Avrupalı bir Barış Mümkün mü?

Aşağıdaki konuşma 3 Mart tarihinde Portekiz Komünist Partisi’nin ev sahipliğinde Lizbon’da, Avrupa’dan komünist partilerin katılımıyla düzenlenen, dışa kapalı bir tartışma toplantısında, Avrupa’da barış ve güvenlik gündeminde, Türkiye Komünist Partisi Merkez Komite üyesi Özgür Şen tarafından yapıldı.

Sevgili yoldaşlar,

İnsanlar Avrupa’nın güvenliği hakkında konuşurken, genelde konuyu Avrupa’nın sınırları içerisinde değerlendirme eğilimindedir. Avrupa’nın sınırlarının nerede başlayıp bittiği hakkında dahi anlaşamadığımızı, bu konuda çok farklı düşünceler olduğunu iyi biliyoruz. Fakat bir an için bu sınırlar konusunda anlaştığımızı düşünsek dahi, Avrupa’nın güvenliği konusunun bu sınırların içerisinde kalarak tartışabileceğimizi sanmıyorum.

Bu yaklaşımın siyasi, tarihi ve sosyal kökenleri var. Bu kökenler Avrupa-merkezli düşünce sistematiğiyle de yakından bağlantılı.

Bu sınırlar emperyalizmin ideolojik tahakkümünde işlevsel bir rol oynuyor; emperyalizm bu sınırları kullanarak sorunlu bölgeleri diğerlerinden yalıtıyor veya problemlerin kendi çıkarları doğrultusunda yorumlanmasını sağlayabiliyor.

Son zamanlarda yaşadığımız en sıcak örnek şüphesiz Irak’taki işgal…

Son kamuoyu yoklamaları, Avrupa’da yaşayan insanların yaklaşık yüzde 60’ının Irak’a yönelik ABD saldırganlığının dünyayı veya Avrupa’yı daha güvenli bir yer yapmadığına inandığını gösteriyor. Tersine insanlar, Avrupa şehirlerinde güvenlik sorununun arttığını düşünüyorlar.

Madrid’de, Londra’da ve İstanbul’da yaşanan son bombalama olayları herkese bu savaşta Iraklı çocuklar gibi Avrupalı çocukların da ölebileceğini gösterdi. Elbette bu terörist saldırıların karanlık ve fazlasıyla şüpheli arka planlarını unutmamalıyız. Bu saldırıların emperyalist özneler tarafından yönlendirildiği veya teşvik edildiği doğrultusunda elimizde güçlü kanıtlar var. Bu saldırıların hemen arkasından Avrupa’da temel insan haklarına yönelik bir saldırı başlatıldı. Dahası, Türkiye gibi ülkelerde bu saldırılar ülkeyi emperyalist planların bir parçası yapmak için kullanıldı.

Şimdi meseleyi tekrar gözden geçirelim…

Bombalama olaylarında insanlar bu savaşın kendilerini etkileyebildiğini, hatta canlarını yakabildiğini gördüler. Hem de sıcak bölgelerden çok uzakta yaşamalarına rağmen… Şimdi insanlar güvenlik kaygılarıyla terörizme karşı yürütüldüğü iddia edilen bir savaşın, dünyayı daha güvenli bir yer yapmadığını da biliyorlar. Son olarak insanlar yine de Irak’taki direnişle terörizm arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyor.

İşte en başta bahsettiğimiz Avrupa için üretilmiş ve aşılmaz görünen sınırlar, o mesafe insanları provokasyon ve manipülasyonlara açık hale getiriyor. Aynı mesafe, insanların konuya -yaklaşmaları durumunda dahi- emperyalizmin tarafından yaklaşmalarını sağlıyor.

