Batı’nın Yeni Doğu Sınırı
ABD Devlet Başkanı Barack Obama 17 Eylül’de sürpriz bir açıklama yaparak, selefi George Bush döneminde temelleri atılan Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne kurulması planlanan füze kalkanı projesini rafa kaldırdığını açıkladı. Obama ve ardından ABD Savunma Bakanı Robert Gates yaptıkları açıklamalarda kendi stratejilerinin eskisine nazaran daha kapsamlı olduğunu belirtirken, hedeflerinin İran olduğunu vurguladılar.
17 Eylül’deki açıklamaların ardından bir kez daha İran’a yönelik bir ABD-İsrail saldırısının ne kadar olası olduğu ve hatta zamanlaması tartışılmaya başlandı. ABD’nin Ortadoğu’ya kuracağı yeni füze kalkanının “daha kısa sürede ve Bush’un planının aksine daha etkili” bir kuşatma sağlayacağına yönelik açıklamalar, saldırı vaktinin yakınlaştığına işaret ediyor; ancak tüm bu açıklamaları yine ABD ve İsrail’den gelen “saldırı olmayacak” yorumları takip ediyor. Şu anda İran’a yönelik bir saldırının olup olmayacağına yönelik tartışmada her iki ihtimali besleyen güçlü dayanaklar mevcut.
Obama yönetimi Afganistan, Pakistan, Gürcistan ve Filistin’e uzanan bir bölgeye yoğunlaşmış durumda. Bu da bir askeri saldırı olsa da olmasa da İran sorununu “halledilmesini” dayatıyor. Obama’nın yeni stratejisinin, İran saldırısının yanında pek tartışılmayan yanı ise emperyalist yayılmacılığın Kafkasya’da yoğunlaşacağına işaret etmesi. Üstelik sanılanın aksine ABD, Rusya’ya yönelik sıkıştırma harekâtına da ara vermeyecek. Obama’nın yeni füze stratejisinin eşlik ettiği yeni yönelimi, yeni bir Doğu-Batı sınırı çiziyor, üstelik bu yeni tanım, AB ile ABD arasında Bush döneminde gerilen ilişkileri “işbirliği” zeminine çekmeye çabalıyor.
İran bir kez daha topun ağzında
Temmuz ayında ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ilk bakışta “ritüel” olarak nitelendirilecek bir açıklama yaparak, “İran’ın nükleer çalışmalarından vazgeçmemesi durumunda, komşularının silahlandırılacağını ve bölgede Amerikan savunma şemsiyesinin kurulacağını” söylemişti. Bu sıradan açıklamanın bölgenin kaderini uzunca bir dönem tayin edecek yeni bir açılımın ilanı olduğunu, 17 Eylül’de Barack Obama’nın herkesi şaşırtan konuşması ortaya koydu.
Obama, bahsi geçen konuşmasında selefi Bush döneminde yürürlüğe konulan Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya kurulacak füze kalkanı projesini rafa kaldırdıklarını söyledi. Obama strateji değişikliğini şöyle ifade etti:
“Bu yeni yaklaşımda kapasite daha yakın zamanda sağlanacak, daha önce test edilmiş sistemlere dayanacak ve (eskisine göre) füze saldırılarına karşı daha büyük savunma sağlayacak. Bu öncekinden daha kapsamlı bir program; test edilmiş ve maliyet bakımından verimli sistemler kullanıyor ve ABD anakarasını uzun menzilli balistik füze tehdidinden koruma görevimizle uyuşuyor ve buna dayanıyor." 1
Obama’nın ardından ABD Genelkurmay Başkanı Robert Gates “yeni füze projesiyle Rusya’ya karşı taviz veriliyor” eleştirilerine içerlediklerini, sanılanın aksine Avrupa’yı silahlandırmaya devam edeceklerini anlattı. Gates, Bush döneminde başlatılan füze kalkanının ve Obama’nın yeni stratejisinin mimarı olarak biliniyor. Gates’e göre yeni sisteme geçilmesinin nedeni, İran’ın ABD’ye ulaşabilecek balistik füzeler üretmesinin bir hayli zaman alacağının ortaya çıkması ve dahası asıl tehdidi İran’ın elinde bulunan Şahab-3 gibi orta menzilli balistik füzelerin oluşturması. Gates ilk adımlarının 2011 yılına kadar tamamlanmak üzere, Avrupa’yı Doğu Akdeniz’de anti-balistik füzelerle donatılmış “Aegis” sınıfı gemilerle korumak olduğunu söylerken şöyle devam etti:
