Biri “Stalinizm” mi Dedi?

Stalinizm ya da Stalin İnsanın İnsanlığını Nasıl Kurtardı?

Slavoj Zizek

Çeviren: Sabri Gürses

Encore Yayınları, İstanbul, Kasım 2008

98 sayfa

 

 

 

Bir okurun, okurken zorlandığı, çoğunlukla bir satırını üç beş kez okumak zorunda kaldığı, “şaka mı yapıyor?” sorusunu sık sık kendi kendine sorduğu bir kitap ve düşünür üzerine yazması da bir hayli sıkıntılı oluyor. Bu tip yazarlar üzerine kalem oynatmanın korkutucu bir tarafı da var: ironiyle gerçeği ayırt edemediğin ölçüde, senin “ak” dediğine başkasının “kara” deme ihtimalinin artması.

Sovyetler Birliği ve Stalin üzerine yazma girişiminde bulunanların, ölçüsüz bir hoyratlıkla meseleye yaklaşmaları, aslında “kitap eleştirmeni”nin işini kolaylaştırıcı bir etmendir1. Siyaset skalasında durduğun yere, sovyet deneyine beslediğin dostluğa bakarak kitabı kantarına koyar ve tartarsın. “İyi”nin ve “kötü”nün kriterleri az ya da çok bellidir.

Peki, kendi adına çekilen belgeselde, evinin giriş kapısında Stalin posteri ile beraber görülen biri için ne söylenebilir?

“Sarkastik görünürkenki amacım ciddiye alınmamak. Ciddiye alınmamak dediğiniz, sarkazm’ın bir çeşididir. Şakanın biçimi ciddi olmadığımı yansıtmalı. Bazı insanlar bu büyük adamın [Stalin’in-E.Ç.] büyük suçlar işlediğini düşünüyor (…) Basitçe “ben bir Stalinist’im” deseydim bu bir çılgınlık ve zevksizlik olurdu. Fakat bu şakanın içersinde, basitçe şaka diyemeyeceğimiz bir şeyler de var.”2

Stalin(“izm”)’in Sovyetler Birliği’nin “kültürel Thermidor’u” olduğu iddiasına karşı, onun geleneksel Rus kültürünü yeniden dirilterek aslında “insanın insanlığını kurtarması” fikrine ne demeli? Daha 20’li yıllarda, bolşevik aydınlar arasında gelişen “mühendislik” eğilimlerine, insanın makineleşmesi ütopyasına (evet, bir “distopya” değil, “ütopya”), insanın kendi kendisini tamamen nesneleştirmesine karşı; onlara “etkin bir özne” gibi davranması, Ahmetova gibi “modern” yazarların kitaplarını yayımlayacak yayıncı bulamaması, ancak Puşkin, Turgenyev, Çehov, Tolstoy (Dostoyevskiy değil) gibi yazarların kitaplarının sürekli ve çok sayıda basılıp en ücra köylere kadar dağıtılması…

Ortada bir tuhaflık ve çatlak olduğu muhakkak. Kitabından bahsedeceğimiz Slavoj Zizek’in ise uzun süredir bu çatlaklarda kendisini var ettiği ise bir vakıa. Zizek’in fikriyatının ne anlama geldiğine sonra değineceğiz.

Zizek’in, egemen “reel sosyalizm eleştirisi”ne, kendi verdiği adla “standart liberal konsensüs”e en büyük karşı çıkışı, Sol’un liberal cenahtan bu tip eleştirileri hiç süzgeçten geçirmeden kabul etmesidir.

Kitaptan bir örnek verilebilir. Brecht’in yahut Şostakoviç’in Batılı kaynaklar tarafından ısrarla birer “antisovyet” olarak gösterilmeye çalışıldığı biliniyor. Şostakoviç’in yaptığı müzikte “gizli bir muhalefet” bulmaya çalışanların sayısı az değildir. Böylece, muhalefeti Sovyetler’in içinde başlatmaya çalışanlar, Sovyet yazarlarının, müzisyenlerinin, ressamlarının eserlerinde bir çeşit “ironi” olduğunu iddia etmiş olurlar. İşin ilginç yanı, sosyalizmi öven bir eserde antikomünizm olduğunu iddia etmenin, onun başlı başına ironi olduğunu söylemenin, eserin kendisi yok etme anlamına geleceğinin görülmemiş olmasıdır.

Stalin için sorulabilecek olan, “adam madem bu kadar psikopattı ve Şostakoviç, Pasternak gibi adamlar da muhalifti, neden Stalin yukarıda sayılanları tasfiye etmedi?” sorusuna, “Şairler söz konusu olduğunda, Stalin’in batıl inancı etkili olmuş olabilir, ama asıl yanıt önemli figürlerin yurtdışında tepkilere yol açmadan ‘tasfiye’ edilemeyecek olmasıdır” şeklinde cevap verenlerin olduğu bir fikir çöplüğü ile karşı karşıyayız.

