Ekim Devrimi’nin 97. Yılında Karanlığa Boyun Eğme

Komünist Parti (KP), Ekim Devrimi’nin 97. yıldönümünü aydınlanma mücadelesini merkeze alarak büyük bir etkinlikle kutladı. 9 Kasım 2014’te Bostancı Gösteri Merkezi’nde toplanan binlerce partili ve dostlarımız, karanlığa boyun eğmeyeceklerini ve aydınlık bir ülkenin ancak sosyalizmle mümkün olduğunu hep bir ağızdan haykırdı. Uluslararası komünist hareketin temsilcilerinin de katıldığı etkinlikte gericiliğin her türüne karşı verilecek mücadelenin tüm ülkelerde işçi sınıfının kurtuluş programının asli gündemlerinden olduğu vurgulandı.

Ekim Devrimi’nin 97. Yılında Karanlığa Boyun Eğme” etkinliğinde KP Merkez Komitesi üyelerinin yanı sıra uluslararası komünist hareketin temsilcilerinden Eleni Bellu (Yunanistan Komünist Partisi), İlya Ferberov (Rusya Komünist İşçi Partisi), Astor García (İspanya Halkları Komünist Partisi) tarafından yapılan konuşmaları Gelenek okurları ile paylaşıyor ve bir kez daha tekrarlıyoruz:

Ekim Devrimi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.


Sosyalist devrimcilik aydınlanmanın 21. yüzyıldaki adıdır”

Aydemir Güler -Komünist Parti Merkez Komitesi Üyesi


Sevgili dostlar, yoldaşlar,

Hoş geldiniz.

Devrilen bir devrimin yıldönümünde toplandık.

Toplandık çünkü Ekim devriminin devrilse de insanlığın hafızasından silinmesi imkansız kazanımları var.

Bu kazanımları kazımak için ellerinden geleni artlarına komadılar. Ama varılan noktada ortada parasız eğitim, toplum için sağlık veya tüm çalışanlara iş güvencesi gibi başarıların neredeyse izi bile kalmamış olsa da, Ekim devriminin insanlığın kolektif bilincinden silindiğini kimse iddia edemez.

İnsanların kendi kaderlerini ellerine alabileceği fikri Aydınlanmadan öncesine uzanmaz. İnsanlık tarihinde topu topu birkaç yüzyıllık bir dönemden söz ediyoruz. Bu kadarcık kısa bir zaman dilimi için iktidarın kaynağı ilk kez doğa üstü güçlerden kopartılıp alınmış ve yeryüzüne ayaklarının üstüne indirilmiştir. İktidar bir kez ayaklarının üstüne basınca, insanlık kaderinin önceden yazılmış olmadığını, ama bu dünyada kendi elinde olduğunun ayırdına varınca, artık eşitsizlik, yoksulluk, sömürü kader olarak kabul edilmeye devam edilebilir miydi? Mümkün değil.

Madem insan kendi kaderi hakkında karar veriyor. Karar bellidir. Sömürü, adaletsizlikler, toplumsal eşitsizlik… Kovulacaktı yeryüzünden. Burjuvazi bu kaçınılmaz gelişmeden korkuya kapıldı ve gerilettiği ortaçağ karanlığından yardım dilendi. Giderek, yani günümüzde, örneğin Türkiye’de en koyu karanlığın ta kendisine dönüştü.

Sosyalist Devrim işçi sınıfının bütün insanlık adına bu korkaklığa verdiği ya-nıttır bir bakıma. Savaşın kader olduğunun reddidir. Açlığın kader olduğunun reddidir. Sosyalist devrimi ihanete uğrayan aydınlanmanın geri dönüşü, yeniden doğuşu sayabiliriz.

Bu nedenle demokrasi lafını ağzından düşürmeyen Batı kapitalizmi değil, sosyalist Sovyetler’dir ilk kez kadınlar dahil genel oy hakkını hayata geçiren.

Bu nedenledir ki, tam istihdamın, bütün kaynaklar gibi emekgücünün de eksiksiz kullanılmasının teorisi yapanlar değil sosyalist devrim yok etmiştir işsizliği.

Bu nedenledir ki, barış laf olmaktan çıkmış, önce 1917 Ekim Devriminin en temel taleplerinden ve motivasyon kaynaklarından biri, sonra da Sovyet halkının uğruna her bedeli ödemeye hazır olduğu bir insanlık durumu haline gelmiştir.

Bu nedenledir ki, seçimler kapitalizmde halkta siyasete katılıyorum yanılsaması yaratmanın aracıdır, sosyalizm ise halkın örgütlü varlığıdır. Sosyalizmi yıkmak isteyenlerin aydınlanmanın izlerini kazıma yoluna girmeleri de kaçınılmazdır.

Türkiye iktidarın kaynağının yeryüzüne indirildiği zaman dilimini çok daha sınırlı süre yaşadı. Padişahın defedildilişini görenler azalsa da onların çocukları henüz hayatta. Ve İstanbul›dan kovulan padişah Amerika üstünden geri gelmiş bulunuyor.

Diktatör sigara içenlere karışma cüretini herhangi bir dünyevi kaynaktan alıyor olamaz. Bu edepsizliği sineye çekenlerse karşılarındakini hakikaten tanrısal bir yaratık sayıyor olmalılar. İnsanların eşit olduğu yolundaki aydınlanma ilkesi AKP rejiminde çoktan terk edilmiş olmalıdır.

Sadece padişah bozuntusunun hezeyana dönüşen gündelik icraatları değil. Kapitalist sömürünün kendisi aydınlanmanın tüm mirasının yok edilmesi halinde aklanabilecek durumda.

Madenlerin birer toplu mezara dönüşmesini olağan kabul edebilmek için, insanların dünyanın kaderini ellerine alabilecekleri inancını büsbütün yitirmiş ve bırakmış olmaları gerekir. Bir grup soyguncunun memleketin iliğini emmesi karşısında elin kolun bağlı kalacağını kabul ediyor ve bu durumu normal mi karşılıyorsunuz, demek ki bu adamların yağmalama hakkına sahip olduklarına inanıyorsunuz. Bu güçlerinin kaynağı tanrısaldır. İnsansa çaresiz, alınyazısı önceden yazılmış bir yaratık!

Kapitalizm öylesine ahlaksız ve amansız bir saldırı rejimidir ki, sorgusuz sualsiz biat edilmesine ihtiyaç duyuyor. Haziran direnişinde, yolsuzluk tapelerinde, Ortadoğu’daki savaş kışkırtıcılığında ipliği çoktan pazara çıkmış bu iktidar sorulara yanıt veremez. Tersanelerin, madenlerin, inşaatların karlarının kanla mı yükseldiği sorusu hiç sorulmamalı, emekçinin ölümü tek kelimeyle kader sayılmalıdır. Hal böyle olduğu için Türkiye’nin modern, kravatlı, etekli, elinde viski bardağıyla gezinen sermaye sınıfı, yobazların iktidarını ideal olmasa da, alternatifsiz bir iktidar olarak sahipleniyor.

Ve sonuç olarak sömürü düzenine, yobazların iktidarına karşı mücadele sosyalizmle ve aydınlanmayla özdeşleşmiş durumdadır.

Cami ve cop… Türkiye buraya indirgenmiş bulunuyor. Cami ve cop sadece yobazları ve sadece zorbaları temsil etseydi eğer, durum başka olurdu. Ancak emperyalizm, büyük patronlar, devletin tüm mekanizmaları bir cephedir. Yobazlar bu güruhun en önünde ağızları köpürerek bir koruluğu yok etmek için öne çıkıyorlar. Ağızlarında “buraya cami yapacağız” lafı.