“İkinci adımda, 2015 yılında hazır olmak üzere, Güney ve Orta Avrupa’ya geliştirilmiş ve yerde konuşlanacak SM-3’ler yerleştireceğiz. Toplamda, yeni planda SM-3’ler yer alacakken, eskisinde yalnızca on tane yerde konuşlandırılmış önleyici füzeler olacaktı. Bu durum, düşman tarafından aynı anda atılan birden fazla füzeye karşı daha etkili…” 2
George Bush döneminde benimsenen “füze kalkanı projesi”, Çek Cumhuriyeti’nde balistik füzeleri anı anına takip edebilen bir radar ve bu radarla bağlantılı olarak Polonya’ya yerleştirilecek anti-balistik füzelere dayanıyordu. Dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sean McCormack füzelerin İran’a karşı yerleştiriliyorsa neden Türkiye’ye kurulmadığına yönelik bir soruyu “Bu teknik bir konu. Bir takım karmaşık hesaplar yapıldığında Çek Cumhuriyeti ve Polonya en iyi savunma noktası” sözleriyle yanıt vermiş, ancak Türkiye tarafıyla İran hakkında görüştüklerini ve Türk yetkililerin “İran’ın nükleer tehdidinin” tamamen farkında olduklarını söylemişti. 3 Bush dönemindeki stratejinin İran’ın elinde uzun menzilli nükleer füzeler olmadığı için Rusya’yı hedef aldığı yorumları yapılıyordu. Bir dönem Rusya bütün dış politikasının odağına ABD’yi bu stratejiden vazgeçirmeyi yerleştirdi. ABD’nin bu stratejisinin zayıf karnı ise Avrupa Birliği idi. Bush stratejisinin hemen öncesinde ABD’nin o dönem Savunma Bakanı olan Donald Rumsfeld “eski ve yeni Avrupa” tanımı yapmıştı. Rumsfeld’e göre Polonya, Romanya, Çek Cumhuriyeti ve Bulgaristan’ın dahil olduğu eski Doğu Bloğu ülkeleri “yeni Avrupa” idi ve eski Avrupa ABD’nin yeni saldırganlığına eklemlenmekte zorluk çeken ve aşırı pazarlıkçılığıyla Irak’ta olduğu gibi eşgüdümü bozan “Batı Avrupa”ydı. Batı Avrupa Rusya’nın doğalgazına fazlaca bağımlı olduğu için Rusya’ya meydan okuyan, doğrudan bir cepheleşmeyi öngören siyasete ayak uyduramıyordu. Bu da Rusya’nın ABD karşısında önemli bir hareket alanı bulmasını sağlıyordu.
Yeni plan ise Rusya ile Avrupa’da hesaplaşma yerine, detaylarına aşağıda değineceğim Kafkasya ve Karadeniz’de Rusya’yı çevreleme politikasına odaklanıyor.
İran’a izolasyon ne kadar mümkün?
Obama yönetimi, Ortadoğu ve Batı Asya’da, başka bir ifadeyle İran’ın merkezinde bulunduğu coğrafyada Avrupa ile ortaklığa özel bir önem veriyor. Gerek NATO zirvesi, gerekse ardından yapılan G-20 zirvesi ve son olarak Obama’nın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma bu ortaklığa özel bir vurgu içeriyor. Zaten Obama yönetiminin iş başına gelmesinde “Avrupa’nın hassasiyeti”nin özel bir önem taşıdığı daha önceleri de yazılmıştı. ABD, yeni stratejisiyle özellikle İran konusunda Avrupa’nın itirazlarını ortadan kaldırmayı hedefliyor.
Obama’nın yeni stratejisi temel olarak İran’ın merkezinde durduğu Batı Asya ve Ortadoğu’yu hedefliyor. ABD’de yayınlanan raporlara göre Afganistan’ın yüzde 90’ı artık Taliban yönetiminin elinde. Ağustos ayında yapılan son seçimlere düşen hile iddiaları ABD destekli Devlet Başkanı Hamid Karzai’nin meşruluğunu hepten yitirmesiyle sonuçlandı. Yine ABD’nin desteğiyle Pakistan yönetimi de ülkede ikili iktidarı paylaştığı Taliban’ı yok etmek için askeri operasyonlarını yoğunlaştırdı, ancak bu durum ülkenin özellikle Afganistan sınırındaki Taliban iktidarına son vermiş gibi görünmüyor. Üstelik Pervez Müşerref’in devrilmesinden bu yana siyasi bunalıma giren Pakistan’da Taliban’ın güçlenmesi, “haber yorumları” olmaktan çıkmış durumda. ABD yönetimi şimdi Taliban’ın Pakistan’da iktidar olması durumunda nükleer silahlara sahip olmasından endişe ediyor. Bu da özellikle Doğu Akdeniz’de bir füze kalkanının İran ile birlikte Pakistan gibi başka hedefleri de olduğu yorumlarını doğruluyor.
