Demokratik Halk Devrimi: “Arada Çin Seddi Yok” II
Demokratik halk devriminin teorik ve tarihsel kaynakları
I
Milli demokratik devrimin savunulurluğunun yok olması ile sosyalist devrimin güncelliğinin programlaştırılması arasında Türkiye için bir uğrak işlevi taşıyan demokratik halk devrimi perspektifinin teorik temelleri, Leninist sosyalist devrim kuramının kimi önermelerinin, somut durum analizlerinin genelleştirilmelerine kimi ölçütlerin gözardı edilip bazılarının da mutlaklaştırılmasına dayanır. Demokratik halk devriminin, somut konjonktürlerde ve belirli tarihsel kesitlerde önerilen politikaları örnek alma çabasına dayandığı için kendine özgü bir teorisi yoktur. Sosyalist bir iktidarın inşası için gerekli kimi nesnel gerekse siyasal öznelerin müdahalesine ilişkin kimi koşulların, olanakların ve siyasi kapasitelerin yeterince olgun olmadığı toplumsal mücadele evrelerinde eski düzenden kopmak üzere öne sürülmüş politikalar demeti, bir başka deneyimde o ülke sosyalistlerinin teorik geleneksizlikleri küçük burjuva demokratlığı ile bulaşıklıkları ve bağımsız sınıf politikasının inşasında gecikmişlikleri ile birleşince ortaya geniş mülk sahibi sınıf ve katmanlarla şu ya da bu düzeyde uzlaşmayı onlara yaslanmayı içeren aşamacı bir perspektif çıkmıştır. İşte DHD perspektifi bir ayağı aşamacılık ve iktidarı burjuvazi ile paylaşma kaygısında öteki ayağı ise proleter devrimin ülke özgüllüğündeki olanaklılığını sezebilmenin ilk adımlarını atmak üzere olan geçici bir formülasyondur.
Milli demokratik devrim programlarının teorik kaynakları Marx’ın burjuva demokratik devrimini ehveni şer gördüğü, asli çelişkileri ortaya çıkarma beklentisi taşıdığı ve devrim teorisinin şekillenmesinin ilk evrelerindeki genelleştirmelere dayanır. Fakat demokratik halk devriminin kapitalizmin gelişkin ve tam anlamıyla “çarpık” olmadığı ülkeler için biçilmiş kaftan olduğu düşüncesi ağırlıklı olarak yedi devrimci konjonktürün belli bir yorumuna dayanır.
Bunlardan ilki Marx’ın eş anlı komünizme geçiş sıçramasından sürekli devrim kuramına uzanışını izleyememe yetersizliğidir. İkincisi Lenin’in İki Taktik’te kağıda döktüğü politikaların hangi nesnelliklere hitap eden politikalar manzumesi olduğunu kavrayamayacak bir birarada düşünme yeteneksizliğidir. “Halk” devrimciliği için üçüncü tarihsel düğüm, Ekim devriminin burjuva devriminin bir uzantısı olarak algılanması, Şubat ve Ekim arasında zorunlu bir nedensellik ilişkisinin kurulmasıdır. Şubat devrimine sosyalist devrimin merceğinden değil, sosyalist devrime Şubat devriminin aşılmış perspektifinden bakma metodolojisi Türkiye solunda, Lenin’in sosyalist devrime ve demokratik görevlere ilişkin 1917’den sonra yaptığı saptamaları yeni teorikleştirmeleri doğrudan okuma olanağının kısıtlı olması ile birlikte değerlendirildiğinde Türkiye solunun teorik uzlaşmacılığında en kritik halkayı oluşturduğu görülür.
İkinci Dünya Savaşı’na kadar uzanan süreç içerisinde önce Lenin’in ardından da Stalin’in özellikle pre-kapitalist ilişkilerin yaygın olduğu Asya ülkelerine yönelik, tek ülkede inşa edilen sosyalizme müttefik yaratma gibi bir “yan ürünü” de gözeten ulusal demokrasi hedefli politikaları, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ile birlikte dünya komünist hareketinin de tartışma gündemine girdi. Özellikle Çin devrimi ile birlikte daha ziyade ulusal demokratik devrim şablonculuğunu besleyen bir kanal oldu. Fakat sosyalist devrimi ulusal sorun ve emperyalizme bağımlılık yönünden erken bulan tüm aşamacı varyasyonlar için reçete yazılmaya başlanmıştı.
Savaş sonunda Doğu Avrupa’da kurulan “halk demokrasileri” bu kez de proletarya iktidarını demokratik bir halk iktidarı ile ikame etmenin, “halk demokrasisinin” belli bir sınıfsal iktidarın özgün biçimlenmesi olarak değil, adeta savaş sonrası askersel diplomatik güç dengeleri dahil uluslararası konjonktürün elverdiği rejimler olduğunun gözardı edildiği teorikleştirilmeyi bekleyen deneyimler olarak algılandı.
Halk demokrasileri kendi iç farklılaşmalarından ve enternasyonal konjonktürün sağladığı kalıcı olmayan faktörlerden bağımsız ele alınamadı.
Son olarak da 60’lı yıllarla birlikte Güneydoğu Asya ve Orta Amerika’daki antiemperyalist mücadelelerin motive ettiği devrimci süreçler (Vietnam, Küba) bu kez başka bir bağlamda sınıfsal antagonizmaların düzeyinin gözardı edilmesiyle devrim teorisinde aşamacı bir alan yaratmak üzere kullanıldı. Aynı yıllar Avrupa’da antitekelci stratejilerin antikapitalist stratejilerden koparıldığı, devlet tekelci kapitalizmden sosyalizme uzanan yolun demokratik basamaklarla aşamalandırıldığı yıllar oldu.
Demokratik halk devriminin 80’li yıllara kadar Türkiye solunda emek-sermaye çelişkisini ne küçümseyen ne de kitabi düzeyde tekleştiren bir perspektif gibi görünerek pek makul bulunmasının yukarıda üstünkörü sıraladığımız teorik kaynakları ve tarihsel dönemeçlerine biraz daha yakından gözatalım.
