Bölünerek büyümek: Alman faşist hareketi nereye gidiyor?

”Gerçekten, yalnız sahne-önü’nde olup bitenler üzerinden saplanılıp kalınırsa; bu siyasal sahne-önü, gerçek iktidarın oynandığı sınıf savaşının derin mekanizmalarını gözden gizleyen bir perde işlevi görür.” 1

Almanya’da 2013 yılında ortaya çıkıp, altı yılda kendi içerisinden üç parti daha çıkartıp, hâlâ ülkenin ana muhalefet partisi konumunu korumayı başaran bir parti var: Almanya için Seçenek (AfD).

13 Şubat 2013’de AfD kuruldu. Partiden ilk ayrılma, parti kurucusu Bernd Luck’un İlerleme ve Kalkış Partisi (ALFA) adıyla 19 Temmuz 2015’de yeni partiyi ilanı ile oldu.

İkinci ayrılma 17 Eylül 2017’de yine parti kurucu ve sözcü ekibi içerisinde yer alan Frauke Petry’in ”Mavi Parti”si ile gerçekleşti.

Üçüncü ayrılma, partinin orta düzey yöneticilerinden olan Andre Poggenburg’un 11 Ocak 2019’da ilan ettiği ”Alman Vatanseverlerin Kalkışı” partisi ile hayat buldu. Bu parti, kendisine mavi kontaron çiçeğini sembol olarak aldı. Bu sembol, savaş öncesi Avusturya’da yasaklı Naziler’in kullandığı bir semboldü.

1964’den beri faal olup, Alman siyasetinde çok da etkili olmayan Alman faşist hareketinin soy ırkçılık fikrine dayalı kadro hareketini yetiştiren Almanya Nasyonal Demokrat Partisi (NPD) partisinden sonra AfD adında, kimilerine göre ”popülist”, kimilerine göre ”aşırı sağ”, kimilerine göre de ”faşizan” partinin geçirdiği evrim mercek altına alınmayı gerekli kılıyor.

Liberal siyaset bilimci Hajo Funke AfD’yi, ”aşırı sağın baskın olduğu muhafazakâr-liberal karışım” diye tanımlıyor. Belli ki bu ”karışım”, esneyip-genleşmeler geçirerek hızla gücünü artırıyor. Bölünüyor ama güç kaybetmiyor.

Alexander Gauland, 76, and Alice Weidel, 38, are the leaders of the populist, anti-immigrant Alternative for Germany party. They will both take seats in the country’s Parliament later this month.

Eşitliğe karşı “özgürlükçülük”

Soğuk Savaş ile dolaşıma sokulup, reel sosyalizmin çözülmesine parelel hız ve yaygınlık kazanan ”özgürlükçülük” söylemi, solun liberal kuşatma altına alınması anlamına geliyordu. Doğrudan komünizmin eşitlik kavramını hedef alan ”özgürlükçülük” retoriği, destek olarak da ”adalet” kavramını yardıma çağırıyordu.

Efsaneye göre, özgürlükçülük için adil olmak yeterliydi; adalet hüküm sürdüğünde de özgürlükçülük güvence altına alınacaktı. Eşitlik tektipleştirici bir terimdi. Mülkiyet rejimine dokunmadan, adil bir toplum yaratmak özgürlükçülük olarak tasavvur ediliyordu.

Ünlü liberal hukuk kuramcısı John Rawls, adalet kavramını eşitlik kavramı yerine ikâme etmek için çok didindi durdu. Amaç, özgürlükçülüğün ideolojik alt yapısını kurmak, bütün ”yetersizliklerine” rağmen kapitalist toplumun komünist eşitlik talebine göre ”daha realist” olduğunu kanıtlamak içindi bütün çaba.

Almanya İçin Seçenek (AfD) adındaki bu partinin 2013’de kurulup, 2017 sonunda ülkenin ana muhalefet partisi konumuna ulaşması ilgiyle takip edilmeyi hak ediyor.

Alman faşist hareketinin hızla kitleselleşen partisi AfD nasıl bir partidir? Programı, kadro birikimi hangi parametrelere dayanıyor diye bakmakta yarar var.

AfD’nin üç ana ekseni: neoliberal iktisat, hristiyan köktenciliği ve üstünkültürcü/ırkçı söylem

AfD’nin yürürlükteki egemen ideoloji ile sorunu yok. Kapitalizmle, piyasa düzeni ile hiç mi hiç kavga halinde değil. Partinin programı üç an eksene oturuyor:

  • Neoliberal iktisat
  • Hristiyan köktenciliği
  • Üstünkültürcü/ırkçı söylem.

