Bir Saçak Yazısı Üzerine

Saçak dergisi’nin 39. sayısı… İşte katkıda bulunanlardan birkaç isim: Doğu Perinçek, Helmut Schmidt, Milan Kundera… Birazdan değineceğiz. Derginin yazarlarından Mehmet Gündüz ise aynı sayıda bir “devrimci Marksizm”den söz ediyor. En başta hatırlatalım…

Evet, Mehmet Gündüz Saçak dergisinin 39. sayısında “Zemin ve Gelenek Üzerine” üst başlıklı, “Varolan Düzenle Reel Sosyalizm Arasında Sıkışmak” adlı yazısında Zemin ve Gelenek‘ de cisimleşen iki uç saptıyor. Bu yazının Zemin‘e ayrılan bölümü temel olarak bu dergiyi ilgilendiriyor. Kendi aralarındaki sorunlar. Gelenek Kitap Dizisi için söylenenler ise yanıtlanması gerekecek yoğunluk ve içerikte. Burada Mehmet Gündüz’ün izlediği sıra ile, hatta yeri geldiğinde satır satır, konumuz olan yazıyı ele almak istiyoruz

Türkiye solunun 12 Eylül sonrasında geçirdiği ideolojik bunalımdan söz ederek işe başlıyor Gündüz. Bunalımın bizzat ürünü ve parçası olan eğilimlerin başında da “sivil toplumculuk” geliyor. Etrafta sivil toplumculuk rüzgarları eserken, kaybolup giden değerlerin imdadına yetişiliyor ve 1984 yılının Şubat ayından itibaren Saçak “bilimsel sosyalizmin ana ilkelerini bir kere daha ortaya koyuyor, düz evrimciliğe karşı devrim fikrinin savunmasını yapıyor. Jakoben mirasa sahip çıkıyor, yeni-liberalizm tezlerini eleştiriyor gerici tarih teorilerine karşı çıkıyor.”1 Sonra herhalde, bu derginin elde ettiği zafer diğer eğilimlerin gözünü kamaştırıyor ve herkes, büyük bir kıskançlık içerisinde, “sivil toplumculuğu” eleştirmeye başlıyor. Ve ondan sonra inanılmaz şeyler oluyor: “Türkiye solunun objektif manzarası şunu açıkça ortaya koyuyordu ki, solun oldukça kalabalık bir kesimi “sivil- toplum”cu teorilerden şu ya da bu biçimde etkileniyordu. Ama bu kesimler, aynı zamanda sosyalist solun içerisindeydiler ve birleşilmesi gereken güçlerdi. Bu yüzden ‘sivil toplum’culuğa karşı mücadelenin hem daha üst bir düzeyde, hem de birlik perspektifi ile sürdürülmesi çok önemliydi. Yani hem eleştiri ve dönüştürme, hem birlik. Mücadele olmadan birlik, hatalı fikirlere teslimiyete yol açardı. Birlik olmadan mücadele ise, 1970’li yıllardakine benzer bir kör dövüşünü getirirdi”2 Başka bir yerde zamanı gelince tüm açıklığıyla göstereceğiz; eğer Türkiye’de bir sivil toplumculuk varsa, onun içerisinde mutlaka, ama mutlaka Saçak Dergisi de vardır. Sonra, eğer Saçak yukarıdakileri içten söylüyorsa, yani “mücadele” ettiğinde gerçekten de “birlik” falan düşünüyorsa, onlardan önemli bir ricamız da olacak: Aman Gelenek ile fazla mücadele etmesinler.