II
Marx ve Engels’de devrim teorisi, teorinin kurulduğu koşulların Avrupa merkezli karakterine de uygun olarak gelişkin kapitalizmden sosyalizme geçişin teorisi olarak adım attı. Komünist Manifesto ile 1852’deki 18.Brumaire arasındaki dönem devrim teorisinde politik devrimin toplumsal devrim içine emdirildiği fakat bir yandan da liberal burjuvazinin, demokratik görevlerin çözümü de dahil olmak üzere, devrim sürecinde teorik olarak devre dışı bırakıldığı yıllardır.
1848 devrimlerinin yenilgisi Marx’ın gözüne deyim yerindeyse küçük burjuvaziyi batırmıştır. İki saf kutba dayalı modelin pratik yansıması beklenene uymadıkça “sürekli devrim” kuramı şekillenmektedir. Burjuva devriminin tamamlanamayacağının belirginleşmesi ile devrim kuramında proletaryanın önüne çözülmeyi bekleyen demokratik görevlerin yığılması atbaşı gider.
Lenin’e dek demokratik görevlerin çözümsüz bırakılmışlığı hem politik devrimde hem toplumsal devrimde proletaryanın küçük burjuvazi ile toplumun geri kalan mülk sahibi sınıflarına karşı ortaklık kurmasının bir rasyonalitesini oluşturur. Fakat devrim teorisinin 1870’leri dışta tutarsak 1905’teki Rus devrimine kadar olgunlaşması sürecinde çözümsüz bırakılan teorik açmazları da varlığını korur.
Giderek daha fazla proletaryanın yarı-proleter kitle desteği ile siyasal egemenliği kazanması düşüncesine rağmen burjuvazinin toplumsal devrimin doğrudan bir hedefi haline gelmesi ayrı süreçlerin nesnesi olarak ayrıştırıldı. Yani siyasal devrimin başarısı mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmelerine dayalı, burjuvazinin toplumsal düzeyde kendini yeniden üretmesine ket vuracak olan toplumsal devrimin başarısı için bir garanti değil, riskli bir başlangıçtır. Marx ve 19. yüzyıl Marksizminin yenilenmiş teorisini temsilen Lenin bu açmazı yine politik kertede çözmeye yönelmişlerdir. Belki bir asır sonra bizi ilgilendiren de budur. Proletarya diktatörlüğü çözümlemesi bir siyasal ve sınıfsal iktidar yapılanması olarak iç kompozisyonundan bir özerklik taşımakla birlikte sözünü ettiğimiz riskli başlangıcın risklerini azaltma işlevi taşır. Hep sanıldığının aksine, Marx ve Lenin burjuvazinin toplumsal olarak iktidarsızlaştırılmasına dair ütopik, hesapsız ve mülkiyete cepheden saldıran bir çerçeve çizmemişler, fakat asıl burjuvazinin siyasal açıdan iktidarsızlaştırılmasını olabildiğince tek bir devrimci sıçrayışa sığdırmanın politikasını üretmişlerdir.
Lenin bir ölçüde farklı olarak, burjuva devriminin toplumsal devrime ilişkin görevlerinin tamamlanmamışlığından proletaryanın siyasi iktidarının erkenliğine başlıbaşına bir gerekçe üretmemiştir. Lenin’in 1905’teki politik yaklaşımı doğrudan doğruya burjuvazinin siyasal iktidarı kendisinden önceki egemen sınıflara karşı kuramaması ile proletaryanın siyasal hazırlıksızlığını bir arada düşünme yaklaşımıdır. 1905 devrimi ile ilgili azami/asgari program tartışmasını burada yinelemeye gerek yoktur. Türkiye solu bunu zaten ezbere bilir fakat bugün için önemli olan İki Taktik’te geçerli olan devrimci durumu kullanma yönteminin, devrim teorisinin gelişiminde kapsadığı önemi ve aynı zamanda bugünün devrimci konjonktürlerinde yeniden karşımıza çıkması mümkün olmayan boyutlarını yeniden düzenlemektir.
İki Taktik üzerine bilinen alıntıları tekrarlamak yerine içerdiği tezleri devrim teorisi ve aynı zamanda toplumsal yapılanma düzeyinde bir tarihsel bağlama yerleştirmek bizler için daha yararlı olacaktır. Lenin’in İki Taktik’i önerirken başlıca rasyonalitesi, burjuvazinin tutarsızlığının kitlelere somut kanıtlarını sunmak ve bu tutarsızlığın proletaryanın da mağduru olacağı bir karşı devrime dönüşmesini engellemektir. Dolayısıyla bugünden bakıldığında azami program ile asgari programı ayrıştırmanın gerekçesi şu ya da bu demokratik görevin tamamlanmamışlığı değil emekçi kitlelerin burjuvazinin kendi demokrasisinin kendi gözleriyle görme ihtiyaçlarının olmasıdır. Bir diğer deyişle siyasal iktidarı henüz fethedememiş, sınıflı toplumu aşmayı çıkarlarına uygun bulmayan bir sınıfın tutarsızlığının fiile çıkması. 1905’ler Rus proletaryası ve köylülüğü için, liberal burjuvazinin küçük burjuvaziyi yanına çektiğinde neler yapabileceğini 1848 ve 1871 devrimlerinden çağrıştıracak bir siyasal belleği yoktur. Lenin kendi bildiğini kitlelerin de kısa sürede kavramasının naiflik olduğunu sezebildiği için cumhuriyet yönetimli bir egemenliğin bile bir kazanım olacağı ara aşamayı hedef gösterdi.