Bu öncü gericiler yalnız olsalardı, meczup denip geçilecek, tedaviye gönderileceklerdi. Padişahın kendisi dahil! Ancak durum böyle değil ve hep birlikte bir karanlık cephesi kurmuş bulunuyorlar.

Peki ya muhalefet?

Türkiye’de dinci gericiliğin ve artık onunla tamamen aynı anlama gelen sömürü düzeninin muhalif destekçileri veya koltuk değneklerini de ihmal etmeyin. Cephenin parçası olmasalar da, farklı bir yolları olmadığını göstermeye çabalıyorlar. Bundan bir yıl önce Mustafa Kemal’in ölüm yıldönümünde camiye doluşup Atatürk’e el fatiha okutan kafa günümüzün sosyal-demokrasisidir. Ben Tayyip’in arkadaşıyım diye övünen adamları aday diye salmak koltuk değneği stratejisinin simgesidir.

İmamın Ankara’dan atanmayanını istemek ve bunu yaratıcı muhalefet diye pazarlamak, gericiliğin Kürt dilinde dile getirilen türüne itiraz etmemek günümüzün ulusal kurtuluşçuluğudur.

Türkiye’de sosyalizmin dışında duran, kapitalist sömürü düzenini sorgulamaktan uzak duran akımların aydınlanmayla bağları son derece zayıfladı. Sosyalizm ve aydınlanma örtüşüyor. Sosyalist devrim bir aydınlanma devrimidir. Her zaman öyleydi. Kapitalizmin bu korkunç ve en vahşi evresinde karanlık bir yasa haline geldiyse, aydınlanma tek çıkış yoludur.

Sosyalist aydınlanma kendisinden önceki aydınlanmacıların mirasını sahiplenir ve onların yarım bıraktığı, belki de ihanet ettiği yolu açmakla mükelleftir. Devrimcilik, sosyalist devrimcilik aydınlanmanın 21. yüzyıldaki adıdır.

İkircikli muhaliflerin mantığı şöyle çalışıyor: radikal olmayalım ki, ılımlıları kazanabilelim. Tamamen yanlış. Radikal aydınlanmacı olmayan yobazlıkla kavga etmez, uzlaşır. Yobazlar ve yobazlarla uzlaşanlar… Dinci gericiliğin karşısında aydınlanmanın ilkeleriyle dikilmeye cesaret edemeyenler gericiliğin alternatifsiz olduğu tezini doğrularlar. Radikal tutum genişleyemez, çoğalamaz diyorlar. Oysa uzlaşmacılığın tercih edilmesi için herhangi bir neden yok. Aslı varken kopyasını kim ne yapsın?

Gericilik emperyalizmden sömürüye uzanan bir cepheyse bugün, bizim yapmamız gereken de gericiliğe ve emperyalizme karşı mücadeleyi başa yazan bir emekçi cephesi yaratmaktır. Bu cephede “seyreltilmiş gericiliğe” yer yok. Gerçek müslümanlardan bahsetmenin yeri yok. Bizim cephemizde herkesin dini, inancı kendine ve dinler, inançlar, ibadetler siyasetin tamamen dışına.

Bu cephede emperyalizmi mazur göstermeye yer yok. Avrupa’dan demokrasi, Amerika’dan barış… olmaz olsun ve zaten olmaz!

Ama olmayacağını bizzat yaşamak için her politik momentte soldan birilerinin çıkıp “acaba” diye kalakalmaları mı gerekir? Geçmiş momentlerin birkaçında ilkeli davranılsaydı eğer, şimdi “Biji Serok Obama” cüretini kimse gösteremezdi!

Karanlık cepheleşmişse bizim ihtiyacımız olan cephe de aydınlanma cephesidir. Aydınlanmanın anti-emperyalist, yurtsever cephesi. Emekçi halkımızın içini dolduracağı ve 2013 yılının direniş günlerini yeniden üreteceği bir cephenin nitelikleri başka bir şey olamaz.

Türkiye’ye bakanların önemli bir bölümü kendini karanlığın içinde pusulasız hissediyor. İşçiler her gün gömülüyor, çocuklarımız imam yapılıyor, iktidar her işe, herkese karışıyor… Bir kez daha Türkiye bu değil diyoruz. Hayır Türkiye bu değil.

Karanlığın bir ucunda hala sönmeyen ışık değil, yeniden parlayan bir güneş var. Aydınlanmayı ve bağımsızlığı içeren sosyalizm mücadelesi biricik çıkış yoludur ve Türkiye’de bu yola girmeye hazırlanan milyonlarca emekçi vardır.

Ekim Devriminin 97. yılında bu büyük insanlığı boyun eğmemeye çağırıyoruz. Boyun eğmeyeceğimizi ilan ediyoruz.


 

Sosyalizm aydınlıkta kurulur”

Kemal Okuyan -Komünist Parti Merkez Komitesi Üyesi


Merhaba dostlar, yoldaşlar, aydınlık bir dünya ve Türkiye özlemi için yanıp tutuşanlar,

Bugün, 1917 yılında insanlığı tarih öncesinden çıkarmak, karanlıktan aydınlığa taşımak için gerçekleşmiş en büyük hamleyi anmak, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’ni kutlamak ve 1991 yılında kesintiye uğrayan bu onurlu kavgaya Türkiye’den koymakta olduğumuz katkıyı bir kez daha değerlendirmek için buradayız.

1917 Rusyası. Savaş var… Yoksulluk var… Açlık var… Hayal kırıklığı var… Savaşa dair çarın, 1917 Şubatı’nda çarın devrilmesi ile iktidara gelen burjuva hükümetin yalanlarına daha fazla tahammül edemeyen çıkış yolu arayan milyonlarca işçi, köylü var… Halklar hapishanesinde yıkım var, kaos var, devrimin yükselişi var.

Bir de Rusya’nın zeki, gözüpek, yaratıcı ve iyi insanları… Çağa damga vuran büyük ihtilalciler… Ayrım gözetmeksizin ama en başa yazarak Vladimir İlyiç’i, sonra da devrimi rotasında tuttuğu, Sovyetler Birliği’nin bir sanayi ülkesi ha-line gelmesine, faşizmin yenilmesine büyük katkılar koyduğu için şimşekleri üzerine çeken Yosif Stalin’i, dedim ya yanlışlarını-doğrularını bir kenara bırakıp 1917 Ekim Devrimi’nin aklı ve karargahı olan partinin bütün militanlarını Troçki’nin, Buharin’in, Kamenev’in, Zinovyev’in, Molotov’un, Jerzinskiy’nin, Lunaçarskiy’nin, Sverdlov’un, Molotov’un, şahsında selamlama ihtiyacı duyuyorum.

Onlar insanlığı sosyalizmle tanıştıran, eşitlik ve özgürlük idealini ete kemiğe büründüren tarihsel bir sıçramaya öncülük etti. Onları selamlıyoruz. Nedir sosyalizm?