Saçak yazarı Mehmet Gündüz daha sonra bizi şımartma riskine bile katlanıyor: “İlginçtir ki, Gelenek Türkiye’deki benzerlerinden hayli farklı olarak kuruluktan oldukça uzak bir ideolojik tartışma becerisi gösterebiliyor, teori yapabiliyordu.”3 Gelenek kendi geleneği içerisinde gerçekten de bir teorik çerçeve kurmaya çalışıyor. Bunun hakkını teslim edebilenler de olacak, karşı çıkanlar da. Ama bir de Saçak‘ın geleneği var. Bir dönemi hiç yaşamayanlar veya unutkanlar için hatırlatalım: Bu gelenek Türkiye solunda “tek tip ceket giyenler” veya “köylücüler” olarak bilinirdi. Öyle teori ile falan da ilgisi yoktu. Yandaşlarına “Dağları Taşıyan Budala İhtiyar” türü masallar okuturdu. Zaman bazı şeyleri gerçekten unutturuyor.

Bu kısa hatırlatmalardan sonra Saçak‘ın Mehmet Gündüz aracılılığıyla Gelenek‘e yönelttiği suçlamalarla hesaplaşabiliriz.

Yeni Sol – Yenik Sol

Mehmet Gündüz de çoğu yeni solcu oluşum gibi “yeni sol” içerisinde kendi dünya görüşünün yer almasından hiç hoşnut değil. Aslında Türkiye’de hiç kimse “yeni sol” sıfatını kabullenecek cesarete sahip görünmüyor. Elbette kabullenmeyecekler. Çünkü yeni sol, büyük ölçüde, yenik sol anlamına geliyor. Dünya sosyalist hareketi tarihinde “kazanım” ve “onur” adına ne varsa, bunun sahipleri “geleneksel sol” dadır. Adı üzerinde “reel sosyalizm”, yani gerçek sosyalizm “geleneksel sol”un tüm bir tarihinin somut, elle tutulur örneklerinden en önemlisidir. Yeni sol, işte buna karşı yeniktir.

Gelenek‘in tavrı çok açık. Trotskism, Maoizm, liberal solculuk, Titoizm ve hatta Avrupa Komünizmi “yeni sol” un içerisindedirler. Mehmet Gündüz bunu iyi saptamış “Yeni Sol” bir tarihsel süreci benimsemeyip, buna alternatif bir “sol dünya” yaratmayı düşünenlerin toplamıdır. Yalnızca Türkiye’de şu son bir-iki yıldaki gelişmelere baktığımızda “yeni sol” içi ayrımların ne ölçüde silikleşebileceğini görüyoruz. Bir “sosyalist parti” tartışması başladı, ön plana çıkanlar Doğu Perinçek, Murat Belge, Mehmet Ali Aybar gibi kimliklerin temsil ettikleri eğilimler oldu. Sürekli olarak bir “demokratik sosyalizm”den söz edildi. Demokratik sosyalizmden söz edilince de anti-sovyetizm yapacaksın, hiçbirisi eksik kalmadı. Yeni sol varlık nedeni gitgide “yalın” bir reel sosyalizm düşmanlığına dönüşmeye başlayan bir toplam oluyor.

Mehmet Gündüz bu bütünün sözcülerinden birisidir. Doğu Perinçek gibi “pratisyen” ve “politikacı” bir arkadaşının en fazla “liberal” olarak nitelendirilebilecek “görüş”lerini, “teorisyen” ve “aydın” birisi olarak (Halil Berktay ile beraber) sol kamuoyuna taşımak görevini üstlenmiş durumda. Saçak Dergisi içerisindeki bu işbölümünün kabak tadı verdiğini söylemek zorundayız. Mehmet Gündüz, birazdan değineceğimiz “Ortodoks” söylem biçimini kullanmadan önce Perinçek’in siyaset yazılarını okumalıdır. Ya da kendisine yazacak başka bir yer bulmalıdır.