İnsan inanamıyor. Şostakoviç’in “5. Senfoni”sinde ve Prokofiyev’in “Re Majör Keman Sonatı”nda “gizlenmiş muhalif sesler” bulanlar, 5. Senfoni’nin ilk icrasında yarım saat ayakta alkışlanmasına, Keman Sonatı’nın 1947’de Stalin Ödülü/Nişanı almasına, basitçe “ironi” diyerek ruhlarını kurtarıyorlar. Prokofiyev’in Şostakoviç’ten daha fazla Stalin’i ve sovyet rejimini öven eserler yazdığı halde, ondan daha fazla “ezilmesini” açıklamaya çalışan babayiğitler ise, gece tırnak kesmenin günah olup olmadığını, sakız çiğneyen erkeğin bıyığının eğri çıkıp çıkmayacağını, ıslık çalan insanın başına şeytanların üşüşüp üşüşmeyeceğini tartışıyorlar.

“Stalin’in batıl inançlarına bile başvurmak zorunda kalan bir akıl yürütme hattı için durum cidden kötü görünüyor…”3 diyerek yüreklere su serpen Zizek, çözümleme olarak şunu öneriyor:

“Yönetime ‘kamusal’ sadakat ve ‘özel’ muhalefet arasındaki yarığın Stalinist öznelerin hepsinin kimliğinin bir parçası olduğunu itiraf etmek çok daha kolay ve mantıksal olmaz mıydı? Eğer Stalinist ideolojinin işleyişinden öğrenilecek bir ders varsa, o da ‘kamusal’ görünümlerin önemli olduğudur, bu yüzden ‘muhalefet’ kategorisini sadece kamusal söyleme saklamak gerekir: ‘muhalifler’ sadece kamusal söylemin düzgün işleyişini bozan, kamuoyu önünde – şu ya da bu şekilde -, özel olarak, herkesin zaten bildiği bir şeyi açıklayan kişilerdi.”4

Peki Zizek ne söylemiş oluyor? O da aslında “mış gibi yapıyor”. “Stalinist” konumlanışın, aslında bir tür sapıklık olduğunu iddia ederek, işlenen bütün suçların bir “Büyük Öteki”ye, “tarih”in kendisine havale edilerek güncel ve öznel sorumluluktan kaçıldığını iddia ediyor. Yani, cezayı veren, insanlara bir tür acı çektiren, “bunu ben istemedim, tarih istedi” diyerek, gelecek güzel günlerin hatrına bugünden birkaç kişiyi ortadan kaldırmayı meşrulaştırdığını düşünür. Suçu işleyen de, öznel konumundan bağımsız bir biçimde, “nesnel olarak” tarihe karşı suç işler. Moskova Mahkemeleri’nin, Zizek açısından anlamı budur. Böylece Nazi kasabı Eichmann’ın sorgusunda segilediği soğukkanlı “ben görevimi yaptım” açıklaması, “Stalinizm” ile eşitlenmiş olur. Fakat kendince “fark”ı koymadan da edemez: Nazizm’de sıradan insanlar okkanın altına giderken, Stalin Sovyetleri’nde nomenklaturanın kellesi gidecektir.

Devam ediyor. Stalin ile Hitler’i bir tutan, iki “totaliterliğe” karşı da eşit mesafeli yaklaşan liberal düşüncenin a priori olarak sahte olduğunu söylüyor. Belki pek bilinmeyen bir şeyi, faşizm ile komünizmi bir tutan yaklaşımları en başta Kautsky’nin başlattığını söylüyor5. Bu eşit mesafeciliğin, aslında faşizmin bolşevizme karşı bir tepki olarak ortaya çıktığı düşüncesinin, basit bir biçimde “tepki” olarak ortaya konarak faşizmin meşrulaştırılmasına ve hoş görülmesi anlamına geldiğini söylüyor. Stalin, “kulak sınıfının kökü kazınmalıdır” derken, “birey” olarak kulak’ların değil, sınıf olarak kulakların yok edilmesini istiyordu – daha başka bir deyimle, mutlaka bir “kötülük” aranacaksa Stalin’in pratiğinde, “araçsal kötülük”. Nazizm ise, bir ırk olarak, tek tek, birey birey Yahudi ırkını ortadan kaldırmak istiyordu. “Stalinizm” ile Nazizm arasındaki fark, “uygarlık ile barbarlık arasındaki farktı”.6

Peki Zizek genel olarak ne yapmak istiyor? Şöyle söylenebilir: Kendisini ısrarla “liberal demokratik konsensüs”ün dışında tarif etse de, Zizek’in beslendiği yer, akademideki postmodern çorba’dır.7