Obama’nın Ortadoğu özel temsilcisi sıfatıyla Ortadoğu’da mekik dokuyan George Mitchell, bölgede İran’ın izole edilmesini hedefliyor ve Lübnan, Suriye ve Irak’ın İran ile blok oluşturmasını engellemeye çabalıyor. Öte yandan Lübnan’da hükümet kurmakla görevlendirilen Batı yanlısı Saad Hariri aynı dönemde “tatile giderek” ülkede iplerin Hizbullah’ın elinde olduğunu doğrularken, son Gazze katliamı, İsrail yönetiminin açık askeri tehditleri ve İsrail işgali altında bulunan Lübnan toprakları, ülkenin bir blok halinde İran’a yanaşmasının önünü açıyor. Lübnan İç Savaşı’ndan bu yana batının en güvendiği isimlerden olan Velid Canbolat şu sıralar İran’a övgüler düzmekle meşgul… Filistin sorununda “Batı Şeria’nın İsrail denetimine verilmesi, Doğu Kudüs’ün bir kısmının da İsrail’e verilmesi ve Yahudi Yerleşimleri adı altındaki işgalin sürmesi” gibi maddelere sahip “kalıcı barış önerileri” tartışılıyor. Bunlar, İran’ın Arap ülkeleriyle ortak hareket etmesinin önünü açarken bölgede ABD yönetiminin güvendiği Mısır ve Suudi Arabistan’ın karşıt ağırlığını sıfırlıyor. Bu nedenle Arap ülkeleri şu günlerde Nükleer Silahların Yayılmasını Engelleme (NPT) anlaşmasının altına imza atmadan, bölgede asıl tehdidin nükleer silahlara sahip olan İsrail’den geldiğini söylüyorlar. Bu konuda Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) nezdinde girişim başlatan Arap ülkelerine destek, “IAEA’nın İsrail’in nükleer tesislerini denetim masraflarını karşılarız” diyen İran’dan geliyor.
Irak’ta ABD desteğiyle ayakta duran Nuri el Maliki ise iktidarını Kürt yönetimi ile paylaşırken, aralarında Dava Partisi’nin de bulunduğu Şii politikacılar Maliki’yi dışarıda bırakan ve İran’a yakınlaşan yeni bir odak oluşturdular. Yeni odağın ABD’nin 2011 yılında çekilmesinin ardından ülkenin fiilen İran’ın denetimine gireceği tahminlerine göre oluşturulduğu belirtiliyor. Bölgedeki en önemli ülkelerden Suriye, gerek Filistin meselesi, gerekse Golan Tepeleri’ndeki İsrail işgalinin devam edeceğine yönelik İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın açıklamaları nedeniyle, ABD ve Türkiye ile beklenen uyumu bir türlü yakalayamıyor. Bağdat’ta patlayan ve 195 kişinin ölümüne neden olan bombalar Irak ve Suriye’nin imzaladıkları anlaşmalarla yöneldikleri bloğa şu an için engel olmuş durumda. ABD’nin Suriye ve Irak yakınlaşmasının önüne geçmesi şu an sadece patlayan bombalara ve Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “diplomasi trafiğine” indirgenmiş durumda.
Ortadoğu ve Batı Asya’daki siyasi durum bir yandan İran’ın sıkıştırılmasını engellerken, Tahran yönetimi bu konjonktürü körükleyerek ABD’nin elini iyice bağlamaya ve İsrail’i izole etmeye çabalıyor. Bu nedenle bir askeri saldırının olup olmayacağına yönelik tahminler yerine İran meselesinin ABD tarafından kesin bir çözüme kavuşturulması gerektiği ortaya çıkıyor. Bu çok cepheli durumun ABD’nin lehine çözümü için İsrail’in -saldırganlığı nedeniyle- yeterli bir ortak olmadığı açıkça belli olduğu için, Obama yönetimi Avrupa Birliği ile hem siyasi hem de askeri açıdan güçlü bir ortaklık arıyor. Bu nedenle Obama son olarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Avrupa’ya aynı mesajı tekrar gönderiyor: “Bu hepimizin sorunu, gelin ortak olalım.” 4
Avrupa’nın şu an için Afganistan dışında somut bir askeri desteği bulunmuyor, ancak Ortadoğu’da özellikle İngiltere ve Fransa ABD siyasetinin boşluklarını doldurmaya gayret ediyor. Fransa özellikle Lübnan seçimlerinde Saad Hariri’nin galibiyeti için devreye girerken, Basra körfezi’nde yeni askeri üsler elde etti. Fransa aynı zamanda Lübnan’da Birleşmiş Milletler Gücü’nün komutasında ve bu güç, Lübnan Hükümeti dışında silahlı grup bulunmaması sağlama yetkisine sahip. Başka bir ifadeyle Lübnan’daki uluslararası güç doğrudan İran’ın en etkili müttefiki Hizbullah için hazır bekliyor.