“Teorisyen” Gündüz Gelenek‘ in fonksiyonunun bir mirası bugüne taşımak değil reel sosyalizmi kayıtsız şartsız aklamak olduğunu belirtiyor.4 Reel sosyalizmin “aklanmaya” gereksinimi olduğuna hiç inanmıyoruz. Ancak, onun savunusunda “tutkulu” bir konumumuz olduğuna itiraz yöneltmeye de niyetimiz yok. Gelenek‘ i okuyanlar çok iyi biliyorlar, reel sosyalizmin tarihine doğrular-yanlışlar türünden bir öznellikle yaklaşmak gibi bir çabamız hiç olmadı. Bizi hep tarihin mantığı ilgilendirdi, o tarihin mantığına sahip çıkıyoruz. Ya siz neye sahip çıkıyorsunuz sayın Gündüz?

Ortada, bir şeylerden söz edildiğini görüyoruz: “Reel sosyalizmin bürokratizmine karşı bir başkaldırı olan Çin Kültür Devrimi”5 ve Gramsci-Mao geleneği! Üzülerek söylemek gerekiyor, Çin Devrimi bir tarafında “destan” bir tarafında işin içine “çete”lerin “coca cola ideolojisi” nin ve entrikacılığın ne yazık ki karıştığı bir “kabus” barındırıyor. Çin Kültür Devrimi, neresinden bakılırsa bakılsın bu “kabus” un bir parçasıdır Yeni Sol’un kendisine bir “tarih” yaratma çabasını belki anlamak mümkün ancak bunun olanağı bulunmadığını söylemek de herhalde bizim hakkımız.

Ekonomizm – Popülizm – Demokratizm

Gelenek‘in teoriye yaklaşımı karpuz sergisine yaklaşımdan farksızdır. Teorinin içinden istediklerini ve hoşuna gidenleri karpuz seçer gibi seçiyor.”6 Kelekleri başka türlü nasıl ayıklayabiliriz ki? Marksizm’in kendi iç gelişiminde belirli dönemlerde ortaya çıkmış, önem kazanmış veya nüve halde varolan tüm öğelere eşit dozda sahiplenmek durumunda değiliz. Marksizmin de bir tarihi vardır ve üstelik bu tarih olgunluk aşamasına bu yüzyılın ilk yarısında ulaşmıştır.

Gelenek‘te değişik kalemler 19. yüzyıl marksizminin çok çeşitli nedenlerden ekonomist yorumlara açık olduğunu vurguladı. Değişik örnekler gösterildi, gösterilecek. 20. yüzyıldaki sıçramaların nasıl gerçekleştiğini ve bundan sonra neyin nasıl yapılacağını kavrayabilmenin başka yolu olduğunu sanmıyoruz. Sonra, yeni kuşakların Marksist klasiklere daha ciddi ve özgüvenle yaklaşmalarını istiyoruz. Marksizmin tarihinin sancısız ve dümdüz bir doğrultuda olduğu izleniminin yayılmasına engel olmaya çalışıyoruz.

Bu çaba içerisinde Marks’dan bir alıntı yapılmış: “Bir toplumsal düzen, içinde barındırdığı tüm üretici güçler gelişmeden hiçbir zaman yok olmaz.” Bu tezin belli oranlarda ekonomist yorumlara açık olduğu belirtilmiş.7 Gerisini Mehmet Gündüz’den dinleyelim: “… bu tespit Gelenekçileri ayağa kaldırmış. Gelenekçilerin bu pasaja neden bu kadar karşı olduklarını anlamak için, onlar kadar bir zekaya sahip olmak yeterlidir. Eğer bu pasajdaki fikir yanlış olarak ilan edilmezse, reel ‘sosyalizm’in, ‘sosyalist toplumun geri dönülmez bir şekilde kurulduğu’ tezi kanıtlanamaz. Çünkü Marks’ın bu görüşü, Rusya gibi geri bir ülkede kapitalizmin içinde barındırdığı tüm üretici güçler sonuna kadar gelişmeden yok olmayacağını, sonuç olarak sosyalist bir iktidar altında dahi yok olmayan kapitalizmle sosyalizm arasındaki mücadelenin süreceği görüşünün doğruluğunu düşündürmektedir. Çünkü Marks’ın bu koyuşu Mao Zedung’ un sosyalist bir iktidar altında da kapitalizmin mi yoksa sosyalizmin mi kazandığının henüz belli olmadığı, bunun uzun süreli bir mücadele olduğu, kapitalizme karşı mücadelenin uzun süre sürdürülmesi gerektiği tezine kapıları açıyor. İşte Gelenekçileri telaşa düşüren budur.”8 Mehmet Gündüz kusura bakmasın, “zeka” konusunda söyledikleri oldukça şanssız. Gelenek yazarı Marks’tan söz konusu alıntıyı yaparken hiç de Sovyetler Birliği’ni düşünmedi. Marks’ın bu yaklaşımının mutlaklaştırılması durumunda “sosyalizmin düşünülemeyeceği” “devrimci sıçramalar”ın gerçekleştirilemeyeceği kaygısını taşıdı. Neden mi?

