.

Anılan konuşmanın hemen başlarında Stahanovcu hareketin önemi şöyle açıklanıyor:

“Stahanovist hareketin önemi, her şeyden önce, sosyalist yarışmanın yeni bir atılımını, bu yarışmanın yeni bir aşamasını göstermesidir. Neden yeni ve neden üstün bir aşama? Çünkü Stahanovist hareket, sosyalist yarışmanın eski aşamasından daha üstün niteliklerle ayrılır. Önceleri, (…) sosyalist yarışmanın ilk aşamasında, bu yarışma yeni tekniğe zorunlu olarak bağlı değildi. Zaten, o sıralarda, deyim uygun düşerse, yeni tekniğimiz yoktu. Oysa, sosyalist yarışmanın şimdiki aşaması –Stahanovist hareket- tersine, zorunlu olarak modern tekniğe bağlıdır. Zaten yeni ve üstün bir teknik olmadan, Stahanovist hareket de kavranamazdı. İşte karşınızda Stahanov, Busyigin, Smetanin, Krivonos, Pronin gibi yoldaşlar, Vinogradova’lar  ve daha başkaları, yeni bir çalışanlar türü, kendilerini tamamıyla mesleklerinin tekniğine egemen kılan, bu tekniğin dizginlerini sımsıkı ellerine geçiren ve onu ileri süren kadın ve erkek işçiler. Üç yıl kadar önce, bu gördüğünüz işçilerimiz yoktu ya da hemen hemen yoktu. Ayrı, özel bir türden, yeni insanlar bunlar.” 5

Burada adı anılan işçilerin başka özelliklerine ve yaptıklarına ilişkin bilgilere, farklı bir kaynaktan yararlanarak, yeniden döneceğiz. Ancak, bu noktada, iki vurgu gerekiyor. Birincisi, sosyalist yarışmanın önemi ve Stahanovculuğun onun yeni ve üstün bir aşaması olduğu saptaması ile ilgili. Sosyalist yarışmanın öneminin belki de abartılı denebilecek ölçüde vurgulanışının ilk örneğini, Lenin’in bu konuşmadan 12 yıl kadar önceye rastlayan çalışmasını, yukarıda özetlemiştik. Çalışmanın ne o sırada ne de daha sonra Lenin’in sağlığında yayımlanmadığı biliniyor. Ama, anlaşılan, onun tarafından çeşitli konuşmalarda yararlanılan bir çalışma olmuş bu. İlk kez yayımlanışı ise 20 Ocak 1929 tarihli Pravda’da gerçekleşiyor. Belli ki, artık hayatta olmayan Lenin, kim bilir kaçıncı kez ve kritik bir zamanda yardıma çağrılıyor. Büyük önderlerin ölümsüzlüğünden söz edilirken anlatılmak istenen bu olsa gerek: Onlardan beklenen yardımın zaman içinde bir sınırı bulunmuyor.

Konuyu daha fazla dağıtmamak için o zamanın özelliğini belirtmekle yetinip geçelim: Toplumsal, siyasal, teknik yanları bulunan çeşitli güçlüklerle tamamlanması ve uygulamaya geçilmesi geciken birinci beş yıllık planın başlangıç dönemidir. Geniş emekçi yığınların ve onların önüne düşecek öncülerin yaratıcılıklarının, özverilerinin, bağlılıklarının harekete geçirilmesine, başka bir anlatımla, bu tür yüksek niteliklere sahip emeklerinin yarıştırılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Sosyalist toplumun kuruluşu bu ihtiyaç karşılanmadan mümkün görülmemektedir.