İran’ın olası bir ABD saldırısı durumunda Irak’a gireceği, Afganistan’da ve Pakistan’da diken üzerinde duran istikrarı alaşağı edeceği tahminlerini yapmak güç değil. Ve belki de bu nedenle Pentagon’un 173. Hava Tugayı ve 12. Savaş Uçağı Tugayı’yla geçen hafta Almanya’da “ABD ordusu tarafından şimdiye dek ABD dışında yapılmış bu tip en büyük tatbikat” olan geniş ölçekli bir isyana karşı koyma tatbikatı yapıyor. Her iki birliğin sırasıyla Afganistan ve Irak’a gitmeye hazırlandığını not düşelim.
Avrupa Birliği ise özellikle Savunma Bakanı Ehud Barak liderliğindeki İşçi Partisi kanalıyla İsrail konusunda devreye giriyor. İsrail’in İran’a saldırabileceği haberleri “diplomatik kaynaklarla” Batı basınına sızarken, Ehud Barak’ın Yediot Ahronot gazetesine verdiği “İran, İsrail’in yaşam hakkına tehdit oluşturan bir devlet değildir” demecine bir de bu noktadan bakmak gerekiyor. Şu sıralar AB, Filistinlilerin “emperyalist çözüme” ikna edilmesi için ABD’den daha uygun bir aktör olarak beliriyor. AB dönem başkanları, zaman zaman İsrail yönetimiyle gerilime neden olsa da, “yerleşimlerin durdurulması” gibi önerileri ortaya atmayı ihmal etmiyor.
Türkiye yeni stratejinin neresinde?
soL yazarı Alper Birdal, 14 Eylül tarihli “füze kalkanı ABD’nin sopası” başlıklı yazısında Türkiye’nin İsrail ile korkutan bir senkronizasyon yakaladığını, İsrail’den bölge ülkelerine yapılan tehditkar açıklamaları Ankara’nın “arabuluculuk ve diyalog” çabalarının takip ettiğine dikkat çekti. Birdal aynı yazısında şu tespitlere yer verdi:
“Netanyahu’nun, Rusya’yla İran arasındaki stratejik bağlantılardan bir tanesini kopartmaya yönelik girişimde bulunduğu tarihlerde Ahmet Davutoğlu’nun Tahran’a Batı’yla müzakereleri Türkiye’de yapmasını teklif ettiğini öğreniyoruz. Aynı saatlerde Türkiye’nin 7,8 milyar dolarlık bir füze kalkanı oluşturacağı haberleri ajanslara düşüyor. Türkiye’nin satın alacağı söylenen füzesavar bataryalarının aynısının İsrail tarafından da satın alınacağı bir hafta önce, 7 Eylül tarihli Jerusalem Post gazetesinde duyuruluyor. Bu arada Davutoğlu, İran’ın başmüzakerecisi Said Celili’ye açıklanan öneri paketinin dünya meseleleri hakkında önemli bir zemin olduğunu belirterek, İran’ın çıkışına destek veriyor.
“Özetle, bir, ABD-İsrail-Türkiye saldırı hattının hazırlıklarını tamamladığı duyuruluyor; iki, Rusya’ya ve İran’a birbirlerinden uzaklaşmaları telkin ediliyor. Kim tarafından? Netanyahu ve Davutoğlu… Biri Moskova’da, diğeri Tahran’da…” 5 Türkiye bir yandan İran’a karşı yaptırım uygulamasına da karşı çıkarken, Batı ile Tahran arasındaki müzakerelere de ev sahipliği yapma niyetini duyurdu. Ancak Türkiye’nin yeni stratejideki yeri sadece İran ile diplomatik ilişkilerle sınırlandırılmadı. ABD’nin Irak, Suriye ve Lübnan’ın İran’a yanaşarak bir blok oluşturmalarını engellemeye çalıştıklarına daha önce yer vermiştik. AKP’nin “harika çocuğu” Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da önceliğini bu ülkelere vermiş gibi görünüyor. Son Bağdat saldırısının ardından Türkiye, Suriye ve Irak’ı kendisine yanaştırmaya çalışıyor. Son Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Başbakan Tayyip Erdoğan konuşmasının ağırlığını Filistin Sorunu’na veriyor. Türkiye’nin yer yer İsrail’e çatan açıklamaları, İsrail yönetiminde huzursuzluk yaratmazken bölgede her türlü ittifakı zorlayan Tahran’dan hiçbir olumlu ya da cesaretlendirici yanıt alamıyor. Bu da İran’ın, Türkiye’nin adımının gerçekte ne anlama geldiğini kavradığının bir göstergesi.
