Dünyanın Düzeni…

Güneyde yangın var

Körfez krizi emperyalizme, dünyayı yeniden düzenlemek için yeni bir fırsat daha verdi. Ortadoğu’da kurulmaya çalışacak yeni düzenin ana hatları bu yazı yazıldığında burjuva basının ana tartışma konusuydu. Talabani’nin Türkiye ziyaretiyle alevlenen Kürtlerin geleceği ile ilgili tartışmaya günlük basınımız yaratıcı katkılarda bulunuyordu. “Ölü olarak ele geçen” PKK militanlarının haberleri yerini Kürtlerin geçmişi ve yarınına ilişkin yazı dizilerine Kürdistan kelimesinin bol bol telafuz edildiği büyük puntolu haberlere bırakıyordu. Burjuva basını Çankaya’dan ve Washington’dan gelen yeni sinyalleri anladığını belirtmek istiyordu.

Kapitalizm nasıl bir düzen istiyor? Bölge ülkeleri arasında hem ülkeler içi hem de ülkeler arası eşitsiz gelir dağılımını sınırlayan, eşitsizlikleri yumuşatan, Mısır’ın, Suriye’nin, Türkiye’nin, askerleri ve işçileri, Kuveyt’in, Suudi Arabistan’ın sermayeyi sağladığı bir işbölümü hayali kuruyorlar. Kurmayı umdukları yeni güvenlik sistemi aslında pek de yeni bir fikir değil. Bölgede daha evvel denenmiş. CENTO, Bağdat Paktı gibi… Ancak bu paktların hiçbiri çok da uzun ömürlü olmamış. Nasıl dağıldıklarının bilgisini verelim, her seferinde pakta üye ülkelerden en az birinde devrim olmuş, pakt dağılmak zorunda kalmış.

Bölgeyi kendi tabirleriye “istikrarsızlıktan”, yani sınıfsal dinamiklere yaslanabilecek problem odaklarından arındırmak istiyorlar. Bunlardan biri Kürt meselesiyse, bir diğeri Filistin, bir diğeri Lübnan, bir diğeri İran islamcılığı, bir diğeri bölge içi eşitsiz gelir dağılımı bir diğeri İsrail ve Arap ülkeleri arasındaki sorunlar, bir diğeri Ürdün, bir diğeri… Bu listeyi uzatabiliriz, ya da özetleyebiliriz; Sorun kapitalizm, çözüm sosyalizm.

İran oynak politika dersleri veriyor

Artık “Yeni Dünya Düzen”inde “barışçıl emperyalizm” (bu saçma deyim her ne anlama geliyorduysa), ya da “insancıl kapitalizm” türü laflar sarf etmeye artık SBP’nin en hızlılarının bile yüzlerinin kalmadığını sanıyoruz, umuyoruz! ABD’nin başını çektiği, emperyalizmin fütursuzca at oynattığı “kaza sonucu” napalm bombalarının atıldığı (bu da Cudi’nin üstüne kaza sonucu düşen türlerden olsa gerek), sivil kentlerin kendi tabirleriyle “halı gibi dümdüz” bombalandığı ve bununla gurur duyulduğu, hakkında kıyametler koparılan çevrenin gelmiş geçmiş en yoğun kirlenmelere tabi kaldığı ve bütün bunların “uluslararası hukuk düzeni” adına yapıldığı “insancıl” bir düzen. Onların hukukunu reddettik, reddediyoruz.

Tabi oyunun kuralları ve oyun değişince oyuncular da kendilerini değiştirmek zorunda kalıyorlar. Ortadoğu’daki bölgesel burjuvaziler de yeni sofranın en güzel koltuklarını kapma savaşına girişiyorlar. Körfez’deki toz dumanın arasından kârlı sıyrılmaya heveslenenlerden biri de kendine yeni bir rol tanımlamaya çalışan “radikal antiemperyalist”imiz, İran.