Artık hayatta olmayan önderin imzasıyla yapılan bu sosyalist yarışma çağrısı hemen denebilecek kadar kısa bir sürede yankı bulmakla birlikte, o yarışmanın “yeni ve üstün bir aşamasının” ortaya çıkışı ikinci pyatletkanın aşağı yukarı ortalarına rastlıyor. Hemen hemen kendiliğinden ve aşağıdan gelerek ortaya çıkma, yavaş yavaş değil çok büyük bir hızla yaygınlaşma, katılımcılarındaki kendini eğitme ve geliştirme isteği türü özellikler taşıyan bu hareketi yaratan kaynakları ise Stalin 1935 tarihli o konuşmasında, özetle, şöyle sıralıyor: Emekçilerin hayat standardının, maddi durumlarının kökünden iyileşmiş olması; ülkede sömürünün ortadan kaldırılmış bulunması ve böylece işçilerin sömürücü sınıflar için değil kendi sınıfları, kendi toplumları için çalışıyor olmaları; yeni fabrikaların, modern araç-gereçlerin, kısacası yeni teknolojinin kullanılabilir duruma gelmesi; nihayet, bu teknolojileri kullanma bilgi ve becerisine sahip, o bilgi ve becerileri geliştirmeye istekli emekçilerin varlığı. 6

Emekçi kitleler arasında böyle görülmemiş bir hareketin doğup gelişmesi, doğal olarak, kapitalist dünyada da ilgi uyandırıyor ve bu ilgi, inceleyip öğrenmek kadar, belki de ondan daha çok, küçümseme ve karalama kampanyalarına yol açıyor. Bunlar arasında, yapılanların ABD’deki Taylorizm’den bir farkının olmadığı, işçiler arasında yönetimden yana olanların ücretleri farklılaştırılarak bir işçi aristokrasisinin yaratıldığı, “Bolşevik rejimin” kullanmakta olduğu propaganda araçlarına bir yenisini eklediği ve benzeri karalamalar da var.

Ancak, bunların gerçekleri yansıtmadığını bilen ve yazanlar da eksik olmuyor. Örneğin, Cambridge mezunu, aynı üniversitede yıllarca hocalık yapmış, çok saygın bir akademisyen olan ve geçen yüzyılın en önemli Marksist iktisatçıları arasında yer alan Maurice Dobb, şöyle yazıyor:

“Gerçekte durum, iyi ücretli bir azınlığın ayrıcalıklı konuma gelmesinden çok uzaktı ve bunun tam tersi doğruydu. Nitelikli işçi ve teknisyen sayısının çoğaltılması ile ilgili çabalar, birinci beş yıllık planın çalışma politikasının özelliğiydi. Eğitim alanında büyük adımlar atılıp 1936’da özel teknik okullarda yaklaşık 700 bin işçi öğrenci eğitime sokulmuştu ki, bu sayı 1928’dekinin üç katıydı. Ayrıca, üniversitelerin teknik ve mühendislik bölümlerinde eğitim görenler büyük çapta artmıştı. (…) Bütün bunların sonucu olarak, ikinci beş yıllık plan dönemi sonunda nitelikli işçi sayısı 4 kat, mühendis ve sanayi uzmanları sayısı 7 kat artış gösterdi.”7

Yine Dobb’un aktardığına göre, Ağır Sanayi Komiseri Orjonikidze, ortada şaşılacak büyülü bir durumun olmadığını, Stahanov hareketinin “gizi” aranmaya kalkışılırsa işbölümünün ve işyerinin iyi örgütlenmesi, teknik işlerin akılcı düzenlenmesi türünden oldukça sıradan sayılabilecek esaslarla karşılaşılacağını söylüyor; ama burada yeni olan şeyin, bu rasyonel çalışma yönteminin işçinin kendi inisiyatifinden doğması olduğunu vurguluyordu. 8

Emek verimliliğini kapitalist ülkelerle karşılaştırıldığında bile çarpıcı biçimde artırarak üretimin plan hedeflerinin çok üstündeki düzeylerde gerçekleşmesini sağlayan bu harekete katılan işçilerin büyük çoğunluğunun 25-30 yaş arasında, belli bir fabrika deneyimi olan ve Ekim Devrimi’nden sonra eğitim görmüş, kadın-erkek yeni genç kuşaktan olduğu saptanabiliyor.