AfD üzerine araştırmalarıyla tanınan sosyolog Anderas Kemper bu programatik yapıyı şu sözlerle ifade ediyor: ”AfD, zengin-yoksul, Alman-Alman olmayan, Hristiyan-İslam karşıtlığı üzerine kuruludur. Ve bu karşıtlığın sürmesi talep ediliyor.” Kemper, AfD kurmaylarından Björn Höcke’nin Nazizmi öven sözlerinin hafifletilmesine karşı çıkarak, ”Björn Höcke’nin Nazi olmadığını söylemek yanlıştır. Höcke Nasyonal Sosyalizmi övüyor ve milli devrim vaaz ediyor”2

AfD sığınmacılara, göçmenlere, İslam dinine, kadın haklarına, cinsel yönelim talebine, Almanya’nın dünya siyasetinde ”pasif” kalmasına, Avrupa Birliği’nin mevcut işleyişine saldırıyor. AfD kurmaylığına göre, ”tembel Yunanlılar” AB kasası üzerinden Alman ulusal çıkarlarını sömürüyorlar. Merkel iktidarının Yunanistan’daki krizin ortaya çıkıp, derinleşmesindeki muazzam katkısı görmezden gelindiği gibi, Yunanistan’da emek düşmanı politikaların hayata geçmesinde Alman hükümetinin özel girdiler yapılması da söz konusu dahi edilmiyor.

Özetle, AfD sermayenin sıkı bir partisidir; ve AfD her faşist partide olması lazım gelen en temel niteliği bünyesinde barındırarak, demogojik düzen karşıtlığı retoriğini kullanıyor.

Ülkedeki yerleşik medya bir ”yalan üretimmedyası”dır. Siyasi partiler ”milli değil”dir. Ülke, içeride göçmenler ve sığınmacılar tarafından ”yağmalanır”ken, uluslararası planda Alman iyilikseverliği suistimal edilmektedir.

AfD’yi Alman sağının çekim merkezi haline getiren ilk itki, ”tembel Yunanlılar” algısının sömürülmesiydi. İkinci demogoji malzemesi ise sığınmacılar oldu. Ve bu başlığa bağlı olarak, islamofobinin körüklenmesi gündeme geldi.

Versay sonrası dillerden düşmeyen ”Almanya’nın mağdur edildiği” retoriği yine dolaşımda

Siyasi startını emperyalist Almanya’nın mağdur olduğu fikrine dayandırarak ortaya çıkan bu parti, çok geçmeden ülkenin ana muhalefetine yerleşmeyi başardı. Her türlü Nazi artığından, ”Yeni sağ”a, ülkenin geleneksel faşist kadro partisi Almanya Ulusal Demokratik Partisi’nden  (NPD)  sosyal demokrat  seçmene dek pek çok kesimden oy ve onay aldı.

AfD’nin işsizlikle değil, işsizlerle sorunu var. İşsizliğin sorumlusu başta sığınmacılar ve göçmenler olmak üzere, genel olarak ”tembellik”. Bu demogoji o kadar karşılık buldu ki, işsiz Almanlar dahi   AfD’ye oy verdiler. Öyle ya, yabancılar olmasa ülkede işsizlik sorunu kalmazdı!

Oysa Alman sermayesinin sözcüleri ülkenin her yıl beş yüz bin yeni işgücüne ihtiyacı olduğunu her vesileyle açıklıyorlar. Sığınmacıların Almanya’ya gelmesini ilk etapta şiddetle talep ettiler.

Yani sermaye düzeni açısından ortada bir çelişki yok…

Terminoloji sorunu: AfD”aşırı sağcı” mı? faşizan mı? faşist mi?

Önce terminoloji sorunundan başlamakta yarar var. AfD, ”aşırı sağcı” mı, faşizan bir parti mi, yoksa  faşist mi?

Hiçbir bilimselliği olmayan, eklektik ”aşırı sağ” terimini bir kanara koymakta yarar var. ”Aşırı sol” terimi nasıl hakiki sol olan devrimci sosyalizmi uç, aşırı ve fena ilan etmek için uydurulmuş bir kavram ise, aşırı sağ terimi de burjuva sosyolojisinin Soğuk Savaş döneminin izlerini taşıyan, sağ’ı koruyup kollama amaçlı bir nitelendirme biçimidir.

Aşırı olmayan sağ, aşırı olduğu iddiasına dayalı sağdan daha iyi olmadığı gibi, orta yerde ”ölçüsü kaçmamış iyi”nin yerleşik düzen lehine savunusu vardır. Ölçüsü kaçmamış iyi’yi ”demokratik merkez” adı verilen yerleşik düzenin kurallarına tabi sağ-sol şeması üzerine oturan kavramsal yelpaze olarak tarif ve tanımlama gayreti esastır.

Sermaye diktatörlüğü ve piyasa tanrısına eyvallah diyenlerin sağ-sol şeması içerisinde ”meşru” ve ”normal” kabul edildiği varsayımı üzerine kurulu bu adlandırma biçiminin, solda da karşılık bulması üzüntü vericidir.

Bununla birlikte, belirli bir eşikten sonra bu tartışmanın emekçi sınıflara bir getirisi bulunmuyor.