Elbette, coğrafi sınırları değiştirmek, gerçek fiziksel mesafeleri sınırlamak mümkün değil. Dahası, sosyal ve kültürel farklılıkları unutmak da hiç gerçekçi değil. Ama yine de insanlara, Iraklıların veya başka bir halkın sırf Müslüman veya siyah olmaktan yahut petrol kaynaklarına yakın bir yerde ya da dünyanın stratejik öneme sahip bir bölgesinde yaşamaktan dolayı savaş veya başka bir nedenden kaynaklı acılar çekmek zorunda olmadığını anlatmak için elimizden geleni yapmak durumundayız.

O hayali sınırlar ve mesafeler emperyalizme yardımcı oluyor ve biz onlara karşı siyasi ve ideolojik olarak mücadele etmeliyiz…

Bu bağlamda, Türkiye oldukça ilginç bir yerde duruyor ve bu yer avantajlı olduğu kadar dezavantajlı de olabiliyor.

Türkiye, Avrupa’nın en doğusundaki ülke olarak adlandırılabildiği gibi Asya’nın en batısındaki memleket diye nitelendirebiliyor.

Benim ülkem, Irak’la, Suriye’yle ve İran’la komşu. Herkesin gözünün üzerinde olduğu üç ülkeden söz ediyoruz.

İlkinde bir işgal yaşanıyor ve direniş bu işgale karşı çarpışıyor.

Diğer ikisi, İran son günlerde yaşanan gelişmelerle biraz daha öne çıksa da, emperyalizmin saldırganlık listesinde önde gelen ülkeler olarak görülüyor.

İstisnasız her gün, büyük gazeteler, uluslararası ajanslar veya düşünce kuruluşları tarafından, bölge hakkında üretilen analizleri okuyoruz. Bu analizlerin önemlice bir bölümü, Türkiye ile ilgili de beklenti, tahmin ve yargılar içeriyor ve yine istisnasız her gün kendimize aynı soruyu sormamıza vesile oluyorlar: Bunlar nasıl analizler böyle? Bunlar gerçekten birer analiz mi yoksa bölgedeki ülkeler ve halklar için birer tehdit senaryosu mu?

Hiç şüphesiz ikincisi doğru…

Yalnızca bir örnek vermek adına, daha geçtiğimiz hafta New York Times gazetesinde basılan, Irak’ta farklı mezheplere ait iki kutsal mekanın bombalanmasının ardından Irak’ta çıkabilecek bir iç savaş üzerine üretilen senaryoya bakalım. Bu analize göre, Irak’taki iç savaş, Türkiye’yi de içine alan bölgesel bir savaşa dönüşüyor.

Bu analiz ve senaryonun, “medeniyetler savaşı” diyerek daha yıllar önce bize ne yapacağı konusunda ipuçları veren ABD’nin Ortadoğu halklarına yönelik yeni bir tehdidinden başka bir şey olduğu söylenebilir mi?

ABD ve müttefikleri halkları yalnızca doğrudan araçlarla veya uluslararası platformlarda sahip oldukları haklar aracılığıyla tehdit etmiyor, açıkça biraz önce verdiğim örnekteki gibi “analiz” benzeri yöntemlere de başvuruyorlar.

Hasta ruhlu insanların ürettiği hayali senaryolardan bahsetmiyoruz. Evet, belki hasta ruhlu oldukları doğru, dahası belki bu senaryo ve planların hiçbiri hayata geçmeyecek. Ama daha önemlisi, ABD ve ortaklarının bölge hakkında pek çok plan geliştiriyor ve bu planların kendileri açısından en uygunu uygulayacak olmaları değil mi? Havada pek çok plan uçuşuyor olabilir, ama bunlardan birisi veya bunlara yakın birisi hayata geçmeyecek mi?

Tüm bunlar, bize açık ve gerçek bir tehlikeyle yüz yüze olduğumuzu gösteriyor.

Durum o kadar büyük bir hızla kötüye gidiyor ki, meseleyi değerlendirmek için yalnızca son bir yıla bakmak bile yeterli oluyor. Bir yılı bırakalım, son iki ay içinde yaşadıklarımıza bakalım. Önce bir karikatür kriziyle karşı karşıya kaldık, hemen arkasından Sünni ve Şii toplulukları karşı karşıya bırakan bombalamalara tanık olduk. İran ve Batı arasındaki nükleer kriz tırmanıyor.