Bununla birlikte, sözü edilenler, genellikle  parti üyesi olmayan işçilerdi. Sanayide uzun süre çalışmış olmamalarına karşın çoğu devrim sonrasındaki teknik eğitim imkânlarından yararlanmış bulunuyorlardı. Ortak özellikleri bakımından, ne tutkulu öncüler ne de kendilerini reklam eden kişilerdi. Buna karşılık, ciddi, bilinçli işçiler ve yaptıkları işten gurur duyan, arkadaşlarına karşı sorumluluk duygusu taşıyan, basit, alçak gönüllü insanlardı. Kültür ve teknik bilgi ile donatılmış, çalışmaları sırasında her dakikanın değerini hesaplamayı öğrenmiş olan bu insanlar, başka işçilerin kendi bilgilerini öğrenmelerini kıskançlıkla karşılamak yerine kendi geliştirdikleri yöntemlerin yayılması ve benimsenmesi için çaba harcayan ve bilgilerini başkalarına öğreten işçilerdi.9

Denizler üstünde

Stahanovcular, gerçekten dur durak bilmemelerinin yanı sıra, örgütlenip harekete geçmek için yer de gözetmiyorlar. Yer, derken, yeryüzü sanılmasın, yerin altında işe başlamakla birlikte, yerin üstünde üretim yapılan her türlü işyerinde, işlikte, fabrikada Stahanovcu işçiler ortaya çıkıyor; ama tek tek işçilerden çok, işçi toplulukları, birlikleri, brigadaları olarak…

Önceki cümlede geçen “her türlü işyeri”nin içinde gemiler de var. Şöyle de söylenebilir: Yerin üstü derken, sadece toprağın değil, denizlerin üstü de gündeme getirilmiş olmaktadır. Bu vesileyle, denizler üstünde de sosyalist yarışmaya girişen Stahanovcuları anlatan bir romana kısaca değinmek istiyorum. 10

Romanın yazarı Yuri Krımov, Moskova Üniversitesi’nde mühendislik öğrenimi görmüş ve Hazar Denizi’ndeki gemilerin birinde çalışmış. O çalışması sırasında Stahanov hareketine katılan denizcilere tanıklık etmiş. “Kızıl Tanker” adıyla dilimize çevrilen romanın o tanıklıktan kaynaklandığını ya da oradan esinlendiğini söylemek mümkün.

Bu yazı bir roman eleştirisi değilse de, birkaç noktaya değinilebilir.

Romanın ana kahramanları, Hazar Denizi’nin batı kıyısı boyunca, kuzeydeki yataklardan yüklediği petrolü güneydeki rafinerilere taşıyan ve bu gidiş gelişi neredeyse aralıksız  yineleyen Derbent adlı tanker ve onun 45 kişilik mürettebatı. Roman, deniz üstünde durmaksızın petrol taşıyan tankerlerle haberleşmeye uğraşan iki görevlinin konuşmalarıyla başlıyor ve uzun bir geriye dönüş biçiminde anlatısını geliştiriyor. Hemen hemen tümü bu ağır ve yıpratıcı işle uğraşan roman kahramanları, kötü hava koşullarıyla, çoğu eskimiş, ya onarıma ya yenilenmeye muhtaç gemilerle ve azgın bir denizle boğuşurlarken, romanın merkezindeki Derbent tankerinin mürettebatı, hep önde olan bir başka gemiye bir mesaj göndererek Stahanovcu yarışma öneriyorlar. Roman böylece gelişip Stahanovcu gemi işçilerinin yarışması ile sonlanıyor.

Birkaç söz daha etmeden önce, yayımlandığı yıllarda çok okunduğu belirtilen bu romanın Türkçe okuyanlar için de önerilmeye değer olduğunu söylemeliyim.

Bununla birlikte, değinme gereği duyduğum bir iki nokta var.           

Birincisi şu: Türkçe basımda yer verilen kısa biyografiden, yazarın üniversitede mühendislik eğitimi gördüğünü, gemilerde çalıştığını, emperyalist-faşist saldırı üzerine de cephede askeri gazeteci olarak görev aldığını öğreniyoruz. Ancak, bütün bunları sığdırabildiği ömrü sadece 33 yıldan biraz fazla sürmüş. Sayıları milyonlarla anlatılan kendine benzer yurttaşları gibi sosyalist anayurdunu savunurken hayata veda etmiş. Bunun, yüksek olasılıkla adını büyükler arasına yazdırabilecek bir yazarın, kendisiyle birlikte okurları için de insanı isyan ettiren bir talihsizlik olduğunu söylemek gerekiyor. Ama bu, aynı zamanda, okunmasını önerdiğim romanın bazı yetersizliklerinin de kaynağı olarak kabul edilebilir.