Türkiye’nin yeni stratejide askeri görevleri de mevcut. ABD’nin Çek Cumhuriyeti ve Polonya planlarından vazgeçmesinin ardında füzelerin Türkiye’ye yerleştirileceği yorumları yapıldı. Öncelikle Polonya menşeli Gazeta Wyborcza, “füzeler Türkiye’ye yerleştirilecek” iddiasını ortaya attı. Obama ve Gates’in “füzeler Doğu Akdeniz’de devriye gezen gemilere ve İran’a yakın ülkelere konuşlandırılacak” açıklamalarının ardından gözler Türkiye’ye çevrilirken, New York Times ve Washington Post’ta ABD’nin 2007 yılından bu yana füzeler konusunda Türk yetkilileri ikna etmeye çabaladıklarına yer verildi. Washington Post’un 19 Eylül tarihli sayısında üst düzey bir Avrupalı diplomatik kaynağın, “En uygun ülke Türkiye. Türkiye’nin Patriot füzeleri alımı da Obama’nın strateji değişikliğiyle ilgili” yorumuna yer verildi.
ABD gazetelerinde çıkan yorumlara yanıt Davutoğlu ve Genelkurmay’dan geldi. Davutoğlu Patriot füzelerinin özel olarak İran’a karşı alınmadığını söylerken, Genelkurmay alım ihalesinin çok daha önceden açılmış olduğunu belirtti. Ancak bu açıklamalarda şüphe uyandıran noktalar bulunuyor. Öncelikle ne Davutoğlu ne de Genelkurmay, Patriot füzeleri dışında anti-balistik füzelerin Türkiye’ye yerleştirilmeyeceği yönünde bir teminat verdi. İkincisi Genelkurmay, Ağustos 2006’da orta menzilli hava savunma füzesi alımı ihalesine, neden Türkiye’nin açtığı her silah ihalesine özel önem veren Rus firmaların bu kez itibar etmediğini de açıklamadı. Üçüncüsü, füzelerin alım zamanlamasıyla ilgili: Füze kalkanının Polonya’ya yerleştirilmesinin planlandığı dönemde Varşova yönetimi de Patriot alımı yapacağını açıklamıştı. Son olarak, Türkiye’nin bir önceki Patriot alımını 2003 yılında Irak işgalinden hemen önce yapması da dikkat çekici bir noktayı oluşturuyor.
2007 yılında ABD Senatosu’ndan Howard Baker, Tom Daschle, Bob Dole ve George Mitchell tarafından kurulan Bipartisan Policy Center’ın yayınladığı raporda, “Eğer sert yaptırımlar İslam Cumhuriyeti’ni görüşmelerde samimiyet göstermeye ve zenginleştirme faaliyetlerini durdurmaya ikna etmiyorsa, Beyaz Saray İran’ın nükleer tesislerine karşı ABD öncülüğünde bir askeri saldırı olasılığını ciddi biçimde düşünmeye başlamak zorunda kalacaktır” 6 ifadesine yer vermişti. Söz konusu raporda, İran’a 60 gün süre tanınması, eğer teslim olmaya yanaşmıyorsa ek bir uçak gemisinin İran karasuları sınırına konuşlandırılması ve müttefiklerle İran’a karşı bir tatbikat yapılması talebi yer alıyordu. Raporun talep ettiği askeri tatbikat, içinde bulunduğumuz Ekim ayında düzenlenecek ve ABD ve İsrail’in tarihindeki en büyük ortak füze tatbikatı olan Juniper Cobra ile örtüşüyor. Juniper Cobra aynı zamanda ABD’nin Türkiye’ye yerleştirmeyi planladığı anti-balistik füzeler için de ciddi bir sınav olacak.