Parasız, eşit, bilimsel eğitim? Çok önemli. Ama sosyalizmi anlamlandırmaya yetmiyor elbette…

Parasız, eşit sağlık hizmeti? Evet, bu da çok önemli. Ama, dedim ya yetmiyor bunlar sosyalizm için…

İşsizliğin ortadan kalkması, çalışma saatlerinin kısalması, kültür-sanatın ay-rıcalık olmaktan çıkması, toplumun entelektüel gelişimi, kentleşme, kadının özgürleşmesi…

Örgütlü bir toplum yaratılması… Emekçi halkın yönetime el koyması… Herkesin siyaset yapabilmesi…

Evet bunlar önemli. Bütün bunları mümkün kılan ise kuşkusuz, sosyalizmin üretim araçlarında özel mülkiyeti sonlandırması. Fabrikaların, çiftliklerin, bankaların, büyük ticaretin, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının, kıyıların, ormanların özel şahısların değil, kamunun, toplumun malı olması. Sömürücüler olmadığında adaletsizlikler, eşitsizlikler ortadan kalkıyor. Sosyalizmin temelinde insanın insanı sömürmesinin koşullarını ortadan kaldırmak var.

Ama bana sorarsanız, öncelikle, sosyalizmde insan var derim.

Sovyetler Birliği’nde, diğer sosyalist ülkelerde, Sovyetler Birliği gibi yıkılmadan önce Demokratik Almanya’da, şimdi onca güçlüğe rağmen sosyalizm bayrağını onurla taşıyan Küba’da bügün, bütün eksikliklere rağmen, insanı hissedersiniz. Yeni bir insandı bu. Bencilliği, cehaleti, sığlığı, sürü psikolojisini yenmeye başlayan, gelişkin-aydınlık bir insan.

Geçtiğimiz günlerde ünlü bir Rus şarkıcıyla yapılmış bir söyleşiye rastladım. Neden Sovyet döneminin şarkılarını söylemeyi tercih ediyorsunuz diye sormuşlar. Yanıt muhteşem: Çünkü diyor, o şarkılarda insan var!

Yeni düzen, yeni insanın önünü açıyordu.

Sosyalizmin insanı köleciliğin, feodalizmin, kapitalizmin insanı ile mücadele ediyordu.

Sovyet sosyalizmini beğenmeyenler, bugünün Rusyası’na baksınlar. Kapitalizm insanı alçaltmaya devam ediyor. Yoksulluk, işsizlik… Bunlar sömürünün doğal sonuçları. Sömürü düzeni karanlık ister. Cehalet ister. Dinsel fanatizm ister. Başka türlü yapamaz.

Sosyalizm ise aydınlıkta kurulur. Eğitim ister, sanat ister, kültür ister, bilim ister. Sosyalizm de başka türlü yapamaz.

Sosyalizmi anlamak istiyorsak, sınıflı toplumlarda iki kat daha fazla karanlığa ittirilmiş kadınlara bakmak gerekir.

1917 Ekim Devrimi’nden öncesine gidelim. İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesinde bir başka önemli tarihsel uğrak olan Paris Komünü sırasında, 1871’de bir burjuvanın söylediğine bakın: Fransa, sadece kadınlardan ibaret olsaydı, ne kadar korkunç bir ülke olurdu!

Bunu ne söyletiyor? Bunu Paris Komünü sırasında barikatlarda, sokak kavgalarında en kararlı, en uyanık, en yaratıcı olanlar burjuvalara karşı en fazla öfke duyan emekçi kadınlardı da ondan. Çok şey kazandırarak insanlığa yenildiler. Sovyet Devrimi’nde de öyle oldu. Ve sonrasında sosyalizm kurulurken en çok kadınlar sahip çıktı yeni düzene. Özgürlükle, aydınlıkla tanıştılar. SSCB’nin İslam cumhuriyetlerinde peçeleri, çarşafları attılar. Sosyalizm yıkıldı, hala Tacikistan’da, Özbekistan’da, Türkmenistan’da, Azerbaycan’da, bizim cemaatler, Tayyipler çok uğraşsa da, elde ettiklerini bırakmıyor kadınlar. Sosyalizm direnemedi ama sosyalizmin bazı kazanımlarında direniyor kadınlar.

Sovyet kadınları… Bizde de öyle olacak. Haziran Direnişi’nde kendini gösteren emekçi, aydın kadınlar, Türkiye’de sosyalist kuruluşta büyük roller üstlenecek.

Türkiye’de sosyalizm pek güzel olacak, yakışacak. Hatırlayalım, 1917’de yeni düzen yola koyuldu Rusya’da. hakim olan işçi sınıfıydı. 1919’da yanı başında bu ülkenin bir başka kurtuluş kavgası başladı Anadolu’da. Moskova ve Petrograd proletaryası Milli Kurtuluş Kavgamıza dost elini uzattı. Altın verdi, silah verdi, moral verdi. Burada da yeni bir düzen kurulmaya başlandı. Büyük bir tarihsel ilerleme dediğimiz bir düzendi bu. Ama sahibi işçiler değil, burjuvalardı. Sovyetler ülkesi dost elini bırakmadı, Türkiye Cumhuriyeti’nden. Ekonomik ilişkiler gelişti. Dahası, ilham verdi Sovyet sosyalizmi. Planlı ekonominin başarıları etkiledi Ankara hükümetini. Eğitim sistemine özendiler. Klasik müzikte, sanatın başka alanlarında Sovyetlerin başarılarını takip etmek istediler. İyi yaptılar ama kapitalizmle olmuyor. Bir yanda sömürü olacak, eşitsizlik olacak, bir yanda toplumu aydınlığa çıkaracaksınız. bu olmaz.

Sonuçta laiklik, eğitim, bilim, sanat, hiçbir şey kalmadı, Tayyibistan’a kaldık.

Türkiye aydınlığa ulaşacaksa sosyalizm gerekiyor.

Sovyetler vardı da ne oldu, yıkıldı demeyin. Yıkıldı ama çok şey öğretti. Şimdi iyisini yapacak biliyoruz Rusya’da emekçi halk.

Biz de daha iyisini, bize yakışanı yapacağız.

Sözümüz olsun. Daha iyisini ve kimsenin yıkamayacağı türden olanını yapacağız.

Ne demiştik, hiç boyun eğer mi insan? İzin verin dostlar… İzin verin… Kapitalizmin başımıza bela ettiği en barbar, en kanlı aktör olan faşizmin alt edilmesinde emeği geçenleri selamlamama izin verin. 1917 Ekim Devrimi, Avrora Zırhlısı’ndaki devrimci denizcilerin açtığı topçu ateşiyle başlamıştı. Ondan 28 yıl sonra, Sovyet halkı Moskova’da, bu kez 25 milyon ölü verdikleri zorlu savaşın kazanıldığını müjdeleyen topçu atışlarını duyuyordu.

Boyun eğmez insan. Bakın bir bizimkilere, iyi bakın. Bir de onlara? Bir tarafta korkak, hain ve çirkinler var. Biri Ekim Devrimi’nin, diğeri Türkiyeli devrimcilerin celladı.

Beri yanda… Aydınlık bakışlı insanlar. Bir bakın ve karar verin. Hiç boyun eğer mi insan?

 

Sosyalizm kazanacak!”

Özgür Şen -Komünist Parti Merkez Komite Üyesi


 

Değerli yoldaşlar, dostlar,

Kapitalizm hepimizin bildiği gibi yapısal olarak krizler üreten bir sistem. Yine hepimiz biliyoruz ki bu krizler kapitalizmin sonunu getirecek. İşçi sınıfı partisinin önderliğinde bu krizleri kullanarak iktidara yürüyecek.

Ama yine biliyoruz ki, işçi sınıfının iktidara yaklaşamadığı, siyasi ve toplumsal ağırlığını artıramadığı her krizin bedelini yine işçi sınıfı ödüyor. Biz ödüyoruz. Çünkü her krizde kapitalizmin patronları, bütün bedeli halka, emekçi sınıflara ödetmeye çalışıyorlar. Her krizde sermaye düzeni bizim üzerimize daha fazla geliyor. Her kriz, bizim için daha fazla yoksulluk demek. Daha fazla çalışmak ama karşılığını alamamak demek.