“Lacan’ın psikanalizi, Hegel’in diyalektiğinin oldukça çarpıtılmış bir yorumuyla siyasi karakterinden soyutlanarak metinleştirilmiş bir Marx yorumunu birbirine gelişigüzel bir şekilde yamayan Zizek, Louis Althusser’in marksizmle yapısalcılığı birleştirme hatasının bir versiyonunu sunuyor gibi gözüküyor. Bu açıdan bakıldığında, postmodernizme her ne kadar ısrarla karşı çıksa da Zizek, postmodernizmin eklektizminden, bilinç akışı tekniğiyle felsefe yapma hastalığından kurtulamıyor.”8

Aslında bu, “Doğu Avrupa aydınının dramı” olarak karşımıza çıkıyor9. Reel sosyalizme muhalefet ile sosyalizm sonrası kapitalist dünyanın yozluğuna muhalefet arasında sıkışıp kalan aydınımız, topu taca atmayı tercih ediyor. Stalin’e edilen sıradan küfürlerin önüne geçip, ona daha sofistike yöntemlerle küfretmek, bu aydın tipinin alamet-i farikası oluyor. O küfür ise şöyle oluyor: Stalin ve Lenin sizin anlattığınız gibi değil, benim anlattığım gibi kötü. Böylece Lenin Zizek tarafında yeniden keşfediliyor; ama bu keşif, Lenin’in yaptıkları üzerinden değil yapamadıkları üzerinden gerçekleşiyor10.

Kendisine ve marksizme güvenmeyen solcu aydın, günde yüz kez “yaşasın Lenin!” yazsa, yine de iflah olmuyor.11

 Gerçekten çok dramatik.

Dipnotlar

  1.  Genellikle bu tartışmalarda, “kantarın topuzunu kaçıran” tarafın ölçüsüz Sovyet hayranlığı olduğu iddia edilebilir. Fakat Sovyetler Birliği hakkında Batı’da yayımlanan kitaplara, hele hele “bilim insanları”nın yaptığı çalışmalara bakarsanız, yavanlığın feriştahını bulursunuz. Bunun en bayağı örneğini, şahsi olarak, Sovyetler Birliği’nde Gündelik Yaşam isimli kitapta gördüm: Macbeth operasının, Stalin’in “damak zevki”ne (“Stalin’s taste”) uymadığı için yasaklandığı iddiası. Eaton, Katherine Bliss, Daily life in the Soviet Union, Greenwood Press, Westport, Conn., 2004.
  2.  Slavoj, Zizek, http://video.google.com/videoplay?docid=-6597950490592250178&ei=nq4hSunEK5fa2gLIopX4CA&q=zizek!
  3.  Zizek, Slavoj, Stalinizm ya da Stalin İnsanın İnsanlığını Nasıl Kurtardı?, çev. Sabri Gürses, (İstanbul, Encore:2008), s. 49.
  4.  a.g.e., s. 49.
  5.  A.g.e., s. 87. Zizek Nolte’den, Nolte Kautsky’den şunları alıntılıyor: “Faşizm Bolşevizmin kontrpuanından başka bir şey değildir; Mussolini sadece Lenin’i taklit ediyor”.
  6.  A.g.e., s. 89.
  7.  “Kültürel Çalışmalar’ın Elvis’i” Zizek’in Latin Amerika’dan Avrupa’ya “gelin getirdiği” iddia ediliyormuş. Biz de anlatanların yalancısıyız ama, fotoğraflarına bile ulaşılabiliyor. Bkz. http://www.idiocentrism.com/zizek.htm. Bir de, eklemem gerek: yanılmıyorsam ekşisözlük’teki “zizek” başlığının altına, “Ömer Üründül’e benzeyen adam” yazılmıştı. Ne ilgisi var, demeyin: Kültürel Çalışmalar’ın Elvis’i olan adam, “Lacancı Marksizmin Ömer Üründül’ü” de olur.
  8.  Çelik, Sinan Kadir, Slavoj Zizek’i Siyasi Olarak Konumlandırmak: ‘Vicdani Marksizm’in Sefaleti, soL, sayı: 229, 2004, s. 42.
  9.  Okuyan, Kemal, “Doğu Avrupalı aydının dramı…”, soL, sayı: 229, 2004, s. 44-45.
  10.  Zizek, Slavoj, Lenin Üzerine, çev, Nilgün Aras, Encore Yayınları, İstanbul, 2004.
  11.  Yine de hakkını yememek lazım: Şimdilerde bizim ülkemizde de moda olan sağ-liberal-muhafazakar tarih yazımının “öyle değil de böyle olsaydı” tarihçilerini, zamanında bir güzel pataklamışlığı da vardır: Bkz. Zizek, Slavoj, Lenin Shot at Finland Station, 2005, http://www.lrb.co.uk/v27/n16/zize01_.html Bu makalenin Türkçe çevirisinin Birikim’de basılması ise, gerçekten ironiktir. Bkz. http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=49