Bununla bağlantılı olarak ikinci noktaya geliyorum: Okuyup bitirdikten sonra, Türkçe metni 200 sayfa dolayındaki romanın bu boyutuyla, yazarı aşırı ölçüde sınırlandırmış olduğu kanısına ulaştım. Bütün o roman kişilerinin sayfalar üzerinde yaratılabilmesi için, onların okurun belleğinde unutulmaz kahramanlara dönüşebilmesi için biraz değil, çok daha fazla oyluma gerek varmış. Şiir yazılsa, o da olağanüstü bir ustalıkla yazılsa, böyle bir sorun ortaya çıkmayabilir belki ama, düzyazı ile aynı işi becerebilmenin imkânsızlık ölçüsünde güç olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak, denebilirse, bu romanın kişileri okuru kendilerini daha eksiksiz, daha iyi anlaşılır biçimde yaratmak için özel bir çaba harcamaya çağırıyor.

Faşizm ve karşı devrim emekçi insana düşman

İki notla bitirelim.

Birincisi için Stalin’in altını çizdiği “kadrolar her şeyi belirler” sloganını hatırlamalı. O kadroların üçüncü kez kitlesel olarak kırılmasının, Stahanov hareketinin başlayıp hızla yaygınlaşmasının üzerinden sadece 5-6 yıl geçtikten sonraki ikinci büyük savaş dönemine rastladığını biliyoruz. Bunu buradaki konumuza şöyle bağlayabiliriz: Kendilerini devrimci sayan ve saymayan çevrelerden gelen, Stalin’in ve onun önderliğindeki Sovyetler Birliği’nin savaşın eli kulağında oluşundan habersizliğine, hatta aymazlık içinde Hitler ile anlaşma yapmasına ilişkin eleştiri boyutunu çok aşan saldırıların varlığı biliniyor. Bunların haksızlığını da geçersizliğini de gösteren pek bilinmeyen ya da üzerinde durulmamış gerçeklerden biri, 1940’ların başındaki önlemlerdir.

Bu önlemler, özellikle Nazilere karşı Fransız direnişinin kırıldığı 1 Haziran 1940’dan başlayarak yoğunlaştırılıyor. Böylece, ülke sanayiindeki sosyalist çalışma disiplininin savaş koşullarına uygun bir biçim aldığı, düşmanlıktan uzak kaynaklarda vurgulanıyor. Öncelikle ele alınan konulardan biri,  toplumsal üretimin sosyalistçe örgütlenmesinin beklenir sonuçlarından biri olarak ortaya çıkmış işgününün kısaltılması uygulamasının gözden geçirilmesi oluyor: O tarihlerde dünyadaki en kısa işgünü uygulaması olarak hafif sanayide 7, ağır sanayide 6 saatlik çalışma düzeni ortadan kaldırılarak 8 saatlik işgünü uygulanmaya başlıyor. Ayrıca, bir saatlik “fazla mesai”, işçinin Sovyet savunma sistemine yaptığı bir bağış olarak kabul ediliyor. Bu çerçevede, Sendikalar Merkez Komitesi’nin, çalışma saatlerinin uzatılmasına, ülkenin saldırıya uğraması tehlikesiyle karşı kalındığı ve savunma amacıyla daha fazla maden, makine, uçak ve savaş araç-gereçleri yapmak gerektiği için başvurulduğu açıklamasını belirtmekte yarar var. Bunları işyerlerinde kaytarmacılığı engelleyici, iş disiplinini güçlendirici önlemler izliyor. Bütün bunlar, Stahanovcu işçilerin de öncülüğü ve özendiriciliği ile gerçekleştiriliyor.