İnsanların buna sessiz kalmayacağını bildikleri için daha fazla baskı demek. Daha fazla polis copu, daha fazla gaz demek…

Kriz daha fazla savaş demek.

Bu dünyada iki sınıf var. Ama nasıl yoksulluk ve ezilmişlik bizim payımıza düşüyorsa, ölüm de bizim payımıza düşüyor. Krizler, daha fazla ölmemiz demek. Uluslararası kapitalizm bugün derin bir krizle boğuşuyor. Bu kriz, ekonomik ve siyasi olarak kendisini sürekli gösteriyor. Para babaları bu krizin maliyetini emekçilerin sırtına yıkmak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.

Emekçilerin tüm dünyada yaşam koşulları kötüleşiyor, ücretler düşüyor, emekçilerin piyasaya bağlanması için yeni araçlar üretiliyor. Patronlar her gün işçileri daha fazla sömürmek için farklı yollar geliştiriyor.

Bu bedeli ödemek istemeyen işçilerin örgütlenmesini, ayağa kalkmasını engellemek için de her yol deneniyor.

Emekçi sınıflar bugün çok ama çok ağır bir saldırı altında. Kapitalizmin krizi derinleştikçe, sermayedarlar daha fazla saldırıyor.

Kapitalizm nefesini tüketirken, bunun fark edilmesini önlemek için elinden geleni yapıyor.

Kapitalizmi bitirecek olan budur çünkü.

Bu düzen kendisinin bir seçeneği olmaması yanılsamasının üzerinde durur. Kapitalizm seçeneksizdir. Alternatifi yoktur. İçinde yaşadığımız bu kahrolası düzen bizim kaderimizdir. Bu yoksulluk, bu vahşet, bu baskı, bu acı, bu zulüm insanın alın yazısıdır.

İnsanları bu düzenin içinde tutmanın yolu onlara bu düzen içinde dahi bir gelecekleri olduğunu düşündürmektir. Her insan bir gelecek ister. Kapitalizm hep uzak bir geleceğe, bir hedefe işaret eder. O gelecekte nasıl olacaksa bütün sorunlar düzelecek, herkes mutlu yaşayacaktır. Bu hayal kimi zaman Avrupa Birliği’dir, kimi zaman küçük Amerika’dır… Ama aslında her zaman bir fikirdir.

Kapitalizmin de fikirlere ihtiyacı var. İnsanlar fikirlerin peşinden gider. Doğru ya da yanlış… Fikirler olmadan bir düzen sürmez, fikirler olmadan insanlar ikna edilemez.

Ne yazık ki kapitalizmin hep fikirleri vardı ve ne yazık ki kapitalizm 20. Yüzyılı önce fikirler alanında kazandı. Biz bir savaşı en güçlü olduğumuzu düşündüğümüz alanda kaybettik. Ne acıdır kazandığımız bir yüzyılı geri verdik.

Ekim Devrimi bir fikir olarak kazandı. Sonra bir fikir olarak kaybetti.

Kaybettiğimizi elbette geri alacağız. Bilinsin ki yine bir fikir olarak kazanacağız…

Bugün kapitalizmin en zayıf karnı da burasıdır. Kapitalizm derin krizi içerisinde fikir üretemez hale geldi.

Çok yakın zamana kadar insanlara bu düzen içerisinde bir geleceği olduğunu düşündürtebilen, bu yanılsamayı pazarlayabilen, insanları buna ikna edebilen kapitalizm bugün tamamen fikirsiz kalmak üzere.

Dünyada sermaye düzeni fikirsiz kaldığında ya da başka bir fikrin, bizim fikirlerimizin karşısında ezildiğinde tarihi boyunca hep aynı araca başvurmuştur. Sonu gelmez, dibi görünmez bir gericilik ve bu gericiliğe eşlik eden, bu gericilikten beslenen ve bu gericiliği besleyen savaş tehlikesi.

Gericilik ve savaş bugün kapitalizmin sürekliliğini sağlayan araçlardır.

Sermaye düzeni gericilikten mutludur. Savaşlar patronlar için hem bir para kapısı, hem de bu düzenin sürekliliği için kullanılan ideolojik mekanizmalardır. Onların gericilikten bir şikayeti yok. Savaş onları rahatsız etmiyor.

Patronlar için en önemlisi bu düzenin sürmesi. Kendilerinin hep iktidarda kalması. Bu dünyanın zenginliklerinden hep onların faydalanması. Bunun için tüm dünyanın karanlığa boğulması gerekiyorsa, patronlar çekinmez.

Evlerin, sokakların, kentlerin, ülkelerin gericiliğe teslim edilmesi gerekiyorsa, edilir.

Dünya karanlık bir dönemin ardından büyük bir savaşa sürüklenecekse, sürüklenir. Patronlar bunu öze alır. Milyonlar göz kırpmadan ölüme gönderilir. Fantezilerden, hayal mahsulü hikayelerden söz etmiyoruz. Dünya tarihi bunun örnekleriyle dolu…

Gericilik ve savaş kapitalizmin ayrılmaz bir parçasıdır. Kapitalizm var olduğu sürece, gericilik ve savaş tehdidi var olacak… Bunların olmadığı bir kapitalizm yok. Bundan başka bir kapitalizm yok. İlerici bir kapitalizm yok. Barış içinde yaşanacak bir kapitalizm yok. Fantezi olan bunlar. Asıl bunlar hayal mahsulü… Gerçeklere dönelim. Kapitalizm fikirlerini tüketti. Kapitalizm insanlara bir gelecek sunamıyor. Bir avuç sermayedar ve onların hemen yanı başında duran bir azınlık dışında çok geniş kitleler için kapitalizm tükenmiş durumda. Kapitalizm kitleler için yeni fikirler üretmek ve bunları anlatmak zorunda. Ama üretemiyorlar. Yakın geçmişe bir bakın. Burjuvazi insanlara ne öneriyor bugün? Gericilik ve savaş dışında kapitalizmin gündeminde ne var? Hiçbir şey… Bu tablonun yakın zamanda değişeceğine dair bir işaret yok. Tam tersine… Gelişmeler gösteriyor ki, dünya daha da gericileşecek.

Bu gericileşmenin bir parçası olarak insanlığın çağlar boyunca yarattığı ilerici birikime daha fazla saldırılacak.Bazı ülkelerde dinin siyasal ve toplumsal yaşam içinde ağırlığı daha da artacak. Bilimsel düşünce karar mekanizmalarından tamamen çıkacak. Yine bazı ülkelerde modern yönetim biçimleri gündemden düşecek. Kapitalizm devlet örgütlenmesinde modern öncesi biçimlerle ilişkisini tazeleyecek. Emperyalizm, hiyerarşinin altındaki ülkelerden daha fazla bağlılık ve koşulsuz itaat talep edecek. Her alanda, mümkün olan her şekilde işçi sınıfının üzerine gidilecek. Sınıfın elindeki tüm haklar gasp edilmeye çalışılacak, işçi sınıfının sahip çıktığı tüm ilerici değerlere saldırılacak.

Savaşlar yayılarak devam edecek… Kapitalizmin gelecek gündemi bu işte. Kapitalizm insanlığa bugün yalnızca bunları sunabiliyor.