Herhangi bir toplumsal sistemin yeni bir toplumsal sisteme olanak tanıması için belli bir maddi temelin olgunlaşması gerekiyor. Özellikle bir sömürücü düzenden diğerine geçişte, örneğin feodalizmden kapitalizme geçişte feodalizmin iç dinamiğinin tıkanmasının önemli bir rolü olmuştur. Ancak, devrim süreçlerinin tek başına üretici güçlerin “daha fazla gelişememeleri” ile açıklanması son derece yanıltıcı ve “el-kol bağlayıcı” sonuçlara neden olacaktır. Özellikle sosyalizme geçişte. Sosyalist devrim süreci, aynı zamanda bir üstyapısal zorlama ile de ilgilidir. Ne iktidarın alınması ne de sosyalizmin kuruluş döneminde “kapitalizmin üretici güçlerin önünü tıkaması” tek başına belirleyici olmuştur. Üretici güçlerin gelişmesinin ne zaman durduğunu saptamanın yolu “bilimsel” değil “siyasal”dır, bunun ise çok fazla kuramsallaştırılabilmesi mümkün değildir.

Ancak burada daha ilginç bir şey var. Mehmet Gündüz’e göre “kapitalizm sosyalist bir iktidar altında kendi gelişimini sürdürecek ve kapitalizmin en yüksek aşaması sosyalizmde boy gösterdikten sonra tarihin çöplüğüne atılacaktır.” Kapitalizmin sosyalist devrim sonrasında varlığını koruması ile kendi üretici güçlerini geliştirmeye devam edip, sınırlarına ulaşması çok farklı şeylerdir. Birisi bir gerçek, diğeri ise cehalettir. Sınıf çatışmalarının sosyalist devrim sonrasında gitgide keskinleştiği tezi de bu cehaletin ürettiği ve sonunda Mao’nun “sonsuz çelişkiler” yumağı içerisinde, işçi sınıfı partisini bu çelişkilerin çiçek gibi açtığı bir tribün haline getiren “tez”dir.

Gelenek‘te 19. yüzyıl marksizminde “popülizme prim verebilecek” kimi öğelerden de söz edildiği oldu. Mehmet Gündüz Marks ve Engels’in “amaçları bulanık olan genel bir sosyalizm söylemi etrafında halka nutuklar çekmenin uzun vadede hiçbir yarar getirmeyeceğini gördükleri için”9 böyle bir sıkıntıdan uzak olduklarını belirtiyor. Hatta, Lenin’in Marks’dan zaman-zaman daha popülist olduğunu söylüyor. Gelenek‘in bazı yazılarda sözü edilen “popülizme prim verebilecek öğeler” tamamen Marks ve Engels’in ağırlığı çoğunlukla bir “öncü” yerine “yığınların hareketliliğine” vermesinden kaynaklanmaktadır. Engels’in son dönem kimi yazılarında iş “örgütün gereksizliğine” kadar varmıştır. Biz bu yaklaşıma neden olan koşullarla ilgilenmek zorundayız ve bu yaklaşımın olumsuzluklarının giderildiği tarihsel bir sıçramayı da önemsiyoruz.