Proletaryanın ve sınıf örgütünün, kendi dışında gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel ve dolayısıyla kazanım sağlayamayacağı bir siyasal istikrarsızlık konjonktüründe otokrasiye karşı bir devrimci kalkışmanın liberal burjuvazinin hanesine yazılmaması için, proletarya ve köylülüğün politizasyonunun elverdiği azami hazırlık düzeyi varsayılarak bir minimum program üretilmiştir. Lenin için 1905 bir “halk devrimi” olmalıdır, demokratik devrim olduğu kadar. Çünkü her ne kadar proletaryanın sınıf bağımsızlığını halk kümesi içinde eritmek burjuva ideolojisine verilmiş bir taviz olabilirse de otokrasiye karşı bir cumhuriyet için, emek-sermaye çelişkisinin belirtik ve diğer çelişkileri belirler hale getirecek bir siyasal iktidar için ve üstelik bu iktidarın proletaryanın kendi iktidarına hazırlanmasının yolunu tıkamaması için küçük burjuva devrimci demokrasisi iktidarı biçimini alması ve proletaryanın “kendi kabuğu içinde kalması, izole edilmesi” tehlikesini de bertaraf etmek gereklidir. Üreten sınıf, sınıf mücadelesinde bağımsız bir taraf olması için hazırlıksızsa ve üstelik burjuvaziden de gerici bir sınıfın siyasal iktidarı söz konusu iken Lenin bir ara sınıfın uzun vadede bağımsız kimlik taşıması olası olmayan bir sınıfın adeta iktidara itilmesini öngörüyordu: Proletarya ve köylülük yararına küçük burjuva devrimci demokrasisi.
Kimi durumda küçük burjuva devrimci demokrasisi bazen de işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci demokratik iktidarı olarak adlandırılan böylesi bir halk devrimi düşüncesini devrim teorisinde demokratik görevlerin tümüyle tamamlanmadığı durumlar için zaaf değil amaçlanan bir aşama haline getirme yolunda bir dizi önkoşulun da kendini tekrar etmesi gerekmektedir. Köylülüğü devrimci demokrat rolünü oynamaya zorlamak ki halk devriminin bir parçasıdır, devrim teorisinin Türkiye’deki yüzeysel üretimiyle birleşerek örneğin farklılaşmamış bir köylülük misyonu oluşturmak ve bu misyonu bağımsızlaştırıp mutlak bir veri haline getirmeye dönüşmüştür. Aşamacı tezlerin, bugün karşısında bulundukları açmazlardan biri de burjuvazinin demokrasi karşısındaki tutarsızlığını ispata yarayacak bir aşamanın gerekliliği konusunda Türkiye’nin siyasal mücadele tarihinden ve dinamiklerinden kopmadan ciddi gerekçeler ortaya koyamamaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de 1905’te teorisi yapılan türde bir “halk devrimini” hedeflemek burjuva cumhuriyetinin pekişmesini hedeflemek anlamına gelmektedir.
Proletaryanın demokratik devrime katılmasının teorisi olan İki Taktik daha sonra proletarya öncülüğünde demokratik devrim tezleri için de dayanak olmuştur. Fakat bu taktikler demetinin güncelliğini savunanları eleştirmek için en azından teorik düzeyde, Türkiye’de burjuva devriminin siyasal tamamlanmışlığını bir kenara koyalım, azami/asgari program ayrımının Uzaktan Mektuplar ve Nisan Tezleri’nde aşıldığını kanıtlamaya gerek yoktur. Lenin’in kendi devreye soktuğu ölçütler açısından da İki Taktik kendi içinde Türkiye’de el kitabı olma niteliğine sahip değildir. Hem aşıldığı için, hem bağlamı içinde değerlendirildiğinde çıkan sonuçlar açısından hem de aşamacılık geleneği tarafından laçkalaştırıldığı için.
Öyleyse tekrar bildik alıntıları bir kenara koyarak, sosyalist devrimi önceleyen evreler-aşamalar için genellikle satır aralarında ipucu verilen ölçütleri göz önüne almalıyız.
İki Taktik’te ekonomik gelişme düzeyi başat ölçüt değildir. Yani örneğin köylülüğün devrimci demokratik misyonunu oynamaya zorlanması, bu sosyolojik geniş kümeyi iç farklılaşmayı yaşamamış varsaymaktan değil, geniş köylü yığınlarının devrimci başkaldırı geleneklerinin varolmasına ve otokrasiyle toprak sorununun çözülmemiş olmasından dolayı bir karşıtlık içinde bulunmasına dayanıyor. Keza Lenin daha önce Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi çalışmasında (1898), tarımda kapitalistleşmenin sınıf farklılaşmasını netleştirmeye yöneldiğini saptamıştı. İkincisi, bilindiği gibi, ne 1905’de ne de Şubat Devrimi’nde toprak sorunu çözüldü. Yani burjuva toplumsal devrimin en azından bu boyutu (başka boyutlarıyla da birlikte) proleter devrim için mükemmel bir tamamlanmışlık konumuna gelmedi. Fakat Lenin sınıfların diğer sınıflarla aralarındaki maddi çelişkinin ötesinde politik karşıtlıklar taşıyabileceklerini saptayabilecek kadar indirgemecilikten uzak olduğu için, bir toplumsal müttefik olarak köylülüğü sosyalist devrimin sonrasına dek hesaba kattı. Aynı sorunu Türkiye için düşünen sosyalistlerin köylülüğün geçici konjonktürlerde bile devrimci demokrat misyona sahip çıkma yeteneğinin oldukça sakatlanmış olduğunu hesaba katmaları ve statükocu genel eğilimi bilmeleri gerekir.
Küçük Burjuvazi için de geçerli olan devrimci demokrat misyonu Lenin İki Taktik’te mutlaklaştırmamıştır. Özellikle küçük burjuvaziyi, küçük mülk sahibi köylülükten ayrı bir şehirli kategori olarak değerlendirdiği için Leninist sosyalist devrim kuramının daha gelişkin etaplarında da küçük burjuvazi, kendi sınıfsal konumunu terk ederek proletarya ile ittifaka girme potansiyeli yüzünden sosyalist devrimin doğal müttefiki sayıldı.