Değerli yoldaşlar, sevgili dostlar, Bu gericilik dönemini bitirmek bizim elimizde.20. yüzyılın başında Ekim Devrimi ile insanlık bir büyük zafer kazanmış bir gericilik dönemini kapatmıştı. Biz bu zaferi önce fikirler alanında kazanmıştık. Ekim Devrimi kapitalizme karşı üretilmiş en kapsamlı en büyük fikrin eşsiz zaferidir. Sosyalizm bugün fikirler alanında yeniden kazanacak durumdadır. Kaybettiğimizi, kaybettiğimiz alanda, tam orada, fikirlerin dünyasında, geri alabiliriz. Kapitalizmin fikren bittiği, fikren bittikçe gericiliğe sarıldığı bugünlerde sosyalizm, kapitalizmin ve onun ürettiği gericiliğin tek alternatifidir. Sosyalizm insanlığın aydınlık geleceği için tek seçenektir.

Gericilik ve savaş üretmeyen bir kapitalizm yok. Ama aydınlık bir gelecek ve barış dolu günler için de sosyalizmden başka bir seçenek yok. Kapitalizm gericiliği ve savaşı temsil ederken, sosyalizm ilericiliği ve barışı temsil ediyor. Kapitalizm karanlık, yoksulluk, kan ve gözyaşı önerirken, sosyalizm, eşitlik, özgürlük, insanca bir yaşam öneriyor. Bizim fikrimiz daha kapsamlı ve daha bütünsel… Bizim fikrimiz daha aydınlık ve daha iyimser… Bizim fikrimiz umut ve mutluluk vaad ediyor… Biz daha güçlüyüz.

Bu düzenin en büyük korkusu bu düzenin sonunun geleceği korkusudur. Patronlar bir sınıf olarak bu korkuyla tanımlanabilir. İktidardan düşme korkusu burjuvaziye içseldir. Bizim ise kaybedecek hiçbir şeyimiz yok. Onlar korkuyorlar, çok korkuyorlar. Bizim korkacak hiçbir şeyimiz yok. O zaman cesaret, cesaret, daha fazla cesaret. Biz kazanacağız. Gericilik ve savaş çığırtkanlığı kaybedecek. Kapitalizm kaybedecek.

Sosyalizm kazanacak.


 

Komünist Gençlik aydınlanma ve sosyalizm mücadelesini örgütlemekle yükümlüdür”

Senem Doruk – Komünist Parti Merkez Komite Üyesi

 

Bu slogan gençliğin karanlığa boyun eğmeyeceği anlamına gelir.

Komünist Gençlik, Mustafa Suphi’lerin, Nazım Hikmet’lerin, Harun Karadeniz’lerin taşıdığı kimliktir.

Gericiliğe karşı bilimsel ve özgür düşünceyi savunan, insanlar arasında siyasal ve toplumsal eşitliğin sağlanabileceğine inanan, gerici cehalete karşı ay-dınlanma mücadelesinin kararlı bir unsuru olan ve bütün bunlar ışığında bu topraklar üzerinde sosyalizmin kuruculuğu misyonunu üstlenen bir gençlikten söz ediyoruz.

Peki gençlik aydınlanma ve sosyalizm mücadelesine nasıl bakmalı?

Geçmişle köklü bir kopuş ve insanlığın kendi geleceğini eline alma kavgası aydınlanmanın temelini oluşturur. Komünist Gençlik,bu yüzden aydınlama ve sosyalizme inanıyor. Nedeni çok açık.

Bugün kapitalizmin insanlığa sunduğu gelecek karanlık bir tablonun tasviridir. Ülkemizde de gerici AKP iktidarı ile bu tablo siyasal rejimin ve toplumsal yapının dinselleştirilmesi olarak kendini göstermektedir.

12 yıllık iktidarı süresince AKP toplumun bütününe dinci gerici saldırılar ile müdahale etti; bilim, sanat, aydınlanma düşman ilan edildi; gerici cehaletin yayılması siyasal rejimdeki dönüşümün anahtarı haline getirildi. Bu bütünlüklü bir projedir, bu AKP’nin ülkemizi yeniden yapılandırmasının adıdır.

Bu proje yobaz çetelerin İslami yardım projelerine dönüşmesidir. Ortadoğu’da emperyalizm eli ile yürütülen yeniden yapılandırmanın Sünniliğin silahı haline gelmesi, iktidarın buradan rol kapmasıdır. IŞİD, ÖSO gibi katil çetelerin beslenmesidir. Tanrısı para olan sermaye düzeninin emekçileri ölüme mahkum etmesidir.

Bu karanlığı yırtıp atmanın tek bir yolu var. Yeni bir düzenin inşası, Sosyalist Türkiye’yi kurma iddasıdır. Komünist Gençlik bugün bu sorumluluk ile hareket etmektedir.

Kapitalizmin gençliğe sunduğu gelecek bu tablodan bağımsız değildir. Türkiye’nin nüfusunun çoğunluğunu oluşturan gençlik, gericiliğin, piyasacılığın, işsizliğin, acımasız sömürünün, savaş kışkırtıcılığının girdabındadır. Bu nedenle bugün aydınlanma ve sosyalizm mücadelesi Komünist Gençlik’in siyasal hattının zeminidir. Sosyalizm mücadelesinin yürütülürken aklın ve bilimin özgürlüğüne ket vuran her ne varsa karşıya alınmalı, ortadan kaldırılmalıdır.

Bugün karşı karşıya olduğumuz tablo bizi çok yalın bir tercihe zorlamaktadır.

Bir tarafta dört bir yanı saran imam hatipler, talan edilen kentler, bilimin ve sanatın yerini alan ortaçağ gericiliği, gencecik yaşlarda inşaatlarda,madenlerde hayatını kaybeden insanlar, yoksulluk, geleceksizlik ve daha nicesi…

Diğer yandaysa bu barbarlığa karşı koyanlar… Umudu, aydınlığı örgütleyenler… AKP’nin sefil gericiliğinin karşısında sosyalizmin sesini yükseltenler… Türkiye’yi mahkum etmek istedikleri karanlığa boyun eğmeyenler…

Gençliğin tarafı bellidir!

Gençlik, halkımıza biçilen karanlık geleceğe karşı aydınlanmaya sarılanların; karanlığa boyun eğmeyenlerin safındadır.

Gençlik boyun eğmemiştir, gençlik boyun eğmeyecektir!

Son yıllarda ülkemizde verilen gençlik mücadeleleri onurlu ve kıymetlidir. Ancak, çok açık görülmektedir ki sosyalizm iddiasını taşımayan, işçi sınıfının mücadelesi ile buluşmayan bir gençlik mücadelesinin sınırları bellidir.

Komünist Gençlik, üniversitelerde,liselerde, işyerlerinde sermayenin akla ve bilime saldırılarına en sert şekilde cevap verecektir.

Komünist Gençlik, mahallelerde ve kentlerin her köşesinde sayısız örneğini gördüğümüz gerici ve piyasacı saldırılara karşı bütün gücüyle duracaktır.

Komünist Gençlik, bütün bunları sosyalist iktidarı kuracak bir partinin gençliğine yakışır bir akıl, karakter, disiplin ve kültürü yeniden ve yeniden yaratarak yapacaktır.

Komünist Gençlik gerici rejime karşı mücadelenin sosyalizm perspektifiyle başarıya ulaşabileceği iddiasını taşımaktadır.

Kendimizden başlayarak vereceğimiz kavga, ancak ve ancak bu iktidarı kurup yaşatabilecek bir kişilik yaratma kavgasıdır.

Bu kavga, komünist kişiliği, mücadelemizin her bir noktasına yedirme kavgasıdır.