Gelenek bunlarla ilgileniyor, çünkü “reel sosyalizmin halk düşmanı bürokratlarını aklamaya çalışıyor!” “Reel bürokratlar her türlü aşağıdan halk hareketine karşı sınırsız bir nefret içindedirler.” 10 Ortada halk hareketlerini sevip sevmemek gibi bir sorun yok ki. Halk hareketleri bir olgudurlar. Sınıf çelişkilerinin ürünüdürler. Sorun, bunun çok ötesindedir. Biz, halk hareketlerinin kendi başlarına sosyalist birikimi temsil edemeyeceklerine, o birikime ulaşamayacaklarına inanıyoruz. İşçi sınıfı da dahil, “kitlelere” bir ölçüde dışarıdan bakabilmenin zorunlu olduğunu, sosyalizm mücadelesinde kitlelere dışarıdan bakmanın belli tarihsel dönemeçler, yani devrimci bunalım dönemleri dışında, belirli bir yerleşiklik kazanması gerektiğini söylüyoruz. Politika yapacağım iddiasıyla her zaman mevcut düzenin kâr hanesine yazılacak olan “ortalama hedefler” gösterilmesine itiraz ediyoruz. Bu anlamda, Jakoben mirasa sahip çıkıyoruz.

Jakoben miras, özgün bir tarihsel kesitte iradi müdahaleciliği bir kalabalığa maletmektir. Özgün tarihsel kesitlerde kalabalıklar istisnai değildir. İradi müdahalelere ise pek fazla sık rastlayamayız. Jakoben gelenekte bu nedenle bir halk hareketinin üzerinde yükselmekten çok bu müdahaleyi ön plana çıkarıyoruz. Peki, Saçak Jakoben geleneği ne için sahipleniyor? Bunu gerçekten anlayamıyoruz. Anlaşılacak bir yanı olmadığı için, Saçak, bir kümenin en popülist eğilimlerinden birisidir. Jakoben geleneğin yakasını bırakmalıdır.

Gramsci İçin Kısaca

Gelenek‘in üçüncü kitabında “Gramsci Düşüncesi Kimlik Bunalımında” başlıklı bir yazı ile İtalyan düşünürün sosyalist literatürdeki yeri sorgulanmaya çalışıldı. Gelenek yazarı Hekimoğlu, yazısı boyunca Avrupa solunun kendi kısırlıklarının da etkisiyle Gramsci’den bir “peygamber” yaratma uğraşı içine girdiğini vurguluyordu. Ama yazısını yazarken herhalde bir Gramsci-Mao geleneğinden haberi yoktu. 11 Hekimoğlu, Gramsci’yi “tukaka” ilan ediyordu, çünkü İtalyan düşünür “reel sosyalizme yar olamazdı.” Reel sosyalizme yar olmayan, Mao’ya kısmet oluyordu.

Gelenek diğer önemli çalışmaları bir yana, sırf Modern Prens’in yazarı olduğu için Gramsci’yi “tukaka” ilan edemez. Önemli olan bu değildir. Önemli olan Gramsci’nin Marksist düşünce zinciri içerisinde vazgeçilmez bir halka olup olmadığıdır. Hekimoğlu’nun yazısı batılı Marksistlerin bu konuda yaptıkları zorlamalara yönelik bir itirazı kapsamaktaydı. Bu anlamda Gramsci hem kurduğu teorik sistem, hem de bu sistemin pratik uzantıları bağlamında incelenmeliydi. Yapılan, buydu. Gramsci’nin iç tutarlılığa sahip ve sosyalist hareket için vazgeçilmez bir yol gösterici olduğu iddialarına katılmamız mümkün değil. Bu anlamda geleneksel solun Gramsci’ye karşı takındığı düşmanca olmayan, ancak mesafeli tavrı anlıyoruz. Mehmet Gündüz’ün garip bir toyluk içerisinde kurduğu Gramsci-Mao bağlantısını ise tebessümle karşılamak durumundayız.