AfD’nin 21. yüzyıl Almanya’sında süregeldiği evrim, NSDAP’nin ön atası olarak kabul edilen DAP’ın (Alman İşçi Partisi) kurucu ideologları Anton Drexler ve Alfred Rosenberg’den Adolf Hitler’e geçişi kadar ‘ayrıntı’ bir tartışma niteliği taşıdığından kuşku duymamak gerekiyor.

Faşizan DAP’dan faşist NSDAP’ye geçiş:

  • Sermayenin birikim modeli (geç emperyalist iştah),
  • İç siyasi atmosfer (işçi sınıfının iktidarı talep etme düzeyi) ve
  • Uluslararası konjonktür (Versay Antlaşması’ndan kaynaklı emperyalizm-içi ‘adaletsizlikler’in savaş yoluyla yeniden paylaşım konusu haline getirilmesi) 

gibi parametreler tarafından belirlendi.

Günümüzde de faşist hareketin gelişimini belirleyen unsur, sistemin doğasına içkin olan krizi emekçi sınıfların sırına yükleyip, kârlarına kâr katma becerileri ile orantılı olarak şekillenmektedir.

Kuşkusuz, tarihsel olgular laboratuvar ortamında yinelenemedikleri için Alman faşist hareketinin döneme uygun olarak kendilerini güncellemeleri gerekiyor(du). Bir de, zamansız öten horozların kafasını kesme konusunda ellerini korkak alıştırmamaları, düzen siyasetinin tunç yasalarındandır. Her iki siyasi ‘beceri’yi de AfD önderliğinde görmek mümkündür.

AfD’de de bir faşist harekette olması gereken bütün meziyetler mevcuttur:

  • Sermayenin çıkarlarını ulusal renk altında pazarlamak
  • Devlet otoritesi olarak kodlanan zorbalığa ve keyfiyete limitsiz kredi açmak
  • ‘Yabancı’ olan her şeyden nefret etmek, ırksal üstünlük fikrini (güncellenmiş haliyle üstünkültürcülük) hararetle savunmak
  • Şovenist ideolojiyi kıskançlıkla sahiplenmek
  • Nazi geçmişlerine bütünsel olarak gururla sahip çıkmak (şimdilik daha seçmeci bir ihtiyatla da olsa)
  • En önemlisi de, antikomünist olmayı başa yazmak…

AfD’nin faşizme talip bir parti olduğunun kanıtı olarak, toplama kampları açılışı yapmak ya da Adolf Hitler’in portresini parti binalarının girişine asmalarını beklemek için biraz daha sabretmek gerekecek…

NATO ve AB’karşıtlığı’ söylemi neyin karşıtlığı?

AfD, düzeni sağdan eleştiriyor. Sağın seçeneğinin sağ olarak şekillendiği emperyalist ülkelerde, seçenek olarak pazarlanan şey, faşizmden başka bir şey değildir. Ulusalcılığın emperyalist ülkelerdeki eşdeğeri faşizmden başka bir şey olmadı. Bundan dolayıdır ki, sözde AB karşıtlığının, ya da NATO’ya mesafe koymak söylemlerinin demagojik olmaktan öte hiçbir değeri söz konusu olamaz.

AfD’nin AB ya da NATO ‘karşıtlığı’nda asıl unsur, Alman emperyalizminin bu iki kurumsallık içerisinde yer ve rolünü arttırma kaygısının açığa vurulmasından ibarettir. Tıpkı İslam karşıtlığında yaptıkları gibi: Dinselliğin kamu yaşamından dışlanmasına değil, dayanak olarak gördükleri bir dinin rakip dinler karşısında mıntıka temizliği yapmasıdır asıl istedikleri. Aydınlanmadan, laiklikten zerre kadar hazzetmiyorlar yoksa.

Faşizm araştırmalarına liberal çerçeveyle yaklaşan tarihçi Ernst Nolte, ”kendi çağında faşizm” kriterlerini sayarken listenin en başına anti-marksizm‘i yazma dürüstlüğünü gösterebilmişti. (Diğer kriterler ise şunlardır: Lider prensibi, anti-liberalizm, parti ordusu, bütünlük iddiası ve eğilimsel anti-muhafazakârlık) 3

Almanya’nın geleneksel ”soy ırkçılığı” tezini savunagelen çekirdek faşist partisi NPD, 2013 seçimlerinde toplam 560 bin oy almıştı. 2017 seçimlerinde bu sayı 176 bine düştü. NPD’nin şefi Frank Franz 13 Mart 2016 eyalet meclisleri seçiminde birinci oyun AfD’ye ikinci oyun kendilerine verilmesi için propaganda çalışması yapmıştı.


(NPD’nin şefi Frank Franz 13 Mart 2016 eyalet meclisleri seçiminde birinci oyun AfD’ye ikinci oyun kendilerine verilmesi için propaganda çalışması yaparken)

Yani, Alman faşist hareketinin çekirdek örgütü ile aynı hareketin kitle örgütü arasında doğrudan geçişkenlik var.