Öyleyse iktidar perspektifli bir mücadelede ittifaklar problemini asgari müşterekte anlaşarak yol alma ve yol aldıkça yalnızlaşma biçimindeki şablondan koparak ele almak daha sağlıklı bir tartışma zemini yaratır. Çünkü bir müttefiğe sadece taviz vererek bir ortak doğrultuda anlaşmak ancak demokratik devrimciliğin düşünme ve politika yapma tarzına uygundur. Bu durumda ittifak politikasının bir diğer boyutu ortaya çıkıyor. Müttefik kılınması öngörülen sınıf ya da ara sınıfın, kendi tarihsel ve sınıfsal konumunu özellikle devrimci durum koşullarında terkederek, en ilerici sınıfın misyonuna dönük politika yapması. Özellikle Ekim Sosyalist Devrimi’nden sonra ortaya çıkmıştır ki, azami programı müttefiklerle yakınlaşma uğruna ertelemek değil, siyasal devrimi en ileri ve zengin programla gerçekleştirip, müttefik sınıf ve ara sınıfların asıl siyasal iktidar ele geçirildikten sonra elde iktidar olmanın avantajını tutarak, proletaryaya olan güvenlerinin sağlanmasına yönelik esnek politikalar uygulamak daha akıllıcadır. Toplumsal devrimin yaşama geçirilmesi süreci, proletarya diktatörlüğünün siyasal egemenliği altında, değişik müttefiklere ve düşmanlara yönelik farklı hatta çelişkili politikaların bir evreden diğerine uygulanarak gerçek sosyal ittifakın kurulmasının zeminini oluşturur.
Siyasal iktidarın sınıfsal el değiştirmesi süreci ise, devrimci durumun, o koşulların muhatabı sınıfları hangi ölçülerde sarstığına bağlı olarak hiçbir zaman on yıllar öncesinden saptanmış müttefikler şemasının hassas ölçümlerine uymaz. Dolayısıyla orta köylülüğün bilmem hangi katmanının alacağı rolde gelip tıkanan devrim tartışmaları çocukçadır. Çünkü devrimci durumu devrim durumuna dönüştüren, sınıf bilincini de radikalleştiren koşullar diğer sınıfları da etkiler, pasifize eder ya da istisnai rollerle yükler. Alman İdeolojisi’ndeki ünlü deyişle “devrim, devrim yapanları da dönüştürür”. Örneğin Bulgaristan’da 1944’te Çiftçi Partisi’nin, en zengin köylülerin dışında tüm kırsal ara sınıfların ve köylülüğün devrimci demokratik bir iktidarı için değil, proletarya ve siyasi öznesiyle yan yana yürüdüğü bir devrime tanık olunmuştur.
Diğer taraftan da Ekim Devrimi’nin sosyalist karakterinden kuşku duymayan devrimcilerin, Lenin’in “1918’de kırda daha yeni burjuva devrimini tamamladık” demesini eski devrim şablonuyla çözmeleri, NEP’in neden sosyalist devrim öncesi bir demokratik aşamanın programı değil de, proletarya diktatörlüğünün ilk günden inşasına girişilen bir sürecin içinde ve sonrasında uygulanmış bir henüz sosyalist olmayan üretim ilişkileri yarattığını anlamaları oldukça zordur.
Devrim teorisinde daha İki Taktik çalışmasında, sosyalist devrim koşullarının olgunlaşmamışlığı “proletaryanın bilinç ve örgütlülük düzeyi” gibi evrensel sayılabilecek bir ölçütle açıklanmıştır. Bu, ikinci fakat önem açısından ikincil olmayan bir ölçüttür. Antikapitalist mücadele deneyiminin, burjuvazinin değişik sınıfsal iktidarları, sınıf bileşimleri ve politikalarına karşı mücadele etme sürekliliği yaratmanın önemi burada ortaya çıkmaktadır. Ve yine Türkiye için düşünüldüğünde proletaryanın bilinç ve örgütlülük düzeyinin yetersizliğine dayalı bir mazeretin “henüz sosyalist olmayan bir halk iktidarı” için yaratılan mazeretin iki anlamı olacaktır. Bir Menşevizm, iki küçük burjuva devrimciliği. İşçi sınıfını yeterince gelişkin görmeme mazeretini Menşevizmin tarihsel çıkış noktası ile devrimci demokratizmin proletaryaya yaklaşımını ortaklaştıran da budur.
Lenin’in 20 yüzyılın hemen başında sosyalist devrimin olanaklılığına ilişkin gündeme getirdiği bir diğer parametre ise Avrupa sosyalist devrimleridir. Bu, ulusal sınırlar dışındaki devrimin, tek bir ülkedeki devrimin mukadderatı ve giderek aşamaları, karakteri için ölçüt sayılması Leninist devrim kuramında 1915 ile 1918 arasında ikinci plana itilmiştir. Lenin sosyalist devrim sonrası yazılarında Avrupa’dan gelecek devrim dalgası hayal kırıklığını, geniş köylü yığınlarıyla aşırı hassas, tavizkar politikaları önererek telafi etme yönünde davrandı. Dolayısıyla bir tek ülkede devrimin mukadderatını bir diğer ülkedeki devrime bağlamayarak ulusal sınıflar içinde daha önce öngörülenden daha geniş (köylülüğe doğru genişletilmiş) ittifaklara girmek Leninist devrim kuramına içerilmiş bir politikalar demetidir. Bu yönüyle Troçkizmin asıl günahı köylülüğü küçümsemek olmadığı gibi Maoizmin sapma özelliği de tek ülkede sosyalizmi sanayi proletaryası dışı sınıflarla kurmayı önermesine dayanmıyordu.
Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky çalışmasında Lenin proletaryanın hazırlık düzeyi gibi bir ölçütü elde tutar. Fakat daha önceki yaklaşımına “yoksul köylü sınıfıyla ittifak düzeyi” gibi bir ölçüt ekler. Aradan geçen mücadele deneyimleri sosyalist devrim kuramını saf kutuplara dayalı, Avrupa merkezli devrim çözümlemesinden uzaklaştırır ve eşitsiz gelişmenin iktidar isteyenlerce karşı konulmaz zorlamasıyla ülke içi çelişkileri, özgül eşitsizlikleri merkeze almaya iter. Toplumsal ve siyasal dinamiklere, iktidarın el değiştirme fırsatlarına daha fazla eğilmeye yönelinirken bir taraftan da asgari program-azami program ayrımı mesafesi kapanmaya, Lenin’in deyimiyle “ilkinin görevlerinin ikincisine bağlanmaya, sosyalist devrimin ilkinin sorunlarını geçerken çözmesi” formülasyonu geliştirilmiştir. Dolayısıyla Leninist Jakobenizm politik iktidarın zaptı, kitle inisiyatifinin öncü inisiyatifine eklemlenmesi, üzerinde iktidara yürünülen toprağın, sınıfların tarihsel eğilimlerin ince dengelerinin diğer devrimcilerden daha fazla tanınması politikaya katılması anlamına gelmektedir. Eğer bugün Türkiye’de devrim teorisinde ve politikamızda Leninist metodoloji yaratıcı bir tarzda hayat bulacaksa bu noktalarda bulacaktır. Yoksa “arada Çin Seddi yok” sakızını çiğnemenin ötesine geçmek zorlaşır.
Azami program-asgari program ayrımının Ekim devrimine, bir ince nüansla Uzaktan Mektuplar ve Nisan Tezleri’ne dek, devrim sürecinin kesintisizliğinde iki iktidar, iki ayrı ittifak yapısını içerdiği söylenebilir.
Fakat Şubat Devrimi ile Ekim Devrimi arasında geçen süre esas olarak sosyalist devrim için ekonomik gelişme düzeyini, sınıfsal hazırlık derecesini geliştirmeye indirgenemez. Sosyalist devrimin başarılmasının asıl zemini devrim teorisi ve programının başarılan bir devrimin doruğunda ulaştığı noktadır. Yani siyasal iktidarı ele almaya yönelenlerin bilinçlerinde ve teorilerinde de bir dönüşüm yaşanmıştır. Sosyalist devrim kendi hazırlayıcılarınca nasıl tarihin en iradi ve planlı eylemi olduysa, devrimci durum da adeta devrimcilerin zihinlerinde ve teorilerinde bir “devrimci durum” yaratmıştır. Nisan Tezleri öncelikle burjuva devriminin politik anlamda tamamlanmışlığı orijinalitesiyle diğer çalışmalardan ve değerlendirmelerden ayrılır. Oysa, sormaktan kendimizi alamayız, Şubat ile Ekim arasında hangi demokratik görevler yerine getirilmiştir de “sosyalist devrimin yolu temizlenmiştir”. Hayır, sosyalizmin yolunu açan ve azami programı önceki formülasyonların, asgari programın unsurlarıyla zenginleştiren demokratik devrimin birçok toplumsal sürecinde güdük kalmasıdır. Fakat artık burjuvazi iktidardadır ve söz konusu olan hedef nasıl tanımlanırsa tanımlansın sosyalist iktidara geçiş programıdır. Bunu kavramayanlar yine Lenin’e göre “eski Bolşeviklerdir”. Türkiye “madem … sorunu çözülmemiştir, öyleyse sosyalist devrim gündemde değildir, ama arada Çin seddi yoktur” demeyi politika üretmek sayan eski Bolşeviklerle doludur.
Nisan Tezleri burjuva devriminin tamamlanmışlığının en net ölçütünü vermek açısından demokratik bir aşamayı geçersizleştiren fakat “ikili iktidar” gibi son derece özgün bir momente denk düştüğü için de geçiş tedbirlerini formüle etmesi açısından devrim teorisinde bir sıçramayı dile getirir. Türkiye solu uzunca bir dönem Nisan Tezleri’nde “aşama yok, sosyalist devrim var” ifadesini okuyamadığı için Nisan Tezleri’ndeki geçiş taleplerini de bir aşama programı gibi algılamıştır.
Peki Ekim öncesinde ne olmuştur? Ekim öncesinde muazzam bir özgürlük yaşanmıştır; çelişkileri serbest bırakan, sınıfları gırtlak gırtlağa getiren, demokratik görevlerin sosyalist devrim öncesinde yerine getirilmemesine karşı bir özgürleşme yaşanmıştır. Fakat Lenin bu özgürleşmenin, yani proleter devrimi kuvveden fiile çıkaran bir özgürleşmenin demokratik bir aşama ya da bir halk devrimi sayesinde yaşandığını ifade eden tek bir satır yazmamıştır. Çünkü yığınların kendi pratik ihtiyaçları temelinde devrimci demokrat hedefler ile sosyalist hedeflerin iç içe durduğu bir zeminde eğitilmeleri aşama değildir. Böylesi bir iktidarın devrimci yoldan burjuvazinin elinden alınması süreci bir ölçüde kazanılan demokratik mevziler yoluyla, bir ölçüde de devrimci durumun en devrimci sınıfa verdiği meşruiyetle ilgilidir. Bu bir ayrı devrim perspektifi mesajı içermez. Ekim sosyalist devriminin toplumsal tabanı daha önce ve sonra aşamalara uygun görülmüş bir toplumsal taban genişliği zemininde başarılmıştır. Ek olarak siyasal devrim ile toplumsal devrim arasındaki ilişki böylece yeniden kurulmuştur. İstenirse artık sosyalizmin inşasına devrimci demokratik görevleri gündemine alarak girişen, işçi ve köylülerin merkezi politik iktidarı burjuvazinin elinden sökmesiyle başlatılan bir sosyalist devrimden sözedilebilir.
Sosyalist devrim, kabaca daha ileri ve maksimum bir programı geri bir programa tercih etmenin öznelliği ile değil, demokratik bir devrimin sosyalist görevleri çözemeyeceğini, proletarya diktatörlüğünün demokratik bir sınıflar koalisyonu ile kurulamayacağını, ancak demokratik görevlerin devrimci yoldan yerine getirilmesinin sosyalist bir iktidarla mümkün olacağını politik devrimler tarihi ortaya koyduğu için savunulmuştur, bugün de savunulmaktadır.