Bu kavga, uzun bir soluğu yaratabilecek aklın ve özverinin, aydınlanmacı karakterin ve devrimci kimliğin yaratılması kavgasıdır.

Yarın ülkemizin her yerinde bin bir farklı alanda sosyalizm mücadelesini var edecek, yükseltecek bir kuşağın yaratılması kavgasıdır.

Bilimde, sanatta, hayata dair her alanda insanlığın en yetkin ürünlerini verecek birikimi yaratma kavgasıdır.

Nazım Usta’nın dediği gibi insanların daha uzun yaşamaktan başka bir kaygısının kalmadığı bir ülkeyi yaratma kavgasıdır.

Böylesi bir ülkeyi yaratmak için kimsenin hayatını vermek zorunda olmadığı

bir ülkenin kavgasıdır.

 

Her sabah sanki yanı başımızda bizimle birlikte okullarımıza gelen, sıralarımıza oturan, bizimle birlikte heyecanlanıp bizimle birlikte kavga veren Ali İsmail’in, Berkin’in ve daha nicesinin yüzüne başı dik bakabilme kavgasıdır.

 

Bu karanlığı boğacak biricik gücün işçi sınıfının örgütlenmesinin, sınıfımızın kurtuluşunun kavgasıdır.

Sorumluluğumuzu biliyoruz!

Komünist Gençlik dünyadaki ilerici birikiminin taşıyıcısıdır.

Komünist Gençlik ülkemizin gözü, kulağı, onuru ve vicdanıdır.

Komünist Gençlik cesareti ile, umudu ile, heyecanı ile mücadelesini büyüten, örgütleyenlerdir.

Komünist Gençlik karanlığa karşı boyun eğmeyenlerin sesi, sosyalist iktidarı kuracak olanların kendisidir.


 

Oportünizme karşı mücadele gereklilik”

Eleni Bellu -Yunanistan Komünist Partisi Merkez Komitesi Siyasi Büro Üyesi

 

Sevgili yoldaşlar,

Uluslararası işçi hareketinin geçtiğimiz yüzyıl içerisinde en önemli tarihsel kazanımı olan Ekim devrimini onurlandırmak üzere düzenlediğiniz bu etkinlikte size, Yunanistan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin devrimci selamlarını getiriyorum. Komünist Parti üyelerine ve dostlarına, sınıf düşmanına ve oportünizme karşı mücadelelerinde KKE’nin dayanışma duygularını iletiyorum. Partinizin içinde bulunduğu yeniden yapılanma sürecini her yönüyle desteklediğimizi belirtmek istiyorum.

Sevgili yoldaşlar,

Her ne kadar parti içi krizin yol açtığı kayıplarla başa çıkmanızı gerektirdiyse de, oportünist kesim ile yaşadığınız ayrılık, kesinlikle devrimci bir tavır olarak görülmelidir. Mücadeleniz, komünistlerin siyasi netliğinin bir göstergesi ve Türkiye’deki, Balkanlardaki ve tüm bölgedeki emek hareketi için bir umuttur. KKE olarak, kendi olumlu ve olumsuz deneyimlerimize dayanarak sizi şu konuda temin edebiliriz: Kapitalizm koşullarında ya da sosyalist kuruluş aşamasında oportünizme karşı mücadele, bütün ülkelerde işçi sınıfının devrimci bir öncüsünün var olması için bir gereklilik. Tarih bize göstermektedir ki, oportünizme karşı mücadelenin başarıyla sonuçlanması, her tarihsel dönemde komünist partilerin saflarının devrimci bir şekilde yenilenmesinde belirleyicidir. Böylece komünistler; işçi sınıfıyla, gençlikle, kadınlarla, yoksul köylüyle, ücretli çalışan aydınlarla, yani kapitalizmin kendilerini teslim almak için çok sayıda mekanizma ve araç geliştirmesine rağmen kapitalizme direnme potansiyeli taşıyan tüm güçlerle militan bağlar kurabilirler.

Bugün kutladığımız olay, Sosyalist Ekim Devrimi’nin 97 yıl önce Rusya’da zafere ulaşmasıdır. Devrim Bolşeviklerin, en ünlüsü Lenin olan öncü kadroların da etkisiyle, oportünist Menşeviklerle başarılı bir biçimde mücadele ederek, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında ihanetle tarihe geçen sosyal demokratlarla kendilerini ayrıştırarak devrime öncülük edebilecek bir partiye dönüşmeleri ile mümkün oldu. Çünkü emperyalist savaşın ortasında Lenin, “Devlet ve Devrim” başlıklı kitabında devletin sınıf karakterine ilişkin görüşlerini ayrıntılı olarak ortaya koyabildi. Diğer bir deyişle, modern burjuva devletinin, daha önceki devlet biçimlerine, örneğin yarı feodal olanlara karşı mücadelesi henüz tamamlanmamış olsa bile, 20. yüzyılda artık gerici bir karaktere sahip olduğuna ilişkin teorisini geliştirdi.

Bolşevik partinin devrimi zafere taşıyabilmesinin birbiriyle bağlantılı iki temel nedeni vardı:

Birincisi, hayatın kendisinin eskittiği siyasi pozisyonlara, örneğin çarlık ile sosyalist işçi sınıfı iktidarı arasında aşamalı bir geçiş öngören kendi programlarına bile karşı çıkabilen öncü kadrolara sahiplerdi. Lenin, 1917’de Rusya’nın koşullarına baktığında, komünist partinin işçi sınıfına ve yoksul köylü yığınlarına karşı tek görevinin, sosyalist iktidarı kurmak olduğunu gördü. Bu onu Bolşevik kadrolarla bile zaman zaman karşı karşıya getirdi.

İkincisi, en büyük fabrikalarda çalışan, yarı-proleterlere ve köylü kitlelerine ortak bir mücadele için ilham verebilecek ve onları bu mücadeleye yönlendirebilecek proleter güçlere sahipti.

Sevgili yoldaşlar,

Maalesef, Bolşevik partinin emperyalist savaş karşısındaki stratejisinin bize sunduğu bu olumlu deneyim, II. Dünya Savaşı koşullarında uluslararası komünist hareketin izlediği stratejinin değişmez bir niteliği haline gelemedi. Sonuç olarak, saldırgan ülkelerde ya da işgal altındaki ülkelerde olsun, birbiriyle bağlantılı iki görev için verilen mücadelenin etkili olması sağlanamadı. Bu iki görev; Sovyetler Birliği’nin savunulması için mücadele ve devrimci durumun söz konusu olduğu ülkelerde işçi sınıfı iktidarının zafere ulaşmasıydı.

Revizyonizm ve siyasi oportünizme karşı mücadele etmenin yanı sıra, tüm komünist partiler, kendi başlarına ya da dost komünist partilerle yardımlaşarak, 1944 yılında Yunanistan’da olduğu gibi siyasi devrimi engelleyen nedenleri ortaya koyacak ideolojik ve politik gücü bulmak zorundalar.

Emek hareketinin uluslararası alanda, Balkanlarda, Yunanistan’da ve Türkiye’de karşı karşıya olduğu olumsuz güç dengesine rağmen bir komünist partinin devrimci strateji geliştirme görevi ertelenemez. Bu olumsuz güç dengesi, her şeyden önce 20. yüzyılın sosyalist inşa projesinin karşı devrimciler tarafından yıkılmasıyla ve derin bir oportünist bozulmayla ortaya çıkmıştır.