Sonuç olarak, Maurice Dobb’un saptamasıyla, “bu önlemler, Hitler’in Sovyetler Birliği’ne saldırısının arifesinde alınmış, böylece işgücünün savaş ve savunma koşullarına uyum göstermesi sağlanmış” oluyor.11

Hepsi iyi, güzel de yepyeni bir çalışma disiplini içinde, özveriyle çalışıp üreten o insanların, onların içindeki en bilinçli öncülerin milyonlarcası, Türkiye’nin o zamanki toplam nüfusunun bir buçuk katı kadar insan, birkaç yıl içinde, cephede ve cephe gerisinde hayatlarını kaybettiler.Bu durumda, “sorunları çözecek kadrolardan” geriye ne kadarı kaldı sorusu akla gelmez mi?

İkinci not ise Stahanov’un kendisiyle, daha doğrusu onun anısıyla ilgili.

Sovyetler Birliği’nin Ukrayna Cumhuriyeti’nde Donetsk kömür havzasının kuzeyindeki Kadiyevka kentine Stahanov’un 1977 yılındaki ölümünden sonra, 1978’de onun adı verilmişti.Stahanov’un kendi adıyla anılan emekçi hareketinin doğduğu kömür üretim bölgesindeki bu isim değişikliğinin neden bu kadar geç kaldığına ilişkin bir bilgiye ulaşamadım. Ancak, buradaki değinmem bununla ilgili değil.

Sovyet sosyalizminin kendi sorumluluğunun da yadsınamayacağı karşı devrimden hemen sonra, 1991’de, nüfusu yüz binin üzerindeki kentin adı yeniden değiştirilerek eski adına dönüldü.

Sayılamayacak kadar çok Stahanovcu işçinin yahut onların öncülerinin adları da, nerelere yazıldıysa, silinmiş midir acaba? Oysa, hiçbir karşı devrim, emek kahramanlarının izlerini yok edecek kadar büyük ve tükenmez bir silgi icat edememiştir. Bunu bilmeyen mi var?

Dipnotlar

  1. ) F. Ya. Polyanski (der.), İstoriya Narodnogo Hozyaistvo SSSR, Kurslektsiy, Moskova, 1960, s. 551. Aktaran: Yalçın Küçük, Endüstrileşme Sürecinin Temel Sorunları –Sovyet deneyimi 1925-1940-, İstanbul, Bilim Yayınları, 1975, s. 246.
  2. Stalin, Leninizmin Sorunları, çev. Muzaffer Erdost, Ankara, Sol Yayınları, ikinci basım, 1992, s. 600.
  3. Aynı kaynak, s.603.
  4. Lenin, Collected Works, Progress Publishers, Moskova, 1972, c. 26, ss. 404-15.
  5. Stalin, aynı kaynak, ss. 603-04.
  6. Aynı kaynak, ss. 609-12.
  7. Maurice Dobb, 1917’den Bu Yana Sovyet Ekonomisinin Gelişimi, çev. Metin Aktan, İstanbul-Haziran 1968, s. 436. Bu kitap, Yalçın Küçük imzasını taşıyan iki çalışma 1971 ve 1975’te yayımlanıncaya kadar, Sovyet ekonomik gelişmesi konusunda dilimizdeki tek kaynak olarak kalmıştır. Ancak, çevirisinin niteliği konusunda çok olumlu konuşamıyorum. Bu yüzden, yerleşmiş alışkanlıkların tersine, elimde olmayan özgün metne bakma fırsatı da bulamadan,buraya aktardığım alıntılarda Türkçe açısından bazı iyileştirmeler yapmaktan kaçınmadım. Çoğu kez de bire bir alıntı yapmak yerine özetleyerek aktarmayı yeğledim.
  8. ) M. Dobb, aynı kaynak,  s. 423.
  9. Aynı kaynak, s. 428.
  10. Yuri Krımov, Kızıl Tanker, çev. Levent Özübek, İstanbul, Yazılama Yayınevi, Ocak 2019.
  11. ) M. Dobb, aynı kaynak, s. 441.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×