Mehmet Gündüz’ün Demokrasisi

12 Eylül öncesinde çalınan bir plağı yeniden işitmeye başladık. Sosyalist devrimi savunanlara sürekli olarak “demokrasi” hatırlatılmaya başlanıyor. Bir ilave var: Bir de “sosyalist demokrasi” tutkusu başladı. Saçak için anlamamız olanaksız: En yetkili kalemlerden “sınıflar arası consensus”u talep eder hale geldiler. Türkçesi sosyalizmle uzaktan yakından bir ilgileri yok ve bir de “sosyalist demokrasi “den söz ediyorlar.

Gelenek, kendince önemli gördüğü bir kuşatmaya karşı mücadele etmeye çalışıyor: “Demokrasi” kavramının sosyalizme karşı kuşatması. “Demokrasi”nin bir ideolojisi vardır. Bu, Fransız İhtilali’nden bu yana burjuvazinin en can alıcı silahlarından bir tanesidir. Sosyalist mücadelede nerede kalıcı bir başarı varsa, orada bu ideolojiden ciddi bir kopuş yaşanmıştır. Biz “demokrasi”yi burjuvazinin tekeline bırakmış değiliz. Ancak sosyalizmi “demokrasi”de bir aşama olarak adlandırmaya çalışan herkesle hesaplaşmaya hazırız. Bugün, (Türkiye’de de) sosyalist mücadeleyi “demokrat” giysi ile kısırlaştırmanın hiçbir yararı yok. Tam tersine sosyalizmin zenginliğini kendi mantığı içerisinde sunabilmek gerekiyor. Ülkemizde henüz bir sosyalist iktidar yok. “Sosyalist demokrasi gevezeliği” için bir maddi temel de yok. Ama daha şimdiden “çok partili sosyalizm”, “sınırsız düşünce özgürlüğü” ve “örgütlenme serbestliği” üzerine yazılmış yüzlerce makale var. İşe tersten başlama merakının altında yatan neden çok açık: 1917’si1929’u1936’sı olmayan bir sosyalizm isteniyor.

Gelenek, devrimden önce zaman-zaman geniş kitlelere de mal olan burjuva demokrat süreçler ile “sosyalist demokrasi” arasında bağ kurulmaması gerektiğini, bu birincisinden kopuş olmadıkça “sosyalist demokrasi” üzerine yapılacak tartışmaların hiçbir önemi olmadığını vurguluyor. Bu nedenle tüm suçlamalara karşın, “demokrasi” kavramını ağzımıza sakız etmeye niyetimiz yok.

Yoksa ne demokrasi mücadelesini, ne de “sosyalist demokrasi”yi küçümsüyoruz. Demokrasi mücadelesini, sosyalist mücadelenin belli dönemlerde kendisine çekebildiği, bu anlamda ona damgasını vurduğu zigzaglı bir süreç”sosyalist demokrasi”yi ise tamamen sosyalizmin yapısal birikiminin bir sonucu olarak görüyoruz. “Demokrasi” sosyalizmin birincil sorunu değildir, çünkü demokrasinin kendisi onun kaçınılmaz bir ürünüdür. Bir süreç içerisinde oluşturulan, olgunlaşan, bir günde ilan edilmesi mümkün olmayan bir demokrasi. Neden bir günde ilan edilemez? Çünkü, demokrasi karar mekanizmaları ve bu mekanizmalar halkın katılımı ile ilgilidir. Bu katılımın kökleşmiş araçlar ve amaçlar içerisinde gelişmesi için maddi temellerin yaratılması gerekiyor. Parti öncülüğü denilen ve bugün Gündüz’ün ağzına bile almaktan çekindiği zorunluluk tam da bu dönem içerisinde, yani söz konusu maddi temelin yaratılmasında gereken bir öncülüktür. Halkta içkin olarak bu katılımı gerçekleştirebilecek bir potansiyel olsaydı, parti denen mükemmel mekanizmaya gereksinim kalmazdı sönmesi için en ileri aşamasına gelmesi gerektiğini söylediğimiz devlete de…