İran, savaş boyunca Irak’ın tarafını tutmayarak Batı ve Arap sermayesiyle daha iyi ilişkileri hakettiğine inanıyor. Aynı zamanda, Irak karşıtı koalisyonu da tutmayarak, Irak içindeki kendine yakın gruplara oynamaya çalışıyor. Ortadoğu’nun karmaşık yapısının içinde kurnaz manevralar İran’ın tarihinde göze çarpan bir temadır. Ancak İran’ın geleneğinde sert sınıf savaşımları da vardır. İran hükümeti, bu keşmekeşin sonucunda pastadan eskisinden büyük olmasa bile eskisinden daha iyi bir parçayı garantileyebilir. Ancak İran’ın iç dengeleri belki öngörülebilir bir süreçte sosyalizmi davet etmeyecektir ama İran’ın nesnelliği kapitalizme gül bahçesi de sunmuyor, sunamaz.

Filistin’de hep işçi sınıfı kaybediyor

Filistin işçi sınıfı, çaresizlik içinde yalpalıyor. Köyden şehire indiği ilk gün kendisine Boğaz Köprüsü satılan bir köylü misali, her söylenene inanıyor, inanmak istiyor. Şimdiye kadar Filistin sorununu pek ciddiye almamış olan Saddam’ın genel manevraları içinde bir kere daha kısılıp kaldılar. Fırsatı değerlendiren İsrail de işgal altındaki bölgelerde öteden beri uyguladığı baskı tedbirlerini arttırdı.

İsrail burjuvazisi elbette kabaca Araplardan nefret eden bir sapıklar topluluğu değil. İşgal bölgelerinde sokağa çıkma yasağı en ağır cezalarla işletiliyor. 17 milyon insan evlerine uzun zamandır hapsolmuş durumda. Ancak tabi ki belli istisnalar gözetiliyor: İsrail’de işçi olarak çalışan Filistinlilerin sokağa çıkma ve işlerine gitme “özgürlükleri” var, çünkü onların ucuz emeği, özellikle tarım ve inşaat sektörlerinde İsrail burjuvazisi için oldukça önemli. Ancak Filistinli Arap emekçilerine karşı kullanılabilecek yeni bir ucuz emek kaynağı mevcut: Sosyalizmden kaçan Sovyet Yahudileri. Sosyalizmi beğenmeyenlere, kapitalizmin yedek proletaryası olmak düşüyor.

Hiç şüphe yok ki, emperyalizm Filistin sorununu “burjuvaca” çözmek istiyor, bu sorunun zaman zaman sınıf çelişkileriyle çakışma potansiyeli onları rahatsız ediyor.

Filistin sokakları ve intifada yorgun ve bıkkın bir ruh haliyle sessiz bir bekleyişe girmiş durumda. Yeniden canlanmasının tek yolu sınıfsal söylemin damgasını vurduğu bir yükseliştir. Diğer yolların hepsi denendi ve başarısızlığa uğradı. Filistin ve İsrail emekçilerine milliyetçi ve dinci söylemin etkisinden sıyrılmak kalıyor.

Emperyalizm yeniden yapılanma sancıları çekiyor

Körfez krizinin ortaya çıkardığı en çarpıcı gerçeklerden biri, dünyanın geleceğinde çizilecek olan tablonun birbirleriyle sadece ticaret yoluyla yarışan kapitalist ülkelerden oluşmayacağıydı. Askeri güç, politik önderlik ve genel olarak kapitalizmin çıkarlarını daha uzun vadeli olarak koruma perspektifine sahip olan Amerika Birleşik Devletleri, dünya sahnesindeki yerini terketmeye pek de niyetli değil. Üstüne üstlük gittikçe kan kaybeden ekonomisi yüzünden emperyalizmin liderliği konumunun avantajları, ABD için şu anda belki de hiç olmadığı kadar önemli. Bu da birçok şeyi göze alabilecek ve sopasını herkese karşı daha atak olarak kullanabilecek, kullanmak zorunda olan bir ABD yaratıyor.