Gerilim Kafkasya’ya kayarken
16 Eylül 2009’da soL Haber Portalı’nda araştırmacı yazar Rick Rozoff’un “İran ve Karadeniz krizi derinleşiyor” başlıklı yazısına yer verildi. Rozoff’a göre Gürcistan ve Azerbaycan’ın NATO ile geliştirilen ilişkilerinde ana hedeflerden birisi İran’a yönelik bir saldırı ihtimaliydi. Rozoff söz konusu yazısında şu tespite yer veriyor:
“Pentagon ve NATO’nun arkasında olduğu Gürcistan ile aynı zamanda İran’ın sınırı olan Azerbaycan arasında süregiden askeri bütünleşme – Washington’daki Georgetown Üniversitesi ABD ve Azerbaycan arasında Stratejik Ortaklık: İkili ve Bölgesel Kriterler adlı bir konferans düzenliyor – bütünüyle Karadeniz ve bir bütün olarak Kafkas bölgelerindeki genel askeri planlar ile ve daha da beteri, İran’a karşı ortak bir savaş planı ile bağlantılıdır.” 7 Rozoff’un yazısında öne sürdüğü tezini desteklemek amacıyla Rus yetkililerin Gürcistan Savaşı sırasında İran’a karşı olası bir saldırı için bu ülkeye yerleştirilen sistemleri ele geçirdiğine yönelik açıklamalarına yer verdi. Bu açıklamaların en önemlisi Rusya’nın NATO elçisi Dimitri Rogozin’in Brüksel’deki NATO karargahında yaptığı açıklamaydı. Rogozin, “Ağustos Savaşı” olarak bilinen Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırmasıyla başlayan ve Rusya’nın dahil olmasıyla büyüyen savaşta, “Rus istihbaratının, Gürcü askeri altyapısını, İran’a saldırmaları durumunda ABD birliklerine lojistik destek sağlamak üzere kullanılabileceğine dair istihbarat elde ettiklerini söyledi.” 8 Rogozin şöyle devam ediyor:
“NATO’nun şu an Gürcistan’da yaptığı, bunun hava sahasını gözetleme kapasitesini restore etmek, diğer bir deyişle Rus topçuları tarafından yok edilmiş olan tüm bir yer tespit sistemi ve füze savunma sistemini restore etmek.
“[Gürcistan’daki gözetleme sistemleri ve hava üslerinin restorasyonu- A.Ö.] ya bir bütün olarak İttifak’ın ya da özel olarak ABD’nin bu bölgedeki bazı hava operasyonlarına lojistik destek olarak yapılıyor. Havaalanlarının ve tüm sistemlerin hızla yeniden inşa edilmesi, Gürcistan’dan çok uzak olmayan bir başka ülkeye karşı bir hava operasyonunun planlandığını kanıtlıyor…” 9
Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev, geçen yıl yaptığı açıklamada “ABD ve NATO’nun Doğu Avrupa’daki askeri varlıklarını artırma politikasını Rusya üzerinde stratejik askeri üstünlük arayışı olarak” tanımlamıştı. Patruşev’in şu açıklaması önem taşıyor:
“ABD İran’a karşı füze ve bombardıman saldırıları düzenlemeye karar verirse, sadık müttefiklere gereksinim duyacak. Ve eğer Gürcistan bu savaşın parçası olursa, bu Rusya’nın ulusal güvenliğine ek tehditler yaratacak.” 10
Gürcistan ile Abhazya, Azerbaycan ile Ermenistan gerilimiyse tırmanmaya devam ediyor. Üstelik Türkiye bütün bu gerilimin merkezinde yer alıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri, Gürcistan ordusunun eğitimini sürdürürken, bu ülkeye yönelik silah hibesine veya satışına ara vermeden devam ediyor. Türkiye, Ermenistan açılımı ile bir yandan Erivan’ın NATO’ya yaklaştırılması için çaba harcıyor, öte yandan Azerbaycan Ordusu’nun ilk fırsatta Dağlık Karabağ’a saldıracağı ve bunun bir Azerbaycan-Ermenistan Savaşı ile sonuçlanacağı bilindiği halde, Gürcistan’a yaptığına benzer bir yardımı Aliev yönetiminden de esirgemiyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu Ermenistan açılımının gerekliliğini “donmuş sorunların savaşlarda yeniden ateşlenebileceğine” vurgu yaparak anlatıyor.
İran gündemi kızışırken Kafkaslar’da gerilimin tırmandığına ilişkin veriler bunlarla da kalmıyor. Ağustos Savaşı’nın ardından bağımsızlığını ilan eden Abhazya karasularında Türkiye’nin sağladığı hücumbotlarla Gürcistan yönetimi 23 gemiye el koydu. Güney Osetya ve Abhazya sınırında çatışma ve ihlal haberleri yoğunlaşırken, ABD’de yayınlanan New York Times, 9 Eylül’de şöyle yazıyordu:
“Kaçak bir Gürcü bölgesine gemi taşımacılığı hakları konusunda Rusya ile Gürcistan arasında tırmanan gerilim, savaşmalarının üzerinden henüz bir seneden biraz fazla vakit geçmişken ülkeler arasında potansiyel bir yeni çatışmalar sahnesini açtı.” 11
Gürcistan’ın bozguna uğradığı savaştan bir yıl sonra provokasyonlarına ara vermemesi, NATO ve ABD’nin açık desteğini almadan imkansız olarak değerlendiriliyor.