Bir Fetiş Gerekiyorsa…

Mehmet Gündüz Zemin Dergisi’ni “muhalefetçilik” ile suçluyor.12 Sağ sapma bu. Sol sapma Gelenek: İktidar fetişizmi… Saçak Dergisi de aklıselim içerisinde orta yolda gidiyor. Bu olgun tavır içerisinde bir şey unutuluyor. Siyasal mücadele, iktidar içindir. İktidar mücadelesinin fetişi olmaz. İktidara gelen yolda fetişler olur. Örgüt fetişi olur, demokratik haklar fetişi olur… İktidarın, tutkusu olur. Türkiye’de örgüt fetişi yaşandı, halen yaşanıyor. Demokratik haklar fetişi günden güne daha fazla yere bulaşıyor. Biraz da iktidar düşünülse…

Mehmet Gündüz’e göre biz “iktidarı fazla düşünüyoruz çünkü kitlelere güvenmiyoruz.”Açık söyleyelim, Türkiye’nin bugünkü nesnelliğinde kitlelere güvenmemenin bir siyasal isabet olduğunu biliyoruz. Bugün Türkiye kapitalizmi nüfusun çok önemli bir bölümünü kendisi için şekillendirememe acizliği içerisinde değil. Ayrıca Türkiye sosyalist hareketinin kitlelere güvenmeyi hakedecek bir güce sahip olmadığını da biliyoruz. Ülkemizde belli bir süre sonra önemli bir kesimin düzenden kopacağını, bunun tek başına bu kesimin sosyalizme yönelmesi demek olmadığını, bugünden sosyalist iktidarı düşünen ve perspektifini ona göre çizen bir hareketin kopan kesimi çekmemesi durumunda ise hiçbir şeyin olmayacağını vurguluyoruz. Kendimizi bu ölçüde “kitleler” den ayırmak gereksinimi duyuyoruz. Kitleselleşmenin bu “ayrım” sayesinde olacağını düşünüyoruz. Halkın bugünkü gururunu okşamak için “iktidar”ı unutmayı hiç düşünmüyoruz. Ve “herhangi bir burjuva iktidarının gözünü kırpmadan uygulayacağı reel politik önlemleri ve geliştireceği kurumları hiç tereddütsüz uygulama”yı da taahhüt ediyoruz…

Gelenek‘ de bundan sonra Mao’culuğa ilişkin çalışmalar yer alacak. Bu son derece olağan bir şey. Mehmet Gündüz’ün Gelenek‘e ilişkin yazısından sonra olağan olan “zorunlu” da oldu. İki nedenle: Birincisi durup dururken yeniden “devrimci Marksizm”den söz edilmeye başlandı. Bu garipliğe bir son vermek gerekecek. İkincisi, Gündüz Gelenek için Zemin‘in arabı diyor.13 Bu durumda Saçak ikisi arasında bir yerde oluyor. Asıl yerine konması için Gelenek‘in yalnızca Zemin değil Saçak dahil tüm yeni solcu eğilimlerin de tersi arabı olduğunu iyice sergilemesi gerekiyor.

GELENEK

 

Dipnotlar

  1. Gündüz Mehmet;Zemin ve Gelenek üzerine, Saçak No: 39, s. 23.
  2. a.g.y. s. 24.
  3. a.g.y. s. 24.
  4. a.g.y. s. 30.
  5. a.g.y. s. 30.
  6. a.g.y. s. 30.
  7. Çulhaoğlu Metin ; Geleneksel Solun Anatomisine Doğru Gelenek No : 4 s.22
  8. Gündüz Mehmet ; a.g.y. s.31.
  9. a.g.y. s. 31.
  10. a.g.y. s. 32
  11. a.g.y. s. 33
  12. a.g.y. s. 36
  13. a.g.y. s. 33
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×