Eğer burjuva devlet aygıtı proletarya diktatörlüğünün dışındaki bir sınıfsal iktidar müttefikler bileşiminin dışındaki bir alternatifle parçalanabiliyorsa bunu öğrenmek tüm dünya sosyalistlerinin hakkıdır. Yok eğer burjuva devlet aygıtı parçalanmadan demokratik görevlerle birlikte tek bir sosyalist dönüşüm bile gerçekleşebiliyorsa bu yeni teori ve tarih anlayışını tanımak ihtiyacı da hasıl oluyor.
III
1930’lu yıllarda emek-sermaye çelişkisinin kendini açık bir biçimde ifade edemediği, köylülüğün nicel ağırlığının söz konusu olduğu ve emperyalist sömürünün ücretli emek sömürüsünün yanında onu gölgeleyen bir ağırlığa sahip olduğu ülkeler komünistlerine Sovyet komünistleri işçi-köylü partileri kurmalarını öğütlediler ve genel eğilim üzerine dayattılar. Doğu toplumlarında devrimci dinamiği ile (sönen antikapitalist Avrupa devrimi sonrasına denk düşüldüğü unutulmadan) emperyalizmi söküp atma mücadelesinde proletaryanın tüm köylülüğü yanına çekerek antiemperyalist yanı ağır basan devrimlerle tek ülkede sosyalizme doğal müttefikler olacakları varsayıldı. Bu tezler komünist enternasyonalde ve dünya komünist hareketinde çok tartışıldı. Tartışmadan kabul edenlerin başında Türk komünistleri geliyordu. Doğu toplumlarında işçi sınıfını tüm köylülüğün desteğinden ayrı düşünmeme ön kabulü Şefik Hüsnü ve Hikmet Kıvılcımlı’nın devrim ve ittifaklar üzerine yazdıklarına damgasını vurmuştur.
Türkiye’de özellikle Maoculuğun sahip çıktığı antiemperyalist demokratik halk devrimi perspektifi bu kökene de dayanır. Teorik olarak DHD’nin bu tarz savunuluşu ülke içinde emperyalizmle işbirliği yapan egemen sınıfın ağırlıklı olarak pre-kapitalist sınıflar olduğu ön kabulüne dayanır. Mahir Çayan’ın ise işbirlikçi tekelci kapitalizme yönelik son dönemdeki çıkarsamalarının dışında yarı-sömürge tezine dayalı aynı yöntemi kullandığını görüyoruz. Bu yönüyle antioligarşik DHD ile antiemperyalist DHD arasında bir fark yoktur. Bu devrim bir halk devrimi olması yönüyle açıkça proletaryanın diğer sınıflarla arasındaki antagonizmayı ve devrimci dinamiklerin örtülmesini savunmaya dayanır.
IV
Demokratik halk devrimi perspektifinin aşamacılıktan tedrici uzaklaşmayı içeren bir diğer yorumu ise emperyalist paylaşım savaşı sonrası Doğu Avrupa haritasının yeniden şekillenmesinin belli bir tarzda değerlendirilmesine dayanıyordu. Tartışılacaksa önce şu var; Doğu Avrupa ve Balkanlarda demokratik halk iktidarları, halk demokrasileri tek bir tarihsel kategori ve iktidar biçimi olarak bir sepette toplanamaz. Daha önce tanımladığımız ölçütlerle bakıldığında öncelikle proletarya ve siyasi temsilcisinin hazırlık düzeyi faşizm sonrası iktidarların sınıf karakterini etkileyecek, birbirinden ıraksatacak ölçüde farklıydı. Dolayısıyla ortada özellikle Türkiye’de 70’li yılların ikinci yarısından itibaren devrimci demokrasiden kopmaya çalışan örgütlerin bulduklarını düşündükleri gibi geri sınıfsal çelişkileri veri almayan bir DHD modeli yoktur. Halk demokrasileri, özel kavramsallaştırmanın hayati önem taşımadığı düşünüldüğünde bile politik devrime yönelinen süreçte ağırlığı hiç de az olmayan proletaryanın topluma benimsettiği bir programın yansıması değil, öznel faktörlerin eksikli ve zaaflı olduğu bir konjonktürde söz konusu zaafların dış dinamiklerle ve Avrupa’daki savaş sonrası dengelerle telafi edilmeye çalışıldığı zoraki iktidarlardı. Arnavutluk, Yugoslavya, Bulgaristan ve Yunanistan’da ise devrim süreci burjuvaziye karşı işçi sınıfının siyasi özneleriyle birlikte fakat içsel dinamikleri daha güçlü olan bir süreçte yaşandı. Bulgaristan’da faşist diktatörlüğün yıkılmasıyla sosyalist devrimin başlaması aynı momente denk düşer. Yunanistan’da öznel etmen bu dış uluslararası dengelerin bir anda ters dönmesine kurban gitmiş ve diğer iki balkan ülkesinde de devrimler kendi içsel dinamiklerine bağlı mecralarda akmışlardır. Fakat diğer halk demokrasisi ülkelerinde anti faşist sınıflar koalisyonuna dayalı cepheler ile ikinci enternasyonal sosyalizminin partileriyle birleşen komünist partilerin ağırlık koyduğu, proletaryanın bizzat kendi iktidarına hazırlıklı olmadığı iktidar değişiklikleri yaşanmıştır. Bulgaristan sosyalist devrimi ise antifaşist mücadelenin sosyalist iktidara bağlandığı bir örnektir.
Bu olgular Türkiye soluna “antifeodal” lafzının eriyerek antitekel ve 70’li yıllarda faşizme karşı mücadelenin baskınlığının da katkısıyla “antifaşist” görevlerin demokratik bir devrim için mazeretler haline gelmelerine yardımcı olmuştur. Tabii tersinden yorumlanarak.