‘AfD küçük insanların partisi’ demagojisi

AfD, ”küçük insanların partisiyiz” diye propaganda yapmaktan geri kalmıyor. Sosyal adaletten, ”erdem sahibi, disiplinli, çalışkan Almanlar”dan dem vuruyor.

”Sosyal olan ulusal olandır” vaazında bulunarak, soy ırkçılığı ile ideolojik akrabalığını açık ediyor.

Seçimlerde NPD’nin ”Çingene yerine, nineye para” gibi çok ucuz ırkçı propaganda yapmadı, ancak sığınmacı ve göçmen düşmanlığı yapan onbinlerce seçim malzemesini ülkenin köylerine kadar götürdü.

Hangi bütçeyle yaptı bunu AfD?

Junge Welt gazetesinden Kristian Stemmler, AfD’nin seçim malzemelerinin görünen hesabını çıkartan ”LobbyControl” adındaki bağımsız sitenin verilerini haberleştirmişti 4

24 Eylül 2017 seçimleri için AfD’nin yaptığı seçim malzemesi harcaması 6 milyon avro yekün tutuyor!

Peki değirmenin suyu nereden geliyor?

”Anonim bağışçılar”dan…

AfD’nin şefi Frauke Petry’nin Saksonya eyaletindeki dokunulmazlığı 29 Ağustos 2017’de oybirliği ile kaldırılmıştı. Bu karara gerekçe olan şey, Petry’in partiye yapılan ”bağışlar” konusunda milletvekili yeminine aykırı olarak, evrak sahteciliği yapmasıydı.

İkinci bir ”bağış” skandalı imza atan kişi ise, partinin Eş Genel Başkanı Alice Weidel’dir. İsviçreli milyarderden gelen paraları partiler yasasındaki hükümlere aykırı partiye aktaran Weidel dosyası, basına yansıdı, hatta mahkemeye konu oldu. Ancak Almanya iç istihbarat örgütü Anayasayı Koruma Teşkilatı ”olayın fazla büyümesini” bir şekilde önledi. August von Finck adındaki 1930 Münih doğumlu Nazi hayranı bankacı, yıllarca ”merkez sağ”ın güzide partilerinden Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partisinin finansörlüğünden sonra şimdi AfD’yi beslemeye başladı. 6

Bu terimin tahrif ederek tarif ettiği iki olgu var: Irkçılık olgusunu ”önyargı” olarak sunmak, ve   ırkçılığın kaynağının sınıf ilişkileri dolayımı içinde anlaşılmasını zorlaştırmak…

Sosyalist solda hatalı ittifak politikaları

Avrupa komünizmi çizgisinin kuramcılarından Nicos Poulantzas Faşizm ve Diktatörlük kitabında (1970) Engels’in devleti, egemen sınıfın yönetim komitesi olarak saptamasına mesafe koyarken, siyasetin temel kavramı olan iktidar kavramını sulandırmaktan da geri kalmamıştı. Poulantzas’a göre, iktidar devlet değil, ”ilişki”ydi. Bu bağlamda muhalefet de iktidarının bir parçasıydı.

Devleti sınıf egemenliğinin kristalize olmuş bir şekli olarak tanımlamak ile, devletin-sınıf ilişkisinin  ”görece özerk” olduğu gerçeğinden hareketle bir kurgu geliştirmek birbiriyle çelişmez elbette.

Poulantzas’ın sınıf siyasetinde iktidar-muhalefet birliğine vurgu yapması önemlidir. Ancak geleneksel çizgiden tek farkla: Siyasetin amacının kamu gücünü fethetmek olarak görmeyerek…

Poulantazas’ın III. Enternasyonal’in faşizm analizine ilişkin yaptığı ”saf ekonomizmle malûllük” saptaması yabana atılamaz. III. Enternasyonal’in faşizmin yalnızca geri kalmış ülkelerde ve yarı yarıya tarıma dayalı ekonomilerde yaşam bulup, iktidara gelebileceği tezi, ”Faşizm mali sermayenin en gerici, en şoven, en emperyalist kesimlerinin açık diktatörlüğüdür” şeklindeki ”en”ci tanımlamaya evrilince, dönemin hatalı ittifaklar politikasının da önü açılmış oldu. Buradan hareketle sermayenin gerisi ve ilerisi vardı ve ittifak edilebilirdi.

Poulantzast’ın  Frankfurt Okulu’nun etkili ismi Max Horkheimer’e atfen faşizmin yalnızca ”kapitalizm”’le ilişkilendirmesine itiraz edip Lenin‘e başvurması ve aslolarak faşizmin bir ”emperyalizm” fenomeni olduğuna işaret etmesi anlamlıdır. 7

Supporters of the right-wing populist Alternative for Germany (AfD) party display anti-Merkel placards during a demonstration against the German government’s asylum policy organized by the AfD party in Berlin on November 7, 2015. Thousands of protesters marched through the streets of the capital asking for the ouster of German Chancellor Angela Merkel and a curb on the number of asylum-seekers entering Germany. AFP PHOTO / JOHN MACDOUGALL (Photo credit should read JOHN MACDOUGALL/AFP/Getty Images)

Ama buraya kadar!