Elimizdeki veriler Ortadoğu’da yaşanan krizin büyüyebileceğini gösteriyor. Bu krizin büyümesi daha fazla ülkenin, daha fazla insanın sorunun bir parçası olması anlamına geliyor.

ABD, Irak’a geldiği ilk günden beri, Irak’ı dinsel ve etnik farklılıkları veri alan bir yapının üzerinde yeniden kurmak için uğraşıyor. Siyasi ve hukuki sistem, hatta günlük sosyal hayat bile dinsel ve etnik bir yapı arz ederken, bir iç savaş için de nesnel bir temel oluşturuyorlar.

Ortadoğu’yu daha fazla kan, daha fazla acı, daha fazla yoksulluk bekliyor.

Ama hepimiz şundan emin olmalıyız; bu kan, acı ve yoksulluk Ortadoğu’yla sınırlı kalamaz. Kan, acı ve yoksulluğun sınırları aşacak kudreti vardır. Avrupa’nın halkları da bu durumdan etkilenecektir. Ortadoğu’daki krize, Avrupa’da provokasyonlar, saldırılar eşlik edecektir. Bunlar, Avrupa’daki siyasi hayatı doğrudan etkileyecek birtakım eylemleri tetikleyecektir. Hep beraber soluyacağımız savaş ortamı insanların güvenliğini tehdit edeceği gibi demokratik ve sosyal haklara yönelik bir saldırıya da dönüşebilecektir. Bunun sorumlusu da açıkça emperyalizm olacaktır.

Problemler hepimize aittir…

Emperyalizm yalnızca Ortadoğu halklarını değil, tüm Avrupa halklarını tehdit etmektedir. Bu ortaklaşmayı anlatmak hepimiz için hayatidir. Barış için mücadele bu önemli hususu kavramaktan başlar.

Değerli yoldaşlar,

Bu noktada konuya bir başka açıdan bakıp emperyalizmin bölgedeki saldırganlığının artmasının nedenlerini ele alabiliriz. Bu nedenlerden birisi hiç şüphesiz, direnişin Irak’ta sağladığı başarıdır.

Bu nedenlere bakmak önemlidir, çünkü bu nedenler bize bölgede emperyalizmin nasıl durdurulacağı konusunda ipuçları verebilir.

Madem problem hepimize ait ve madem emperyalizm yalnızca Ortadoğu halklarını değil, Avrupa halklarını da tehdit ediyor, Irak’taki direnişin önemini anlamak yalnızca Ortadoğu bağlamında değerlendirilebilecek bir husus değildir.

Direniş, kendisini ifade etmek ve tanıtmak konusunda sıkıntılar yaşıyor. Avrupa’da insanların çok büyük bölümü, direnişin yalnızca İslamcı terörist gruplardan müteşekkil olduğunu düşünüyor. Bu bakış açısının gerçeklikle bir ilgisi yok. Direnişin İslami söylemi oldukça pragmatik bir biçimde zaman zaman kullandığı bir doğru olsa da, direnişin büyük bir çoğunluğunun Arap yurtseverleri, sosyalistleri ve komünistleri tarafından oluşturulduğu da bir başka doğru…

Direniş bugün yalnızca Irak’ın bağımsızlığı için mücadele etmiyor; dolaylı da olsa direnişin mücadelesi Avrupa’daki barışı etkiliyor. Direnişe verilen destek, bu bağlamda basit bir dayanışmanın ötesine geçiyor ve Avrupa’daki barış ve güvenlik sorunları için emperyalizme karşı verilen mücadelenin bir parçası haline geliyor.

Direnişin zaferi elbette Irak halkının bir zaferi olacak. Ama bu zafer emperyalizme karşı bir zafer olduğundan hepimizin ortak zaferine bizi bir adım daha yaklaştıracak.

Teşekkür ederim.

Lizbon 3 Mart 2006.