Dünya komünist hareketinin 60’lı yıllarda gündeme getirdiği anti tekel mücadele ise genelde avrokomünizm ile sersemletilmiş birçok Avrupa KP’si için politik devrimi süresiz erteleyen “antitekel demokrasi” ve “ileri demokrasi” perspektiflerine tercüme olmuş, bazı partiler ise programlarına kapitalizmi bir koni biçiminde algılayıp sadece tepesini uçuran bir antitekel devrimi yerleştirmişlerdir. Fakat yaklaşık 40 yıllık deneyim dünya komünist hareketine antifaşist, antitekel dönüşümlerle başlamış ve oradan sosyalizme geçmiş bir proletarya diktatörlüğü deneyimi yaşatmamıştır. Fakat Türkiye solu bu alanda da dünyadaki tartışmaları geriden takip etmiş, devrim stratejisi tartışmalarında “faşizmden sosyalizme geçilir mi?” sorularını sorabilmiştir. Finans kapital ise, adeta kapitalist üretime, sanayi ve hatta büyük ölçekli işletme ve finansman kurumlarına tepeden inme, izole, diğer mülk sahibi sınıflar ve orta-küçük burjuvazi ile yan sanayiler ve pazar yoluyla bin bir bağ kurduğu gözardı edilen, adeta bir nasır gibi söküp atılabilecek bir kategori olarak ele alınmıştır. Sosyalist bir devrimin burjuvaziyi mülksüzleştirmesinde başlatacağı değişik uygulamalar farklı tempolarda gelişebilecek kolektivizasyon süreçleri ve mülkiyet biçimlerinin çeşitliliği sözkonusu olmasına rağmen Türkiye kapitalizminin büyük mülk sahibi kesimleri sosyalizm öncesinde “asalak” olmaktan tenzih edilivermiştir.
DHD dünya kapitalizminin mutlak egemenliğinin bir karşıt kutup tarafından dengelendiği bir konjonktürde iç savaşın bertaraf edildiği fakat eski devlet aygıtının ortadan kaldırılmasının giderek daha fazla tedrici ve dolayısıyla zor hale geldiği dönüşümleri ifade etmiştir. Antifaşist mücadelenin ulusal tüm sınıf ve tabakaları içermeye açık cephelerin organları, eski devlet aygıtı tam anlamıyla parçalanmadan yeniden biçimlendirilmiş devlet aygıtının organlarına dönüştürülmüştür.
Proletarya diktatörlüğünün eski devlet aygıtının yıkıntısı üzerinde inşa edilmesinin “halk demokrasisi” biçiminin, burjuva devlet aygıtının parçalanmasında bir zaaf yaratmayacağına duyulan inanç ve güvenin kof bir güven olduğu ortaya çıkmıştır. Demokratik halk iktidarı Bulgaristan gibi örneklerin dışında proletarya ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü formülasyonunun muhtevasına denk düşürülmüştür. Bu zorlama sosyalist devrimi “ilerleyip dönüştürülecek” bir uzantı olarak programlaştırma ve iki ayrı sınıfsal iktidar kurgulama eğilimini beslemiştir. DHD’nin aşamacı algılanışı ve uygulamasında kır kapitalizmi genelde tasfiye edilememiş ve Polonya gibi örneklerde bir kuşak sonra kapitalist restorasyonun maddi zeminini genişletmiştir.
Belirli yorumlarda ve örneklerde ise DHD’nin proletarya diktatörlüğü ve sosyalist devrimle ilişkisi çok yaygın tartışmalar doğurmasa da dünya komünist hareketinin ve partilerin resmi yayınlarında kabullenilen farklı açıklama ve yorumların nesnesi olmuştur. Çünkü DHD’yi devrimin ilk anından itibaren proletarya diktatörlüğünün özgül bir biçiminin inşası süreci olarak da tanımlayan taraflar olmuştur.
Emek-sermaye çelişkisinin kendini diğer çelişkilerden ayrı olarak ifade edemediği Asya’daki halk demokrasilerinde ise (Kore, Vietnam) çok uluslu bir savaşın yan ürünü olarak kurulan hükümetler devrimci demokratik iktidarları sosyalist iktidarlara dönüştürmeye çalışmışlardır. Küba deneyimi ise gerçekten özgül bir deneyimdir. Burjuva demokratik devrimi ile sosyalist devrimin ayrı ayrı gerçekleşmesine yol veren bir sınıfsal yapı ile iktidarın sosyalizme geçmek için değil, antiemperyalist, antioligarşik mücadele ile ele geçirilmesinin sonuçlarından biri olarak bizzat iktidardaki hareketin dönüşümü yoluyla sosyalist inşa başlatılmıştır. Fakat Küba’nın devrim öncesinde ekonomiyi elinde tutan bir iki ailenin oligarşik diktatörlüğüne dayanan yapısı ve toplumsal dinamiklerinin özgünlüğü Türkiye devrimci demokrasisi için bir taklit kaynağı olmanın ötesinde anlam taşımamıştır. Antioligarşik DHD’yi (Gine Bissau gibi bir yerin dışında) yeniden üretmek Orta ve Latin Amerika’da bile olanaklı olmamıştır.
Portekiz ve Şili’de ise demokratik halk iktidarı politik devrimin yani burjuva devlet aygıtının parçalanmasının mülk sahibi sınıfların politik anlamda iktidarsızlaştırılmalarının zaaflı aşamalı yapısı gereği karşı devrime yenilmiştir. Üstelik bu ülkelerde işçi sınıfının gelişkinliği, yoksul köylülük tarafından desteklenmesi ve iktidara hazır olması açısından elverişli denebilecek konjonktürler yaşanmıştır. Fakat hem karanfil devriminde hem de Allende iktidarında, iktidar olanağı, bir, Leninist öncülükle elde edilememiş ve dolayısıyla ilk günden proletarya ve yoksul köylülük dışındaki sınıflara taviz veren, iki, ilk söylenenle bağlantılı olarak burjuva devlet aygıtının parçalanmasına girişilemeyen deneyimler olarak kalmıştır. DHD’nin aşamacı varyasyonunun mukadderatı kendini kanıtlamıştır.