Poulantzas, Avrupa Komünizmi’nin ağzına uzun süreden beri almadığı sosyalist devlet ifadesini ”demokratik sosyalizm” olarak telaffuz etmişti. 1978’de ilk kez dillendirilen Poulantzas’ın ”demokratik sosyalizm”i, ”devletçi olmayan devlet” olarak siyasi hedefini tanımlar. III. Enternasyonal’in ”saf ekonomizmi” eleştirisinden, sosyalist iktidar perspektifini gündemine dahi almayan bir düzen reformculuğuna evrilir.

III. Enternasyonal’in, eşitsiz gelişme yasasını görmezden gelip, ”demokratik halk cepheler’i” politikaları ile komünist hareketin çeperlerinde gedikler açılmasına olanak yaratan geri çekici ”ittifak” siyasetlerinde, dönemin koşulları içinde kısmen anlaşılabilir makûl gerekçeleri vardı. Bu tutum dönemin ağır saldırı koşulları içerisinde bir yere kadar anlaşılırdı da. Fakat kapitalizme teslimiyetin sol jargonlarla vaftiz edilmesinden başka hiçbir işlevi olmayan revizyonist ”Avrupa Komünizmi” çizgisinin, deyim yerinde ise, hiçbir hafifletici nedeni yoktu(r).

III. Enternasyonal’in faşizm çözümlemesinden hareketle türettiği ittifaklar politikası olağanüstü koşulların kaynaklık ettiği bir hataydı. Oysa Avrupa Komünizmi çizgisi siyasi iktidarı işçi sınıfı adına baştan reddederek ihanet sınırını geçmiştir.

Siyasi iktidarın fethinin başatlığını redden hiçbir siyasi yaklaşımın düzeni aşma ufku söz konusu olamazdı. Nihayetinde Avrupa Komünizmi ya da Yeni Sol yaklaşımların kapitalist/emperyalist düzene taze kan pompalamaktan başka bir işlevleri olmadı. Sosyalist sol içinde Truva atı rolü oynayan bu yapıların güncel versiyonları olan Syriza, Podemos ya da Sol Parti’nin de esin aldıkları revizyonist geleneklerden farklı davrandıkları ileri sürülemez.

Demek oluyor ki, Syriza’nın emekçi sınıflara karşı sınanmış ihaneti, Podemos ya da Sol Parti’nin sınanmayı bekleyen ihanetinin de garantisidir!

AfD’nin kurmay kadrosu ve karakteristik özellikleri

ALEXANDER GAULAND: Partinin şef ideoloğudur. 1971’den 2013 yılına dek Hristiyan Demokrat Birlik Partisi CDU’nun üyeliğini yaptı. Hessen Eyaleti Başbakanlık Dairesi’nde uzun dönem görev çalıştı. Devletin içinden biri.

Sosyal demokrat SPD’nin Türkiye kökenli siyasetçisi Aydan Özoğuz için ”Anadolu’ya gönderir, bertaraf ederiz” sözleriyle ayrıca ‘medyatik’ oldu.

Gauland, her ne kadar kariyer basamaklarını batıda tırmandıysa da esasında bir Alman Demokratik Cumhuriyeti (ADC) yurttaşıydı. Antikomünistliği ailesine dayanıyır, babası Nazi teğmeniydi. 1941 Chemnitz’de (ADC zamanındaki adı Karl Marx Şehri) doğdu. 1959’da batıya kaçtı. Sağ içerisinde kariyer yaptı. ADC’nin karşıdevrim ile yıkılması ve sonrasında  Gauland aktif görev üstlendi. Märkischen Allgemeine Zeitung’un Frankfurter Allgeimeine Zeitung tarafından iç edilmesi sürecinde Alexander Gauland bu gazetenin 1991’den 2015’e kadar yöneticiliğini yaptı. Alman karşıdevriminin en ağzı bozuk, en gözü dönmüş kadrolarındandır.

FARUKE PETRY: Petry de ADC doğumludur, 1975. Dresden doğumlu Pettry kimya eğitimi aldı. Babası batıya kaçan bir antikomünistti. Çözülmeden sonra Frauke Petry annesi ile batıya yerleşti.  Ardından işletme kurup, patron oldu. Kürtaja ve genel olarak kadın haklarına o kadar kraldan kralcı yaklaştı ki, sosyolog Jasmin Siri tarafından ”antifeminist kadın” olarak nitelendi.

Frauke Petry, 24 Eylül seçimlerinden hemen sonra görevinden ve partisinden istifa ettiğini açıkladı. Kısa süre sonra  eşi ile birlikte Mavi Parti adında yeni bir faşist örgüt kurdu.