Ancak sosyalist inşa sürecinin başarıları, burjuva ideolojisi ve politikalarının kazandığı mevzilere rağmen tarihten silinemez. Paris Komünü’nün (1871), daha sonra 1905 devriminin yenilmesi, 1917 yılında Rusya’da sahneye çıkan Bolşevik partinin olgunlaşmasına katkı yaptı. SSCB’de sosyalist inşa sürecinin yenilmiş olması, şu ana kadar her yönüyle görünür olmasa da, diğer ülkelerde komünist hareketin olgunlaşmasına katkıda bulunabilir.

Bugün daha çok sayıda komünist parti, devrimci işçi hareketinin varlığı için gereken bu sürece katılıyor. Çünkü aksi taktirde partilerin taşıdıkları isimlerden bağımsız olarak kapitalizme ve ideolojik bozulmaya teslim olmaları kaçınılmaz hale gelir.

Nesnel olarak sosyalizmin ve komünizmin gerekliliği, kapitalizmin gelişmesine, kapitalizm ile ücretli emek arasındaki çelişkiye içseldir.

2008 kriziyle birlikte bu karşıtlık tüm boyutlarıyla ortaya serilmiştir. Geldiğimiz noktada ekonomik krizin aşılacağı ise hâlâ şüphelidir çünkü bu yıl sanayi üretiminde küresel ölçekte yeni bir durgunluk baş göstermiştir. Ekonomik kriz, kapitalist merkezleri bile dehşete düşüren bir işsizlik dalgasına; besin yetersizliği ve açlığın yaygınlaşmasına; evsiz insan sayısının ve bebek ölüm oranlarının gelişmiş kapitalist ülkelerde bile tırmanmasına yol açmıştır.

Enerji kaynakları ve enerji hatları üzerindeki emperyalist rekabet giderek tırmanmaktadır. Özellikle Doğu Akdeniz, Avrasya ve Ortadoğu’da yerel ve bölgesel gerilimler her geçen gün artmaktadır. NATO, yeni saldırı planlarını detaylandırmakta ve uygulamaya koymaktadır. Rusya ve benzeri diğer emperyalist merkezler de benzer bir yolu izlemektedir. Yeni ticaret savaşları patlamaktadır: ABD ile Rusya-Çin; Çin ile Japonya arasında olduğu gibi.

Kapitalist merkezler arasındaki rekabetin giderek keskinleşmesi, her ne kadar NATO üyesi olarak ortak amaca hizmet etseler de, Türkiye ve Yunanistan’ın sermaye sınıfları için de önemli bir veridir. İki ülkenin halkları, birbirleriyle olan ilişkilerini kendi burjuvalarının mevcut ittifak veya çatışma durumu üzerinden tayin etmemelidir. Her iki dünya savaşı da bize göstermiştir ki, kapitalist ittifaklar kurulur ve feshedilir; çünkü kapitalizm koşullarında hiçbir şey kapitalist rekabeti engelleyemez. Yine hiçbir kapitalist ittifak, güçlü olanın zayıf olana üstünlüğünü kabul ettirmek ve egemenliğini sürdürmek için uyguladığı şiddeti önleyemez. Kapitalist dünyanın küresel ölçekte istikrar tutturması bir yanılsamadan ibarettir. Ortadaki tablo adeta patlamayı bekleyen bir volkandır.

Tam olarak zamanını kestiremesek de, partilerimizin ülke içindeki çeşitli güçlerle ilişkileri bağlamında yeni zorluklarla karşılaşacağını öngörebiliriz. Bu duruma ciddi biçimde hazırlıklı olmalıyız. Yunanistan’da olduğu kadar Türkiye’de de milliyetçi, ırkçı ve dinsel güçler bağlamında çeşitli dengelerinin değiştiğini görüyoruz. Oportünist yaklaşım, bunu pozitif bir değişim olarak sunmaya çalışıyor. Bu yaklaşım, komünist partileri burjuva hareketlerin bir kısmıyla ittifaka itmeye çalışıyor.

Oportünizme karşı mücadele etmek doğru bir tercihti. Bölgenin diğer ülkelerinde, örneğin Mısır, Libya, Tunus, Ukrayna ve Suriye’de, koşullar giderek karmaşıklaşıyor. Çeşitli emperyalist merkezlerin bölücü müdahaleleri sonucu iç savaşlar giderek tırmanıyor. Komünist partilerin işçi sınıfı ve emekçi halk kesimlerinin örgütü olarak bağımsız bir mücadele çizgisi sürdürmeleri kolay olmayabilir. Bu sorun, yalnızca bu ülkelerdeki sınıf hareketlerini değil, komşu ülkelerdeki hareketleri de ilgilendirmektedir. Bu nedenle, siyasi ve ideolojik hedeflerimizin yalnızca kendi ülkelerimizle sınırlı olmadığını bilmeliyiz.

Komünist mücadelenin Balkanlar’da, Doğu Akdeniz’de ve Avrasya’da güçlenmesi için ortak bir mücadeleye ihtiyacımız var. Komünist Parti, YKP ve diğer tüm gerçek komünist partiler için yakın gelecekteki en önemli görev, uluslararası hareketi tekrar bir araya getirmek olacaktır.


 

İşçi sınıfını yeniden mücadeleye örgütlüyoruz”

İlya Ferberov -Rusya Komünist İşçi Partisi Merkez Komite Sekreteri
 

Değerli Yoldaşlar,

Ortak bayramımız vesilesiyle düzenlediğiniz etkinliğinizde Rusya Komünist İşçi Partisi’ni temsil ediyor olmaktan onur duyuyorum. Mücadelemiz Gorbaçov’un hala Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin başında, kapitalizme geçiş planını yürütmekte olduğu 1989 yılında başladı. O zamandan beri işçilerin devrimci, Marksist-Leninist komünist partisi olma yolundan dönmedik.

97 yıl önce Rus işçilerin diğer halkların işçileriyle enternasyonal dayanışma içinde gerçekleştirdiği Büyük Ekim Sosyalist Devrimi insanlık tarihinde yeni bir sayfa açtı: Sosyalist devrimler çağı… Devrimimizi Avrupa’da, Asya’da ve Amerika’da gerçekleşen devrimler takip etti. Ve kesin biçimde biliyoruz ki, Devrimin güçlükleri ne olursa olsun ve hangi geçici karşı-devrimci dalgalarla karşılaşırsak karşılaşalım, nihai zafer sosyalizmin ve komünizmin olacak.

Ve şunu da biliyoruz ki, bu görevin gerçekleşmesi ancak devrimci bir yoldan giderek mümkün. Burjuva diktatörlüğünün yerine proleterya diktatörlüğünü geçirerek, sömürü üzerine kurulu burjuva düzenin yerine insanın insanı sömürmediği sosyalist düzeni geçirerek mümkün…

Sosyalist devrim, ancak mücadele için ayağa kalkma ve geniş emekçi kitleleri peşinden sürükleme yeteneğine sahip örgütlü işçi sınıfının bilinciyle ve eylemiyle mümkün olabilir. Toplumsal düzenin devrimci dönüşümü öncelikle insanların zihninde bir devrim gerçekleşmesini gerektirir. İşçi sınıfını fikri olarak silahlandırmak, ona mücadele için organize olması konusunda yardımcı olmak: İşte bu, komünist partinin kendisine biçtiği misyondur.

Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren sınıf, Sovyet işçi vekillerinin iktidarını kurdu. Demokrasinin en gelişkin, en yüksek biçimi oluşturuldu: Emekçilere ait ve emekçiler için proleter demokrasi…

Doğal olarak, emekçilerin yaşamındaki hızlı ve köklü dönüşüme tanıklık işçi sınıfının bilincini olumlu yönde etkiledi. Kendisini tüm haklardan mahrum, baskı altında bir işçi yığını gibi değil, ülkesinin ve insanlığın kaderinde söz sahibi olarak hissetmesini sağladı.