V
Halk demokrasisi proletarya ve müttefiklerinin en büyük mülk sahibi tabakaların dışında tüm emekçi ve yarı emekçi sınıflar için kurduğu bir demokrasidir ve sosyalist demokrasi ile aynı politik düzlemde değerlendirilmesi mümkün olamaz. Fakat burjuva demokrasisinin restore edilmesine varmayacağı öngörüldüğü için de “halk” demokrasisidir. Öte yandan halk devrimi ile proleter devrim, kitle tabanları arasındaki uzaklık-yakınlıktan bağımsız olarak iktidar, program ve devrimci iktidarın ideolojisi açısından farklıdırlar. Dolayısıyla bugün Alman İdeolojisi’nde, proletaryanın kendini kurtarırken diğer sınıfları da kurtaracağına ilişkin önermesini yeni bir tarihsel ortamda düşünmenin yararı vardır.
DHD’nin ikinci tür varyasyonu ise gerek müttefiklerin bir noktadan sonra sosyalist devrimde proletaryanın müttefiklerine indirgenmesi, demokratik sorunların antikapitalist perspektifle çözülmesi yönü ile gerekse proletarya diktatörlüğü ile ilişkisi açısından sosyalist devrim perspektifi ile arasındaki farkı nüanslara ve tanımlara indirgeme eğilimindedir. DHD’yi savunan her yapı bu iki türlü yorumu kendi içinde ürettiği için devrim perspektifi gibi en hayati bir konuda sesler çatallı çıkmaktadır. Fakat bu bir hastalıklılık değil canlılık belirtisidir.
Bir ara sonuç çıkarmak gerekirse şu söylenebilir: Bundan sonra Türkiye solunda sosyalist devrim perspektifi birilerinin tekeli, üstelik kötüye kullanılmış bir tekeli olmaktan çıkacaktır, çıkmaktadır. Sosyalist devrim perspektifine en son layık olanlar legal Marksistler ve dünya devrimi fetişistleri. Bu tartışma sürecinde sosyalist devrim perspektifini de kitabi, soyut ilkesellikleri ve alıntıları yineleyerek savunulmaktan kurtulacak, programlaştırılacaktır. Bunu becerebilmek Türkiye’de devrim biliminin yöntemini ve tartışmasını bir üst düzeye sıçratmakla olasıdır. Sosyalist devrim perspektifinin Türkiye kapitalizminin mezarını kazmak için yegane mücadele perspektifi olabilmesi Leninizmin bu topraklarda yaratıcı silkinişini göze alanların omuzlarına yıkılmıştır. Bu görevi yerine getirmek için otuz sene aynı ders notlarını anlatan öğretmenler, her akşam aynı duayı okuyan hocaların yaptığı gibi laçkalaştırılan şablonları bir kenara atmak kaçınılmazdır.
Bunu becerebilmek için “… görevlerin sosyalist devrime yakınlaştırılması”, “demokratik devrimin sosyalizme büyümesi, evrilmesi”, “… yolu üzerindeki engellerin temizlenmesi”, “… fakat ilk adımda durulmayacak”, “… ile birlikte durmaksızın”, “ama arada Çin seddi yok” gibi sözlerin tekrarlanmasının yol açıcı olmadığını bilelim. Böyle diye diye araya Çin seddi örüldü, Çin seddi fazla yüksek bulunsa bile onun yerini kalın duvarlar aldı.
Kanımca bu tartışmanın eksenini, alıntılarını, bağlam değerlendirmelerini ve ölçütlerini zenginleştirmeliyiz. Daha önce sıraladığımız ölçütlere onlar kadar önemli ya da daha az önemli başka ölçüt ve parametreler katmalıyız. Üstelik bunlar her defasında keşfedilmeyi beklemiyorlar işlenmeyi ve test edilmeyi bekliyorlar. Türkiye’de devrimin sınıfsal yapısı, temposu sınıfsal antagonizmaların kendilerini açığa vuruş biçimleri, sınıfların politik örgütlülük düzeyleri ve örgütlenme hızları, emekçi sınıfların ve proletaryanın düzenle çatışma potansiyellerinin tarihsel dışa vurumları, sınıfların tepki verme yetenekleri ve alışkanlıkları, burjuva ideolojisinin kendini yeniden üretme biçimleri, proletarya içinde eşitsiz gelişme ve sınıfın radikalleşmesinin doğrultuları, sınıfın hangi hızda ve konjonktürlerde diğer sınıflardan bağımsız hareket edebildiği gibi parametreleri ya da ölçütleri çözümlemelerimize katmalıyız.
Proletaryanın ittifak derecesi ve diğer sınıfları kendi sınıfsal politikasına çekme yeteneği, krize verdiği tepki ya da uyum, Leninist kadroların kitle ile ilişki kurma dereceleri ve profesyonel formasyonları, öncü partinin hazırlık düzeyi ve homojenliği, devrime dış müdahale olasılıklarının iktidarın alacağı biçimlere etkisi hatta diplomatik dengeler, sınıf bilincinin proletarya bağrında sosyalist bilince dönüşme derecesi, tarih bilincinin ve geçmiş kuşakların deneyimlerinin yığınlara aktarılma kanalları, esnafın siyasi tavır alışkanlıkları, köylülüğün farklılaşma derecesi ve devrimci mücadele geleneğinin değerlendirilmesi, burjuvazinin devrimci durum ve kriz anlarında baskı aygıtlarını yetkinleştirme hızı, şehir küçük burjuvazisinin politik aktivizm geleneği ve politizasyonunun dalgalanmalı yapısı, mülksüzleşen sınıf ve ara sınıfların radikalizasyonunun yönü ve hızı, sınıflararası politikaların geleneksel araçlarının hangilerinin tarihe devrolup hangilerinin yenilendiği, ülke toprağının şiddetle çözülebilecek sorunlarının yoğunluğu ve yıkıcı dinamikleri, ulusal sorun ve Kürt yoksul köylü hareketinin egemen sınıflarca eritilme olanağı, Kürt direnişinin Türkiye devrimi ile etkileşim kanalları vs. Bunlar bundan sonraki tartışmalarımızda ve politika pratiğinde alıntı ve ezber skolastisizmini aşmak için bakışımızı netleştirecek ölçütlerdir.
Biz bu bitmemiş tartışmayı bundan sonra böyle sürdüreceğiz.