ALİCE WEİDEL: 1979 Gütersloh doğumlu Weidel, CDU’nun vakfı Konrad Adenauer Stiftung tarafından doktorası desteklenmiş tam bir yeni yetme patron danışmanıdır. Alexander Gauland tarafından keşfedilene kadar, ABD merkezli 34 bin çalışanı olan Goldman Sachs’da yatırım uzmanı olarak çalışıyordu. Neoliberal iktisadın kurucularından Hayek adına örgütlü Friedrich A. von Hayek Gesellschaft üyesi. Sığınmacılara karşı hakaret edici söylemi ile tanınan Weidel, evinde Suriyeli bir sığınmacıyı ucuza çalıştırdığı ortaya çıktığında dahi pişkinliğinden bir şey kaybetmedi.

Partiye yasa dışı para akışını örgütleyenlerin başında yer alnalardan biri. ”İsviçreli milyarder vakası”nda başı epey ağırdı.

BEATRİX VON STROCH: Radikal Hristiyanlık çizgisini savunuyor. Tam bir Orta Çağ artığı aristokrat döküntüsüdür. Stroch da Weidel gibi neoliberal Friedrich A. von Hayek Gesellschaft  klübü üyesidir. Beatrix von Stroch’un kurucuları içinde yer aldığı antikomünist ”Göttinger Kreis” inisiyatifi, AfD kurulmadan önce  içinde Mihail Gorbaçov’un da olduğu mizansenler sahneledi.

AfD içerisindeki Hristiyan fundamentalizmi hareketinin kısaltması olan ”ChrAfD” kanadının sözcüsüdür.

BJÖRN HÖCKE: Alman faşist hareketinin kadro hareketi NPD’ye sempatisini en açık ifade eden Neo-Nazidir. Öğretmen olduğu için NPD’liliğini pek açık etmemişti. AfD güç kazandıkça ağzındaki baklaları çıkartmaya başladı. Höcke de CDU gençliğinden yetişme, Junge Union üyesiydi.

1972 doğumlu Höcke’nin AfD Thüringen eyalet şefi olması, ardından ırkçı Erfurt Yürüyüşleri ile ün salması, faşist hareket içerisinde kariyer basamaklarını hızla çıkmasına yardımcı oldu. En son provokasyonu Dresden’in bombalanmasını gerekçe göstererek Nazi Almanya’sına özlemini dile getirmesi oldu.

Björn Höcke, AfD içerisindeki ”kanat”lardan en sağda duran ”Vatanseverler Platformu” temsilcisidir.

JÖRG MEUTHEN: 1961 Essen doğumlu iktisatçi Meuthen, ”68 kuşağının Alman siyasetindeki etkisini kırmak” konusunda özel gayreti, Katolik tarafgirliği, Björn Höcke’nin ünlü ”Dresden Nutku”nun destekçisi olmadaki azmi, islamofobi konusundaki özel sempatisi ile AfD’nin en sevilen yöneticisi konumunda. Meuthen de neoliberal bir iktisattan yana.

BERND LUCKE: 1962 Berlin doğumlu Lucke, AfD’nin kurucuları arasında sayılıyor. İktisatçı. Neoliberal. Bağlı bulunduğu kilisenin çocuklarla ilgili bölümünü yönetiyor. AfD’nin kurmay ekibine girene dek, 33 yıl boyunca CDU üyesi olarak kaldı. AfD’nin kuruluşundan yaklaşık bir yıl sonra partiden ayrıldı. ALFA adında bir parti kurdu.

ANDERE POGGENBURG: 1975 Alman Demokratik Cumhuriyeti’ndeki Weissenfels doğumlu. Orta ölçekte bir işletme sahibi. Vergi kaçırmaktan hakkında açılmış davalar var. AfD içindeki soy ırkçılığını savunan ekipte yer alıyordu. Zamansız öten horozlardan olduğu için disiplin cezasına tabi tutuldu. 11 Ocak 2019’da ”Alman Vatanseverlerin Kalkışı” adında bir parti kurarak, AfD’den ayrıldı.

AfD’nin kurmay listesinde yer alan tüm bu figürlerin ORTAK ÖZELLİKLERİ:

  • Tamamının altta kalanın canı çıksın iktisadını, yani neoliberal iktisadı hararetle savunuyor olmaları
  • Bütün kadroların  antikomünist olması
  • Alman Demokratik Cumhuriyeti’nden (ADC)  nefret eden aktörler olmaları
  • Dinle kurdukları ilişkide Aydınlanma fikrine karşı, Hristiyan yobazlığının üstünlüğünü savunan figürler olmaları
  • Alman sağının ”merkez” partilerinden yetişen kadrolar ile hareket etmeleri (Kadroların ezici çoğunluğu ya Hristiyan Demokrat Birlik CDU’da ya da Hristiyan Sosyal Birlik CSU’dan gelmedir. Geriye kalanlar da liberal FDP’ye yakın kurumlardan gelen teknokratlardır).

AfD, NSDAP olur mu?