Aynı dönemde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Rusya’ya Moskova Büyükelçisi’nin bile haberi olmayan gizli bir gezi yaparken, Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev, İsrail’in İran’a yönelik bir saldırı hazırlığında olmadığını söyledi. 12 İsrail Gazetesi Ha’aretz ise Medvedev’in açıklamasıyla aynı gün ve Netanyahu’ya yakın kaynaklara dayanarak yaptığı haberde, İsrail yönetiminin Rusya’nın İran’a verdiği desteği çekmesi için girişimlerde bulunduğunu, son gezide İsrail’in Moskova’ya, Gürcistan’a yönelik aralarında casus uçakların da bulunduğu silah satışını sonlandırma sözü verdiğini ekledi.
Rusya-ABD hesaplaşması kaldığı yerden
Obama’nın yeni stratejisi Rus yetkililer tarafından olumlu karşılandı. Medvedev, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde füze kalkanı oluşturulmasından vazgeçen Obama’yı kutlarken, NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen Rusya’ya yönelik “stratejik ittifak” teklifini yineledi. Rasmussen’in önerisinin odağında ise İran’ın bulunuyor. Dahası ABD basını Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun açılışında Obama yönetiminin Rusya’ya İran’a karşı yaptırım uygulanması için destek arayışını yoğunlaştıracağına yer verdi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olan Rusya, İran karşıtı yaptırımların önüne geçebilecek tek odak… İkinci bir odak olarak tarif edilen Çin ise Sincan-Uygur bölgesindeki Batı destekli “isyanın” ardından sessizliğe gömülmüş durumda.
Şu sıralar Cumhuriyetçiler, Obama’nın yeni stratejisinin Rusya’ya karşı taviz anlamına geldiğini dillerinden düşürmüyor, ancak Genelkurmay Başkanı Gates değişikliğin Rusya’dan kaynaklanmadığını, Avrupa’yı silahlandırmaya devam edeceklerini söylüyor. ABD’nin tartışma yaratan füzeleriyle donatılmış gemilerin bir kısmının Kuzey Denizi’nde devriyeye başlayacağı da Gates tarafından vurgulanıyor.
Gates’in açıklamalarına paralel olarak ABD’de füze sisteminin Bulgaristan ve Romanya’ya da konuşlandırılacağı haberlerine yer verildi. Ocak 2007’de Bulgaristan Haber Ajansı, Bulgaristan’daki Bezmer ve Graf İgnitiyevo hava üsleri ve Romanya’nın Karadeniz’deki en önemli limanı Köstence’de bulunan Mihail Kogalniceanu Hava Üssü’nün olası bir İran saldırısı için kullanılabileceğini belirtti. ABD’nin Bulgaristan ve Romanya’da toplam yedi üssü ve ayrıca burada duran savaş uçakları dışında bu iki ülkede 3 bin ila 5 bin askeri var. Washington, Doğu Müşterek Görev Kuvveti (Joint Task Force-East/JTF-East) kalıcı merkezini Romanya’daki Mihail Kogalniceanu hava üssünde kurdu. Dahası, Doğu Akdeniz ve Kuzey Denizi gibi Karadeniz’e de anti-balistik füzeler taşıyabilen gemiler yerleştirmek istediği biliniyor. Bu gemiler için üssün Romanya’daki Köstence Limanı olduğu söyleniyor. ABD’nin son dönemde Trabzon Limanı ve Gürcistan’ın Poti Limanı’nı da kapsayan stratejisi Karadeniz’in bir bütün olarak NATO egemenliğine girmesini hedefliyor. Böylelikle ABD, gerek Rusya’ya gerekse İran’a karşı aktif egemenliğinde bir deniz elde etmiş olacak. NATO’nun yeni Karadeniz projesi için şu anda en büyük engel, Ukrayna’da bulunan Rus donanma üssü ve bu ülkeye NATO gemilerinin demirlemesine karşı olan Ukrayna halkı.
İran yeni bir sıçrama tahtası mı?