O nedenle faşist sürüsü Avrupa’yı esaret altına almış olmanın gururuyla ülkemize saldırdığında tüm halkın gerçek direnişiyle ve kitlesel kahramanlıkla karşılaştı. Burada insanlar ne için kavga ettiklerini biliyorlardı: Yalnızca ulusal değil sınıfsal tahakküme karşı özgürlükleri için, gerçekten kendilerine ait toprakları için, kendi üretim araçları ve iktidarları için…

Emekçi halkın hayatındaki iyileşme, Sovyetler Birliği’ndeki sosyo-ekonomik dönüşümler ve bunların karakteri tüm dünyadaki gelişime ivme kazandırdı. Uluslararası komünist ve işçi hareketlerini güçlendirdi. Büyük kapitalist ülkelerin burjuvazilerinin, Sovyetler Birliği’nin örnek alınmasından ödleri koptu. İşçi hareketine taviz vermek ve emekçilere belli sosyal güvenceler sağlamak zorunda kaldılar. Bu güvencelerin, kapitalistlerin iyi niyetleri sonucu değil güçlenen proleter bilincin gücünün, Sovyet işçilerinin yaşamlarının yarattığı örnek sayesinde hız kazanan işçi mücadelesinin sonucu olduğunu anlamak gerekir. Bunlar kapitalistlerin hediyesi değil, işçilerin kazanımlarıdır.

Şimdilerde kapitalizmin ülkemizdeki geçici restorasyonunun sonucu olarak insanlar yeniden korkunç bir baskı altında yaşıyor. Tüm zenginliklerimiz zor ve hileyle bir grup sömürücü tarafından ele geçirildi. Bütün bunların neden böyle olduğunu anlatmaya vaktimiz yok. Ama gerçek şu ki yeniden kapitalizm koşullarında yaşıyoruz. Yeniden insanca bir düzende değil, kurtların sofrasındayız. Çözülen Sovyetler Birliği’nin topraklarında faşizmin yeniden ortaya çıkışıyla sarsılıyoruz. Ve bu nedenle sömürüden kurtuluşumuz için işçi sınıfını yeniden mücadeleye örgütlüyoruz.

Bugün tüm ülkelerin kapitalistleri tüm boyutlarıyla gericiliği yükseltiyorlar ve şimdiden emekçilerin kazanımlarının bir kısmını geri almış durumdalar. Sömürü en vahşi biçimlerini alarak güçleniyor.

Bu nedenle şimdi, komünist ve işçi partileri arasındaki kardeşçe ilişkileri güçlendirme, kapitalizme karşı mücadelemizi sosyalist devrime hazırlık için bir araya getirme zamanı.

Türkiyeli işçilere Rus işçilerden kardeşçe selam!

Girdiğimiz yolda duraksamak yok!

Yaşasın komünist, devrimci, Marksist-Leninist parti!

Bayramımız kutlu olsun sevgili yoldaşlar!


 

Kapitalizm insanlık için frendir”

Astor García -İspanya Halkları Komünist Partisi Uluslararası İlişkiler Sorumlusu

 

Sevgili yoldaşlar ve dostlar,

Burada, kardeş partimiz Komünist Parti’nin Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin 97. yılını kutlamak ve güncelliğini savunmak için gerçekleştirdiği bu etkinlikte sizlerle olmak büyük bir onur.

Bugün ülkelerimizde, büyük tekellerin çıkarları adına, burjuva hükümetlerinin sistemli şekilde işçi sınıfının zorluklarla kazanılmış haklarına nasıl saldırdığına tanıklık ediyoruz. Egemen sınıflar 20. yüzyılda, Sovyetler Birliği’nin ve cok sayıda sosyalist devletin varlığının verdiği korkuyla, kapitalist ülkelerin işçi sınıflarına, her zaman için yok etmek istedikleri bir dizi hak ve sosyal kazanım sunmak durumunda kalmışlardı. Bugün ise, Soma ve Karaman’daki madencilerin yaşadıklarının da gösterdiği gibi, işçiler kapitalistleri, hiçbir hakkı olmayan, iş güvenliği ve şartları önem taşımayan sadece ucuz iş gücü olarak ilgilendirmektedir.

Bizim dönemimizde, eski sosyalist ülkelerin kapitalist restorasyonundan sonra, iş saatlerinin artışıyla, maaş indirimleriyle, emeklilik yaşlarının yükselmesiyle, kamusal hizmetlerin kötüleşmesi ve nihayet burjuva hükümetlerinin kapitalist dostlarının zenginleşmesi için bunların özelleştirilmesiyle, kazanılmış haklarımızın bütünüyle ortadan kaldırıldığını görüyoruz.

Bu süreklileşen saldırılarla birlikte kapitalistler, ekonomik krizin yükselmesine de paralel olarak halkın hareketsiz kalması için ve devrimci bir yanıt vermemesi için ellerindeki bütün aygıtları kullanmaktalar.

Sınıf düşmanının kullandığı aygıtlardan biri de gerici ideolojilerdir. Dincilik, milliyetçilik, ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi işçi sınıfının, sınıfsal çıkarlarını anlamasına engel olan, sınıfın birliğini zorlaştıran ve işçileri başka bayraklar ve başka çıkarlar altına yerleştiren ideolojilere başvuruyorlar.

Günümüzün kapitalist gelişme aşamasında, sermaye sınıfı işçi sınıfına, daha fazla sefalet ve daha fazla sömürüden başka hiçbir şey vaat edemez. Eski düzeni yıkan ve kapitalizmi kuran burjuvazinin, tarihin bir döneminde sahip olduğu ilerici rol, çok uzun zamandır mevcut değildir.

Biz işçiler, her şeyi üreten, ülkelerimizdeki zenginliği ortaya çıkaran ve iş gücümüzle bütün toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeye mahir olanlarız. Ama kapitalistler ve onlara hizmet eden hükümetler, halkın önünü kesiyor, kendi kurallarını ve üretimde anarşiyi dayatıyor ve bu yolla, ülkelerimizde ve dünyada milyonlarca insanın aç kalmasına sebep oluyorlar.

Kapitalizm ve kapitalistler, insanlığın ilerlemesi için bir fren işlevi görüyor. Bu yüzdendir ki, işçi sınıfının iktidarı fethetmesi ve sosyalizmi kurması bir zorunluluktur.

Fakat, hedefimizin ne olduğunu net olarak bilmek bunun için yeterli değil. İş yerlerinde, okullarda, mahallelerde ısrarla çalışmak, girişilen mücadelelerde mevzi kazanmak, bu kazanımlarla işçi sınıfına ve emekçi halka kazanımların elde edilebileceğini, zaferlerin mümkün olduğunu ve güncel durumu değiştirecek güce sahip olduğumuzu göstermek durumundayız.

İspanya Halkları Komünist Partisi, kendini bu zorlu göreve adayarak işçi sınıfıyla birlikte savaşmakta ve bu sırada sosyalizm ufuğunu gözetmekte ısrar ediyor. Tıpkı Komünist Partili Türkiyeli kardeşlerimiz gibi. Çünkü sadece sosyalizmde bütün insanlığın ihtiyaçlarının karşılanacağını garanti edebiliriz.

Yaşasın Büyük, Sosyalist Ekim Devrimi!

Yaşasın Komünist Parti ve İspanya Halkları Komünist Partisi’nin kardeşliği!

Yaşasın Proleter Enternasyonalizm!