Alman faşist hareketi 1919 yılında doğdu. Faşizme adını veren  İtalya olsa da, ”altın çağı”nı Almanya’da yaşamıştır. Her iki devletin de emperyalist zincirin zayıf halkaları olması tesadüf değildi. Alman faşizminin sermayenin ”iktidar seçeneği” haline gelmesi, faşist hareketin Alman işçi sınıfının yükselişini bastırma konusunda rüştünü ispat etmesinden sonradır. 8 Kasım 1923’deki başarısız darbe girişiminden 1928 yılına dek NSDAP ihmal edilebilir bir siyasi aktördü. 8

NSDAP’nin paramiliter yapısı sermaye sınıfında büyük övgüye yol açtı. Sermaye terörü işçi sınıfı hareketini geriletmeyi başarmıştı. Bundan dolayıdır ki, işçi sınıfından ve ”sosyalist devrim tehdidi”nden söz etmeyen, faşizm konusunda ağzını açmamalıdır.

AfD, NSDAP olur mu?

Nazi partisi NSDAP 1930’a kadar seçimlerde yüzde 2 küsür oy almıştı. 14 Eylül 1930’da 18,3’e çıktı bu oran. Şu andaki faşist parti AfD de 2013’de kurulduğunda Avrupa Parlementosu seçimlerinde 7,1 oy almıştı. Ardından 13 eyalet parlementosuna girmeyi başardı. Son seçimde ise 12,6’lık oy oranı ile ülkenin üçüncü büyük partisi konumuna ulaşıp, ana muhalefet payesini edindi.

  • O dönem Almanya’da Versay Antlaşması’nın ‘öfkesi’ vardı. Bugün Almaya’ya AB içinden öfke var.
  • O dönem Alman emperyalizmi dünya kapitalist zincirinin zayıf halkalarından biriydi. Bugün Almanya emperyalist zincirin en güçlü halkaları arasında sayılıyor.
  • O dönem Almanya sınırlı vizyonu olan bir Avrupa devletiydi. Bugün Almanya dünya ihracat şampiyonudur.

Dünya konjonktürünün önümüzdeki yıllarda annus miribilis (muhteşem yıl) mi, yoksa annus horribilis (korkunç yıl) olduğunu tayin edecek olan şey, işçi sınıfının partisinin örgütlülüğü ve iktidara taliplilik düzeyi olacaktır.

Alman işçi sınıfının yüz yıl sonra Kasım Devrimi’ni tamamalaması bu eksende anlam kazanacaktır. Çünkü AfD NSDAP olmak için elini havaya kaldırmıştır.

”Faşizm, proleter devrimini gerçekleştirememiş proletaryanın çekmek zorunda kaldığı cezadır.” Clara Zetkin’inifade ettiği bu acı gerçeği telefi etmenin tek yolu, Alman işçi sınıfının Kasım Devrimi’ni tamamlamasından geçtiği açıktır. Yoksa liberal siyaset bilimci Hajo Funke’nin saptadığı ”aşırı sağın baskın olduğu karışım”ın dolaysız faşist partiye dönüşümü hiç kimse açısından sürpriz olmayacaktır.

Her şey üç unsura bağlıdır: Emperyalizmin krizinin bürüneceği yeni boyut, Alman mali sermayesinin olası yönelimi ve bu krize Alman işçi sınıfının vereceği yanıt…

Bunun dışında AfD’yi konumlandırmak mümkün görünmemektedir. Faşist hareketin yaşadığı bölünmeler, onun zayıfladığına yorulamaz. Tersine, bu ”karışım”, 1933’dekine benzer bir yığınsallık kazanarak, düzen muhalefetinden düzen iktidarına terfi edebilir.

”Faşistleşme süreci” kavramı 9 AfD’nin geçirdiği evrimi tarif etmek açısından işlevseldir. Sermaye tarafından sosyalist devrim tehdidine karşı teyakkuz halinde tutulan faşist hareket, ”merkez siyaset”in teammüllerine uygun hareket eder görünme çabasına azami gayret göstermektedir.

Bu kadar kısa süre içerisinde AfD’den ayrılanların ya da uzaklaştırılanların fazla olması, pekala fincancı katırlarını ürkütmeme çabasının ürünü olarak okunabilir. Bu bir süreç; emperyalizmin krizi ve işçi sınıfı adına komünist partinin üreteceği örgütlülük düzeyi tayin edici unsur olacaktır.

Varlık koşulu/nedeni antikomünizm olan faşist hareket, krizin derinliği ve işçi sınıfının örgütlülüğü oranında kitleselleşme ya da bodur kalma durumu arasında salınma sürecinde, birincisi lehine varlığını korumaktadır. Soy faşizme ait kavramları şimdilik NPD’ye severek bıraken AfD, üstünkültürcü kibre dayanıp, bu söylemi dolaşıma soktuğu oranda kitleselleşebildiğini kanıtladı.