İran’ın diz çökmesi, ülkenin merkezinde bulunan bölgenin emperyalizm için “istikrara kavuşması” noktasında elzem olarak görülebilir. Ancak, ABD’nin ve İsrail’in bu ülkeye yönelik askeri bir operasyonunun ne kadar vaktinin kaldığının ya da olup olmayacağının bir açıdan fazlaca önemi bulunmuyor, çünkü Obama yönetimi Afganistan’dan Kafkaslara ve Ortadoğu’ya açılan, Doğu Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de yoğunlaşan yeni bir gerilim sahasını tanımlamış durumda ve her açıklama, bir öncekiyle çelişse bile bu stratejiye hizmet ediyor. Bu yeni strateji bir anlamda Soğuk Savaş’ın ardından “batının” sınırlarının yeniden tarif edilmesi anlamına geliyor. Gerek Obama’nın gerekse Gates’in yeni füze stratejilerinde sıklıkla eski ABD Devlet Başkanı Ronald Reagan’ın “Yıldız Savaşları” projesine atıfta bulunmaları, sadece yeni sistemin Reagan’ın projesindeki gibi “uzay temelli” olması gibi teknik bir detaydan kaynaklanmıyor. ABD yönetimi Soğuk Savaş’ın en saldırgan açılımlarından birini tekrar hayata geçirmeye çalışıyor. Bu kez sadece hedef ülkeler değişmiş durumda.
Yeni İran gündemi bu anlamda emperyalist yayılmacılığın yeni döneminin tam merkezinde oturuyor ve Ortadoğu’dan Kafkasya’ya uzanan bir fay hattı ortaya çıkıyor. ABD Kosova, Afganistan ve Irak’ta asla terk etmeyi düşünmediği büyük askeri üslere sahip. ABD ve onun NATO müttefikleri Bulgaristan, Romanya, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Kuveyt, (ABD Donanması’nın 5. Filo’sunun merkez üs olarak kullandığı) Bahreyn ve civardaki başka ülkelerde önümüzdeki 10, belki de 20 ya da 30 yılın savaşlarında kullanılabilecek üslere sahip.
Rozoff, İran gündeminin yeni bir tanım anlamına geldiği gibi bir sıçrama tahtası işlevi göreceğini de belirtiyor, aktarıyorum:
“Geçtiğimiz on yıldaki savaşları -Yugoslavya, Afganistan ve Irak’a karşı- ve ABD ve NATO askeri varlığının üç ülkede ve bunların çeperindeki birçok başka ülkede buna eşlik eden büyümesini birbiriyle bağlantısız bir olaylar dizisi olarak görmek yerine, eğilim olduğu gibi görülmeli: Her bir müteakip savaş alanını bir sonraki saldırganlık için sıçrama tahtası olarak kullanan tutarlı ve hesaplanmış bir strateji.” 13
Şu an için İran’a yönelik saldırı açıklamaları, ABD’nin masadan istediğini alarak kalkma stratejisinin önemli bir enstrümanı; ancak İran’ın diz çökmesi durumunda tıpkı önceki Yugoslavya, Irak ve Afganistan işgallerinden de anlaşılacağı üzere yeni bir müdahale alanı tanımlanmış olacak ve belki de İran -eğer diz çökerse- yeni yayılmacılığın sıçrama tahtası haline getirilecek. Irak’ın işgalinden bu yana dünya politikasının ana gündem maddesinin İran olmasının arkasında yatan da bu.
Dipnotlar
- “Türkiye’yi savaşa mı hazırlıyorlar?”, soL haber portalı, http://haber.sol.org.tr/turkiye-yi-savasa-mi-hazirliyorlar-haberi-18341, 21.09.2009.
- “Gates: Füze stratejisi İran’a karşı”, soL haber portalı, http://haber.sol.org.tr/…/gates-fuze-stratejisi-iran-a-karsi-haberi-18339, 21.09.2009.
- “Yıldız savaşları dönemi başlıyor”, soL haber portalı, http://haber.sol.org.tr /…/yildiz-savaslari-donemi-basliyor-haberi-18280, 19.09.2009.
- “Obama Leads Security Council Session on Sidelines of UN General Assembly”, http://www.voanews.com/english/2009-09-24-voa59.cfm, 25.09.2009.
- Birdal Alper, “Füze kalkanı ABD’nin sopası”, soL haber portalı, http://haber.sol.org.tr/…/alper-birdal/fuze-kalkani-abd-nin-sopasi-18081, 14.09.2009.
- “Taking Iran Seriously” http://www.bipartisanpolicy.org/news/articles/2009/09/coats-robb-wald-taking-iran-seriously, 25.09.2009.
- “İran ve Karadeniz krizi derinleşiyor”, http://haber.sol.org.tr/…/iran-ve-karadeniz-krizi-derinlesiyor-haberi-18321, 20.09.2009.
- agm
- agm
- agm
- New York Times, 9.10. 2009.
- “Medvedev: İsrail İran’a saldırmayacak”, http://haber.sol.org.tr/…/medvedev-israil-iran-a-saldirmayacak-haberi-18342, 21.09.2009.
- “İran ve Karadeniz krizi derinleşiyor”, http://www.haber.sol.org.tr/…/iran-ve-karadeniz-krizi-derinlesiyor-haberi-18321, 25.09.2009.