Japonya ve Almanya son savaşta pek de parlak bir grafik gösteremediler. Daha düne kadar Almanlar birleşirse önce nereye saldırırlar türü derin tartışmalar yapan burjuva basını, savaş boyunca Almanya ve Japonya’yı savaşa daha aktif katılmaya tahrik etmeye çalışıyordu. Bu iki ülke de “kamuoyu”na bu kadar aykırı düşmek iktidar tarafından göze alınamadı. Kamuoyu, sınıf mücadelesinin dinamiklerine bağlı bir mekanizma olarak düşünülürse, anlamlı bir çoğunluk, savaşın dayatacağı düzeni reddetti. Ancak, bu “kamuoyu”na bir ilericilik atfetmek de pek anlamlı olmayacaktır. Batı kamuoyu savaşı reddetmiyor sadece kendi tanıdıkları insanların sağ ve salim olarak evlerine dönmelerini istiyorlar. Birbirlerine benzeyen esmer insanların acıları ise onları o kadar da alakadar etmiyor.

Japonya, Almanya ve Amerikan hükümetleri arasında kayda değer çatışmalar olabilir mi? Öncellikle akılda tutulması gereken bir nokta sermayenin ulusu olmadığıdır. Amerikan ekonomisinin kaderi, Japonya’nın, Almanya’nın, İngiltere’nin ekonomilerinin kaderi ile içiçedir. Bu ülkelerdeki bütün hükümetler de bunun farkındadır. Kendi aralarındaki bir ticaret savaşı bile, hepsinin kuyusunu kazmaya yetecektir. Zaten bir ara dağılacak gibi gözüken GATT Uruguay (Dünya ticaretinin tümünü düzenlemeye çalışan bir kurum) toplantısını yeniden canlandırmalarının sebebi budur; mecburlar. Kısa vadede kendi aralarındaki problemleri erteleyebilirler, bu nesnelliğe sahipler. Yaşanan kapitalist restorasyonlar, gerek pazar, gerek nitelikli işgücü, gerek ideolojik moral anlamında onlara bu nesnelliği sunuyor.

Ama kapitalizm çıkışsızdır. Dönem dönem tıkanır. İşte o zaman, dünya kapitalizmi birbirine girer. Bu dünya iki tane büyük paylaşım savaşına sahne oldu. Bugün üçüncüsünün nesnelliği yok, henüz ihtiyaç da yok. Aşamayacakları bunalımların da, eğer dünya kapitalizmi üçüncü savaşı başlatırsa, ve eğer sosyalizm bu zamana kadar yeni bir dünyanın tohumlarını atamazsa bu savaş eski dünyanın son savaşı olabilir.

Kapitalist restorasyonları kapitalizmi unutmuş olanları yeniden eğitiyor

Nikaragua’da Sandinistlerin seçimleri kaybettikleri için iktidarı terketmelerinden beri yaklaşık bir yıl geçti. Yönetimi devralan Violeta Barrios de Chamorro, devrimle birlikte ülke dışına kaçan sınıfını yeniden Nikaragua’ya davet etti. Bir kısmı gerçekten de geri döndü.

Nikaragua bir kere daha devrim öncesinin görüntülerini veriyor. Gıda fiyatları serbest bırakıldı, tamamen bedava olan sağlık hizmetleri paralı hale getirildi. Yıllık enflasyon yüzde 13000 gibi rakamları bulmuş durumda. Salgın hastalıklarda binlerce çocuk kırılıyor. Kapitalizmin suçları canlanmış durumda: Hırsızlık, soygun gibi adi suçlarda çok hızlı bir tırmanış var.

Zenginler ve yoksullar arasındaki kutuplaşma yeniden Nikaragua hayatına girmiş durumda. Sandinistlerin on senede kurduklarını tuzla buz etmek burjuvazinin bir senesini bile almadı. Nikaragua’da emekçiler bir kere daha kapitalizmi hatırlıyorlar, yaşıyorlar. Bu sefer daha zor unutmalarını diliyoruz. 

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×