AfD, kendi bünyesinden çıkan diğer üç parti ile ayrışmadı, yalnızca bölündü. Bölünerek de büyüdü.

AfD’nin ”radikalleşmesi” ya da bizim jargon ile, faşizanlıktan faşizme geçiş sürecini tamamlayarak, sermaye düzeninin eli sopalı temsiliyetini ele almasını tayin edecek asıl unsur, sosyalist devrim talebinin sahiciliği, yani siyasi iktidarı talep etme yeteneğinde kapladığı alan ile sınırlı olacaktır.

Dipnotlar

  1. Nicos Poulantzas, Faşizm ve Diktatörlük, 2004, İletişim Yay., Birinci Baskı, s. 82-83
  2. Der Freitag, 19 Nisan 2016
  3.  Ernst Nolte, Die faschistischen Bewegungen, 1971, Verlag:DTV Deutscher Taschenbuch  
  4. Junge Welt, 13 Eylül 2017
  5. ”İsviçreli milyarder” olarak basında söz konusu edilen August von Finck’in Merkel’in ortağı CSU’dan AfD’ye yönelmesi bile simgesel anlamda pek çok şeyi ifade etmektedir.

    ”Aşırı olmayan sağ”ın, her konuda olduğu gibi akçeli işlerde de sicili bozuk. CSU-AfD örneği bunun en çarpıcı güncel örneklerinden biridir.

    Küçük insanların partisi AfD, büyük sermaye tarafından besleniyor. Bundan dolayıdır ki sosyalist Junge Welt gazetesi,”AfD Alman sermayesinin partisidir” başlığını kullandı.

    Faşizan kavramından gündelik ırkçılık terimine

    AfD’yi faşizan, yani ‘faşist kriterlere yakın ama henüz faşist değil’ olarak nitelemek, niyetten bağımsız olarak, bu hareketin işçi sınıfı karşısındaki tehditkâr tutumunu hafife almak anlamı içeriyor. Dahası da var. Faşizanlık söylemi her ne kadar olguyu kabalaştırmadan çözümleme   arayışının dışavurumu ise de, faşizm denilen fenomenin ‘öyle ele avuca sığmayan, çok nadir ortaya çıkan bir durum’ olarak görülmesine yol açabileceği için, işçi sınıfının siyasi olarak uyanıklığı elden bırakıp, miskinleşmesine kapı aralayabiliyor.

    Faşizanlık söyleminin gündelik dildeki karşılığı, ”gündelik ırkçılık”dır (Alltagsrassismus). Dile pelesenk olan bu terimin ırkçılığı gündemleştirmesinden daha ziyade, bu sınıfsal/sosyal/etnik betimleme biçiminin sınıf ekseninden soyutlanarak, kanıksanmaya olanak yaratması daha önemli hale gelmiştir.

    Burjuva sosyolojisi kavramların içini boşaltıp, gerçekleri kitlelerin gözünden kaçırmak için pek çok terim türetir. Hiçbir toplumsal karşılığı olmayan bu kavramsal çerçevenin, akademik sosa bulamaçlanarak vaftiz edilmesi işlemi tamamlanır ve sözü geçen türedigil kavram dolaşıma sokulur. Gündelik ırkçılık terimi de bunlardan biridir. 5 Gündelik ırkçılık terimi daha ziyade birinci ligdeki kapitalist toplumlarda kullanılan bir kavram. Bizim gibi ”daha geri” toplumlarda liberallerin icadıyla dolaşıma sokulan bir terim daha var: ”Resmi ideoloji” (offiziele ideologie). Malum cenahın izahına göre, resmi ideolojinin varlığı tanımı gereği geri ilişkiler ağını temsil ederken, egemen ideoloji (herrschende ideologie) karşısında resmi ideolojinin ”geriletilmesi”, önü sonu egemen ideolojinin de geriletilmesine alan açacaktır vaazına dayanıyor. Sivil toplumculuğun bu altın anahtar kavramı, ÖDP’nin bir dönem genel başkanlığını yapmış, AKP muhibi Ufuk Uras’ın İdeolojilerin Sonu Mu? kitabının da temel kavram setinin başında gelmektedir.

  6. ”Horkheimer, ”totalitarizm” konusundaki bir dizi görüşe hemen karşı çıkıp, şöyle diyor:  ‘Kapitalizmden söz etmek istemeyen birinin, faşizm konusunda da ağzını açmaması gerekir.’ Bu, tamamen yanlıştır: Asıl emperyalizmden söz etmek istemeyen birinin faşizm konusunda ağzını açmaması gerekir.”Nicos Poulantzas, Faşizm ve Diktatörlük, 2004, İletişim Yay., Birinci Baskı, s. 27
  7. Reinhard Kühnl, Faschismus, Ursachen und Herrschaftsstruktur, Eine Einführung, Diestel Verlag, Dördüncü baskı, 1998, s. 34
  8. Nicos Poulantzas, Faşizm ve Diktatörlük, s. 81
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×